Perdelerimin arkasından savunmasızlığımı binbir güclük
Açmaya mı aşmaya mı çalıştım çiçek hatrına olmayan güzelliklerin
Denerken sevdim yanıldıkça özledim ve hıçkırarak özümsediğimde
Ben o eski beni hayli özledim, dile gelmedim gözledim
İlk kırılma noktasından sonra asla anlamamış biri olarak kendini
Eşiklerimde gün gün kıvranıp kumlandım da duyurmadım
Saçma şeylere eğlenir görünüp yığıldım dayanılmaz hafifliğimle
Hunhartrak bir çabaydı göğzümdeki dikenleri güllük gülistanlık gibi
Afaroz etmek ve kanadıkça güm güm kanmak kimlerin dahli vardıysa
Es geçildikçe pes ettim ki haklıydım, gelirler sanmıştım
Gelmediler, çevre yolu hüznünde gergedan gibi haykırgım
Sırtımda ben ve dünya ile ayna gibi sırlandım
Nasıl masum ve saftım nasıl ikinci planda oluşumu
Takmadım olsundu ve değerdi
Sanırdım değerdim, yanıldım ve pörsüdüm
En son hiçbir şeye benzemediğimde dündü gün
Şimdi yarın dahi dün ve cebimde
Bir ne idüğü belirsiz tatlı kırıntı olsun
Aslın balyalaşmış kırgınlığımı ki kalmasın
Diye doğarsa kızcağızım,
Kalıtımlagözlerinde bu mağur babacık ifadesiyle
Önce tokatlayın sonra da
Beş parmağın izinden birer defa
Öpün beni inanayım kırıntılar
Erimeden de yaşamın mümkün
Olduğuna baharın artık unutmul
Yaralarıma inaden hatırlayayım tersiz
Dostluk neymiş sevgi neymiş
Zoraki bir aradalıkların oluşturamadığı
Modern düzlemin yüz karası Mutlulukarından
Kaçın kurası olursan ol yalnızca tek mevsim
Saklanmana yetecek bir takım parmak
Uçlarından uçuşur zamanın medeniyet
Asılı durduğun sadakate bir bak
Kan değil bok kokar ihanet
Desem şimdi aynı oranda sabret
Tükürürsün köprücük kemiğime
Unutulmayı sen hesap et
Edinemediğin o bir türlü sevgiden
Bir bakıma bedelen beklemelerin sadakat
Suyun kaldırma kuvveti kedere yetmese gerek
Derindesin kardeşim, boğuluyorsun affet
Adalet su yüzünde huzur toprak altına
Kibritliğine soyunduğun şu dostluk
Denen yokvari marifetin
Gölgesinde ne demeye
Umarsın karşılığından sadakat,
Hele sevgi şu logar kapağı hayatta
Doğurduğunda nefes ki
Özengeç bir ihmal gibi
Düşer yapraklarından
Son bir giyotin.
Perdelerimin arkasından delicesine az mı çabaladım dersiniz nefese uzanmaya; hep akşam oldu, hep karanlıkta kaldım ve kimse yoktu. Ben istemedim mi sanıyorsunuz? Sonsuza dek bir derine gömüp unutmayı pençelerimi. Hep söylüyorum ve anlaşılan susmayacağım bu gidişle ama ben de bu hale kendi kendime gelmedim be cancağızım... Şimdi siz yanılıyorsunuz tabii, hoşnutum gibi geliyor; hem insanlardan kaçıp hem de insan arıyormuşum gibi falan geliyor, halbuki size müstesna bir örnek vereyim; en saldırgan köpek bunun için eğitilmiş köpektir.
Çok sevdim ben insanları, hep sevdim, yer yer gösterdim yer yer belli etmedim ama vallahi billahi tillahi pek sevdim! Galiba bir yerden sonra evliya dahi olsan yetmezmiş tek taraflı sevgi, dostluk vesaire; gün be gün aşındım, her gidenin ardından kendi selamı anımsadım; zira ne yaptımsa, yemin olsun zerre gözetmeden kendimi, yalnız onlar içindi...
Kaç gece düşündüm, kaç gece ağladım, kaç gündüze zar zor çıktım, kaç ay sanki her şey yolundaymış gibi yaptım bir Allah bilir. Resmini her görüşümde duygulanışım yüzünden numarasını silip silip, tek kelime etmese de kıyamayıp geri eklediğimi bilmez de beni tribe girdi sanır eski "can dostum". Kimse nedenini sorgulamaz da agresifliğime takılır, yahut kimse durup sarılmaz da hep bir ağızdan şikayet ederler durgun halimden, asık suratımdan...
Ne diyeyim ben size be, kendim adına ne söyleyeyim de, bir defalığına başkalarına sonsuz sunduğunuz o sevgilerden, dostluklardan, değerlerden nemalanayım... Yok ben kızgınmışım, hırçınmışım, yıkıp döküyormuşum, insanları kırıyormuşum da ondanmış, YALAN! Bolca kırgınım ben olsa olsa! Kaldı ki böyle düşünme yetkisini kendinde görenlerin bir kere dahi benim için, beni gözeterek bana gelmemiş olmaları ayrı ironik.
Çocuk mu kandırıyorsunuz terbiyesizler, merhamet yoksunları, insaniyetten nasibini almamışlar!Ben bilmiyor muyum sanki kim ameliyat dönemi yanımdaydı, kim en güvendiğim insanların hiçbirinin telefonumu açmadığı gün benimle konuştu; kim ben sorduğum için değil, karşılık olarak için değil de kendiliğinden beni merak etti. HEPSİNİ BİLİYORUM -BURADAN SONRASI ÖNEMLİ!- ne yazık ki her kötü anı ve sonrasını...
M**ay gittiğinde Eda'nın binbir yoğunluk arasında benim için kısa süre de olsa kafeye gelişini ve söylediği "Eğer o gerçek dostun olsaydı, sen ona bir sorununu anlattığında sana söylediklerini hatırlardın." sözünü de; Beyza'nın o aptal ağlayan sesime rağmen sabırla benimle uzun uzun konuştuğu günü de; Emir'in sırf benim derdimi dinlemek için en iyi arkadaşlarını ekip benimle Dicle Kebap'a geldiği günü de, İlyas'ın ben koltuk değnekleri ile iken gerçekleştirdiği moral ziyaretini de dün gibi hatırlıyorum ve ANT İÇERİM BUNLARIN HİÇ BİRİNİ KARŞILIKSIZ BIRAKMAYACAĞIM!
İşte tam olarak buydu bir zamanlar, nasıl da özledim o geçmişi, kendimi, eski hiçbir şeyden habersiz ve kendini dostlarıyla güvende, sırtı yere gelmez zanneden hallerimi... Anlamıyor insan, iinsanın nasıl değiştiğini de nedenini de; dost dediğin tanıdık halini alıp tanıdık da günden güne başkalaştıkça düşünmekten alıkoyamıyorum kendimi artık, benden geriye ne kaldı diye... Koca bir hiçin karşılığını edindiğim fikrine alışmak elbet güç, haşa sitemim Allah'a değil lakin hiçbir şey de asla kolay olmadı ki; zaman zaman kolayı aradım ama hep de korktum açıkçası kolaydan, ne zaman ki bir şey çabucak olsa yahut olmaya çokça yaklaşsa asla olmadı, yahut oldu ama beraberinde ne hüzünleri de getirdi.
Neticede suçladığınız tüm bu özelliklere sahip bir alptuğ hayat buldu; agresif, güvensiz, umutsuz, küfürbaz ve vesaire. Çok kolay olduy üstelik, tek celsede hayatımdan dünden razı göçenler sayesinde. Bu yazyılar durduk yere kazınmadı, düştü ama damdan değil göz pınarımdan...
Yanisi olurdum, cıvıl cıvıl olurdum, bende o potansiyel, o kafa hep vardı; bilinenin aksine hep bir yanım delicesine ve bugün çocukça olduğu söylenen herkesinkinden daha çocuktu. Yalnızca bir şans kafiydi arkadaş, bir parça hakiki değer, Aile harici gerçekten sıkı birkaç bağ yeter artardı. Çok farklı olabilirdik ulan insanlık senle ben; bakma şimdi de oluruz ama... Yenisi bol olsa da göz gideni sorar illa, "Kabahatin çoğu senin canım kardeşim."
İster beğenin, ister beğenmeyin, ister bilmem ne... Yine de bu yazı dünyanın en gerçek yazısı olacak, ben daha gerçeğini yazana kadar tabii.
Bu adam var ya bu adam; bu dışarıdan gördüğünüz paspal, nispeten konuşkan, tuhaf tuhaf hareketleri olan, zıpır sayılabilecek; bazen de put gibi bir yere gözünü dikip uzunca kalabilen, çoğu zaman neye güldüğünü anlamadığınız... O iş öyle değil işte. Değil siz burayı okuyanlar, biraz olsun hayatında bulunanlar bile hakkında çoğu şeyi bildiği yanılgısına düşüyor rahatça; onlar da haklı, adam anlatmayı seviyor zira, oysa ne kadar haklı olurlarsa olsunlar bilmedikleri, sizin bile bilmediğiniz şeyler var, can sıkıcı, belki can alıcı; akıl eden nasıl çıksın tabii, bu adam bizi koruyor, bu bunun acitasyonsuz hali diye...
Ulan bu adam herkesin gözünün içine baktı hep be, ağzından çıkacak lafa göre konuşlandı; hiçbiriniz de bilmediniz, anlamadınız, cesaret edemediniz. Bu adam o kadar it gibi yalnız kaldı ki abuk subuk uygulamalar indirip yabancı ülkelerden insanlarla diyalog kurmaya başladı, ingilizcesi gelişti; siz bu adamı o kadar yalnız bıraktınız ki bu adam, küçük kuzeni gördüğü çocuklarla oyun oynayıp onlara her "arkadaşım" diye hitap ettiğinde gözleri sulanan bir adam. Bunda ailesi hariç hepinizin payı dağlar kadar var, istisnasız hepinizin, en basitinden yeni insanları ona tercih eden hepinizin mesela. N'aptı lan size bu adam bu kadar, çok samimi ve ciddi soruyorum ne yaptı? Bilsin ki cezasını çeksin! Bana bir tane şey söyleyin yaptığı da sizin kötülüğünüze olsun, bana bu adamın kötü olduğunu kanıtlayacak bir şey söyleyin yoksa ben burada yavaş yavaş, harf harf delireceğim.
Hiç öyle gözlerinizi belertmeyin, siz bu hale getirdiniz bu adamı, siz alıştırdınız onu bu kadar rahat küfretmeye. herkes köşesine çekildiğinde, herkes kendi has dostunun yanına sığınabildiğinde, çıkan en ufak tartışmada karşısındaki arkadaşlarıyla birlikte ona saldırırken o her tek kaldığında bunu siz becerdiniz. Ve -burası önemli- bu onun susmuş hali, her gün balyozla bir yerleri yıkmak, değdi mi ulan diye milletin suratına tükürerek ve boyun damarları şişmiş, suratı kızarmış bir şekilde bağırmak gibi hayaller kurdu, hadi balyoz neyse de diğerini kesin yapardı bu adam ama durdu işte, çünkü onu hakikaten yordunuz, öyle sandığınız gibi edebi yorgunluklar değil, canını çıkardınız. O ne yaptı, gidin bakın bakalım okulda çok zorunlu olduğu anlar dışında kulağında kulaklıksız geziyor mu, gidin sırasına bakın Ali Lidar yahut bir sinema kitabı duruyor mu diye. Bunlardan ibaret bıraktığınız bu adamı ne diye suçlarsınız siz?
Ne yazığınız, ne günahınız, ne ayıbınız, ne hatır duygunuz, ne minnetiniz... Hiçbirinizin hiçbir şeyi yok biliyor musunuz? Bir dizi sessizliksiniz ama o konuda bile onun kadar edemiyorsunuz; düşünün, adam öylesine sessiz ki gidiyor birinin yanına oturuyor, kişi en az on dakika sonra fark edip "Aa sen ne ara geldin buraya?" diye saçmalıyor. Hayalet ettiğiniz bu adam, ne melankolikliğini ne bilmem nesini bırakmadığınız bu adam bu kadar işte; kurun anca siz arkasından, deliymiş de ondan her gün merdivende oturup şarkı söylüyormuş, haklısınız bu herif deli, hem de delinin dik alası çok doğru, lakin bunu siz yaptınız.
Onun karamsar falan da olduğu yok tamam mı, egoist falan da değil,
hele hele insanları tanımaya çalışmayıp uzaktan uzağa nefret duyan fakat bir yandan da delicesine sevilmeyi arzulayan biri ASLA DEĞİL. Bazılarınız çok yanlış anlamış bu konuyu, tam aksi aslında, o kadar aksi ki; sadece dayanılmaz bir korku ve güvensizlik var, bilmem kaç senelik arkadaşlıkların ne hale geldiğini siz de yaşasanız, siz de daha burada anlatmadığım pek çok şeyi yaşasanız öyle olma ihtiyacını boynunuzda taşırsınız bundan şüpheniz olmasın. Bu adam bugün herkese kötü diyebilir, bu adam bugün bütün kadınların kötü olduğunu iddia edebilir, bu adam her türlü yargıda bulunma hakkına da son derece sahiptir; biriniz bu adamı aksi yönde bir yargıya ikna etmeye çalıştı mı? Çalışmadıysa hayıflanmayın boşuna, bu sizin eseriniz. Polyanna olmaya kendini zorladığı günlerde bile en olmayacak türlü ihanetin, satışın alayına denk düşmüş bu adama dünya, Ray-ban'dan bakıyormuşçasına kara artık.
Bu adam en çok da şeye yanıyor şeye, içindekinin, dışına öfke ve şiddet olarak çıkması muhtemel olan o şeyin aslında safi kırgınlıktan ibaret olduğunu bilememenize. Bir yandan da işine geliyor, zira es kaza sarılıverseniz o adam oracıkta dökülecek; kimsenin de onu bu derece güçsüzken görmesini istemiyor, bilmelerini istediği halde, çünkü bu dünyada yarayı saran beşse kanatan elliye denk düşüyor. Bu adamın kendinde kabahat aradığının onda biri kadar ne onu düşündünüz ne de aynaya baktınız yazıklar olsun .Derken bu yazı burada bitiyor, devamı var da boşverin, içim üşüyor...
Ayıp ettiler bana be, yüzümde yazığın- günahın bini bir para. Ama inanın çok çalıştım, çok direndim böyle olmamsı için; ben bunu kendi kendime, öyle durup dururken olmadım, hobi olsun diye başlamadım mesela küfre, bilakis kendimden nefret ede ede. Biliyorum ben bağırırken bana dönmemiş tüm yüzler, artık birer namlu halinde bana doğrulacak ama ne yapalım; biraz sinema okusalar, psikoloji bilseler anlarlardı davranışın hiçbir zaman yalnızca davranış olmadığını ama işte. Bu boku kaldıracak hücre yok bende, o eski Düş Sokağı Sakinleri şarkıları da memnun etmiyor artık anlasanıza. Neslimi öldüresim var büsbütün ve bana aksi karar alma şansı tanımıyor iç dış bütün mihraklar.
Dargın ruhum sadece kendinden ibaret değil artık, olağan ve istisnasız bir öfkeyle beraber geliyor. İlanımdır artık, çoktandır, baya baya uzun zamandır süregelen düzeni meşru kılmak adına bir defa daha inliyorum buradan: Ailem ve bir iki dostum dışında kimsenin hiçbir şeyi değilim. Bu daha çok bilinip de susulan, söylenmesi -karşı taraf için- yüz kızartıcı bir gerçek gibi, neticede kimse suç alınmak istemez. Kimsenin bir şeyi olmaya da niyetim kalmadı zaten eskisi gibi, insani olan çoğu şeyden ufak ufak iğrenmeye başladığımı da gözardı etmemek en doğrusu belki.
Öyle hatırmış, gönülmüş, yok sevgiymiş, aşkmış da merhametmiş, dostlukmuş falan... Siz kendi aranızda pay edin onları, istemez, böyle gelmiş böyle de gitsin, benden bunların hepsine şöyle afillisinden, uzunca bir mola.
Bir kızımı bekliyorum, doğacak ve muhtemelen babasına çekmeyip güzeller güzeli olacak kızımı, hem de annesinin varlığına, daha doğrusu o denli iyi birinin varlığı ihtimaline minimum itimadım kalmamışken, dev bir tezatlık iklimiyle.
Burayı da bırakırım muhtemelen, anlaşılmadıktan, karşılık bulmadıktan, ya da eskisi gibi birilerine tercüman olduğumu hissetmedikten sonra afedersiniz ama yazmak da itin götüne gire... Şimdi on iki polyanna tarafından dünyanın en konforlu beşiğinde sonsuz ve sorunsuz bir sallantıya tabii tutulsam dahi uyuyamam biliyorum, yanisi şartlar eskiye dönse dahi eskiye gelemeyeceğim o yerdeyim, hoşgeldin dönülmez akşamın ufku... Şimdi bu çamur bezeli suya bakıp utanmadıkça ve iç çekmedikçe yerin üstündekiler, yalnızca ve yalnızca baki kızgınlığım hüküm sürecek.
Kızgınım, çok kızgınım, yürüyen uçaktan ziyade üreyen dehşet denli kızgınım; altında yatan sorgusuz kırgınlığı kendim dahi boşverdim umursanmayınca, salt ve somut kızgınım; kendimi tanımayacak minimalde kızgınım, kızım şuan hayatta olsa karşısına çıkamayacak hatta aynaya bile bakamayacak kudrette kızgınım da... Kimse bilmez, kimse bilmez...
Yemin ederim babanın bir suçu yok kızım,
Baban bire bir yalnızca yazdığı gibi bir adam
Babanı affet, başkasına inanma.
Gariptir, biri gelir seni sevdiğini söyler inanmazsın -ki eğer Alptuğ Dağ isen bu yerinde olur- ama o diretir, çok seviyordur falandır fişmekandır... Hala inanmazsın. Haftalarca her gün buna çabalar, iddialıdır; sense ısrarla tekrar edersin onun seni sevemeyeceğini, öyle sandığını... Yine de devam eder, ona bir başkasını sevdiğini endirekt söylemene rağmen senden vazgeçmediğini söylemeyi sürdürür; kıskanmalar, bilmem neler derken iş ileri gidince sanki bi'böyle inanacak gibi olursun anlatabiliyor muyum, böyle bi"lan yoksa?" topuna girecek olursun. Gerçi eğer öyleyse daha üzücü olacaktır, zira sen onu sevmiyorsundur ve sevmediğin birinin seni sevmesi, ucunda da muhtemelen üzülmesi gibi can sıkıcı ihtimallerle baş başa kalacaksındır çünkü; neyse ki sana doğuştan geçilmiş bir kıyak vardır, o da kötü mevzularda muhakkak haklılık yeteneği... Günler günleri kovalarken yine bu insandan bi'mesaj, hani o seni güya çok seven, sana bunu kanıtlamak isteyen, iki sene de olsa seni bekleyecek olan güya... Der ki, "Sevemiyorum, özür dilerim." O vakit haklı çıkarsın işte belki hayatında trilyarıncı defa; haklısındır abi, o da sevememiştir diğerleri gibi, o da bir başkasını unutmaya çalışmak için gelmiştir sana fakat anlaşılan bu konuda dahi işe yaramamışsındır.
"Ben demiştim demeyi hiç sevmeyenlerin müstehzi kaderi."
Üzülmezsin nedense, en ufak üzülmezsin; sadece haklılığın biraz tarumar edebilir ciğerlerini, köpek gibi haklı olmuşsundur çünkü bu gibi her olayda, çok değil sadece br defacık olsun yanılmayı istemişsindir fakat yine ne yazık ki doksana çakmışsındır... Çok demişsindir ona, herkes gider -hatta herkes gitti- demişsindir, kimseye güvenemem sen de gidersin demişsindir; o da kalacağım demiştir haliyle, sana bir umut aşılamaya, kendi rüzgarına kaptırmaya çabalamıştır, neyse ki senin derin kalındır, şırınga içeride kırılır da yine o umut ulaşmaz damarına.
Sonuç? Hayatta kalırsın, tamam yine yaralısındır belki ama bu yeni bir yara değildir ki, yalnızca eski yaraların kabuğuna darbe inmiştir.
Hafiften sevinir gibi olursun dediklerinin çıktığına ama nafile, kabul etmek zor olsa da sen de istemişsindir aslında yanılmayı, sevmeyi, sevememişsindir, iyi ki sevememişsindir; her işte bir hayır, bu işte hiçbiri sensindir.
Zaten garipti abi, aklı başında birinin seve seve seni sevmesi; haklıydın, öyle biri gelecek de birden, seni sevecek falan da... Bu anca ya senin yazılarında ya senin çekeceğin filmlerde olurdu. Nasıl da bildin yine, nereden bildin herkesin gideceğini bu kadar, E-Devlet'te soyunu sorguladın da müneccimlere mi dayandı nedir? Neyse biladerim ucuz atlattın, unutma ki bu devirde senden hariç sevi, kıymet hak getire... Kitaplar ve sinema, bu dünya bu kadar işte.
İşte bu çok sinirime dokunuyor sayın okuyucum, yaşandığından haddi olmayacak biçimde daha rahat telaffuz edilebilen her şey karnıma kramp olarak iniyor.
"Gitti" dersin mesela, ne basit ve ne boktan şey, gitti işte; bu belki onun gidişini yansıtır ama senin kalışını, senin onsuz kalışını, göz yaşlarını, bi'haltını yansıtmaz. Daha da fenası, bunu sana bir başkasının -iyiliğin maksatlı dahi olsa- söyleyebilmesidir, farkında olmadan da delip geçmesi. Ne kadar da kolay çıkar ağızdan ya o sözler, işin bertaraf eden asıl yanı ise hiç şüphesiz giden için de bu kadar kolay oluyorluğudur gidişin.
Şey var bir de, "Demek ki sevmiyormuş." Bunu duyunca ister istemez düşünüyor insan, aynen o kadar kolaymış diye; seneleri, yaşamları, karşıdakinin sevgisini falan olduğu gibi çöpe atmak kolaymış diye.
Yanlış anlama ama bu kadar kolay olamaz ya, olmasın; sanki yemek yemek veya sıçmak ile eşdeğer oldu kalp kırmalar, çekip gitmeler, sevgisi tükenmeler... Ulan sanırsın gündelik, herkesin yerine getirmesi gereken bir farz bu, özellikle de bana karşı. İşte bu üzüyor beni sayın okuyucu, yıpratan beni bu, yerden yere bu vuruyor AĞLASANA! Biraz da bana ağla bugün be okuyucu, bu yazıda edebi bir nitelik gözetme, küfür var bu yazıda, kin var anladın mı? ve bunların hiçbirinin sorumlusu da ben falan değilim. Beni ağlamayı öğrenin azıcık be.
Sıradan çinko karbon pil gibiyim anlıyor musun okuyucu, hiçbir zaman işe yaramayan D&R kartının o Allah'ın belası cüzdanda oluşturduğu fazlalığım, rehberdeki o asla aranmayan/mesaj atılmayan numaraların tümü benim... Eskiden anlaşılmak için -affınıza sığınıyorum- buralarda bi'çare kıçını yırtan o ben var ya o batasıca ben, işte o bile artık hatırlanmaya razı bir hal aldı.
Hayır inciniz mi dökülürdü; iki kişi arasında bu kadar kolay seçim yapamasaydınız, çekip gitmeyi bu kadar çabuk benimseyemeseydiniz. Biraz da, o ucubeleşmiş ama güya sevgi dolu hayatçıklarınızda bir kere olsun da benim varlığım için bir tereddüt yahut üzerlik tohumu kadar olsun çaba göstermenizi, canınızın acımasını değilse de vicdanınızın sızlamasını beklemiştim.
Çok mu yani bu, hele de ben kimsecikleri, kimsenin hatrını, iyiliğini bir an dahi unutmamış ama kötülüklerin üstüne her fırsatta ısrarla tekrar tekrar örtmeye çabalamışken? Doğru ya, bu soruyu sormam mantıksız, her zaman ilk gözden çıkarılacak Alptuğ Dağ'dır çünkü, neyini sorguluyorsam işte, kanunu bu doğanın; herkes ama iyi kötü baştan sona herkes birer altın fakat Alptuğ Dağ tunç dahi edemez, en çok da bu kadar önemsediği için.
Neymiş, her şeye çok anlam yüklüyormuşum, yok efendim her ilişkiye mümkün olduğunca derin yaklaşıyormuşum da bilmem ne... Benim dünyamda, benim ailemde, benim dinimde dost için can verilir, aşk için de öyle; sizinki nasılsa lütfen onu bana bulaştırmayın, yeterince bokunuza bastım da geçtim bu yolları, dişimle tırnağımla kazırım hala tünellerimi daha iyi bir hayata, hiçbir şeyin bir anlam ifade etmediği kolay harcanır hayatlarınızın altından büyük bir sabır ve de ne yazık ki ÖFKEYLE!
El insaf! Ey okuyucu senyap muhakemeyi, ideal olan benim benimsediklerim değil de ne; bana yapılan gibi her fırsatta yüzüstü bırakmak mı, kendi çıkarı gördüğü ama aslında kuyusunu kazacak şeyleri bana tercih etmek mi, ne? Şimdi bunu dediğim için bile birileri kendimi çağdan soyutladığım iddiasıyla beni suçlayacak, namussuzluğu ben mi yarattım?
İnsanların acıma duygusu olmayışını sabaha kadar konuşsak bitmez bu yazı, o yüzden son bir telaffuz kolaylığını piç edip çekiliyorum:
Özür dilerim diyip gidenler mesela, ha özür diledin her şey tamam oldu zaten, her şey düzeldi, sen gittin ama özür diledin ya o bombok düzende birden kelebekler uçmaya başladı inanır mısın? İnanma da zaten, çünkü ne vakit bu hayattan biri özür dileyerek s*kt*r olup gitse (Bu lafım M'e kesinlikle değildir) o özür kimsenin bi tarafına girmez bile!
Gidenlerin kafasını çok merak ediyorum açıkçası, bu zamana kadar Allah'ıma bin şükür kimseyi arkamda bir başına bırakmadım ben kendim gibi; şey mi sanıyorlar acaba, "Nasılsa geçer, nasılsa unutur, nasılsa her şey hallolur, nasılsa bir başkası toparlar" falan? Zira bu hain oğlu hainler her şeyden bi'haberler ya hani dedim belki onu da arada şey etmişlerdir.
Neyse asla bu yazının sonuna varmayacak okuyucu, yine de sayfayı açmaya tenezzül ettiğin için kucak dolusu teşekkür, sevgi ile kal.
Alptuğ da zor telaffuz edilir bu arada,
Yoksa ne diye kimse seslenmesin?
Beş yüz altmış iki mevsim dönüklüğünde kiraz çiçeğiyle
Kaldıktan sonra baş başa saadet ve ürperti makamı bir uğultuyla ellerimi
Titreyen tan vaktine doğru uzattığımda gözlerin tereddütsüz
Daima terli ve unutulmuşken böylesine bariz ve aynı oranda sessiz
İlintili iniltilerinin vaka gibi ördüğü ilmek duvarından
Atlamazlar sarılacak dahi olsan, içeride teksindir bilirsin
Ve mıh gibi süzgecinde hayatın bir yerlerine üşüşen o dev vurgun kiri soğuk kılarken benzini
Dersini almış ezberden kalmışçasına, kabullenemezsin geç sevgisizliği
Bu sanki üstünün açılması gibi, kış ortası ücra yatakta çırılçıplak batarken
Anlamak hep sonradan, anlaşmazlığı da bu işte sıradan kılan
Zamanı değillerden bir değil beğenen yorgunlardan öte bir şey ayırmalıydı bizi ki tabuttakinden
Bir çift gözce bakılmak ve aranmak gibi zarif farklara kalalım
Halbuki yeterince indirgenmiş onca şey ama illa çatışır reelle aeanma umudu ve açılmayan telin
Sonsuz bip sesinin arkasında; ağlamayan, hayır hayır kesinlikle ağlamayan ve yalnızca gözüne
Bir şeyler kaçırılmış olan telesektererin muhattapsızlığıdır yalnızlık.
Buradan Kars'a dokunan en uzun trenin raylarının satır aralarına
Kadar yazdıkça, yeter anlattıkça, unutur uzaklaştıkça, hep ve "yalnız bizi"
Dikelen son raddede gülüşler kemiklere batar, insomnialılar bile yalnız uyurlar
Ki buna dayanır icadı turşunun ve öksürten renklerin
Her şey "yollu" ve yolundayken pasif mutsuzluk ve hakiki yalnızlık delerse gövdeni
Önce kus, sonra ağla, en son da hatırla beni, hatırla ve bas bağrına
Bas bağır, tiz gül, zerre ağlama; sakın kendine bu çağı yakıştırma
Yaklaşan karpuz kırmızısı belalardan ben buradayım diye bağıra bağıra
Kaçarken kovalanmayı ihmal edecek denli mağrur ve kaçmak adına
Kovalanmaya ihtiyaç hissetmeyecek denli kova kova
Başından aşağı dökülür balina ağzının almayacağı umutlar bir gün
Elbet unut şemsiyeni, beni hatırla; ıslan kimsesizliğimize, kamufle ol
Hatrımdaki bant izlerine tercüme icabı adi bir yosundan becer
Sesimi çıkarmayı tercih et nefesimi kesmeye kaos hücrelerimi
Dolduran baskıngelim, deforme etmeden kendini vaki
Işığı gördüğünü iddia eden herkesin bir nefeslik şiddetine vekil atansam
İlk iş dudaklarım ıslanır arena ortasında barikatın üstünden
Atlamamak atlanmamış olmamayı gerektirmezdi ben çocukken en uzunundan
Bir eşek olmak için yeter şimdi biraz umutlu olmak
Kasiyerin vereceği on beş kuruş para üstünden ve kendinden bir şey
Beklemek üzerine felsefe değilse bile hayat bilgisi
Kitabıydık bir en değerli çekiç izinin yarandığı yanılgıdan
Gördüğümüz kızıl kaplı rüyalara rağmen ihmal
Etmeden mavi dikişli kalbimizi sakındığımız rüzgarın
Bir biçim aramıza sıkışan varlığını dahi sevmesek erir mi
Altın oranın kalıcı misafirliği ruhun ile özdeşleştirip
Kurur mu en beyaz otların aldattığı baharımız ermeden
Kibirli yangının eskittiği naif kibrit çöpüne yokuşlarla
Anonsunu alçıdan çuvala sığdırdığım palas pandıras eteğinden
Üfüren cumhuriyeti şayet varsa bir pencere alışımsız
Demiştim alışamadım, daha kızgın demirken paslıydım
"Dance me to the end of love" desem dahi gelmeyeceksin
Mezuniyetine ne okulun ne hayatımın ve asla dedikleri
Gibi olmayacak gülünüp geçilemeyecek kadar peşkeşi
Mümkün olmayan lakin pekmezi çoktan çıkmış kalbim ve hayallerimin
Bedelini spazmsız ve paniksiz aciz
Karşılamaktan öte memnun etmek diye bir şey varsa gerisin geri çekip
Pençelerini yolun oerasında unutup
Gittiği ve benimsememişliği sinmiş arkadaşlar kanatsın
Miray ve gibilerini
Can yandı yanım boştu kasiyer
Değil beyza kimse yoktu, kartla ödeyeceğim
Hayat bende bir huduttu
Eşikte kaldım da ağlamadım
Kürekçe idildim barutça aşındım kasiyer
Bu bölümü kısa kestim izin ver
Genel sevip özel özledim
Gözlerim doluyor kasiyer sancınca kederdeyim
Bekleyemem daha, üstü kalsın...
Mutlak ardalanan hiçlikle yalnızlığın gölgesinde
Na öncelenen bir ben ki hududunda yaşamın kati suretle
Ağrıyan sakallarımın bütünlüğüne binaen inadımla yalanlığına dostluğun ve sevginin
Sizi hamile ilan ediyorum, kaderi öpebilirsin
Pişmaniye gibi elinde dağılan çabanın artığı kederden
Ve haki bir göklüğe yüz tutup sarsan mevcudiyeti derinden
O karanlığa filexible bir tutum kazandıran
A person will come untill our pain induced functions.
İngilizcemi boşver sen; gözyaşım öz türkçe, kederim evrensel.
Yoksun bir doğum lekesinin altında çekişen atlılarca
Patlar yine sol yanında cenderemin alyuvarları
Ezilen yüreğe vurgun beter beklentiler sabahlarken patikalarda
Mahsusuma aldırma, kımılda ve kop istersen
Güz göçü beklediğin gidişkar sevgiliden korumaya
Hassasiyetle didinirken meyilli bir sevgiyi,
Köprücük kemiğine kazı asla hatırlama kendimi
Üç defa öksür, çevir başını arkana,
Burnun yalanlara değecek, sakın alev alma
İntak ettir vicdan ve mirası kendinden koltuklara
Bim poşeti gibi uçuşan umutlarına benden son nefes bağışla
Ayağı kırılmış o tahta masaya kus geçmişimi
Sivilcemi okşa ve ağlat beni
Utanan perdelerimi çek içine uyandır sinemi
Yaramda yüz izine orijinal bak biraz,
Sağalt marmaklarımdan kandırılgan kırıklarımı
İrice tiksindir ki benden bu ligi,
Düdük değil çanlar inlesin.
Gaybana gayzer gibi fışkır şefkatten
Uzan geleceklerime ve gelmemişliğime rönesans tablosu misali
Harcadığım ufka titrercesine sarılırken tavuk göğsü ısmarla
Doğasıca kızımızdan mentollü zarafetler,
Beklerim ben bu sebepten, kalırım kaldır bizi çırılçıplak;
Haykırır ve yalvarırdım, üşürdün aralıksız
Buysa sanadır dünyamın göbeği, dökülme gözlerimden.
Gözbebeklerim büyüyor mağrur karanlıkta
Adam oluyor da biraz kapanmayı öğreniyor
Göğsümdeki fil dişleri hep bir ağızdan bağırıyor "Al kırdın kırdın!"
Kalın bir çiviyi tükürür gibi kalbim "Bir daha söyle"
Tavana yapışmış sakızın gözyaşı kafama dökülürken
Kıvırcıklaşan sakallarımla, artık benim olmalıyım, benim.
Islak gözlüklerle nereye kadar görmek oysa ki
Göbeğimde kaybettiğim geçmiş kaşınıyor,
Terli terli sayfa çevirmiyorum zaten artık
Baksana ayak parmaklarım intihar ediyor
Deri ofis kanepesi dudaklarım gıcırdıyor
"Yetsin artık" derken yalın surat
Leğen kafalı varoluştan dökülen
Nice asır yangını ardından sıyrılan
Musluk tamircisinin kuyruk sokumundan hallice
İşte öyle bir conflict with people
Lets continue in english
This is my sorrowful end's fucking poem
Bak bir merdiven son nefesini veriyor
Yani diyorum ki can u still loving me Ankara
Ben iyice serdim dağıttım, velhasıl you can't touch this
Beni siz delirttiniz -anan hariç-
Alın look at this, Alptuğ şimdi ha ha ha!
Dost sadece bir kitapçı adıdır biline,
S**tirsin everyone, sen de bok iç Miray.
Ben en başından beri sinirli değilmişim ki, hiç sinirlenmemişim ki; yalnızca üzgünmüşüm meğersem, yalnız ve üzgün, tek kelimeyle "sorrowful", kaldı ki bunu dahi yeni öğrendim. Ne ahmak başarı benimkisi, nasıl da nakavt ettim öyle kendimi, tek bir olayın anında doğurduğu, onlarca yanlışlığı ıspatlayamayacak düşünceyle dahi olsa...
İçimdeki sesin söylediği tam olarak şuydu:
"Mükemmel dil öğrensen, üniversiteyi kazansan, dilediğin ekipmanları toplasan, en iyi filmleri çeksen, yurt dışına gitsen ne değişecek? Varsayalım bir ay kimse haber alamasa senden, ailen dışında kim seni kendiliğinden hatırlayıp ciddi bir meraka girişecek? Yerli-yabancı onlarca tanıdığın, arkadaşın var belki ama en gözdelerinden kimi selam dahi vermez, kiminin "yanına" oturursun ve YARIM SAAT SONRA senin orada olduğunu fark eder; gitmişsin gitmemişsin ne fark eder? Yılmaz Odabaşı'nın dediği gibi: "Şimdi biz ölsek, en fazla kahvede çaylar soğur." Sahiden kalabildi mi mutlu olacağına inancın bay hayalet? Zira başkası için ne ifade edersen et yine de sevdiklerinin seni hissettiği kadarsın, ki bu da bir nevi hiçe tekabül ediyor sayın Niçe...
Hadi durma ingilizceyi sular seller gibi bil, dünyanın en iyi yönetmeni ol, milyonlarca hayranın gözünün içine baksın... Sen yine de dostlukzede, belki hayvan gibi kültür sahibi fakat yalnız bir adam olacaksın; bunu seni -bir bakıma beni- yaralamak için söylemiyorum ha, öyleyiz, öyle gelmiş öyle gidiyor, on sekiz sene içerisinde kaç defa gerçek bir değer hissettik dersin? Neyse...
Kafayı yedin farkındayım, sürekli yeni şeyler öğrenmeye çalışıyorsun, mütemadiysen ders çalışıyorsun, pek çok şeye kendini adayıp çoğunda da başarılı oluyorsun; tüm bunlara rağmen üzgünüm ama canım kendim... Sen de biliyorsun, bunlar sendeki bu eksikliği (-adı her ne zıkkım olması gerekiyorsa şayet- bastırmaya asla yetmeyecek.
Ne kadar garip değil mi? Her şey yolunda, yerli yerinde ama ne zaman konu dost ya da sevgiye geleyazsın rafta kalan esas adamsın; bütün çabaları, insanlığı, başarıyı, her şeyi gölgede bırakacak denli.
Bunları söyleyince aklına Meltem geliyor değil mi? Aslında bunları yazmak istemiyorsun ama içindeki bu sesi de dindiremiyorsun, garip olan bir diğer şey de sen -yani ben- bu yazıyı yazarken merak edip başımıza toplanan birilerinin, başka hiçbir zaman bizi anlama hevesine sahip olmamışlığı ve olmayacaklığı. Okumasınlar öyleyse, yazılmadan önce sorup dinlemek gibi bir isteği olmayanlar, tüm bunlar yazılınca da bir zahmet okumasınlar; gerçi eminim iki üç cümle okuyup yüreğe dokunan ilk yerde bırakacaklardı, yürekli şeyler çoğu insana iyi gelmiyor derler, demezlerse de ben derim, dedim..."
Ortada herhangi bir tarafın sorun olarak nitelendirdiği bir şey varsa yüzde doksan sorun vardır, ki yüzde on da bize uğramaz zaten; sorun varsa da yine yüzde doksan taraflardan biri iyi diğeri kötü, yüzde on ihtimalle ise iki taraf da iyi ama işler karışıktır; kaldı ki tekrardan yüzde on bize uğramayacağından ya biz kötüyüz ya onlar iyi -hayır yanlış falan yazmadım- çünkü -huyumuz kurusun ki- biz birine kötü diyemeyiz, karşımızdakine kötü diyebildiğimiz vakit kendimizi kara hissederiz; gerçi biz hep temiz kalmışız ağlama detoksuyla. İnsan kırılıp içinde ne var diye bakılmazdı oysa anlamak adına, yanlış anlamıştılar, anlatamamıştık, derken biz anlamıştık: Konuştukça duyulmazmış insan, sustukça da yaşamaz.
Edebi bir hüküm arz etmeksizin kaleme almaya tutuşuyorsam bu iç sıkıntısını, sebebi en dert aşinasının dahi kuvvetle muhtemel bıkacağı bu uzun hikayeyi -neden bu blog bu kadar az okunuyor sanıyorsunuz- uzağın da uzağı ve soğukcana bir yerlerde, kimseciklere olumsuz tesir etme ihtimali kalmayacak bir biçimde yalnız ve şiddetle ıslah edip taçlandırma çabamdan. Eşek hoşaftan ne anlar, bu çabanın altında başka bir maksat arayanlara da acı bir biçimde itiraf edilmek üzere bilinmelidir ki ben bu uğraşa dahi değöeyecek denli kolay lokma yalnızlığın pençesinden kurtulmak adına Ukrayna'ya gideceğim; değil Ankara, Türkiye dardır anlaşılmayışıma, bana, benim gibi birine bile bunları yazdıran toplum, bu olguyla baş edemeyen sosyolog, psikolog utansın. Metin üstündağ'ın dediği kadar var, "Yalnızlık psikolojiktir, öpünce geçer."se de pek kimse yeltenmez kimseyi sevmeye, lafa gelince yok sevgi yok saygı martaval okumaya pek alışıktır güya Türk "delikanlı" ve "hanfendi"leri (!) hep bir ağızdan. Meltem mi? Onun içinse Ali Lidar'dan bazı satırlar anlatacak derdimi en iyi: "Sen kırıldığın yerden bir kapı araladın bana; bir kapı, ittirsem ardına dek açılacak lakin kapılar bedene, ruh aldanmışlığa açık; ikisini birden sığdıramam odama, bana zor sana yazık."
Ne aradığımı dahi bilemeyecek denli genel bir açlığa büründüm ve bu bilgisizlikte dahi haklı olmayı -ne yazık ki- baba mesleği misali becerebilecek bir yaştayım sanırsın oradan bakınca; yanılmamışsındır ama burasıysa sanki karanlık gibi, bir şey görünmüyor, iç sesim "Çünkü bir şey yok!" diye laf sokmayı ihmal etmiyor, neyse ki ders zili onun acımasız gerçekliğini yok edemese dahi sağaltıyor; tıpkı güzel fakat anlaşılan artık ben dışında kimse için pek ehemmiyeti kalmamış -bende de yara halini almış- o hatıraların kalbime bastırdığı gibi günden güne... Hatta şu anda kalemi bastırdığım gibi, kağıda mı böğrüme mi tartışma konusu.
Biliyorum kimsenin okumyacağı ölçüde uzadı, bitirmem ve gitmem gerek ama duramıyorum, yapacak başka bir şeyim olmadığını çok içten kabul etmiş misali: Sait Faik'in dediği gibi ben de ağlayacaktım yazmasaydım, yazınca ağlamadım mı derseniz şayet bak onu Platon bile merak ediyordu... Kanımca hayallerimden kendimi aforoz edebilsem -zannımca da öyle oldu- yine onlar kalırdı, çünkü şu halimle sıfır ile kurduğum empati su götürmüyor, bense çölde çiçek misali.
Ben, ailem, sinemam ve de bu zamana kadarki bütün ikili ilişkilerimden çıkardığım pay ile beklentisiz ve sınırsız bir sevgi ve güven duyduğum, hep de duyacağım can dostum Beyza Eryıldırım ve çıkacağım yollarım; geride başka bir şey yok, korkarım onların da benden fazlası yoktur. Kendime acıyacak olup onları düşünür az daha susarım, son çare bunun gibi uzun ve kırık bir bok yazarım; herkes gibi bu hep böyle "gider".
Beni yıllarca yazar olmak için yazıyor sandılar, yalandı; bir dönem gerçekten istedim, sonra toplumun kırık bir kalbi dinlemeye hevesli olmayacağını idrak edip razı geldim ve vazgeçtim, sinema dedim. Sinema dedim çünkü filmlerimde yeterince iz bırakan bahisler edebilirsem ilişkilerden, anlayışa özenip kalp kırmaktan kaçınacak bir toplum oluşturabilirdim, bilinçaltlarından başlayıp kalıtsallaşabilecek düzeye gelen; istedim ki yaşamadan hissedip farketsin insanlar, geç olmadan geç olmuş gibi yaşasınlar ve o karanlık salonlardan daha iyi bireyler olarak çıksınlar.