Hissediyorum bir yerlerden, bana uzanıyor saçların. Utanmasan yanımda gibisin, benim için gibisin. Sanki gizli bir gücün durultuyor beni, az kalmış sanki. Evet işte o gün, o güne yürüyor içim.
Başımı döndürüyor, orda bir yerdeliğin.
O gün için düzeliyor dilim, o gün için ölüyor öfkem, o gün için acısı azalıyor dünlerin, o gün için yaşarıyor gözlerim... O gün sevgilim, ben dünyanın en güzel adamı olmak için... O gün sana biraz olsun yakışmak için... O gün için değişiyorum bir defa daha, son nefesimin içinden de son bir tane çıkarıp, kimseyi sen sanmayarak bu defa.
O gün için heyecanım taze tutuyor aldığım nefesleri, gözlerimin içi gülüyor bir şeyden haberdar gibi; bilmiyorum ben, ne zaman ellerin ellerimde buluşur, ne zaman üstüme alınmalık olur o hangi renk gözlerin; bir önemi yok oysa... Bundan sonram dünyanın en iyi, en ılımlı, en anlayışlı, en sevecen insanı olabilmek için. İlk defa içime siniyor, hiç nedensiz iyi bir ihtimal.
O gün için her zamankinden farklı bir yakınlık içimde, ya ben kafayı yedim ya kalbim hissediyor seni, bir yerde öylece bana varıșınla filizlenecek mucizeyi. Buramda bir yerdesin Allah bilir, yakınsın, "belki yarın, belki yarından da yakın."
O gün için atışını duysan kalbimin, göğüs kafesimden sana belki daha doğduğum ilk günden uzanan ve ikimizin dahi asla bilmediği o incecik ip titreșiyor sanki, yakından geliyor sesin sevgilim, kendimden bile yakından; öylece sessiz, sakin, adlı bir dalga gibi.
Gecikme o gün için,
En "iyi" halimle bekleyeceğim
Ve her şey güzel olacak.
Dümdüz oturuyor olacağım, cebimde beklentisiz, hissiz; birbirine girmiş saçım sakalım, yorgun olacağım; alaycı bir tavır ağzımda, kitap okuyacağım.
Sen geleceksin, hava ısınacak, ben anlamaktan aciz; her kim olacaksın, bilmeden edeceğim. Anlatamam anlat desen, demesen duramam; ne renktir acaba saçların diye düşünüyorum, gözlerin çabuk mu kızarır senin de.
Bilmiyorum, bilmeyeceğim, şu an burdaysan bile.
Kim bu adam diyeceksin, niye bakıyor bana?
Sevgiden güneşlerde kurudu kalbim,
Kendime yetmeyip unutalı oldu epey;
Sakin bir üzgünün parmak uçları gibiyim,
Titriyor bir yerler içimde, ben depremim.
Yakıştıramayacağım sana senliği biliyorum, en çok da merhametin korkutacak beni, yanımda çok uzaktaki beni çağıracaksın bilmeden, aklına bile getirmeden dönümleri. Uzanıp her acıdığımda omzuma, o şarkıyı güzel okuyacaksın.
Kim bu adam diyeceksin, öyle kim ki durduk yere? Sahi kimim ki, kimin kimiyim ki?
Kim bu kadın diyeceğim böyle birden, bana biri niye gelir ki? Şaşkınlıktan saçmalayacak ve pişman olmaman için her şeyimi vereceğim belki.
Bir anlamı olacak mı gözlerimin, bunca zaman sonra, perde kapanıyor derken tam, ilişirken soğuğa. Bir parça dokunacak mısın... Ellerin iyi gelir tahmin edebiliyorum, stres mi hüzün mü her nedense dökülüp duran saçlarıma. Kim bu adam diyeceksin, niye seviyor bu kadar?
Kim bu kadın diyeceğim, bana sakal düzelttiren, erken kalkmayı öğreten, günaydına alıştıran, dudaklarımı iki yana açtıran. Nedenini nasılı sorgulamayacağım bu defa, her an hayal olduğundan korkacaksam da.
Şarabım gülüşüm olacak senle, belki çok yeni ama derin, o beyaz eve gideceğiz şarkıdaki; unutmayacağız dahasını yeni nefeslerin; kim bu adam diyeceksin, niye soğuk elleri.
Özlediğim bir şey kalmayacak seninle, çatlasan da meraktan, açmayacağım eskiyi. Allah Allah diyeceksin, her kimse hoş geldi.
Sana yemin ediyorum,
Beni çok seveceksin
Kim bu kadın diyeceğim,
O da gitmesin.
Bir mermer gibi durarak bekliyorum seni, arayasım yara zira; hoş, denk gelmemiz de epey zor ben kendimi kapattıkça. Başka çarem yok ki en güzel mevsimim, bana adım atan kadınlardan bile korkar oldum, haklıyım sen de biliyorsun.
Duracağım ben böyle mermer soğuğu, en kalın zırhı kuşanıp sen gelene, sen olduğundan emin olana dek çıkartmayacağım insanlara karşı...
Sen geleceksin sonra, çekip alacaksın beni bu çukurdan, artık bileceğim "geçti" , bileceğim "her şey güzel olacak".
Mermer ağırlığında radikal kararlar alacağım, seninle Aşk Tesadüfleri Sever 2'ye gitmek gibi, kızımızın adını Şiir koymak gibi, bir sonraki arabamı daha büyük almak gibi, küfür etmeyi bırakmak gibi...
Mermer beyazı olacağım sevgilim, artık kirlenmemek üzere; dikili duracağım gölge diye sana, benden sekecek hedefi sen olan türlü keder, sırtını dayadığında yıkılmayacağını bildiğin bir mermer olacağım.
Köşeleri, kenarları yumușatılmıș bir mermer olacağım, ne sana ne başkasına batmayacağım söz.
Olmasa da olurluğun insana tanıdığı o ağırlık, eksilmez mi kapanasıca göz kapaklarımdan bir an olsun; sükûtuma vabeste dirayetim kırıyor iyi ihtimallerimi, geriye kalan o mesut beni...
Olmasam da oluyor, eksikten çok hariciyim onca benim için mühim olanın, bensiz de güller illa açıyor benizlerde, aratmıyor beni insanlığa dair herhangi parametre. Varlığı bir şeyi değiştirmeyen, şeffaf bir kimseyim; bundandır dokunmak isteyenin bile delip geçmesi belki, bu yüzdendir apaçık çağrılarımın bariz karşılıksızlığı... Ya kimse görmüyorsa gerçekten beni, onca hayatın yanından akıp gitmekten başka vasfım var mıdır ki?
Geceler bundan mı yakın, benle eşit mi görülemeyiși herkesin karanlıkta; ben yine de ağır mı basıyorum yoksa, sahi kaç kalbin içinde gerçekten atıyorum şu dünyada?
Önemim ne ki kim için, en başta kendim, șișip sönen ak ciğerimin şu dünyaya saldığı karbondioksitten daha belirgin bir varlığım var mı? En son ne zaman biri için var oldum ben, gözden çıkarılası birilikten hariç.
Ne izim, ne hudut, ne yaş, ne beka
Sanmışım makbul harda sevișler
Değilmiş, uzun zaman önce daha
Meșekkatli mutluluklar
Taşıyıcı kolonları dışında kalan bina kadar kabul etmişim bir yerde, düşünsen düşecek hale gelmişim, el açması zamanımdan kayba doludizgin. Peșpeșe öpmüşüm unutulmușluğumun kutsanası kanatlarıdan, bükülene dek dıştan içe hacizli ruhum.
Yapraklarım sararmıș, dolmalık olmuş, gözlerim, unutulmamalık...
Kapıların açık olduğu, anahtarın bende bile değil ben olduğum, aidiyetine mesudiyet bağladığım yerlere gömün beni, beni sevmeyen her kadının sağ yanağına mesela.
Dinmekse çaresi her şeyin,
Ben beceremedim siz deneyin.
Bir bir tekliyor heveslerim, belli bir karanlıkta zenginleşiyor ruhumun hatları; neydi ki yaşamak, içime çektiğim havanın derinliğince dahi hükmü olmayıp bir çift gözdeki yansımamda beliren türden.
Kalbimi unuttum sevdikleri ile başa çıkayım derken, atması gerektiğini unuttum, beni ben ettiğini; kaçtım desek daha doğru, korkudan kaçtım, ucunda hiçbir şey olmasa da zorundaydım, bilemediniz.
Yıllarım ağrıyor üstüme üstüme, sesimi kısıyor duymadığınız o şarkı.
Bir asi kadar ürkeğim şimdi,
Bastır yüreğine ıslah et beni.
Sattım kimsesizce birkaç sakin soluğa çabalarımı, ümitleri kuruttum gözyaşı ıslağı onca kitap arasında; tek bir şey öğrendimse șuydu kitaplardan, beklemek ve kızmamak gelmeyince.
Kızmadım ama koyverdim bolca, uğrumdaki çabaları bile hiçe saya saya.
Nicedir dinlenemedim bir çift gözde,
Ayıp oldu yaşamak bile.
Tutunurken eridim,
Zamansız faturasız, nelere mal oldum
İyiden iyiye söz vermesi gerek birinin
Her şeyin iyi olacağına dair.
Kaçarım ilkin, aniden şefkat görünce tabii
Ama durulurum zamanla be, insanım nihayetinde, hatırlamasam bile...
O yüzden diyorum sımsıkı, zincirlerce sarılınmam lazım, ancak böyle geçer zira benim kendime tek yapabildiğim kusursuzca yok etmek.
Öpün de geçsin, buyrun,
Sevin de geçsin, okşayın da,
Hatırlayın ki geçsin, sarılın da.
Bırakmayın artık, artık kalın.
Anlayacağını düşünüyorum beni, kaybolmuş ve sıkışmışlığın beni bu kadar bombaya çevirdiğini; anlamış olman lazım daha doğrusu, insanları bu denli tek celsede bırakıp bir şeylerden pes edebilmemin sebebinin... Her şeyin sebebinin, içimdeki o köpekçe titreyiş olduğunu. Orada unutulmuş bir su kadar durgun yaşardım bir zaman, ne de huzurlu; şimdiyse baktığım her yüze ya öfke duyuyorum ya ağlayasım geliyor. Yanlış ama keyfimden değil, acıdığından.
Anlayacağını düşünüyorum, itmeyeceğini; bileceğini düşünüyorum bir sarılmayla, "geçecek" demeyle dineceğimi, yaptığım her yanlışla, her paniğimle, her duygu değişimimle.
İtmezsin di'mi?
Üstüne gitmese keşke insanlar insanların, bir şiddet olarak gördüklerinin iç yüzünü bilmeden el çekmeseler öyle çabucak; anlamaya çalışsalar, neden diye bir kere sorsalar, bir kere bakıp göze anlasalar isteyerek olmadığını. Duyarsın biliyorum, tüm bu saçmalıklarımın ardında, içimdeki o ancak gecenin bu vakti buraya yazma cesaretini bile uyku sarhoşluğuyla bulabildiğim o kısık iniltiyi duyarsın; görürsün ölüm döşeğinde çocuğu, kendi haline bırakılırsa hepten kopacak olan...
Yoruldum, dokunsan ağlarım ben de biliyorum ama dokun; aksın gitsin artık, zehrimi ölüme kavuştur.
İyi biriyim ben, Sis gibi acısından iyiliği görünmeyen.
Yeterince dökülemediğim için böyle kaskatı oldum anlıyorsun, bir süredir ufacık şeylere gösterdiğim abartılı tepkiler birinin yanlışına karşı olduğunda o kişiyi yerden yere vururken ne idüğü belirsiz bir zevk aldığımı ve bunun beni korkuttuğunu da biliyorsun. Acı çıkarıyorum işte da, başka çarem yok, çıkarmadığım her şey gövdemi mezar kılıyor bana.
En ufak bir davranıştan binbir anlam çıkarmayan, her an her insana gidecek gözüyle bakmayan, kendini bu kadar yabancı görüp çok istese bile korkudan insana karışamayan... Bu adam olmayı ben istemedim, anlıyorsun.
Alsa biri beni
Çıkarmasa gün yüzüne
Kırk gün kırk gece
Sarsa sarmalasa
Başımı dizlerine koysa
Ellerini gezdirirken yanaklarımda
Sakallarımın yönü değişse
Alnımda dursa diğer eli, hep
Saçlarıma üfleyip okşasa
Kırk gün kırk gece
Gram kımıldatmadan
Anla beni, anla işte.
Kimselere bırakmadan.
Kırıșmış ihtimallerim, dönüm noktalarım dahi ufkunda dönülmez akșamın; "anlamasalar da kalanlar" hatırına dönüyor dünyam, kanıtlayamasam da varlıklarını, benle müsemma olanlar. Kutuplarım birbirine çarptıkça gün yüzüne çıkıyor yaşını başını almış karalığım, merhametimde ezilen bir hale bürünüyor artık yaşamak.
Gıptasında her sarılmanın
Yüz yüze lehimleniyor
Ortasında ani yıldırımın
Hala sevmekle sonsuz hüzün
Her sabah kendiyle uyanmanın acılașmasını hangi ayran önler ki beyaz olacak, en aşağı ölümün temize çekiciliği kadar; uykusunu getirecek sonra insanın, vakur bir halde düğümleșip kendini unutturacak yaşamak. Dikenleri değmeye utanacak kadar yalnız olmak yalnızlığın, mavi mutluluklar gömecek içine kemikten ve kederden "masum" adlı o figürü.
Her insanın kimseleștiği o anlarda, mesela adı Sanat olan bir kafede her biri diğeri için hiçten dahası olmayan kalabalık, yok gibi gözükecek, hiç olmamış gibi değil de yarım kalıp o yarısı da acıyarak sönmüş gibi.
Uzun süre bakarsam görmeyi bırakırım diye boşlukta hep gözüm.
En son ne zaman yeni bir insanın bende bıraktığı intiba tersine dönmedi hatırlayamıyorum, yürümemle sürünmem arasındaki duygusal farkı ayırt edemiyorum kırıkların içinde, otobüs camı sarsıntısının baki olduğu kalbim, dursa bile durmamış gibi sallanacak demek bu da, durdu belki, çaktırmak şuraya dursun gözünüze sokuyor belki ama aldırmıyorsunuz, bunu okurken burnunuza çektiğiniz hava kadar.
Birilerine benzer birileri geçiyor, kalbim uyușup gözlerime vuruyor, gözlerim hiç uyumadan bekliyor; bir ses, nefes, adım... En önemlisi tanıdıklığın hicranından hallice hariç. Ölse belki üzülmezdi, sıra bile gelmezdi,kimse gelmedi.
Farkında olmadıkları kefensel telkinleri yüksekten düşüyor başıma, başım ağlıyor artık.
Bitti bu hikaye, zaman geri dönüyor sıfırdan.
Pekişti mabedim son perdede yalnızlıkla, ayıkladım en değerli ve sağlamdan gayrısını, ömrümü budadım da daha gür çıkar mı emin değilim. Serde bir sözünden dönmemek var ki gönlümde pişen sevda çayları çoktan soğudu.
Buydu Alptuğ olmak, hatayı kabul edip pişmanlığı kazılı ve ders almışlığın verdiği asaletle başı dik olmaktı; o gün arkamı dönsem bir dostluk devam edecekti belki lakin önce tüm umutla gücü kırıp sonradan konuşmaya gelenin hiç mi suçu yoktu?
Kuşlara gitsem nereden bilecektiniz,
Gitme diyemeyecektiniz.
İşte bütün mesele bu...
Yeni yollar kırılır ve biz yine güzel adam kalırız, kız kardeșlerdir kanatlarımızı kaldırıp başımızı dik tutan, eski bir fotoğrafa bakıp durulunca nefes aldıran.
Yoksun dimağımda aralandım o ışıkla, mevzubahis belki de en yakını olmamaktı kimsenin, ilk aklına gelen, başı sıkıştığında ilk aradığı bile olmamaktı; değer vermek demiyorum bakın, değer verenlerim var tabii ama en iyi ihtimalle üçüncü değer verdiği oldum hep en değerlilerimin.
Kendi gölgende dinlenmenin en zor tarafı bu, açılıyor zira pandoranın dilimin ucundaki kutusu, selam verip herhangi yeni bir hikayeye başlamaya niyet ettiğim bütün yabancıların suratında görüyorum henüz çekmeyi bile bilmediğim acıları, cömert davranıp fazlaca verirler gibi geliyor, bir ebabil kadar uzak kalıyorum her şeye, sıra bana gelirse biliniz ki geç artık. Belki de şarkıdaki gibi: "Öpüp okșanmalı, titreyen elleri."
Bir sabah uyandığında dostum dediğin insan bir başkasının dostudur, sıradan biri olsa yanmazsın ama bu kişi bir zamanlar her şeyin, şimdi ise en kötü kabusun olan biridir. Dostuna onun arkadaşı olduğu için kızamazsın tabii, bu çok saçma olur; ama fena kırılırsın çünkü senin neler çektiğini bile bile olmuştur; böyle diyorum ama yarısından bile haberi yoktur aslında, her gün o kişi için hala ağladığını, ara ara nefes almayı unutmuş gibi boğulduğunu, pek çok şeyi...
Onu seçme beni seç de diyemezsin, kaldı ki o da böyle bir seçim yapmaktan kaçınır ama ikinizin birden arkadaşı olması da senin canını sıkar... Yüzüne baktıkça ölümünü gördüğün insana dostunun selam vermesi sana koymaz mıydı?
Derken tek çare kalır geriye, çekip gitmek, dostunu dostluktan azad edip, dostunu en sevdiğin düşmanına teslim edip gitmek.
Hep yalnızdın zati,
Yine yaşardın, ne değişirdi,
Daha kötü olamazdı,
Olmadı.
"O mutlu olsun." demiştir canından çok sevdiğin düşmanın senin için, sanki onun sözüyle oluyormuşçasına; mutluluğun yalnızlıktır senin, her verdiğin selamda giden birini görürsün çünkü, verdiğin değerler sivri döner karşı taraftan. Yanmak için yaratılmadıysan bile en iyi bildiğin şey bu, herkes tek tek gidip mutlu olsun sense uzağın kendisi, bunu istiyorsun zira yeterince uzak olursan acımaz gibi geliyor.
Hangi dosta üzüleceksin çocuk, hangi yare
Sıra sende artık, kendine üzül sadece
Kimseye bir şey olmayacak endişelenme
İlk sen gömülürdün üzüntüden ölünse
Öyle ki yalnız kalmaktan daha çok,
Düşmanının mutluluğu için ona hediye etmișsindir dostunu,
Budur gerçek aşkı kötü yapan,
Kör kalıcılığı
Gittiniz. Durdum, tutundum, sıkı tutundum, nefes aldım. İçime attım. İnledim en fazla, yolunuza çıkmadım, ne öç ne hakkımı aldım; kar kaldı yanınıza, düşmedim peşinize, aklımdan dahi geçirmedim...
Açığa çıkan bir ağrı olmak için,
Gömülmeyi mi beklediniz?
Daha fazla ne istesiniz benden ki hala bir bıçak gibi batarak karşıma çıkıyorsunuz? Vermediğim ne kaldı size? Zamanım mı? Kalbim mi? Canım mı? Param mı? Belki masumiyetim? Çalmadığınız ne mutluluğum, ne umudum kaldı ki peşimdesiniz hala?
Gittiğiniz gibi yok kalsaydınız ne vardı,
Zindan etmeseydiniz boş sonsuzumu.
Onca zaman, ben onca çırpınırken demediğiniz ama beni tüm öldürdükten sonra en ufak içiniz sızlamadan, söylemek için arkamdan koştuğunuz neydi? Soruyorum ama merak etmiyorum, iyi ya da kötülüğü şuraya dursun üzücülüğü gün gibi ortada...
Her gün milyon kere tekrarladığım şeyi yaptım bugün; okula gitmek için servise bindim, okula varıp kitap okudum, derse girdim, dersten çıkıp servise ve servisten dolmuşa bindim... Bir anda nefesim kesildi: İşlek bir meydanda, hem insanların arası hem de yolun ortasında parçalanmış bir güvercin cesedi, onu bir lastiğin ezdiğini söylemek öylesine mümkün ki...
Ben miydim yoksa o,
Kanada haceti kalmamış
Zamandan ve mekandan ayrı
Kaderden ve kazadan hüzünlü güvercin
Şaşırmıştım ama ölü bir güvercin gördüğüm için değil, daha ziyade ölüm şeklinden belki de; hep uçup arabalardan kaçmalarını yakıştırıyormuşum demek ki yeryüzünde en çok korktuğum hayvanlara, canlandıramadım kafamda, uçup kaçmasından başka ihtimal o kadar düşünememişim ki bu zamana kadar... Küfrettim sonra insanlara, o kalabalığın içinde, yerde o hayvan cesedinin olmasına hiç itirazı bile olmayan ve sanki her gün binlerce kuş avlıyormuşçasına, ne haltsa asilce bir tavırla başlarını aşağı -özellikle de o tarafa- getirmeden kendi acelelerine giden insanlara.
Bir gün beni de -muhtemelen- on yedi jantlı bir kar lastiği ezip kafam kopsa, iç organlarım onunkiler gibi dağılsa ortalığa ve dursam oracıkta, öyle giderdi yine insanlar dedim, dönüp bakanı vuracaklarmış gibi.
Kaçabilmekten başka ihtimaller de vardı işte, gün yüzü gördüğünde bir daha asla sinmeyen keskin ihtimaller; bu yaşadığım şey ummak değildi, kesinlikle değildi, bu daha çok bi'gerekliliğin yerine gelmeyişinin yarattığı bir hüzne benziyordu ama gerçekleştiğine göre yeterince gerekmiyor muydu? Bunu o aracın şoförüne sormak isterdim, fark etmedi bile belki, tek suçu küçük olmak olan bir şeyi, hepimizin ruhları gibi yani... Acaba hissetmiş miydi, arabanın bir ya da iki lastiği hızlıca havaya kalkıp indiğinde bir şişeyi ezdiğini falan düşünüp basıp gitmiş miydi? Belki de durmuştur, durup biraz ağlamış, ne yaptım ben demiştir ama trafiğin akması gerektiğinden kısa sürmüştür bu da.
Akması gereken şeylerden hayır gelmediği ne bariz oysa, zaman gibi; sabret, bekle derken çoktan bitmiş olan onca süreç sayarım ama o güvercinin canı eder mi dersiniz? Bu defa cevap benden, etmez.
Alelade bir şeylere içi titreyen böyle bir gence,
Bilmem "fazla" mıdır bu dünya?
Bilmem zarar vermez mi insan içine karışmak,
"İnsan" olmak her ne ise işte.
Bir güvercinin uçamayışını hayal dahi edemeyecek derecede hassas olduğunu kendi de yeni fark eden ve belki de senelerdir zaten böyle "sıradan" olaylara karşı nefesi kesilip etraftaki tam anlamıyla vurdumduymaz insanlarla arasına gayrıihtiyari de olsa kalın bir set çekmiş, beyninin içinde her gün binbir ince sızıyla akşamları zor eden bu adama ne demeli peki? Hayata karışmayı çokça isteyip, bunun için normal insanlar "kuş kadar" sayacak olsa da kendi için oldukça büyük çabalar harcayan -insanların yanına gidip bir kompliman eden ardından utanıp çekip giden- bu adam... İnsanlara karıştığında, mutlu olduğunda, sosyal olup insan olmanın gerekliliğini yerine getirdiğinde... Ya bugün gördüğü o onlarca aptal insandan birine dönüşür de fark etmezse, bunun hesabını kendi bile veremezse?
Demek ki ya mutluluğundan geçecek ya hassaslığından, daha doğrusu Alptuğ Dağ'lığından,
Hepsi de ölü güvercin yüzünden.
Umutlarım buğulanıyor gitgide, sıcak perdeler örtse de gerçeğimin üstünü bir parça dostluk gibi, ille sızıyor aradan kayıp şeylerin sağır edici uğultusu. Demime karışıyor kara dikenler, korku kuyuma attığım taşın sesi gelmedi daha, durmadı ellerimin zelzeleden hallice hazin titreyișleri, yaşlandı güzel hallerimin temsili... Yığılıp kaldım belki, çok geç kesin...Bugün varım, yarın canımı acıtıyor, dünüm hiç olmadı.
Hafifliyor kitap okudukça,
Çok kitap okudum kimsenin yokluğunda.
Gücüme gidiyor umutsuz olmak benim de
Ben de kızıyorum insanları itmeme
Ben de özeniyorum, ben de çabalıyorum ama...
Yorgun çalıyor şarkım bile, yaralarımdan öpülüp gömülesim var bir şiir denli derine.
Vakti geldiğini bilip asilce kabullenen bir ay batıyor kana şimdi, ruha karışıyorum unutulmaya...
Seviyorum kendimi, iyi adamım ben de... O kadar işte.
İbaretliğim bendimi aşıyor, alıp bir ibadet hali çekip gidiyor; dolmayacak boşluğum, olanın da gelenin de gözlerine acaba bu ne zaman gidecek diye körce kurak bakmaktan. Sinmiyor kalbime düzensiz ve süreksiz mutluluklar, can alır haller içindeler daha ziyade, ne vardı bu hüznü örnek alsalardı.
Kendimden yiyorum tam manasıyla, kendimi de yerdim belki ama kalmadım bana kadar dahi, bana düşmeyen huzur dostlarımda baki kalsa bari.
Haydi sen de git okuyucu,
Eşyalar toplansın seninle birlikte
Senin değil ki bu kavgalar
Bırak biz birbirimize vura vurula eriyelim kendimle,
Unut biz bir köşede menekşe kokalım.
Dokunma sakın incinir elin, elden ruha bir yol vardır solar benzin.
Ben ki nice vazifesi yanmaktan ileri gitmeyecek kuruca bir odun, hep bildim, hep yalnızca feda paklardı beni, yalnızlığa feda...
Kurtlarım toplanıyor içeride, ağzını bıçak açmayan kurtlar; bıçak ki duygularımdan da parlak, önsözű desen kıyıdan yaşamak. Sarmaşık içtenliğine özendiğimden midir ne, dönme mekanizması çalışmayan bir mikrodalga fırında ısınırmıșçasına; yansa dahi etmiyor fayda bir yanım ötekinin buzulluğuna. Merhamet.
Umarım sen benim kadar hassas olmazsın canım kızım, irili ufaklı her şey ve herkes bu denli derin izler bırakmaz üstünde, umarım acı hafızan bu kadar güçlü olmaz, dilerim en ufak bir tepkide kökten değişebilen ruh halin düşüncelerinin üstünde tahakküm kurup yanıltmaz seni de...
Çareyi veriyor, nasılını diyemiyorlar.
Hayalini antetli kağıtlara minicik yazılarla işlediğim, bir köpek kadar yalnız lakin bilhassa huzurlu da olduğum günlere gidiyor aklım, her insan bir yara gibi durmuyordu o zaman.
Duramıyorum Şiir, böyle bir şeye gerek yok ama herkes gitsin istiyor bir yanım, öyle ki bunu dahi yalnız sana anlatabiliyorum.
Çaresizim babacığım, anlıyorsun di'mi sen beni? Yeterince yalnız olursam kendimi bulabilir ve mutlu olabilirim gibi geliyor ama bir yandan da... Eller uzanıyor bolca, yardım gibi görünen ve muhtemelen öyle de olan eller... Dokunamıyorum kızım. Kendinde tıkılıp kalmış bir baban var affet,kendini sevmeye bile cesaret edememiş.
Hani Simge teyzenden bahsetmiștim, o da yok artık, tek Beyza halan kaldı seni emanet edebileceğim, hep olduğu gibi; aslında onu da üzüyorum, yani ona bir şey yapmıyorum tabii asla ama benim üzülmeme üzülüyor, var olsan senin de yapacağın gibi... Umarım bu sebepten ötürü, bu tabut gibi boğucu halimle yorup kaybetmem onu, dedenlerden sonra açık ara en değerlim, onsuz önümü bile görebileceğimi sanmam. Bu konuştuklarımız da aramızda kalsın ayrıca... Efendim? Ha yok, buraya gireceğini sanmıyorum, yani öyle umuyorum, ha bak bu arda 14 Aralık onun doğum günü, seninki ne olacak acaba.
Daha çok orası kesin, annen gelmedi henüz; bazen düşünüyorum, acaba geldi, hayatımda da onun o olduğunun farkında mı değilim diye de yok be, hayatımın herhangi bir köşesinde beni sana ulaştıracak kadar mükemmel bir kadın yok... Bu yüzden kararsızım ya, herkes çekip gitsin derken onu bulma ihtimalini sıfıra indirgeyerek sana da ona da hainlik etmiş olur muyum? Ya da amaaaan...
Bekleriz be kuzum, sabahı bekler gibi, yemek bekler gibi bekleriz birbirimizi; unutmayacak güzel şeylerim olur sonunda, annenle tanıştığımız gün, ilk buluşmamız, ilk elini tuttuğum gün, ilk öptüğüm gün, doğum günü, ona ömrümü teklif ettiğim gün, eş olduğumuz gün, senin haberini aldığımız gün, doğduğun gün, bana ilk baba dediğin gün... İlk dertleștiğimiz gün, ilk bu mektupları öğrendiğin gün... Yaşayacak çok günüm varmış be!
Babacığın derdini atabileceği tek hayalin, özür dilerim.
Ah benim en güzelim,
Değmesin sana bahtım kederim.