Hissediyorum bir yerlerden, bana uzanıyor saçların. Utanmasan yanımda gibisin, benim için gibisin. Sanki gizli bir gücün durultuyor beni, az kalmış sanki. Evet işte o gün, o güne yürüyor içim.
Başımı döndürüyor, orda bir yerdeliğin.
O gün için düzeliyor dilim, o gün için ölüyor öfkem, o gün için acısı azalıyor dünlerin, o gün için yaşarıyor gözlerim... O gün sevgilim, ben dünyanın en güzel adamı olmak için... O gün sana biraz olsun yakışmak için... O gün için değişiyorum bir defa daha, son nefesimin içinden de son bir tane çıkarıp, kimseyi sen sanmayarak bu defa.
O gün için heyecanım taze tutuyor aldığım nefesleri, gözlerimin içi gülüyor bir şeyden haberdar gibi; bilmiyorum ben, ne zaman ellerin ellerimde buluşur, ne zaman üstüme alınmalık olur o hangi renk gözlerin; bir önemi yok oysa... Bundan sonram dünyanın en iyi, en ılımlı, en anlayışlı, en sevecen insanı olabilmek için. İlk defa içime siniyor, hiç nedensiz iyi bir ihtimal.
O gün için her zamankinden farklı bir yakınlık içimde, ya ben kafayı yedim ya kalbim hissediyor seni, bir yerde öylece bana varıșınla filizlenecek mucizeyi. Buramda bir yerdesin Allah bilir, yakınsın, "belki yarın, belki yarından da yakın."
O gün için atışını duysan kalbimin, göğüs kafesimden sana belki daha doğduğum ilk günden uzanan ve ikimizin dahi asla bilmediği o incecik ip titreșiyor sanki, yakından geliyor sesin sevgilim, kendimden bile yakından; öylece sessiz, sakin, adlı bir dalga gibi.
Gecikme o gün için,
En "iyi" halimle bekleyeceğim
Ve her şey güzel olacak.
Dümdüz oturuyor olacağım, cebimde beklentisiz, hissiz; birbirine girmiş saçım sakalım, yorgun olacağım; alaycı bir tavır ağzımda, kitap okuyacağım.
Sen geleceksin, hava ısınacak, ben anlamaktan aciz; her kim olacaksın, bilmeden edeceğim. Anlatamam anlat desen, demesen duramam; ne renktir acaba saçların diye düşünüyorum, gözlerin çabuk mu kızarır senin de.
Bilmiyorum, bilmeyeceğim, şu an burdaysan bile.
Kim bu adam diyeceksin, niye bakıyor bana?
Sevgiden güneşlerde kurudu kalbim,
Kendime yetmeyip unutalı oldu epey;
Sakin bir üzgünün parmak uçları gibiyim,
Titriyor bir yerler içimde, ben depremim.
Yakıştıramayacağım sana senliği biliyorum, en çok da merhametin korkutacak beni, yanımda çok uzaktaki beni çağıracaksın bilmeden, aklına bile getirmeden dönümleri. Uzanıp her acıdığımda omzuma, o şarkıyı güzel okuyacaksın.
Kim bu adam diyeceksin, öyle kim ki durduk yere? Sahi kimim ki, kimin kimiyim ki?
Kim bu kadın diyeceğim böyle birden, bana biri niye gelir ki? Şaşkınlıktan saçmalayacak ve pişman olmaman için her şeyimi vereceğim belki.
Bir anlamı olacak mı gözlerimin, bunca zaman sonra, perde kapanıyor derken tam, ilişirken soğuğa. Bir parça dokunacak mısın... Ellerin iyi gelir tahmin edebiliyorum, stres mi hüzün mü her nedense dökülüp duran saçlarıma. Kim bu adam diyeceksin, niye seviyor bu kadar?
Kim bu kadın diyeceğim, bana sakal düzelttiren, erken kalkmayı öğreten, günaydına alıştıran, dudaklarımı iki yana açtıran. Nedenini nasılı sorgulamayacağım bu defa, her an hayal olduğundan korkacaksam da.
Şarabım gülüşüm olacak senle, belki çok yeni ama derin, o beyaz eve gideceğiz şarkıdaki; unutmayacağız dahasını yeni nefeslerin; kim bu adam diyeceksin, niye soğuk elleri.
Özlediğim bir şey kalmayacak seninle, çatlasan da meraktan, açmayacağım eskiyi. Allah Allah diyeceksin, her kimse hoş geldi.
Sana yemin ediyorum,
Beni çok seveceksin
Kim bu kadın diyeceğim,
O da gitmesin.
Bir mermer gibi durarak bekliyorum seni, arayasım yara zira; hoş, denk gelmemiz de epey zor ben kendimi kapattıkça. Başka çarem yok ki en güzel mevsimim, bana adım atan kadınlardan bile korkar oldum, haklıyım sen de biliyorsun.
Duracağım ben böyle mermer soğuğu, en kalın zırhı kuşanıp sen gelene, sen olduğundan emin olana dek çıkartmayacağım insanlara karşı...
Sen geleceksin sonra, çekip alacaksın beni bu çukurdan, artık bileceğim "geçti" , bileceğim "her şey güzel olacak".
Mermer ağırlığında radikal kararlar alacağım, seninle Aşk Tesadüfleri Sever 2'ye gitmek gibi, kızımızın adını Şiir koymak gibi, bir sonraki arabamı daha büyük almak gibi, küfür etmeyi bırakmak gibi...
Mermer beyazı olacağım sevgilim, artık kirlenmemek üzere; dikili duracağım gölge diye sana, benden sekecek hedefi sen olan türlü keder, sırtını dayadığında yıkılmayacağını bildiğin bir mermer olacağım.
Köşeleri, kenarları yumușatılmıș bir mermer olacağım, ne sana ne başkasına batmayacağım söz.
Olmasa da olurluğun insana tanıdığı o ağırlık, eksilmez mi kapanasıca göz kapaklarımdan bir an olsun; sükûtuma vabeste dirayetim kırıyor iyi ihtimallerimi, geriye kalan o mesut beni...
Olmasam da oluyor, eksikten çok hariciyim onca benim için mühim olanın, bensiz de güller illa açıyor benizlerde, aratmıyor beni insanlığa dair herhangi parametre. Varlığı bir şeyi değiştirmeyen, şeffaf bir kimseyim; bundandır dokunmak isteyenin bile delip geçmesi belki, bu yüzdendir apaçık çağrılarımın bariz karşılıksızlığı... Ya kimse görmüyorsa gerçekten beni, onca hayatın yanından akıp gitmekten başka vasfım var mıdır ki?
Geceler bundan mı yakın, benle eşit mi görülemeyiși herkesin karanlıkta; ben yine de ağır mı basıyorum yoksa, sahi kaç kalbin içinde gerçekten atıyorum şu dünyada?
Önemim ne ki kim için, en başta kendim, șișip sönen ak ciğerimin şu dünyaya saldığı karbondioksitten daha belirgin bir varlığım var mı? En son ne zaman biri için var oldum ben, gözden çıkarılası birilikten hariç.
Ne izim, ne hudut, ne yaş, ne beka
Sanmışım makbul harda sevișler
Değilmiş, uzun zaman önce daha
Meșekkatli mutluluklar
Taşıyıcı kolonları dışında kalan bina kadar kabul etmişim bir yerde, düşünsen düşecek hale gelmişim, el açması zamanımdan kayba doludizgin. Peșpeșe öpmüşüm unutulmușluğumun kutsanası kanatlarıdan, bükülene dek dıştan içe hacizli ruhum.
Yapraklarım sararmıș, dolmalık olmuş, gözlerim, unutulmamalık...
Kapıların açık olduğu, anahtarın bende bile değil ben olduğum, aidiyetine mesudiyet bağladığım yerlere gömün beni, beni sevmeyen her kadının sağ yanağına mesela.
Dinmekse çaresi her şeyin,
Ben beceremedim siz deneyin.
Bir bir tekliyor heveslerim, belli bir karanlıkta zenginleşiyor ruhumun hatları; neydi ki yaşamak, içime çektiğim havanın derinliğince dahi hükmü olmayıp bir çift gözdeki yansımamda beliren türden.
Kalbimi unuttum sevdikleri ile başa çıkayım derken, atması gerektiğini unuttum, beni ben ettiğini; kaçtım desek daha doğru, korkudan kaçtım, ucunda hiçbir şey olmasa da zorundaydım, bilemediniz.
Yıllarım ağrıyor üstüme üstüme, sesimi kısıyor duymadığınız o şarkı.
Bir asi kadar ürkeğim şimdi,
Bastır yüreğine ıslah et beni.
Sattım kimsesizce birkaç sakin soluğa çabalarımı, ümitleri kuruttum gözyaşı ıslağı onca kitap arasında; tek bir şey öğrendimse șuydu kitaplardan, beklemek ve kızmamak gelmeyince.
Kızmadım ama koyverdim bolca, uğrumdaki çabaları bile hiçe saya saya.
Nicedir dinlenemedim bir çift gözde,
Ayıp oldu yaşamak bile.
Tutunurken eridim,
Zamansız faturasız, nelere mal oldum
İyiden iyiye söz vermesi gerek birinin
Her şeyin iyi olacağına dair.
Kaçarım ilkin, aniden şefkat görünce tabii
Ama durulurum zamanla be, insanım nihayetinde, hatırlamasam bile...
O yüzden diyorum sımsıkı, zincirlerce sarılınmam lazım, ancak böyle geçer zira benim kendime tek yapabildiğim kusursuzca yok etmek.
Öpün de geçsin, buyrun,
Sevin de geçsin, okşayın da,
Hatırlayın ki geçsin, sarılın da.
Bırakmayın artık, artık kalın.
Anlayacağını düşünüyorum beni, kaybolmuş ve sıkışmışlığın beni bu kadar bombaya çevirdiğini; anlamış olman lazım daha doğrusu, insanları bu denli tek celsede bırakıp bir şeylerden pes edebilmemin sebebinin... Her şeyin sebebinin, içimdeki o köpekçe titreyiş olduğunu. Orada unutulmuş bir su kadar durgun yaşardım bir zaman, ne de huzurlu; şimdiyse baktığım her yüze ya öfke duyuyorum ya ağlayasım geliyor. Yanlış ama keyfimden değil, acıdığından.
Anlayacağını düşünüyorum, itmeyeceğini; bileceğini düşünüyorum bir sarılmayla, "geçecek" demeyle dineceğimi, yaptığım her yanlışla, her paniğimle, her duygu değişimimle.
İtmezsin di'mi?
Üstüne gitmese keşke insanlar insanların, bir şiddet olarak gördüklerinin iç yüzünü bilmeden el çekmeseler öyle çabucak; anlamaya çalışsalar, neden diye bir kere sorsalar, bir kere bakıp göze anlasalar isteyerek olmadığını. Duyarsın biliyorum, tüm bu saçmalıklarımın ardında, içimdeki o ancak gecenin bu vakti buraya yazma cesaretini bile uyku sarhoşluğuyla bulabildiğim o kısık iniltiyi duyarsın; görürsün ölüm döşeğinde çocuğu, kendi haline bırakılırsa hepten kopacak olan...
Yoruldum, dokunsan ağlarım ben de biliyorum ama dokun; aksın gitsin artık, zehrimi ölüme kavuştur.
İyi biriyim ben, Sis gibi acısından iyiliği görünmeyen.
Yeterince dökülemediğim için böyle kaskatı oldum anlıyorsun, bir süredir ufacık şeylere gösterdiğim abartılı tepkiler birinin yanlışına karşı olduğunda o kişiyi yerden yere vururken ne idüğü belirsiz bir zevk aldığımı ve bunun beni korkuttuğunu da biliyorsun. Acı çıkarıyorum işte da, başka çarem yok, çıkarmadığım her şey gövdemi mezar kılıyor bana.
En ufak bir davranıştan binbir anlam çıkarmayan, her an her insana gidecek gözüyle bakmayan, kendini bu kadar yabancı görüp çok istese bile korkudan insana karışamayan... Bu adam olmayı ben istemedim, anlıyorsun.
Alsa biri beni
Çıkarmasa gün yüzüne
Kırk gün kırk gece
Sarsa sarmalasa
Başımı dizlerine koysa
Ellerini gezdirirken yanaklarımda
Sakallarımın yönü değişse
Alnımda dursa diğer eli, hep
Saçlarıma üfleyip okşasa
Kırk gün kırk gece
Gram kımıldatmadan
Anla beni, anla işte.
Kimselere bırakmadan.
Kırıșmış ihtimallerim, dönüm noktalarım dahi ufkunda dönülmez akșamın; "anlamasalar da kalanlar" hatırına dönüyor dünyam, kanıtlayamasam da varlıklarını, benle müsemma olanlar. Kutuplarım birbirine çarptıkça gün yüzüne çıkıyor yaşını başını almış karalığım, merhametimde ezilen bir hale bürünüyor artık yaşamak.
Gıptasında her sarılmanın
Yüz yüze lehimleniyor
Ortasında ani yıldırımın
Hala sevmekle sonsuz hüzün
Her sabah kendiyle uyanmanın acılașmasını hangi ayran önler ki beyaz olacak, en aşağı ölümün temize çekiciliği kadar; uykusunu getirecek sonra insanın, vakur bir halde düğümleșip kendini unutturacak yaşamak. Dikenleri değmeye utanacak kadar yalnız olmak yalnızlığın, mavi mutluluklar gömecek içine kemikten ve kederden "masum" adlı o figürü.
Her insanın kimseleștiği o anlarda, mesela adı Sanat olan bir kafede her biri diğeri için hiçten dahası olmayan kalabalık, yok gibi gözükecek, hiç olmamış gibi değil de yarım kalıp o yarısı da acıyarak sönmüş gibi.
Uzun süre bakarsam görmeyi bırakırım diye boşlukta hep gözüm.
En son ne zaman yeni bir insanın bende bıraktığı intiba tersine dönmedi hatırlayamıyorum, yürümemle sürünmem arasındaki duygusal farkı ayırt edemiyorum kırıkların içinde, otobüs camı sarsıntısının baki olduğu kalbim, dursa bile durmamış gibi sallanacak demek bu da, durdu belki, çaktırmak şuraya dursun gözünüze sokuyor belki ama aldırmıyorsunuz, bunu okurken burnunuza çektiğiniz hava kadar.
Birilerine benzer birileri geçiyor, kalbim uyușup gözlerime vuruyor, gözlerim hiç uyumadan bekliyor; bir ses, nefes, adım... En önemlisi tanıdıklığın hicranından hallice hariç. Ölse belki üzülmezdi, sıra bile gelmezdi,kimse gelmedi.
Farkında olmadıkları kefensel telkinleri yüksekten düşüyor başıma, başım ağlıyor artık.
Bitti bu hikaye, zaman geri dönüyor sıfırdan.
Pekişti mabedim son perdede yalnızlıkla, ayıkladım en değerli ve sağlamdan gayrısını, ömrümü budadım da daha gür çıkar mı emin değilim. Serde bir sözünden dönmemek var ki gönlümde pişen sevda çayları çoktan soğudu.
Buydu Alptuğ olmak, hatayı kabul edip pişmanlığı kazılı ve ders almışlığın verdiği asaletle başı dik olmaktı; o gün arkamı dönsem bir dostluk devam edecekti belki lakin önce tüm umutla gücü kırıp sonradan konuşmaya gelenin hiç mi suçu yoktu?
Kuşlara gitsem nereden bilecektiniz,
Gitme diyemeyecektiniz.
İşte bütün mesele bu...
Yeni yollar kırılır ve biz yine güzel adam kalırız, kız kardeșlerdir kanatlarımızı kaldırıp başımızı dik tutan, eski bir fotoğrafa bakıp durulunca nefes aldıran.
Yoksun dimağımda aralandım o ışıkla, mevzubahis belki de en yakını olmamaktı kimsenin, ilk aklına gelen, başı sıkıştığında ilk aradığı bile olmamaktı; değer vermek demiyorum bakın, değer verenlerim var tabii ama en iyi ihtimalle üçüncü değer verdiği oldum hep en değerlilerimin.
Kendi gölgende dinlenmenin en zor tarafı bu, açılıyor zira pandoranın dilimin ucundaki kutusu, selam verip herhangi yeni bir hikayeye başlamaya niyet ettiğim bütün yabancıların suratında görüyorum henüz çekmeyi bile bilmediğim acıları, cömert davranıp fazlaca verirler gibi geliyor, bir ebabil kadar uzak kalıyorum her şeye, sıra bana gelirse biliniz ki geç artık. Belki de şarkıdaki gibi: "Öpüp okșanmalı, titreyen elleri."
Bir sabah uyandığında dostum dediğin insan bir başkasının dostudur, sıradan biri olsa yanmazsın ama bu kişi bir zamanlar her şeyin, şimdi ise en kötü kabusun olan biridir. Dostuna onun arkadaşı olduğu için kızamazsın tabii, bu çok saçma olur; ama fena kırılırsın çünkü senin neler çektiğini bile bile olmuştur; böyle diyorum ama yarısından bile haberi yoktur aslında, her gün o kişi için hala ağladığını, ara ara nefes almayı unutmuş gibi boğulduğunu, pek çok şeyi...
Onu seçme beni seç de diyemezsin, kaldı ki o da böyle bir seçim yapmaktan kaçınır ama ikinizin birden arkadaşı olması da senin canını sıkar... Yüzüne baktıkça ölümünü gördüğün insana dostunun selam vermesi sana koymaz mıydı?
Derken tek çare kalır geriye, çekip gitmek, dostunu dostluktan azad edip, dostunu en sevdiğin düşmanına teslim edip gitmek.
Hep yalnızdın zati,
Yine yaşardın, ne değişirdi,
Daha kötü olamazdı,
Olmadı.
"O mutlu olsun." demiştir canından çok sevdiğin düşmanın senin için, sanki onun sözüyle oluyormuşçasına; mutluluğun yalnızlıktır senin, her verdiğin selamda giden birini görürsün çünkü, verdiğin değerler sivri döner karşı taraftan. Yanmak için yaratılmadıysan bile en iyi bildiğin şey bu, herkes tek tek gidip mutlu olsun sense uzağın kendisi, bunu istiyorsun zira yeterince uzak olursan acımaz gibi geliyor.
Hangi dosta üzüleceksin çocuk, hangi yare
Sıra sende artık, kendine üzül sadece
Kimseye bir şey olmayacak endişelenme
İlk sen gömülürdün üzüntüden ölünse
Öyle ki yalnız kalmaktan daha çok,
Düşmanının mutluluğu için ona hediye etmișsindir dostunu,
Budur gerçek aşkı kötü yapan,
Kör kalıcılığı
Gittiniz. Durdum, tutundum, sıkı tutundum, nefes aldım. İçime attım. İnledim en fazla, yolunuza çıkmadım, ne öç ne hakkımı aldım; kar kaldı yanınıza, düşmedim peşinize, aklımdan dahi geçirmedim...
Açığa çıkan bir ağrı olmak için,
Gömülmeyi mi beklediniz?
Daha fazla ne istesiniz benden ki hala bir bıçak gibi batarak karşıma çıkıyorsunuz? Vermediğim ne kaldı size? Zamanım mı? Kalbim mi? Canım mı? Param mı? Belki masumiyetim? Çalmadığınız ne mutluluğum, ne umudum kaldı ki peşimdesiniz hala?
Gittiğiniz gibi yok kalsaydınız ne vardı,
Zindan etmeseydiniz boş sonsuzumu.
Onca zaman, ben onca çırpınırken demediğiniz ama beni tüm öldürdükten sonra en ufak içiniz sızlamadan, söylemek için arkamdan koştuğunuz neydi? Soruyorum ama merak etmiyorum, iyi ya da kötülüğü şuraya dursun üzücülüğü gün gibi ortada...
Her gün milyon kere tekrarladığım şeyi yaptım bugün; okula gitmek için servise bindim, okula varıp kitap okudum, derse girdim, dersten çıkıp servise ve servisten dolmuşa bindim... Bir anda nefesim kesildi: İşlek bir meydanda, hem insanların arası hem de yolun ortasında parçalanmış bir güvercin cesedi, onu bir lastiğin ezdiğini söylemek öylesine mümkün ki...
Ben miydim yoksa o,
Kanada haceti kalmamış
Zamandan ve mekandan ayrı
Kaderden ve kazadan hüzünlü güvercin
Şaşırmıştım ama ölü bir güvercin gördüğüm için değil, daha ziyade ölüm şeklinden belki de; hep uçup arabalardan kaçmalarını yakıştırıyormuşum demek ki yeryüzünde en çok korktuğum hayvanlara, canlandıramadım kafamda, uçup kaçmasından başka ihtimal o kadar düşünememişim ki bu zamana kadar... Küfrettim sonra insanlara, o kalabalığın içinde, yerde o hayvan cesedinin olmasına hiç itirazı bile olmayan ve sanki her gün binlerce kuş avlıyormuşçasına, ne haltsa asilce bir tavırla başlarını aşağı -özellikle de o tarafa- getirmeden kendi acelelerine giden insanlara.
Bir gün beni de -muhtemelen- on yedi jantlı bir kar lastiği ezip kafam kopsa, iç organlarım onunkiler gibi dağılsa ortalığa ve dursam oracıkta, öyle giderdi yine insanlar dedim, dönüp bakanı vuracaklarmış gibi.
Kaçabilmekten başka ihtimaller de vardı işte, gün yüzü gördüğünde bir daha asla sinmeyen keskin ihtimaller; bu yaşadığım şey ummak değildi, kesinlikle değildi, bu daha çok bi'gerekliliğin yerine gelmeyişinin yarattığı bir hüzne benziyordu ama gerçekleştiğine göre yeterince gerekmiyor muydu? Bunu o aracın şoförüne sormak isterdim, fark etmedi bile belki, tek suçu küçük olmak olan bir şeyi, hepimizin ruhları gibi yani... Acaba hissetmiş miydi, arabanın bir ya da iki lastiği hızlıca havaya kalkıp indiğinde bir şişeyi ezdiğini falan düşünüp basıp gitmiş miydi? Belki de durmuştur, durup biraz ağlamış, ne yaptım ben demiştir ama trafiğin akması gerektiğinden kısa sürmüştür bu da.
Akması gereken şeylerden hayır gelmediği ne bariz oysa, zaman gibi; sabret, bekle derken çoktan bitmiş olan onca süreç sayarım ama o güvercinin canı eder mi dersiniz? Bu defa cevap benden, etmez.
Alelade bir şeylere içi titreyen böyle bir gence,
Bilmem "fazla" mıdır bu dünya?
Bilmem zarar vermez mi insan içine karışmak,
"İnsan" olmak her ne ise işte.
Bir güvercinin uçamayışını hayal dahi edemeyecek derecede hassas olduğunu kendi de yeni fark eden ve belki de senelerdir zaten böyle "sıradan" olaylara karşı nefesi kesilip etraftaki tam anlamıyla vurdumduymaz insanlarla arasına gayrıihtiyari de olsa kalın bir set çekmiş, beyninin içinde her gün binbir ince sızıyla akşamları zor eden bu adama ne demeli peki? Hayata karışmayı çokça isteyip, bunun için normal insanlar "kuş kadar" sayacak olsa da kendi için oldukça büyük çabalar harcayan -insanların yanına gidip bir kompliman eden ardından utanıp çekip giden- bu adam... İnsanlara karıştığında, mutlu olduğunda, sosyal olup insan olmanın gerekliliğini yerine getirdiğinde... Ya bugün gördüğü o onlarca aptal insandan birine dönüşür de fark etmezse, bunun hesabını kendi bile veremezse?
Demek ki ya mutluluğundan geçecek ya hassaslığından, daha doğrusu Alptuğ Dağ'lığından,
Hepsi de ölü güvercin yüzünden.
Umutlarım buğulanıyor gitgide, sıcak perdeler örtse de gerçeğimin üstünü bir parça dostluk gibi, ille sızıyor aradan kayıp şeylerin sağır edici uğultusu. Demime karışıyor kara dikenler, korku kuyuma attığım taşın sesi gelmedi daha, durmadı ellerimin zelzeleden hallice hazin titreyișleri, yaşlandı güzel hallerimin temsili... Yığılıp kaldım belki, çok geç kesin...Bugün varım, yarın canımı acıtıyor, dünüm hiç olmadı.
Hafifliyor kitap okudukça,
Çok kitap okudum kimsenin yokluğunda.
Gücüme gidiyor umutsuz olmak benim de
Ben de kızıyorum insanları itmeme
Ben de özeniyorum, ben de çabalıyorum ama...
Yorgun çalıyor şarkım bile, yaralarımdan öpülüp gömülesim var bir şiir denli derine.
Vakti geldiğini bilip asilce kabullenen bir ay batıyor kana şimdi, ruha karışıyorum unutulmaya...
Seviyorum kendimi, iyi adamım ben de... O kadar işte.
İbaretliğim bendimi aşıyor, alıp bir ibadet hali çekip gidiyor; dolmayacak boşluğum, olanın da gelenin de gözlerine acaba bu ne zaman gidecek diye körce kurak bakmaktan. Sinmiyor kalbime düzensiz ve süreksiz mutluluklar, can alır haller içindeler daha ziyade, ne vardı bu hüznü örnek alsalardı.
Kendimden yiyorum tam manasıyla, kendimi de yerdim belki ama kalmadım bana kadar dahi, bana düşmeyen huzur dostlarımda baki kalsa bari.
Haydi sen de git okuyucu,
Eşyalar toplansın seninle birlikte
Senin değil ki bu kavgalar
Bırak biz birbirimize vura vurula eriyelim kendimle,
Unut biz bir köşede menekşe kokalım.
Dokunma sakın incinir elin, elden ruha bir yol vardır solar benzin.
Ben ki nice vazifesi yanmaktan ileri gitmeyecek kuruca bir odun, hep bildim, hep yalnızca feda paklardı beni, yalnızlığa feda...
Kurtlarım toplanıyor içeride, ağzını bıçak açmayan kurtlar; bıçak ki duygularımdan da parlak, önsözű desen kıyıdan yaşamak. Sarmaşık içtenliğine özendiğimden midir ne, dönme mekanizması çalışmayan bir mikrodalga fırında ısınırmıșçasına; yansa dahi etmiyor fayda bir yanım ötekinin buzulluğuna. Merhamet.
Umarım sen benim kadar hassas olmazsın canım kızım, irili ufaklı her şey ve herkes bu denli derin izler bırakmaz üstünde, umarım acı hafızan bu kadar güçlü olmaz, dilerim en ufak bir tepkide kökten değişebilen ruh halin düşüncelerinin üstünde tahakküm kurup yanıltmaz seni de...
Çareyi veriyor, nasılını diyemiyorlar.
Hayalini antetli kağıtlara minicik yazılarla işlediğim, bir köpek kadar yalnız lakin bilhassa huzurlu da olduğum günlere gidiyor aklım, her insan bir yara gibi durmuyordu o zaman.
Duramıyorum Şiir, böyle bir şeye gerek yok ama herkes gitsin istiyor bir yanım, öyle ki bunu dahi yalnız sana anlatabiliyorum.
Çaresizim babacığım, anlıyorsun di'mi sen beni? Yeterince yalnız olursam kendimi bulabilir ve mutlu olabilirim gibi geliyor ama bir yandan da... Eller uzanıyor bolca, yardım gibi görünen ve muhtemelen öyle de olan eller... Dokunamıyorum kızım. Kendinde tıkılıp kalmış bir baban var affet,kendini sevmeye bile cesaret edememiş.
Hani Simge teyzenden bahsetmiștim, o da yok artık, tek Beyza halan kaldı seni emanet edebileceğim, hep olduğu gibi; aslında onu da üzüyorum, yani ona bir şey yapmıyorum tabii asla ama benim üzülmeme üzülüyor, var olsan senin de yapacağın gibi... Umarım bu sebepten ötürü, bu tabut gibi boğucu halimle yorup kaybetmem onu, dedenlerden sonra açık ara en değerlim, onsuz önümü bile görebileceğimi sanmam. Bu konuştuklarımız da aramızda kalsın ayrıca... Efendim? Ha yok, buraya gireceğini sanmıyorum, yani öyle umuyorum, ha bak bu arda 14 Aralık onun doğum günü, seninki ne olacak acaba.
Daha çok orası kesin, annen gelmedi henüz; bazen düşünüyorum, acaba geldi, hayatımda da onun o olduğunun farkında mı değilim diye de yok be, hayatımın herhangi bir köşesinde beni sana ulaştıracak kadar mükemmel bir kadın yok... Bu yüzden kararsızım ya, herkes çekip gitsin derken onu bulma ihtimalini sıfıra indirgeyerek sana da ona da hainlik etmiş olur muyum? Ya da amaaaan...
Bekleriz be kuzum, sabahı bekler gibi, yemek bekler gibi bekleriz birbirimizi; unutmayacak güzel şeylerim olur sonunda, annenle tanıştığımız gün, ilk buluşmamız, ilk elini tuttuğum gün, ilk öptüğüm gün, doğum günü, ona ömrümü teklif ettiğim gün, eş olduğumuz gün, senin haberini aldığımız gün, doğduğun gün, bana ilk baba dediğin gün... İlk dertleștiğimiz gün, ilk bu mektupları öğrendiğin gün... Yaşayacak çok günüm varmış be!
Babacığın derdini atabileceği tek hayalin, özür dilerim.
Ah benim en güzelim,
Değmesin sana bahtım kederim.
Gitgellerde yine başım, kim gerçek kim yalan, kim var kim yok bi'haberim.
Kalbimin dehlizlerinde sönüyorum, gitgide derine gömülüyorum, görmekten çok uzaksınız.
Bir panik atak nöbetinden farklı değil aslında durumum, bir şey beni ve düşüncelerimi durdurabilse, sakin ol dese, korkma dese hatta belki de -emin değilim ama- sarılsa... Bir şey yeniden nefes almayı öğretse bana.
Bunun adı çırpınmak, ordan oraya çırpınıyorum, bir şey beni zorla durdursa, ağzımı zorla açıp bana nefes verse iyi olacak biliyorum.
Hem hazırım bir eli tutup ayağa kalkmaya Hem onu da çekmekten köpek gibi korkuyorum
Korkulacak bir şey olmadığını ne zaman öğreneceğim ben, bu yatışmayan telașımla acı içinde mahvederken ortalığı ve herkesi de kendimle birlikte... Ne zaman uyuyabileceğim gerçek bir uyku, rüya görebilecek kadar gerçek?
Bir anlamı olmalı oysa bu kadar okșanma ihtiyacımın. Bir sakin olsam yetecek okuyucu, sakin olabilecek kadar emin olabilsem; nereden bilebilirdim halbuki temkin denen şeyin beni diken üstü yapıp bu durumunsa hayatımdaki sayılı insanı bir bir itebileceğini...
Doğrusu olsa da olması gereken yalnızlık değil bu defa, teskin et beni okuyucu, hepsinin geçeceğini söyle, hepsi bu.
Aman korkmayasın benden yabancı, bakma böyle kuru bir ölüm gibi dikilip yosun tutmalarıma; asıktır suratım eyvallah, zifttir içim amenna... Ama acıtmam ki. Kendi halinde bir adamım işte, git-gel yaz-çiz derken bitiredurduğum mağrur bir ömrün var hepsi bu. Kötü biri değilim ben, olsa olsa keşke kötü olsaydım diyerek acısını başkalarından çıkarmış ve bu hatanın yükünü de her sabah yeniden omzuna alan biriyim.
Korkma yabancı ısırmam gelirsen, sadece yaralarımı iyileştirmeye soyunma yeter; dostlarım gibi zorlama beni ayağa kalkmaya mesela, kalkamadıkça yıpranma da, sadece dur, sadece gözümü kapattığımda da orada olacağını bilmek yeter inan ki.
Kızma yüzüm gülmeyince, bunun için ek bir çaba sarf etme de sakın, sadece elimi bırakma ve bak gör gerisi nasıl oturuyor. Yalnızca bolca zaman tanı bana, çok fazla.
Korkma sakın yabancı, herkes gitse ben kalırım şüphen olmasın, kötülükleri unutmadım iyilikleri de unutamam... Aslında ben de herkes gibiyim be yabancı, ben de mutlu olabiliyorum, bir başına durup şarkılar söyleyip yazılar yazmaktan daha fazlasını yapabiliyorum inan ki, yalnızca sırası değil, hepsi bu.
Çekinme benden yabancı, bakma öyle asmalı kesmeli öfkeli hallerime, hiçbir karıncayı bilerek incitmedim ben; ardına sığındığım öfke öfke olmasa da başka bir şey olsa, gözyaşı mesela, inan kalkamazdım ayağa.
Korkma yabancı, korkunla yargılama beni; ne bazen gördüğün kadar deliyim ne de bazen gördüğün denli içi geçmiş; sadece yaşamın tadını insanlara bağlılıkta bulup aynı zamanda onlardan korkan manevi bir garibanım, hepsi bu.
Belki de havalı duruyorum dışarıdan kim bilir, halbuki gerçeği görsen sevemiyorum bile kendimi...
Olmadığım gibi görünüyorum diye düşünüp kızma olur mu bana, içimdeki altı yaşındaki veletle altmış yaşındaki adam aynı anda yaşıyor sadece; altılık olan her şeye umutlanıp herkesle bağ kuruyor, altmıșlıksa herkesi geçmişe benzetip korkuyla ve kimsesiz ölümü bekliyor, bense arada sıkışıyorum.
Gel kurtar beni yabancı, bunu benim yolumla yap; yapma dediğimi yapma, ben demeden benim için çaba sarf etme, bana sarılman gereken zamsnlarda anlayıp sarıl, kızmadan dinle o çocukla bunağı, en önemlisi de sakın korkma karanlığıma karışmaktan.
Canı acırdı Nihal'in
Geceden çökerdi balkon demirlerine hüznü
Islanır kurumayı unuturdu çiçekleri
Pencerenin pervazında unuturdu mutluluğu
Saat üçlerde başlardı özlemeye
Deliliği sarkardı demir korkuluklardan yere
Apartman boşluğu biraz yalnızlık kokardı
Çatı ağlardı sonbaharda evin içine
Küfürbaz vileda imdada koşardı.
Bir gün Nihal delirdi
Öksürdü perdeler, avize kristal kustu salonun ortasına
Parkeler inlemeye, duvarlar soyunmaya başladı
Gardrobun içinden ütüsüz ölümler fışkırdı
Açılmaya tövbe etti otuz iki ekran tüplü
Unuttu Nihal
Nasılları uyuttu
Gölgesine kıvrıldı
Ev kapandı.
Sizin o erdem saydığınız, o fazilet bellediğiniz kabullenmeyi ben yapamam, öyle bir gücüm hiç olmadı benim, üzgünüm ama en zoru istiyorsunuz.
"Bunlar sana bunu bunu yaptılar, dostların, aşkların senin ananı ağlattılar ama... Ama sen unut. Bunlar musmutlu yaşayacaklar, çektiler gittiler ama sen de salak gibi hiçbir şey olmamışçasına yaşa. Yaptıkları onların yanına kaldı, olan yalnız ama yalnız sana oldu, sen yine de mutlu ol." diyorsunuz resmen, yapamayınca da fazla iyi niyetli olduğumu, fazla sevgi dolu olduğumu, insanlara fazla değer verdiğimi söylüyorsunuz; ya normal olan buysa?
Anlıyorum sizi eyvallah, kötü bir niyetiniz yok, benim için bir şeyler yapmaya çalışıp beceremediğinizi görmek itiyor belki sizi bu isteğe ama yine de... Bilmiyorum çocuklar, bu dünyanın yanlışı, karası benim; yine hep olduğu gibi haklıydı misal Beyza, bu kadar da dert konuşulmaz tabii. Çok düşündüm sonra, uzun zamandır sadece bunu düşünüyorum esasında; hiç mi güzel şeyim yok konuşulacak, yok. Yok işte. Ben de çok istemez miydim yeni çıkan filmlerden bahsetmeyi, kitaplardan, konserlerden falan ya da ne bileyim acayip neşeli ve kalabalık fotoğraflarım olsun... Ama yok işte kardeş, ne yapıyım siz söyleyin!
Yaram kadar varım ben, hep o kadardım, belki de kendisiydim yaranın. Bilmiyorum. Ben de çok isterdim normal bir hayatım olsun, gündelik ve basit telaşlarım olsun, olamayacak işte...
Böyle anlatınca insanlar kendi derdimi büyük gördüğümü sanıyor lakin mesele şu; benden nice nice büyük dertleri olanlar var da, belki de hiçbiri benim kadar hassas değiller, kabullenip geçiyorlar er geç, er geç sindirip yutuyorlar, boğazlarında kalmıyor.
Belki de mesele arkada kalan olmaktı, hep o olmak; kimselerden çekip gitmemek için muazzam çaba harcarken her gidenin de ardından santim santim sayan olmak. Giden insanın ufka doğru küçülen ve bulanıklaşan varlığı, kendimi ona benzetiyorum uzun zamandır, öyle bulandım ki dostlarım bile dayanamıyor, haklılar. İçime atacağım, yalan söyleyeceğim, falso bir "İyiyim." yapıştıracağım, belki gerçek olur bir gün. İyiyim, turp gibiyim. (aramızda kalsın ama çürük bir turp gibi)
Böyle olsun istememiştim çocuklar, keşke mutlu unutulmaz anılarımız olsaydı sizinle ama olamaz; eskiden kalan o birkaç mutlu anımın bile ardı köpek gibi yara, ısınamam, kabullenip alışamam. Affediniz.
Hiç dokunulmamış gibiyim, hiç adım anılmamıș, hiç bakılmamıș sanki yüzüme, hiç düşünülmemiș hakkımda, hiç... Hiç bile olmamışım iyi mi? Değil gibi. Ne acı hiç payım olmamış kimselerin gök yüzünde, merhemliği geçtim ısıtmamıșım dahi belli, besbelli; bazen acıtıyor bu kifayetsizlik, öylece geçmişim yani hayatım boyunca aralarından insanların, buymuş hepsi, tüm aşklar tüm dostluklar aha da bu kadarmış.
Ey benim tesirsiz kimseliğim, alıp başımı gidemediğim kara mabedim; tahmini ne zaman bırakırız titremeyi, kesilir mi bu baki görünen gam yoksa donar mıyız altında.
Şöyle bir baktım da tüm zamanlar en değer verdiğim herkese, hepsi değil belki ama üç aşağı beş yukarı... Bir şeyleri bile olamamışım, herhangi biri dahi; adım bile yok şimdiyse, silik bir hatıra isem buna şükür işte.
Gömdüğüm hiçbir şeyi gömemediğim gerçeği, nasıl da bastırıyor beni yaradan içeri.
Birinin unutmayacağı olmak vardı,
Umudu olmak vardı,
Görünce yüzünün güldüğü olmak vardı,
En derin mevzulara yanında çağırdığı olmak,
Merhemi, bandı olmak vardı,
En güvendiği olmak vardı,
Her şeyi olmak vardı,
Duvarlarına kapı olmak vardı,
Üşüdüğünde elinin gideceği olmak vardı,
Sığındığı olmak vardı,
Her şeyini ilk paylaştığı, anlattığı değil ama bak "paylaştığı" olmak vardı,
Ağladığında yanağına dokunup silmesine izin verdiği,
Birinin bir şeyi olmak vardı...
Olamamışız görünen o ki, bu defa yazık bize, tarih bizi böyle yazdı.
Umar mıydım oysa bu denli yükselmesini gizli buzların ardında yangının, ölü birer kuş şimdi cümleler ruhumdan ebediyete uğurladığım, hep bu kadar sürer miydi mevsimlik iç cekișler yoksa uzadı mı kara kışı bu defa yüreğimin.
Tutunmak adına aldandığım ben ne de yanlıştı ve aynı zamanda nasıl olabiliyorsa masum; bir insanın kendi masumiyetinin altında eriyip hataya karışabileceği fikri gerçek statüsü kazanmaya başladığında gözden akan o bir damla yaş... Ne yapardım bir gün karşıma çıksam, sarılırdım belki ama boğazıma mı yoksa? Aslında bakarsan kollarımın tarihi benden epey eski, Adem'in elma yediği günden geliyor boşlukları.
Saniyelik bir ağıttır en sahici olanı
Örten o ontolojik konveks yarayı
Mutsuzların hızlı kazılır mezarı
Hatrı kaygan olur, deliği keskin
Geçerken kaldığım bir ıssız gibi, aldığımsa hep aynı yudum yalnızlığın matarasından; gariptir soğuk değil sıcak suyu, yakmak ve yanmak istediğinden belki.
İntihar eden birisine kendi inisiyatifi dahilinde olan ölümü için değil, geri kalan her şeyi için acırsın; böyledir Alptuğ Dağ olmak da işte, zamana paralel bir kanama ve kuruma refleksi gösteren duygular içinde sekiz dönmek, biraz daha dayanmak için rica minnet kendinden. Kaçtığım şeyin tümüyle kendim olduğunu bilseydim beni üzen insanları sevmișliğim yüzünden, mümkün bir hal alır mıydı af? Almazdı. Kimse kazanmazdı, yarınım dahi yüz yıllar önceydi, artık bitti. Acaba son yüz akım neydi?
Genzimde durur oysa bir iltihap misali sevmek, maluliyetim kılsa da mağrur, payıma düşen arsızca beklemek belki günü olmayanı. İç acılarının toplamı kapalı bir kapı sanki zamana, kifayet etmeksizin uzayıp giden. Afakına çarpan ihtimaller korkutsa da pek tabii yalnız onlarladır yaşamak. Gizlerimde bellediğim hududum ayrı gayrı kılıyor kendimden beni, yalnızca ve yalnızca boynu bükükçe bir saadettir beklediğim.
Güz okşayıșlarını unutmak koyuyor adama, serde mabedimin kırık hatırı ki baldan; bir şeyler yükseliyor yere, adli bir kabustan geriye kalan hicran denli kesif bir feragat beki hayatta olmak. Neydim ki hatadan başka, ya hatalıydım ya da birinin hatası; derken kazındı sular, her şeyimi bilen ben bile korkamadım kendimden, eskimiş şehirler gibi vakur kaldım. Tutsana Ellerimi çalıyor, ömrüm yağmura çalıyor, alamadığım her nefes biraz benden çalıyor. Değiyor muyum var olduğuma, değiyor muyum birilerinin hayatındaki değerime, değiyor muyum göz yaşlarına ellerimle? Bir el tutuşması kadar kısa zamanın içinden, uçuyorum efkara, kırılmak üzere bir bardakla ayırt edilemez bir biçimde.
Özlediğim o yaşantı ölüm kadar uzak ama asla ölüm kadar yakın değil, son ses müzik dahi bastırmıyor katı katı inleyen kuru içimi,inkar yetmiyor uyandığım siyah olunca, yıkılabilirliği aşikar duvarlarım yetiyor şimdilik, yeltenilmese kafi. Vurulmaktan başka hizmeti olamayacak bir dart olduğumu kabullendim sanırım, her şey yolunda, kömür karası dahi olsa.
Belki de en doğrusuydu lafa sondan başlamak, böylece son sözü söylemek için vaktim bollaştı. ŞU YAZI için özür dilerim sizden. O günün şartları onu gerektiriyordu, al kanlar içindeydim o gün; hoş, halen daha öyleyim lakin, bugün de galiba özlemeyi gerektiriyor. Kendime "En son ne zaman hayal kurdun?" dedim, en aşağı bir yıl var, son hayalim de sizdiniz.
Unutmak istedim sizi evet, eğer hayalinizi kurmazsam canım sizi istemez ve bu da eksikliğinizin açtığı yarayı indirger sanmıştım; doğruyu söylemek gerekirse inanamıyorum da hala geleceğinize, eskisi gibi değilim, hatta bunun için üzgün bile değilim ama... Ben baba doğdum, baba öleceğim!
Kabul ettim bunu, babayım ben, ruhum baba benim; çok belli bu, çok açık saçık, kime sorsan gösteriyor; arkadaşlarım için bile ortaya çıkan o üstün koruma içgüdüm -ki kendisi işleri daha kötü de yapabiliyor bazen- bunun en büyük kanıtı belki de, küçük çocukların beni görür görmez üstüme atlaması gibi tatlılıklar da... Üstelik mecazi bir babalık da var üstümde: Bana gelen kimseyi geri çevirmedim, özellikle yakın arkadaşlarımın her ihtiyacına/isteğine en önce koşmak için yaşadım. Söyleyin şimdi, kim benden daha baba olmayı hak ediyor?
Affet beni güzel kızım, gerçi biliyorum darılmamıştınız ne sen ne annen, beni anladığınızı, hep yanımda olacağınızı biliyorum; göreceksiniz yaralarımı var olduğunuzda, kızamayacaksınız ama acımayın da olur mu? Güzel günler bizi bekliyor, bekliyordur yani bilmiyorum.
Uzun uzun konuşuruz zaten bunları, sen yirmilerindeyken çıktığımız bir Fethiye tatilinde akşam yemeğinden sonra sahilde yürürken; dondurma da alırım size, sen limonlu seversin gibi geliyor nedense... Arkanıza geçerim bir ara yavaşlayıp, seyrederim sizi, hayatımı düzene sokan iki birbirine çok benzeyen canlının usul ilerleyişini. Öyle bir gün olur mu dersin? olur da bu günleri hatırlayıp güler miyim, n'olur olsun çünkü. Dayanmak fazla zor, bugünlük elveda.
Bir çiçek kapandı içimde, söndü mumlar, bir daha yanamayacaklar; derinleşti çizgiler dört yanımda, görmediniz, yetmezdi de gücünüz. Başaramadım... Gidemedim... Uzaklarım ağrıyor şimdi bile, hiç yokmuştum da zaten.
Kaybettiğimi şurdan anlıyorum, gitgide yükseliyor o hüzünlü şarkı, duyamıyorsunuz.
Bana kaldı en nadide parçalar acı müzayedesinde, el çekti herkes artık karanlıktan, alıştılar. Alışmamalıydı oysa, hayat okşamayın bırakınca ilk oran üşürdü alışırsan, kalbin...
Kayıp gittim ellerimin arasından, bir çocuk gibi masum minnetle araladığım...
Mezarımmış meğer, bilemezdim.
Soluk bir duvarın tırnağınla söktüğün uyduruk boyası gibi artık umut; dolu dolu gözlerim, dapdar hayatım. Yazıklandı baharım, kesiklere gebe hala bedenim, bir şeylerin içinden çıkması için onlara yardımcı olmasını umarcasına. Eski bir yangınım, unutulmuş söndürülmeyi,
Benim bu yalnızlığım birilerinin elimden tutmaması değil artık, baktığımız aynı göğün birbirini tutmaması; size umut veren güneşin altında her gün, her yeni gün nece ezildim bilemezsiniz.
Son defa bakışıyoruz şimdi, kırık bir güfte dökülmüş yere; dur biraz, bu dökülen kan olmak için fazla siyah, ağrıyorum siyahımda giderek, hissetmiyorsunuz bile.
Öpücükler de yetmedi yaralara, inceydi kabukları, dikenleri desen işe yaramazdı, yaramadı.
Çok çok uğraştım, herkes çok uğraştı, nefes alsın diye kalbim ama... Olmadı, nefes alamayacak gücü olmadığından bile değil belki de... Nefesin ne olduğunu unutmuştu.
Ne işe yarardı sahi nefes, yarın sabaha uyanmaktan başka neydi amacı; geç kalmakla erken gitmek aynı şekilde, en kötüsü ikisinin arasında fark olmayan günler değil miydi.
Ömrümün balkonu dahi kara bir duvara dayalı önünü, eğilip dibine girince görülen ve yetişkin bir karıncanın sığamayacağı o incecik, güneşin sızabildiği o tek deliği açık tutansa şüphesiz dostlarımdı, başta Beyza Eryıldırım. İşte o delikten sızan ışıktan dahi utanıyorum, yansıyan yüzümden, oluşan gölgemden, varlığımı yüzüme vuran en güzel şeylerden bile.
Bahsini edince kanayan erdemlerim birikti, affet rabbim ilk defa da olsa ve hak etsem de birilerinin mutsuzluğunu, ölümünü dilediğim için, arada sırada düşünmüyor değilim belki bu kadar duygularımın kullanıldığını günahlarıma sayarsın diye, takdir senin tabii.
Bazı sabahlar oluyor, servisin camına dayadığım kafam cama vura vura oracıkta patlasın istiyorum, canım bir iltihap gibi akıp gidiyor benden de görmüyorsunuz. Tüm gereklerini dünden yerine getirdiğim ama gerçekleşmeyen şeyler kumpanyasında mutluluk çekiyor baş rolü. Rüyalar görüyorum iki sabahtır, birilerinin gelip özür dilediği, açtığı yarayı yamamaya çalıştığı kesinlikle gerçek üstü rüyalar; elzem oldu uyanmak dahi, batıyor varlığı günlerin, tat vermiyor sevdiğim hiçbir şey; ben mi nankörüm söyle, hayat mı adi? Gözlerimin buğusunda kayboluyor umudum ki bilirsin ne zaman buğulanır bir göz.
Şimdi düşüyor yere Dağılacak çarpıp Herkes biliyor etmedi hak Kimseler tutamayacak
Sahiplenemediğim bir şeyler var, ürküyorum yeni insanlardan, eskiler desen artık çaba harcayamıyorum bazılarına, baksana dört yanım kara yara; ne içimden geliyor çünkü, ne bir içim var attık. Yitip gitmeye razı oldum galiba, beni çağırıyor biliyorum her yeri harap eden o akıntı, beni de almak istiyor biriktirdiği çer çöpün arasına; haksız da sayılmaz üstelik, yakışacağım nadir yerlerdendir çöplük ve hurdalıklar, çünkü bilirim oralara pek kimse gitmez, orda kimse zarar veremez.
Düşüyor bak gözlerimden Yere damla yahut Islak bir ömür işte Kayıp giden ellerimden
Gözümü hatırlamamaya her açışımın beyhude bir çaba olduğundan da, ben bunu yaparken bilinçaltımın kalbime doçka mermileriyle taarruz uyguladığından da haberim yoktu. Ne iyi çocuktum ben be, vallahi iyi çocuktum; çirkindim, hastaydım, elimden pek bir iş gelmezdi, çoğunluğa uyum sağlamazdım, sevdiklerime en ufak zarar vereni öldürmek için bir dizi plan yapıp keyiflenir ama hiç uygulamazdım, çok güzel severdim bir kere kim inkar edebilir? Sonra mesela çok iyi dert dinlerdim, çok güzel susardım, öyle ki yarım saattir yanında oturduğum insan bile "Aa sen burda mıydın?" derdi...
Düşüyor şimdi ve düştüğü yer Olmasa da yüksek kendi zayıf Kırılası varmış belki de dünden Kırıkmıș da çaktırmamıș belki
Niye öldürdünüz beni? Var mı bi'cevabınız samimi soruyorum. "Alptuğ sen bize şu kötülüğü yaptın biz de senin belanı ... istedik." deyin razıyım lan. Bir şey söyleyin!
Avutmuyor kör duvarlar, en kadim dostlar dahi saramıyor bazı yaralar; ellerinden bir şey gelmemesi onları da titretiyor görüyorum, her şey bana kaldı ama benimse gücüm yok, yanıp bitsin bari diyorum bitmiyor, bu film boşa sarıyor uzun zamandır, zaman denen o puşt dahi yetmiyor kurutmaya kanımı... Gözlerime bak, işte orda duruyor.
Düştü bak yere Geri dönüş yok işte Kar etmez toplama Geç kaldın, artık değmez
Derinine değiyor bir şeylerin baki gece, söküp atılası en azından vacip olan dev bir iltihabı andırıyor dün dahil geçmişim; kızıl gece aman vermiyor, kendi göğsüm beni tanımıyor sanki, yürüyorum gidenlerin üstünde. Esvabım olmuş bu kumlu keder, arkamı dönsem önüm duvar kalıyor, hep bir ağızdan "ben demiştim"ler yükseliyor, e ben de ağlamıştım?
Yeni birini istiyor insan, hiç tanımadığı birini tanımayı istiyor esasen; yeni bir doğum gününü kaydetmeyi takvime, yeni bir yaşantı duymayı, yeni bir hikaye, başka bir hikaye, çok başka, bugüne kadar bilebildiği hepsinden başka... Bu hikayeye dahil olmak istiyor insan, ona dahil olup unutmak belki kendininkini, hatta kendini...
Korkuyor bir yandan da açıldıkça, karanlık sular kadar acımasız olabiliyor insanlar; bir türlü anlamıyorlar, bu müzelik adam un ufak ayaklarının altında, şarkıyı duymuyorlar. Neler vermezdi göze almak için, neler vermezdi uzanan ele ve gitmeyeceği fikrine; varlığını vermişti, daha neydi.
Yeni birileri gerek belki, adsız ve unvansız birileri pek tabii, resmiyette hiçbir şeyim olmayan ama teorikte birbirimizin her şeyi olacağımız kadar; o kadar sessiz kalacağımız, o kadar öylece duracağımız ve en önemlisi o kadar birbirimize tutunacağımız; en aşağı benim kadar kaygılı, en aşağı benim kadar deli, en aşağı benim kadar üzgün...
Yeni bir tadını mı almam gerek belki de yaşamın, hayata ben ve çevremdekilerden kilometrelerce daha farklı bakan biri mi gerek yani? Hiç bilmediğim açılarından yaşayan hayatı; beni güldürmeye, neşelendirmeye çalışıp dururken kendi de solan değil de daha çok benimle birlikte yanmaya hazır olan ve benden tek beklentisi kendi yangınına onun da benimkine olduğu gibi ortak olmam olan biri, yangını durdurmayıp seyrini değiştirecek, benim ağlamamı önlemektense beraber ağlamaya dünden razı biri...
Bildiğim, gördüğüm, duyduğum her şey ve herkes büsbütün canımı yakıyor galiba oluşlarıyla suçsuzlarsa dahi... O günlerden geriye kalan ve hala geçerli olan en güzel şeyler değil midir her zaman, kötü hatıralarla bağı en sağlam olan şeyler.
Serinlemek istiyorum okuyucu, nefes almak istiyorum, acelesiz bakmak istiyorum gök yüzüne artık, bir omuzda bir gün dinlenmek istiyorum çok mu, bastığım yeri hissetmek istiyorum, biraz olsun durabilmek, kalabilmek, olabilmek istiyorum; bil ki yardım çağrısıdır bu, yap ne gelirse elinden, yeni bir hikayenin tanığı, başka bir yaşamın ortağı ölmek istiyorum. Şarkıda da dediği gibi:
"Yarınlarım kadar meçhul olsun geçmişim Aldığım her nefes biraz unutmak için Sıkıştım kaldım dünyada Gerçek, rüya, muamma..."
Tabut tabut söyle bana, var mı benden ölü bu dünyada.
Bardağın dolu ya da boş değil, kırık tarafıyla ilgileniyorum ben, gözyașlarım kırmızıya çalıyor hafiften, yaşlılık emarelerim artıyor iyiden iyiye, kanım içimde kuruyor bilhassa. Mendil gibi kullanılıp atıldığım bu kaçıncı diye sormuyorum bile, en çok kendimden olmak üzere geçtim her şeyimden; mutluluk, ümit, tokluk, yaşamak...
Bir nefeslik candan başka neyim, görüyorum benim değil yerim yurdum.
Yaşamak ki artık bir başıma
Yaşamak ki bir göz karanlık odada
Sadece nefes alıp vermek
Sadece bu artık
Bir canım kaldı ilişmeyin ona da, gölgemin ağırlığına dahi katlanamıyorum, soluklarım bile düğümlü, sırtını döndü el açtığım kader; sert esiyor ölüm rüzgarı, kapılmadan edemiyorum, en sağlam kalelerim dimdik dursa da yosun tuttu görüyorum.
Yok başka gayem paslı bir ufukta ağır ağır sallanmaktan, nükleer kokulu yaralarıma iyi gelir mi sahi zamanın kara tozu.
Bir bardağın içinde asılı gazabım, öyle mi yorgunum öyle mi bitkin; duysan ağlarsın adım, büyüklük bende, hakkımı elde bıraktım. Düşmedim peşine, ıslanmıștım, kar kaldı yanına zalimle hainin.
Sonuna geldik işte,
Tam orda duruyoruz, aşağısı güç
Ruhum sarkıyor ortasına, hüzün sinmiş çukurun
Yok daha karanlık yok.
Hepim geride kaldı.
Özür dilerim kadınım. ȘU YAZIDA daha iyi anlayacağın üzere... Aldılar kalbimi, sen sandım, sen olduğuna inanmam için elinden geleni yaptı çünkü; elinden gelen dediğim de sevgi gösterisi işte, belli ki dışarıdan da görünüyor artık sevgisizliğim, neyse. Neden mi özür diledim senden...
Artık beklemeyeceğim seni, geleceğin de yok zira. N'olursun kırılma bana, derdim seninle değil bakma böyle konuștuğuma, anlamaya çalış, samimi söylüyorum hiç bu kadar yanmamıștı canım.
Pes ettim güzel kız, güzel günlerin hayalini kurmaktan pes ettim, seni beklemekten, sana ve kızımıza yazılar yazmaktan.
Korkarım zor günler seni de bekliyor benim yüzümden, çünkü artık gelen gerçekten sen de olsan güvenemem, artık hiçbir insana güvenemem.
Yalvarırım kızma bana, herkes yeterince kızıyor zaten; neymiş efendim onlar demișmiș, yahu dediler ama ben de bir kerecik olsun karşımdaki insanın masum olduğu ihtimaline inanmak istedim suç muydu, içimdeki güvensiz bekçi köpeğini biraz olsun devredıșı bırakıp güzel duygular hissetmeye kalktım ki... Harammıș.
Can bitti güzel kız, o kadar çok yeniden kalktım ki ayağa, pes etmek en acı hakkım bu defa. Yorgun olduğum için beni affedebilecek misin?
Seni hep özleyeceğim.
-
En çok senden korkuyorum aslında, sen affedebilecek misin babayı? Edemezsin di'mi? Ben de edemeyeceğim. Bunu sana anlatmak zor ama babanı üzdüler kelebeğim, o kadar üzdüler ki senin o nefes aldıran hayalin bile canını yakıyor artık. Umut etmemem lazım sizi daha fazla, seni, anneni, güzel günlerimizi... En kötüsü oldu çünkü: İnancımı kaybettim ben size. Daha sen var bile olmadan seni böyle üzdüğüm için çok özür dilerim, beni affetme.
Adını Gece Şiir koyacaktım ama Elem Şiir de olurdu, bu hayatta bana en yakın şey elem çünkü.
Elem'im... Güzel kızım... Veda ediyorum sana, her ne kadar bu veda aynı zamanda senin olma ihtimalini de hiç ettiğinden canımı kor gibi yaksa da, anlayamayacağın ve anlamanı asla istemeyeceğim sebepler yüzünden buna mecburum. Bir hayal de kalsan, baban olmak çok güzeldi canım kızım.
Haklı mıymıșım çocuklar? Yerden göğe haklıymıșım di'mi? Neymiş insanları hayatından bu kadar çıkarma yeni insanlarla tanış falan, hepsi bok yolu nasihatlerden ibaretmiș.
O insanlar hayatınıza girer, yaranızı okșarlar, size nefes verirler, kesinlikle iyi hissedersiniz, herkes gibi değillermiș meğer dersiniz. Sonra tam ayağa kalkıyorsunuzdur... Yaranızı deșip çekip gitmiștir, en ufak sebep olmadan, özür diler bir de, umarım kabul olacağını sanmıyordur.
Neden yapar ki bunu, yani ölmek üzere bir adam diyelim, lan bırak işte zaten ölecek, neden yani ona suni teneffüs yapıp sonra içinden tüm nefesini çekmek?
Kimse bahsetmesin bana olur mu bu dünyada iyi insanların da olabildiğinden, dostluktan, aşktan ya da herhangi bir ilişki biçiminden. Bir tabut kadar yalnız olmadıkça güvende değilim biliyorum. İnsanlar öyle bir alışmış ki kuduz köpekler gibi, yeniden yeniden ayağa kalkmaya ve yaşamaya; nitekim hepsinde olduğu gibi bu noktada da ayrılıyorum hepsinden, ben hayatımı yalama etmem. Son kez denedim insanlara alıșmayı, birilerini sevmeyi, dahası küfre girer artık.
Bu vakitten sonra beni suçlamayın olur mu, denemediğim için, ılımlı biri olmadığım için, mutlu olmaya çalışmadığım için... Her kimim olursanız olun canınızı çok yakarım üzgünüm. Şu saatten itibaren beni düşünmeniz, elimi tutmanız bile öyle acı geliyor ki yakın dostlarım, siz de ben de unutalım beni hadi, hiç olmamış bir hata sayalım, en doğrusu bu.
İlk defa başıma geldi bu, ilk defa biri mağaramdan çıkardı beni, ısrarlıydı yaramı sarmaya; rüya gibiydi zaten, biliyordum öyle olduğunu ama inanmak istedim. Kızmayın bu yüzden bana, biliyorum "siz demiştiniz" ama ben de hayatımda bir kere, tek bir kere olsun, birinin de içten pazarlıklı olmadığına, BİRİNİN DE ÖNCE BANA BENDEN HOŞLANDIĞI, ANNESİNE BİLE BAHSETTİĞİ, BENİ ASLA KAYBETMEK İSTEMEDİĞİ, "HEP YANIMDA KAL!" GİBİ ONCA ŞEY SÖYLEYİP, "ESKİ SEVGİLİM RAHATSIZ EDİYOR AMA SENLE KONUŞTUĞUM GİBİ KONUŞMUYORUM ONUNLA" DEYİP ARDINDAN BENİMLE KONUŞURKEN ONUNLA OLUP BENİ BİRDEN BÖYLE ORTADA BIRAKMAYACAĞINA inanmak istemiştim. NİTEKİM O SONRASINDA TÜM BU DEDİKLERİNİ SANKİ BEN UYDURMUŞUM DA BUDALACA PEŞİNDEN KOŞMUŞUM GİBİ İFTİRALAR ATTI. KOŞTUM KABUL, AMA İNSAN SANDIM DA KOŞTUM. İlk kez birinin beni sevebileceğine inandım, bir Allah'ın kulu da demedi, sen kim köpeksin ki kim seni sevsin.
Bana "Birinin beni gerçekten sevebileceğine inanmıyorum." derken, sevgimi abur cubur gibi tüketirken başka birinin var olmasına biz çocukluk diyoruz... Çocukluk... Çocukluk işte.
Benim en kötü huyum, iyi gelirim işte ben, ona da iyi geldim, işleri düzelene kadar bende nefes alıp, sonunda da benim nefesimi kesip eski sevgilisine gitti. Neymiş efendim birinin onu gerçekten seveceğine inanmıyormuș, al sana sevgi, al sana... Neyse, pardon.
Tüm derdimi açtım, tüm hayallerimi, en derin yaralarımı, her şeyimi aldım önüne koydum çünkü bir gülüşü yetiyordu, bakmaya kıyamıyordum. Bari her zaman yanındayım demeseydi, o kadar derdi bana açtırmasaydı, kimse yoksa ben varım en azından arkadaş olarak falan filan demeseydi! EĞER BİR GÜN GİDECEKSENİZ KURU SELAMINIZ DAHİ EKSİK OLSUN EY BUNU OKUYANLAR! Şimdi hala kötü olan erkeklerse aferin, hepinize alkış. Bu sefer ayaktayım demiştim ya, tamamdı artık, kendime bir söz vermiştim güya, kendime zarar vermeyecektim mesela artık, küfür etmeyi bırakacaktım, sağlığıma daha dikkat edecektim. Bir nefes almıştım nihayet, temiz bir sayfa açıyordum... Dur dedi hayat, o kadar uzun boylu değil; aldığım nefes nereme kaçtı siz tahmin edin.
Yekten dedim işte, alan alsın bu gerçeği bir tarafına monte etsin ama bu saatten sonra yalvarıyorum, Allah için kimse beni mağaramdan çıkarmaya, topluma kazandırmaya, mutlu etmeye çalışmasın. İnsan olmak kadar utandığım bir şey daha yok... Kıraç haklı: "Şimdi yalnız yürüme zamanı." Yakıştığım başka bir şey de yok, bir tabut kadar.
Bir tutamımı bile saklamadım; kimini ateşe, kimini rüzgara, kimini toprağa... Emsali dahi kalmadı benliğimin, boyumu aşan işler sularında boğulmaktan ibaretim epey süredir, barındırmıyorum da kimseyi yakınımda, hata üstüne hata yapıyorum, bile bile yapıyorum, sonu önemli gelmiyor artık.
Tanımıyorum aynadaki adamı, yanımdakileri tanımıyorum; içimdekileri de tanımıyorum, hele ki kalbim, bir yanıcı maddeden daha fazlası değil biliyorum.
Böyle olması gerekir miydi, gerekirmiş galiba, belki de hikayem çoktan bitmişti, bu yazı gibi.
Ölü buçuk bir şey şimdi kalbim, yavaş yavaş bittiğinin farkında olan her asil insan gibi soyutluyorum yine dış dünyadan kendimi, yalnız ve sessizlik içinde olsun istiyorum o elbet olacak olan; kimse görmesin, duymasın... Acımasın, üzülmesin...
Yine de şunları diyebileydim keşke:
Bak, bu benim kalbim, atmayan hali tabii. Sen şimdi bunu al, güzelce pamuklara sar -ki bu pamuklar ıslak olmalı çünkü diğer türlü yapışır kalbime- ve bir bavula koy, üstünde adın yazsın, ön gözünde de bir vesikalığın olsun... Memleketine git, ki orası bozkır, o yüzden kolay olacak yalnız mı yalnız bir ağaç bulman, ceviz ağacı mümkünse ama altında uyuma sakın... O yalnız ağacın kovuğuna koy kalbimi pamuklarla birlikte. Şimdi en güzel yerine geldik bak hazır ol. Pamuğun dışarıdan görünen tarafına yapıştır ve bavulu da ağacın yanına göm, ama öyle bir göm ki kulpu dışarıda kalsın, kalsın ki sen o kulpu çektiğinde dünya da senden yana gelsin.
En zoruna geldik şimdi, kalbimi orda unut ve git, bir şimşek çakdın sonra ağaca, kalbim tuzla buz olsun, resmin bana veda... Ateşe düşen sen olacağına resmin olsun benle, korkma ben güzel yananlardanım... Şimdi aklında iki soru var izin ver cevaplıyım: Senden başka bir şey kalbime yapışmasın diye ıslattın pamukları ve senden başkasına emanet edemezdim ruhumun ölüșünü...
Seni bırakmam ama çeker giderim bir gün herkesten,
Unutulmaya yalvarırım bilhassa, harap olur göğsümdeki sarmaşık
Ellerimi tut, gözlerini gözlerimden ayırma
Bak ben ağlamıyorum, sen de üzülme sakın
Bir sen bilip gör, sakladığım şu ölümü, bir özelimiz o olsun bari...
Geceye karışıyor yine canım, döndüğümde bulamayacaksam ne diye var dönmek? Damlalarımdan kolyeler yapsam seri üretim sanar gören, ne de yakışır oysa kalbinden dikișli insanlara bir bilseniz.
Hudutlarımı zorluyor șu kör akıntı bu, bir çocuğu uyandırmama titizliğinde sessizce boğuluyorum. Kesikler artıyor yavaştan, hissediyorum; bana asıl endişe verense kabuk tutması yavaşlıyor giderek, ben de yavaşlıyorum, utanmasam duracağım bozuk bir saat gibi.
Ateşe batırıp çıkarsanız da, iyice dövseniz anca beni; çabuk soğuyor çünkü bedenim, bir ölününki gibi.
Ben bana kadar bile olmadım hiç belki de, son gördüğümde ıslaktı zaten, şimdi bakıyorum buz tutmuş. Kuş gibi çırpındım da içimde, duman olup eridim dışıma, üstümü örttü kader ama razı değildim, rüzgarın etkisiyle dört yana dağılan kuru yapraklar gibi sessiz sedasız yok olmayı beklerken bu kadar da sancılı olacağı gelir miydi aklıma? Gelse bile durmazdım ki, şimdi biri üstüme ateş açsa tek tedbirim vurulmadan nefes almak.
Nasıl da arkası geliyor ilk taş düşünce; hoş, ilki düştükten sonra ha diğerleri oynamamış ha başıma yıkılmış farkı ne ki? Bitmedi gerekir ve biter tamam ama bu kadar da takır takır bitirilmez, yirmi dört saat geçmeden bir dost daha hayattan çıkarılmaz diyorsunuz biliyorum, demeyiniz, çünkü o sonu güya selamet olan sabır taştı artık. Tek bir endişe var sabah sekizi dört geçe aklımda...
Ya benim bu doludizgin kan gibi sıçrayan öfkemden nasibini, bakmaya dahi kıyamadığım da alırsa? Ya kendi tabirimle "hayatımı dezenfekte ederken" benim için olmazsa olmaz yararlı bir bakteri gibi, vitamin gibi o da erir giderse? Kalmam işte o vakit, tamam ben de biliyorum hep en kuru dallar kadar yalnız oldum ama o olmazsa yalnızlıktan bile eksiye düşerim, işte onu henüz tatmadım.
Tasalanmayınız ha, daha iyidir böylesi Budur doğru ve en önemlisi Budur en güzeli
Basit hedefler koydum kendime, örneğin mutlu olmak; çoğu kişi yanlış bilir, kendin için mutlu olmak cidden zordur fakat başkaları için mutlu olmaya çalışmak da vardır, işte o benim için de daha kolaydır, ömrünü başkalarıyla ömür bilen herkes için de.
Annem, babam ve B ile başlayan, hiç bitmemesini dilediğim biri için.
Karar verdim okuyucu, bir gayem mutluluk ve diğeri de o B ile başlayan güzelle ilişkimiz her ne sıfatla ve ne kadar sürerse sürsün, o süre boyunca onun ayağına taş değmesini dahi önlemek. Hepsi bu. Bu kadarıyla mutlu olabilirim, olacağım, en azından yanımda, en azından öyle ya da böyle benimle birlikte; dahasını da isterdim tabii, ömrüm solana dek onun gözlerinin içine bakmayı ama kısmet... Kısmet deyip geçmek gerekir bazen de işte, hele ki yorgunsan ben kadar...
Kötü biri miyim ben okuyucu? Öyle yekten soruyorum, evet veya hayır kabul ediyorum sadece. Kötüyüm di'mi? Öyleyim öyleyim, dilinize asla gelmeyecek de olsa bu, kılavuz istemiyor görünen köy. Çok seviyorsunuz beni biliyorum, eyvallah, hiçbirinize zararım dokunmadı ben de farkındayım, kiminiz hayatını kurtardığımı söylüyor ona da eyvallah diyelim hadi ama... Ama yeter mi tüm bunlar ve dahası? Er geç etrafa sıçrayan ve korkarım lekesi asla geçmeyen bir şişe acı gibiyim, niyetim iyi de olsa, çok nadir de olsa sinirim önüne geçince her şeyin...
Çatırdayan eski dallar gibiyim, vaktim geliyor sanki inceden,
Hissedebiliyorum rüzgarın soğuğunu, ayakta kalmışım ama...
Ama hatırlamıyorum,
Çocuk olduğumu özlüyorum,
Ama galiba hiç çocuk olmadım.
Ama bıraktım, bana yapılan tüm hataları da yaptığım tüm hataları da geride bıraktım, artık yalnız öylece durabilsem bile yeter. Mutluluk mu? şart değil, insanın temel ihtiyaçları arasında yok, olmayınca ölünmüyor bile. Çok kişiyi kırdım öyle ya da böyle, daha çok kişinin beni daha da fazla kırmış olmasının bu gerçeği değiştirmeye gücü yetmez yazık ki. Bir bomba gibiyim bazen, yaklaştığım herkese zarar vereceğim gibi hissediyorum; gariptir ama bu defa, böyle hissedip uzaklaşarak verdim asıl zararı. Kimse kimse olmayı benim kadar isteyemezdi.
Eğer beni iyi biri olduğuma inandırırsan sana bir hayat bağışlarım, hadi yapsana?
Hayat mı? Devam ediyor işte, saçlarım uzamaya başladı, belki eskiye bile döner; bilgisayar falan almam gerekiyor onunla uğraşıyorum işte, yarım kalmış uzun metraj senaryomu buldum bu arada bilgisayarımda, ona falan devam ediyorum; mantı yedim mesela iki gündür, son dönemde yaşadığım en mutluluk verici olay buydu sanırım; ha bir de çocuklarla kısa film projemiz var, onun için yeni kurgu teknikleri üretmeye çalışıyorum, buraya bir şeyler yazıyorum falan... Bir şekilde geçiyor anladın mı, bir şekilde hala ayaktayım, nefes alıyorum; kaçar yolum yok ki, onca dost, ailem gözlerimin içine bakarken çekip gidemezdim; hatta öyle ki kimi dostlarım günde onlarca defa sormaya başladı, daha iyi miymişim, canım yanıyor muymuş... Yanmaz mı, yanıyor ablası, hem de her zamankinden çok ve daha sert, daha keskin!
Devam etmek zorunda ama hayat, gönlümdeki sevdayı sokakta çöp kutusu bulamadığından elindeki paketi çantasına atan nezaketli vatandaşlar gibi içime atmalıyım, derin bir nefes alıp devam etmeliyim. Bir yanım keşke onu görmemek mümkün olsaydı diyor, bir yanım her gün görmek. Onu düşünmemek için gün içinde yaptığım en aşağı 10 farklı faaliyet bir yerlere getirse bari beni.
Bazen bacakların öylesine yorulur ki sabit durduğunda üstlerine düşen yükü taşıyamazlar ve yükü paylaştırıp biraz olsun daha az acı çekmek için yine de yürümek zorunda kalırsın ya, işte durumumu bundan daha iyi izah edemezdim.
Hayat devam ediyor ama bu yazı burada bitsin,
Mutluluğumdan daha uzun sürmesin isterim.
İyi geceler benim meçhul ve asil sevgilim, epeydir ihmal ettim seni farkındayım. İyi değilim aslında, kızımıza yazdıklarımda saklasam da senden saklayamam, gerçi var olmayan birinin canı nasıl acısın ki.
Olmuyor işte güzelim, yetiremiyorum hayatı kendime, sıkıșmıșım, durulmuyor sularım, devamlı bir geceyim.
Üçtür üzgünken bir şeyleri görmediğimi fark ettim; bir keresinde üzerime gelen bir arabayı, bir keresinde bir insanı -ki kim olduğunu bile bilmiyorum- ve hatta bu sabah ise yanıbașımda olmasına rağmen kardeşim Beyza'yı.
Gönlümün körelmesine evvelden alışığım da bunun gözüme vurması ürkütücü. Neyse ki o dostlar, o can kardeșler hep yanımdalar; her birine eskiler gibi her an gidebilir gözüyle baksam yahut bazen aklıma esip yalnız başına acı çekmek için kovsam dahi zorla, inatla yanımdalar. Hoşuma gidiyor mu? Gitmiyor aslında ama buna ihtiyacım olduğunun ben de köpek gibi farkındayım, özellikle de Simge'yle otururken bir anda omzuna çöküp oluk oluk ağladığımdan beri.
Yokluğunda yaşam destek ünitem onlar anlayacağın, bu hiç kolay olmasa bile.
Oysa ki senin için bile zor artık, hemen yarın bile hayatıma girsen ve bütün kırıklarımı almaya çabalasan mesela; her ne kadar bunu beni ürkütmemek adına binbir özenle gerçekleştirsen dahi emin ol kovardım seni de. Korkuyorum çünkü iyi şeylerden artık, hele sevgiymiș, așkmıș, iyi gelip kötü gidiyor hatta götürüyor... Şiddet görmüş yavru köpeğin her türlü insandan istisnasız ve ölümüne kaçışı kadar ürkeğim, kertenkele olsam kuyruğumu atmıştım çoktan.
O sebepten ötürü bu yazı sana bir kılavuz olacak sevgilim:
Aniden sokulma bana, benimle ilgilendiğini belli etmek için üstüme titreme, korkarım, altında başka sebep ararım. Yalnızca yanıma otur, beni ne kadar merak etsen de soru sorma, kendini de anlatma; öylece susalım ama bunu yaparken sakın gözlerime uzun süre bakma, kendimi ele vereceğimi hisseder rahatsız olurum. Baktın ki yıkılıyorum, göz yaşım döküldü dökülecek; hiçbir şey yapma sakın, dökülsün istemem çünkü. Kurcalama, anlatmamı isteme, çare arama, benimle birlikte yaşamak isteme o acıyı. Sadece dur, hepsi bu.
Zaman geçecek, bayağı zaman geçecek ve hala umrumda olmadığını düşüneceksin, bil ki bu yanlış olacak. O sırada kapalı olacağım çünkü ben, emin olamadığım için senden ama bunda senin günahın yok, sevdiğini gözüme de soksan kalacak baki bir şüphe. Benim için çabalama ama beni de bırakma dersem zor mu olur?
Korkma bir gün sıcak bir gün soğuk davranırsam, bil ki muhtemelen senden bağımsız olaylar yüzünden bu; yoksa strateji falan hiç yapmam ben, keşke yapabilseydim. Bir korkum da bu, ya oyun oynadığımı falan sanarsan seninle?
Her neyse yeter bu kadar ele verme sevgilim, mevsimimiz kış artık.
“Beni bir gün unutacaksan, bir gün bırakıp gideceksen, boşuna yorma derdi; boş yere mağaramdan çıkarma beni. Alışkanlıklarımı, özellikle yalnızlığa alışkanlığımı kaybettirme boşuna. Tedirgin etme beni. Bu sefer geride bir şey bırakmadım. Tasımı tarağımı topladım geldim. Neyim var neyim yoksa ortaya döktüm. Beni bırakırsan sudan çıkmış balığa dönerim. Bir kere çavuş olduktan sonra bir daha amelelik yapamayan zavallı köylüye dönerim. Beni uyandır.”
Oğuz Atay'ın sözlerini devam ettirmekmiş meğer bana düşen:
Sorulmaz mı şimdi adama, sorulur da ben soramam, utanırım: Mağaramdan niye çıkardın beni o zaman Bilge denmez mi? Bir başına, hiçbir şeyi hiç kimsesi olmayan, hiç bir adamdım ben; niye hoşlandığını söyledin de güneş girdi mağarama öyleyse? Bıraksaydın orada eriseydim kendi kendime, mutlu değildim ama iyi durumdaydım en azından anlıyor musun? Seviyorsan üzme, sevmiyorsan oynama diyemezdim sana, hala da diyemem ama öyle, üzgünüm, delice üzgünüm ki öyle... O en ağır soruyu sormuyorum üstelik, madem o kadar hoşlandın, madem annene dahi söz ettin de bir günde ne değişti diye sormuyorum, evet çünkü gayet tahmin edileceği üzere bunun cevabından ben de korkuyorum.
Sevilen bir adam değilim ben, asla olmadım ve olmayacağım; buna beni inandırıp neden gittin, ben alışkınım da sana zahmet oldu. Alınıp sokağa atılmış yavru köpeklerden farkımı söyleyin desem çıkar mı? Alıştırmak, alıştırmak ve en sonunda etten deri çeker gibi yok olmak.
Hayatıma girecek insanadır bu notum:
Bak ben ciddi yaralı, yarasını saklayamayıp böyle dümdüz söyleyecek kadar dip bir adamım; hoşlanıyorum, seviyorum diyip gideceksen yalvarırım gelme bile; hayatla aramda sahi ve soğuk duvarlar var, önce beni ona ısındırıp sonra temelli küstüreceksen tanışma bile benle. Hiç tutma, sakın, asla tutma elimden, şayet bir gün bırakacak isen. Okşayıp elini çekeceksen dokunma n'olur, her yerim kanıyor sakın dokunma bana. Kimseye verecek canım kalmadı, güvenim adeta fay hattı; sana güvenemeyişim baymasın şayet seviyorsan gerçekten beni, sebebini anlattım işte şimdi.
Dokunma ölülüğüme, kalp masajı yapıp hayata döndürünce boğacaksan. Gelme, hiç edip hiç olacaksan.
Bir ümidim kızım var benim, kimsem yok, hayalime girmeye yeltenip de yırtma, sakın dokunma mağarama, unutacaksan bir gün; hiç olacaksam kendi kendime olayım, kimsenin elinden bir tas istemez.
N'olur canımı yakmayın diye inliyorum, daha açık olabilir miyim bilmiyorum.
Bir gün bir kadın bana gelip demesin "Neden kadınlara güvenmiyorsun?" Öyle şeyler anlatırım ki, oturur oluk oluk kanar, kendi iyiliği için sormasın.
Nasılsın canım kızım? Ben de iyiyim, zaten babaların kötü hissetmeye hakkı yoktur bilirsin... Yalan söylediğimi de nereden çıkardın, iyiyim ben; yani tamam minicik bir şeyler olmuş olabilir ama boşver be güzelim. Çok özledim seni ben, düşünü kurmayı bile yani; eskiden seni ilk yaşlarında bir çocuk olarak hayal ederdim ama şimdi bir genç kız gibi düşünüyorum nedense, kendimi de ellili yaşlarda gri sakallı şişman biri gibi.
Nasıl büyüyeceksin kim bilir, bir yere kadar elinden tutacağım ama bir yerde karıșmamam gerekecek biliyorum ve bu daha şimdiden ne denli zor geliyor tahmin edemezsin canımın içi. O vakit biri seni incitirse ne yaparım hiç bilmiyorum, senin için birilerine zarar verirsem kızıp küsmen en büyük korkum.
Çok pis bu dünya güzelim, kimse annen ve ben gibi değil, ya canını yakarlarsa senin, ben n'aparım?
Keşke kaderini yönetebilseydim de daha ihtimalin dahi yokken böylesine evham yapmasaydım. Bu arada kısacık bir not: Sakın sigara içme olur mu, blogu okuduysan az çok biliyorsundur neden bunu istediğimi; içki de içmesen çok hoş olur ama sıkmak istemiyorum seni.
Olsan şimdi "Babacım!" derdin belki de "Ben kimin kızıyım, kimse bana zarar veremeyecek, hep yanımda olacaksın." sarılırdık sonra da. Korkularımı Simge halan, Beyza halan gibi giderebilsen ne güzel olurdu şimdi... Haybeye ağlattın güzel kız. Bir gün senin için endișelendiğimden kendimi kaybedip sana kızmam umarım. Biliyor musun bazen senin kalbini de kırdıklarını hayal edip sinirleniyor ve kafamda o kişilere neler yapacağımı düşünüyorum, annen duymasın ama ha.
Şaka bir yana ikinizin de içi rahat olsun, baban kötü biri değil güzelim, bunu bildiğini biliyorum, umarım aklın erdiğinde sana bıraktığım tüm bu yazıların bir önemi olur senin için.
Halalarının bir kısmından bahsetmișken, sen baban gibi yalnız olmayacaksın asla tamam mı benim biricik kızım, biriktirdiğim insanlar emin ol senin de yanında olacak, benim yetemediğim yerde annen olacak, umarım benimkilerin aksime senin seni asla bırakmayacak dostların olacak...
"Baba tüm bunları biliyorum, hem sen bana yetersin." dediğini duyar gibiyim, sahiden yeter miyim? Tamam kızma sen de hemen, sadece en kıymetlimi garanti altına almak istiyorum hepsi bu. Çok bekletme beni olur mu? Yani tahminen ben 25 iken falan doğmuş olman gerek ki torunumun büyüdüğünü de adam gibi görebileyim. Gerçi nasıl vereceksem seni ele, bu düşünce uyutmaz da bak şimdi.
Alış babanın bu haline, üstüne titreyiși seni sıksa da onu asla bırakma olur mu?
Çünkü onun senden başkası yok, sen yokken bile.
Birileriyle konuşmam lazım galiba ama kiminle bilmiyorum, ne diyeceğimi de bilmiyorum, yalnızca bu ihtiyacımın belirli aralıklarla tıpkı bir kalp gibi içimden dışarıya oldukça şiddetle attığını hissediyorum. Belki de birinin beni bütün o duygusal inadıma rağmen ısrarla ikna etmesi gerekiyordur şu ya da bu konuda yanlış bir şey yapmadığıma; şayet öyleyse muhtemelen herhangi biri değildir bunu yapacak kişi, az çok aklıma gelen kişilerden biridir muhtemelen.
Biriyle konuşmaya ihtiyaç duyan da, herkesle ama özellikle de "biri"yle konuşmaktan budalaca kaçan da benim, kader işte.
Aslında bal gibi de farkındayım, herhangi birinin diyebileceği hatta yapabileceği herhangi bir şey o biri'nin tek bir kelimesinden daha etkili olamayacak. Konuşsam olmaz mı, belki de olur lakin ben de bu sorumluluğu alamıyorum işte, meğer ne de benzermişiz. Şimdi şey diyebilirsiniz tabii: "E bize ne diye geveliyorsun Alptuğ, sus o zaman!" ki haklısınız ama zaten ben bu yazıyı biri okusun diye değil, hafifleteceğini umarak yazıyorum sadece. İçki içenler de böyle değil mi, içiyorlar içiyorlar ama bir şeyin değiştiği yok işte, hal böyleyken benim yazmam mı mesele?
Sizlere kızdığım için özür dilerim sayın okuyucular, beni asıl kızdıran şey kızacağım hiçbir şeyin olmaması, ortada bir suç ya da suçlu olsaydı -misal kendim, ki umarım öyle değilimdir- her şey çok daha kolay olurdu.
Benimse üzerinde durduğum şeyin adı kader, kimsenin suçlu olmadığı, bir şeylerin nedenli yahut nedensiz sadece yaşandığı, öyle olacakmış ve öyle oldu; düzeltilemez de muhtemelen, keşke düzeltilse. Aslında bunun cevabını aradım epey süre, kendime ve diğer herkese sordum, her şeyi yoluna koymak ya da en azından bir gram daha iyi hissedebilmek için ne yapabilirim diye, cevap yoktu. Zor soruların cevapları vardır ama imkansızlarınki böyle sıkıntı işte, neden hayatta olduğum gibi mesela...
Öyle bir konuşmam lazım ki okuyucu,
Hiçbir şey anlatmamam lazım, susmam lazım -kimle konuştuğuma göre değişir ama belki sarılmam lazım- her şeyi izah etmem lazım bakarak dahi olsa, öylece durmam lazım, kimle konuşuyorsam onun da -tabii buna konuşmak denirse- benimle "durması" lazım, belki ikimiz de ölene dek, kim bilir. Var mıdır bunu göze alan? Yoktur okuyucu yoktur, iyi pazarlar sana.
İlișmeyiniz bana efendim
Elbet su yükselir bir gün
Alır götürür beni, unuturuz
Ellemeyiniz tenhama sakın
Dönülmez akşamlardayız
Bi'șey gelmeyecek elinizden
Girmeyiniz koluma sakın ha
Tutmayınız elimden uykuda
Boşuna yorulmayınız bana
Yeltenmeyiniz umutluğa ha
Aşar sizi de sevginizi de
Merhametinizi de o yaralar
Çabalamayınız n'olur boșuna
Etmeyiniz endişe asla adıma
Aklınızı bana harcamayınız
Etmeyiniz inat ki kifayetsiz
Yanımda olmak hevesiniz
Kapatınız bir kutu gibi beni
Bi'yere koyup unutunuz hatta
Güzel hayatlardan ibaretsiniz
Derdime köreliniz rica ederim
Tadını çıkarınız hayatlarınızın
Kapanmayacak bu yaranın
Kanını ele bulaștırmayınız hiç
Diretmeyiniz yanımdalığı asla
Unutmasanız da ilgilenmeyiniz
En azından karışmadan toprağa
Alakadar olmayınız benimle ki
Bulaşmasın hüznüm kederim
Ne istiyorsam vallahi siz için
Uğrumda tükenmeye hazır asla
Olmayınız şayet dostumsanız
Hepiniz hakkınızı helal ediniz
Çoktan etmiş dahi olsanız.
Gidin diyemesem de n'olur
Lütfen kalamayınız ücramda.
En uzağından dışarının, bazen zihnim bedenimden çıkıp bedenim ufuk çizgisine varıncaya dek ondan uzaklaşmak suretiyle dönüp bedenime bütün zaman ve mekanlarla içre bir halde baktığında bile aidiyetsizliğim bir çıbanı andırıyor, üstelik ben de bu durumdan hoşnut olduğumu yeni öğrendim.
İş başka bir şey fakat duygusal olarak bir ekibe üye olmak, bir arkadaş grubu mesela... Böyle olduğunda rahat olamadığımı keşfettim, yeterince kendim olamadığımı belki, bakarsın geçmişin o yalnız bırakılmışlığı iliklerime işlediği içindir çoktan, yani hayatta kalmak için yalnızlığa uyguladığım "alışmak" yöntemi şimdiyse kopmamı engelliyordur kötüden. Esasında ben bunun kötü olduğunu düşünmediğimi de fark ettim, toplum öyle düşünüyordu, ortak bilinç gibi bir şey işte; uzunca bir süre de bu ortak bilincin mutlak doğruluğuna -hiçbir dayanağım olmaksızın- inanmıştım.
Gel gelelim ben böyle biriydim sonuçta ben, kişiliğim buydu, birinin pırasayı sevmemesinden ya da örümceklerden korkmasından çok da farklı bir şey değildi ki işte, ben de buydum yani, n'apalım.
Kendimi çok güzel buluyorum esasında tekken, ki buna şöyle ÇOK ÖNEMLİ bir parantez açmamız şart:
"Yalnızken" demiyorum, "Tekken" diyorum. Yalnızlık kötü bir şey, ben hep ondan kaçtım zaten ve hala da öyle. Teklik daha çok şey gibi, arkadaşların var, çok yakınların var falan bir sürü var ama özellikle -hatta belki sadece- "fiziksel olarak" teksin.
Dostlarım olsun eyvallah, onlar için canımı vereyim onlar benim için versinler kabul, birbirimizi çok çok sevelim kabul, en önce koşan olalım birbirimizin derdine, en değerlilerim olsunlar, zaten öyle... Ama yalnız oturayım, çok sık yanımda olmasınlar, yalnız ağlayayım en çok mesela... Sanırım tüm bu dediklerim yıllardır neden toplu etkinliklere katılmaktan imtina ettiğimi ele veriyor ha?
İnsanların elimden tutmalarına karşı değilim ben, benimle birleşmelerine karşıyım, onların iyiliği için.
Böyle olunca daha iyi irdeliyorum etrafı ve kendimi, doğrularımı, yanlışlarımı... Düşüncelerim daha bir berrak görünür oluyor sonra gözüme, silik silik geçmiyor hızlıca aklımdan... Herhangi birine karşı bir hata yapmamı ve doğal olarak bana yapılmasını da engelliyor aslında bakarsanız... Ne kabuğum varmış be arkadaş! Ama haksız mıyım, hele hele yaş ilerledikçe, bir şeylerin dahli olmak uğruna tavır, istek ve vesairelerimizden ödün vereceksek ne ala memleket... Böyle olunca daha kendim oluyorum.
Uyumsuz bir adam değilim ben yanlış anlaşılmasın, lakin meselenin özü şu: Uyumlu olman için uyumsuz olmaman yetmiyor, birtakım ekstra şeyler de yapman lazım geliyor çoğu zaman ki bunlar benim için adeta birer feda, üzgünüm ama feda edecek zerrem yok bu yaştan sonra.
Hem nesi yanlış, sadece kendimle başbaşa olduğum o dünyamı diğerleriyle olan dünyamdan büyük tutmamın, kimseye bir yanlışım olmuyor ki, aramı bozmak için uğraşmıyorum, kavga çıkartmıyorum, sadece uzağım... Düşünmek için çünkü, çok şeyi düşünmem gerek, çok şeyi icra etmem gerek, kaldı ki beynimin içindeki benin sesi beni bile bastırırken bir başkasını mümkün mü dinleyebilmem. Kendi kendimeyken dinamiklerimi daha doğrudan kontrol edebiliyorum, öbür türlü şey gibi geliyor.
Sanki buluşunca sorun yok da, eğer sevgili olursanız ölecekmişsiniz gibi.