Hani size çok değil, belki bir bilemedin üç ay önce bir duvardan söz etmiştim, benim kadar duvar olan bir duvardı; kara bir duvardı hani, boktan, kirli, lanet bir duvar. O duvarda pek çok isim yazıyordu, hadi diğer hepsini s**tiret, o duvarda benim ve bir başkasının adı yazılıydı yan yana ve alt alta; kaldı ki bu başkası, her şeyin değilse de çoğu şeyin başıydı, en büyük hatalarımdan biri, beni belki hiç hak etmeyen, hadi beni de o deminkinden et ama verdiğim değeri zerre umursamamış biriydi, aynı zamanda benim kirli geçmişim. Kirli geçmiş demişken, o duvarın tek ehemmiyeti üzerine sprey boyayla yazılmış iki ismi ölümsüzleştirmesinden ibaret değildi -kaldı ki ben yazmıştım cahil bir sevgi ile o isimleri, üstelik de artık asla eskisi gibi olamayacağımız en iyi dostumdan aldığım sprey ile- o duvarın bir diğer görevi de üstünde bir yeri taşımaktı, benim eski okulumu, yani bir diğer kirli geçmişi, ilk defa aşık oluşumu, duygularımın ilk yenik düşüşünü, ilk ciddi üzüntülerimi, en bok senelerimi vesaire... Bu nasıl duvar anasını satayım di'mi? Bu ne boktan duvar ki yegane vazifeleri benim hayatım üzerine kurulu, o duvarın yakınından her geçişimde, o duvarı her görüşümde, görmesem bile orada bir yerde hala pişkin pişkin dimdik duruşunu her aklıma getirişimde lanet etmekten geri durmuyorum. Her şeyimi kaybettiğimde de o duvarın altına gitmiştim, boş yere bir şeyler umut ettiğimde de o duvardaydım... Şimdi istiyorum ki o duvar dümdüz olsun, ruhum kadar dümdüz, ölüm kadar pürüzsüz. İyi haber dostlarım, Duydum ki o okulu yıkacaklarmış, inşallah yanlış bir haber değildir bu; senelerce dümdüz etmek istedim o okulu, ucunda gülle asılı bir inşaat makinesi ile kahkahalar eşliğinde paramparça etmek istedim, okul bittiğinde dahi civarından her geçişimde yalnızca hüzün ve acı kaynağı oldu, güzel günler yaşamıştık tabi ama hiçbiri aklıma gelemedi işte geri kalanlardan... Hiç unutmuyorum, bir gün bizim çocuklar sürpriz hazırlamış doğum günüme ama aynı gün ben öyle dertlerle uğraşıyorum ki, iti uğursuzu her şeyi benim peşimde, tüm bunların sebebi de değmeyecek bir kadına verdiğim değer tabi, yine... İlk hatam oydu zaten, ondan sonra da devam etti çok şükür istisnasız, neyse... Sınıfa bir girdim alkış tufanı, sınıfa da müdür beni çağırıyor diye mi ne gitmiştim üstelik. Sevinemedim, deli gibi hüzündü o gün, bu da böyle bir anı işte, zannedersem o günden beri iyi hissetmem gereken anlarda iyi hissediyormuş gibi yapmakta ihtisas sahibiyim... N'olur yıkın o okulu, yerine de yeni bir okul mu yaparsınız, cami mi, alışveriş merkezi mi umurumda değil ama yıkın geçin, tıpkı "Babam ve Oğlum" filminin o sahnesindeki gibi yıkıp geçin...
Yıkılsa ne değiçecek di'mi şu Allah'ın duvarı. Ben de biliyorum değişmeyecek, Bir dizinin bir repliği aynı şöyleydi: "...Belki bu sefer korurlar seni, belki bu sefer yalan söylemezler sana; bu sefer çağırdıklarında seni yanlarına, bu sefer... Belki yine sokmazlar sırtına o hançeri, geçmişe dönmek başka yeğen, geçmişi silmek başka...Bir kere aktı mı zamanın içinden, suyun yolu değişmez yeğen; unutma bin kere dönsen o güne, bin kere ihanet edecekler sana. Herkes doğasının gereğini yapar yeğen, bin kere ihanet etseler sana; çaresi yok, bin kere gidersin yanlarına..." Bizimkisi de o hesaptan işte, o duvar bin kere yıkılsın bin kere daha yapılıp bin kere daha yıkılsın ama bir cacık değişmeyecek, biz de biliyoruz olayın duvarda olmadığını, duvarın günahı olmadığını ama çaremiz yok işte; insanoğluyuz, sanıyoruz ki o duvar yıkılırsa daha kolay olacak unutmak, sanmak da değil, biliyoruz ama umuyoruz işte... Aslında ne biliyor musun? Bir yerlerde illa ki bir duvarda biri asla diğerinden en ufak parça taşımazken diğerininse onu benliğinde taşıdığı iki insanın adının yan yana ve alt alta ayrı ayrı yazılı olduğunu bilmek. (iki üç defa yazmış bir de yazısı okunaklı değil diye) O duvar yıkılırsa belki bu düşünce tavuk eti misali didiklemez beynimi ve "hüzgün" kalbimi... O duvar yıkılırsa ben taşlarından köprü yapacağım kendime bilmiyorsunuz siz, yeniden hem de, sanki tüm bunlar hiç yaşanmamış gibi bir azimle yeni baştan... Hem belki o köprüden de bir kurtarıcı geçer belli mi olur, hem de bu yana doğru, kimselerin aslında tam manasıyla yaklaşmadığı bu sahte karanlıklara doğru; sahte çünkü aslında içi kelebek yuvası, dıştan görünense sadece o yuva tahrip edildiğinde oluşan basit bir toz bulutu. Beni mutlu etmek o kadar da zor değil be abi, yemin olsun değil; yahu ne bileyim, aslında bakarsan herkes de biliyor içimden geçenleri, daha da anlatmam şimdi... Allah'ın belası bir duvar için ayırabileceğim son paragraf bu: Umarım yıkılırsınız ulan duvarlar, adımın yazılı olduğu sen, içimde yeniden aynı ve benzeri şeyleri yaşamamak adına "temkin" adı altında kurulmuş o duvar ve ona eşlik eden korku duvarı, insanlara istemeden ördüğüm duvar, hüznümü çıkaramayışımdan doğan öfkemin duvarı... Bir bir yıkılın n'olur, bakın güneş görmüyorum... Bu benim yaptığım nedir biliyor musun sayın okuyucu? Sütten ağzı yananın vegan olması.
Okuldaki yazı kağıtlarımın bu son sayfasını önemli bir yazıya harcıyorum, bugün 16 Mayıs 2017. Hani evveliyatında sizlere soğuk mu soğuk bir kış gününde, her türlü umuda kapalı ve tek başımayken rastladığım, bire bir benzeştiğimi ve yanındayken mutlu olduğumu hissettiğim ancak vaktiyle beni tanımazdan gelmeye başlamış bir hanım efendiden bahsetmiştim anımsadınız mı? Neyse, unutun onu... Asıl mesele, bir başkasının acısının, bilinmemesine karşın ve her ne olursa olsun canı tuz buz edebilmesi; şey olur hani bazen, mesela birine derin bir şeyler hissetmişsindir zamanında ve gömmüşsündür aylar içinde, o selamsız sen sabahsız aynı ortamda yaşamayı becerebilmişken aylarca bir şekilde; bir gün, değmeyecek birinin iyiliği uğruna dostlarını kaybedişinden bir aydan daha fazla zaman geçmiş ve sen yaralarını daha yeni başlamışken tamire, o selamı sabahı kesmiş, seni tanımazdan gelen kişi göz yaşlarıyla geçip gitse önünden... Cız etmez mi için yine de, sökülür gibi olmaz mı kalbin her şeye rağmen, sen söyle?! Haklıdır da kızcağız biliyor musun; onunla iyi birer arkadaş iken ona aşık olman ve bunu sevdiği biri olduğunu bile bile yapman neyin nesidir? Yine de senin elinde değildir bu sevdalanma, cezası da bu olmamalıdır... Tüm bunları bilerek içinden geçen tek şey onun acısını biraz olsun dindirebilme imkanın olmasıdır kendi onca çektiğin dert hiç olabilir bir an gözünde; nitekim senin yapabildiğin şey ise sırf ona yanında olduğunu hissettirmek için söyleyeceğin ufak ve sama bir "İyi misin?" iken, onun cevabıysa elbette ki en sahtesinden ve ses tonundan ötürü ise en iç cızlatanından bir "İyiyim." olacaktır.
Diyemezsin ki başka bir şey, bak bunun adı çaresizliktir işte... Bunca zaman onu her gördüğünde içinin bir tuhaf olup, aslında hep konuşmak istediğini lakin onun tavırlarından ötürü kaçındığını söylesen inanır mı sanki? İnansa ne değişir ki, bilirsin, o yaşlı gözleri artık hiçbir sıfatla silemeyeceksindir... Senin huyun bu aptal adam, kendini her daim bir arşın geride tutuyorsun sevdiklerinden, görebilselerdi ne ala; hem Miray dostun dönerdi geri, hem bahsettiğin o kız. Canın yanıyor biliyorum, tek tek canın yanıyor bütün aşık olmalarına; değmeyecek birine aşık olup dostlarını kaybettiğin, değecek birine aşık olup onun dostluğunu kaybettiğin ve artık ne olduğunun önemi kalmamış birine aşık olup çocukluğundan mahrum kaldığın için... Her şeyi geç güzel arkadaşım da, o kızın canı her neye yandıysa yanmasaydı bari, kendine dahi faydası dokunmayan bu adam bari o göz yaşlarının silinmesinde ufak da olsa işe yarayabilseydi. Ben de biliyorum, en son birinin üzülmesine engel olmak istediğimde onun beni ezip geçerek mutlu olduğunu, hatta herkesin bir bir mutlu olduğunu ve benimse harabeye döndüğümü ama bu defa öyle değil işte. Gerçi düşünmek boşa ne yazık ki, elden gelen en ufak bir şey yok hiçbir konuda; bari diyorum o kadar içli ağlamasaydı ya da ben orada olmasaydım falan; ben o durumdayken onun yüzüme dahi bakmadığının farkındayım, zira bu normal... Kadınlar böyledir, hatta eğer olup biten onları kırmışsa mutlaka çok daha fazlasıyla ödetirler, hak edilenden kat ve kat fazla, tıpkı şekil A'da görüldüğü üzere... Ulan ne oldu kim bilir ya, o resmen benim kız kadın halim ve bunu bildiğimden ötürü herhangi bir ihtimal ve bu ihtimalin onun içinde oluşturabileceği yaraların derinliğini şuracığımda hissedebiliyorum, bu da beni yaralıyor böylece. Belki de sevgilisi vardır ama ayrılmıştır veya sevdiği çocukla alakalı bir şeydir; fakat inanın inanmayın bunun bir önemi yok artık zira anladım ki benim onları bu kadar sevmem üzüyor insanları, zaten ne dostluğa ne aşka layık olmayı becerebildim belli ki. Ne biçim devir bu be, en güzide hata da sevmek, en ağır ceza da sevilmemek.
Sadece yeniden konuşsak yeterdi aslında, unutamaz mıydık olup biteni, henüz teklif bile etmemiştim zati. Bu defa da hayat bana doğu adım atsa ne kadar hoş olur oysa, en azından en eski dostlarımla düzeltebilseydim arayı. Hiçbir şeye geçti gitti diyemiyorum çünkü bir kısmı benim son derece masum ve iyi amaçlarla çıktığım yolda yaptığım irili ufaklı hataların karşı tarafta yaptığı acılardan, kalanıysa kısaca karşı tarafın bana karşı olması gerektiğinden başka türlü davranmasından kaynaklanıyor. Çok mu şey istiyorum be, sevmek kötülük müydü siz söyleyin... Aylar sonra bir şeyler normale dönsün artık ne olur, geçmiyor zira bu bacağına sıktığımın zor durumları, aksine artaraktan devam ediyor iyi mi; böyle dediğime de bakmayın, bin yılın Alptuğ'uyum ben işte, onun bari dinse gözyaşları, ben bir ömür daha illa ki ağlarım. Samimi olacağım sizlere karşı, o ana kadar hiçbir bir şekilde bu deni dokunmamıştı onunla olup biten, artık hiçbir şey hissetmediğimi sanıyordum, kendimi buna inandırmıştım... Taa ki o bir çift kırmızı gözü yaşla dolu gördüğüm o vakit... O anı anlatamam, o an anladım ki bazı şeyler en derinlere çökmüş bitmektense... Böyle sol göğsümün sağ üst tarafında damara benzer bir şey koptu sanki ve içinden sıcak ve acıtan bir sıvı soluk boruma paralel bir şekilde süzülüp gitti gibi... Tüm bunlar hatta daha fazlası oldu da belli etmedim, nedenini bilmiyorum ama etmemeliydim işte. O an bir daha ve aynı acı biçimde tecrübe edildi işte: Ne olursa olsun bir defa sevdiğin herhangi insanı aradan geçen zamana rağmen hala içten içe düşünecek olduğun gerçeği. (bakarsın sadece benim için geçerlidir) Diyorum ya en büyük ayıbımız sevmek oldu bizim, Allah da bizi tüm bunlar için affetsin n'olur, n'olur kullarıysa bir an evvel anlasın içimde dönen kıvranışı, böyle olsun istemedim...
Razıyım beni ağlatsınlar da, aramızda ne yazık ki en ufak bir şey kalmamış bile olsa o iyi kızlara dokunmasınlar; çok ağladım zaten ben, antrenmanlıyım, edebiyatçılara da aldanmayın değerli bir şey değil bu gözyaşı, akıtın gitsin... Kötü kızları da gördüm fazlaca ve biliyorum ki bu dünyada üzülen taraf daima gülümsemesi gereken taraf. Keşke be, ah keşke imkan olsa da hem eski dostlarımla hem de onunla eskisi gibi olsak, ona bir daha aşık olmam söz. (tutamayacağım bir söz mü bilmem ama vermek zorundaydım) Allah'ım sitem olarak algılama, yalnızca meraklı bir çift aptalca birkaç sualim olacak: Aşkı niçin yarattın? Hadi yarattın, niçin iyi yüzünü göstermedin? Göstermeyecektin, şu kulu ne demeye aşık ettin? N'olur toparla bizi be Allah'ım, başka türlü bizim tekrardan anlaşıp birleşeceğimiz yok gibi bu fani dünyada.
O mesela, gelse dese ki "Tamam dostum ol tekrardan.", o vakit her şey tamam olur ziyadesiyle ama demez biliyorum, benimse dilim bağlanır tek kelime edemem, kuru kuru meraklanırım anca işte kendi kendime, işkence gibi... Bütün anlaşılamayan ve acınası yalnızlar misali, ondan özendiğim kırmızı gözlerim ve gözyaşlarımla.
Ne garip bir cümle değil mi bu, neymiş tanısan severmişsin. Aslında gayet büyük de bir cümle bu, sadece iki birbirini tanımayan insanın birbirini sevebileceğini müjdelemiyor; bu aynı zamanda demek ki "Tanısan seversin ama tanımıyorsun, tanıdığını zannediyorsun; deli gibi eğleniyor gözükürken aklımdan ne derece dehşetin geçebildiğini bilmiyorsun, olup biteni bilmiyorsun, kıyıda köşede sakladığım yanımı tanımıyorsun. Sadece bu da değil, seni ne kadar sevebileceğimden, beklediğimden, kısacası bir halttan haberin yok." Ufacık, yalnızca iki kelimelik bir cümlenin bu denli derin olması şart mıydı? Hadi derin olmasını geçtim, bunun dokunan bir diğer yanı ise bu derinliği tek fark eden olmamız... Küçükken evcilik oynardık, ben hep yalnız olurdum; sonradan anladım ki oyuna özgü değilmiş, biz direkt kaybetmişiz. Bizdeki ön yargıysa da yalnız temkinden, Harcamışlar çünkü bizi; ilk bölümde ölen oyuncu gibi, Gözümüzün yaşına bakmamışlar... Bizim en basit alışkanlığımız kendimizi kandırmak, hani şeydir ya, bir şeyleri unutmak adına başka şeylere vurursunuz kendinizi, sonra bir dönüp bakarsınız ki profesyonelleşiyorsunuz; lakin aslı öyle değildir işte olup bitenin, kendini kandırmaktan da kötüsü kandıramamaktır. Bal gibi bilirsin her şeyi sadece bir şeyleri unutmak adına, acısı hafiflesin diye yaptığını; unutamayacağını da, geçmeyeceğini de, olanın olduğunu da, herkesin mutlu mesut seninse bitap halde olduğunu iyi bilirsin. Tanımak sevmek için yetmezse eğer, Belli ki istemek gerekiyor sevmeyi; Üzülme ki kardeşim, Bizi kimler kimler istemedi... Tanımaz ama kimse seni, herkes atlattın sanır yavaştan, geçti gitti sanır ama afedersin b*k geçmiştir; bakarsın ardından "Al işte o kadar da üzülmemiş, bir ay geçti kendini hemen başka şeylere vermiş." bile demişlerdir, vicdan rahatlatmışlardır, hepten bakmazlar artık arkalarına, hepten mutlu mesut devam ederler. Sen mi? Tüm tanınmamışlığınla devam edersin, bütün yargılanışınla... Dönüp itiraz da etmezsin artık, ağzını dahi açmazsın hiçbir şekilde; anca beklersin kuşlar gibi, yok biri gelecek, yok beni kimselere gösteremediğim o yan tarafımdan tanıyacak, yok beni sevecek diye diye beklersin. En acısı da şu: Bu bekleyiş, belki de yalnızca ömür bitene dek bir uğraş olsun diyedir, kendini kandırmak için. Farkındayım ki umut etmek için bazı ipuçları gerekiyor, Yemeğin piştiğine inanmak için kokusunu almak gerekiyor; Sevmek için tanımak gerekiyor ama, Tanışmaya korkum var artık... Tanımamışlar bizi güzel arkadaşım, hepsine yazıklar olsun olmasına da biz n'apacağız böyle? Artık kelimenin tam anlamıyla "tanışmak" istiyor insan ölüm korkusuyla bile, tanışmak, yani tanıyor olmak, bilmek, tıpkı tanıdık gelmek gibi, içinden bir şeyler bulmak gibi vesaire vesaire...
En az Funda'nın Çaresizim'i denli çaresizim sevgilim ve çehreni düşlemekyeyim sonsuzca kederleri aralayaraktan her bir müddet durmak bilmeksizin... Bir fırtına kopar buralarda devamlı kadın, üzülme üşümezsin, montum yoksa bile derimin bir katmanını yalnız sana ayırdım; farkındayım aylardan Mayıs ve biz ise birbirimizden habersiz, ayrı gayrı daha fazla yaşayamayız... Buralarda bir yerlerde değilsin belli, aksine olabildiğin fakat olman gerekmediği lakin olsan dahi kavuşmamıza engel teşkil etmeyecek denli uzaklardasın; biliyorum, bense diğer herkese uzak olmak adına senden de epey uzağım, dans etmesi için ateşle şartlandırılmış koca bir ayının hiçbir tehlike yokken bile çaresizce yere değmeme çabasından daha anlamlı değil bu ama olsun, bir nevi ruhumun sana ölmeden ulaşmam adına uygun gördüğü yegane tedbir: Ne yazık ki seni bulup senin sen olduğunu anlayana değin sen dahil herkesten uçsuz bucaksız uzak durmak... Çok fazla "sen" dedim di'mi? Haklısın, artık gururla ve sürekli bahsedeceğimiz bir "biz"in hayat bulma vakti en asilinden, zamanı ve geçmişlerimizi utandırırcasına inceden... Bak bu arada aklıma bir fikir geldi dün, bir kızımız olsa da adını "Elem"mi koysak? Biliyorum daha evvel de Şiir diyordum lakin bir an kendime ve olmayan sana baktım da, biz birleştiğimizde ikimiz de yara bereden geçilmeyeceğiz anlaşılan, birbirimizin tek pansumanı olacağız ve gül bitireceğiz yaralarımızda, yüzlerimize derin gülümsemeler halinde nihayet yansıyacak bu ki herkes fark edecek değiştiğini bir şeylerin. Tam da bu yüzden Elem; bize kötü günleri hatırlatsın diye değil, iki kötüden, kötü durumdakinden sabırla bir cennet doğduğunun kanıtı olsun diye. Çok kararsızım aslında çiçek kız, böyle sen yokken ve ben kendi kendime bir sürü hayati kararlar alırken diktatör gibi hissediyorum kendimi, bolca da yalnız ve aptal bir hayalperest misali tabi. Bakarsın Allah bu Alptuğ kuluna yarı lanet yarı ödül bir şey bahşetmiştir, olacakları hayal olarak görme yetisi falan, öyle güzel olurdu ki... Üzülüyorum ama dert etme, sen bi'gel bunları düğünde de konuşuruz. Komik geldi di'mi küçük hanım, gülün siz gülün, nasılsa görürsünüz dönülmez akşamın ufkunda dahi olsa, hiç meraklanmayınız bu hususta. Sence ben gerçekten komik bir adam mıyım? Yani tamam kabul ediyorum, olmayan birisine onunla konuşurmuşçasına -hatta kavga edermişçesine- mektuplar yazan bir adamın elbette ki kendine has komik bir çaresizliği bulunabilir ama benim asıl takıldığım nokta benim neyimden hoşlanacağın... Bir defa güzel yüzümden olmadığı kesin Elem'imin annesi, bu konuda hemfikiriz, gülüşümden desen hiç değil, hatalarımdan zaten olamaz; geriye benim şu kıt aklıma gelebilen yalnız iki ihtimal kalmakta ki birbirinden beter: Beni yaralarımdan ötürü yahut seni sevdiğim için sevme ihtimalin... Dur biraz, ne dedin?! Ben mi seni neden seviyorum? Birincisi burada soruları ben sorarım küçük hanım, ikincisi de sana yalan söylemeye niyetim yok sayın panda, varlığın ve kimliğin konularında olduğu üzere seni neden sevdiğime dair de bir bilgi henüz merkeze ulaşmadı, gerek de yok zati. "Olsa olsa boşluğuma denk gelecektir." diyeceğim kızacaksın, oysa muhtemelen hayatımı kurtarmışsındır da ondandır, karşılaştığımızda ve bu kurtarış gerçekleştiğinde asla söylemeyeceğim ama beni kurtardığını, bakarsın Elem'e söylerim, o sır tutacaktır, tutmazsa da canı sağolsun... Sen şimdi bana inanmıyorsun ama söz konusu sensen eğer, inan bana aklına gelemeyecek o kadar ufak şeylerle kurtarabilirsin ki hayatımı, söylemesem farkına bile varmazsın ve duyup da havaya kapılmanı istemem doğrusu; misal tanışmamızda elimi sıksan, adeta içi geçmiş vücudumun derinlerindeki ölü ruhuma kalp masajıdır bu ve bütün tozlarımı süpürür atarsın, bunca zaman sonra tekrar parlarım. İşin en güzel yanı, tüm bunlara sebep olduğunun farkında olmadığın için beni hep öyle neşeli, sevecen biri gibi tanıyıp bilirsin ve ben de bir daha asla geçmişe dönüp bakmam, tek lafını açmam, geçip gidebilirim sayende... Bir eimi sıkmanın nelere kadir olduğunu gördün di'mi? Normalde asla itiraf etmezdim bunu ama nasılsa elini sıktığım kişi gerçekten sensen bu zaafımı bana karşı kullanmazsın... Kullanmazsın di'mi? - Elem kızım, sen bari şu annene bir şey söyle bari n'olursun, bak daha var olmadan dahi triplere sokmayı başardı babacığını, baban hep mi kötek yesin sen söyle canısı? Gerçi sen de ananın tarafını tutarsın bilmez miyim ben, beni mi onu mu daha çok seveceksin klişesinden uzak duracağım o yüzden. Mümkünse bana falan da benzeme zaten bak valla; baban at hırsızı, nemrut, güçsüz, yalnız bir adamcağız fakat anneciğin öyle mi, kendileri o adamdan "cağız" ekini silmiş, daha doğrusu o adamı öyle olmadığına, kötü biri olmadığına inandırmış tek kişi olacak yakında, pek yakında... Bugün 11 Mayıs 2017. Gel bakalım benim kendim gibi içi uysal kızcağızım, hazır ortalarda yokken annen, bahsedeyim sana özel bir şeylerden, lütfen bunu okumadan önce sana özel yazdığım "Kızım"a da bir göz gezdir olur mu? Benim ilk ve tek aşkım sensin aslında ama anneye söylemek yok anlaştık mı? Hep, yıllardır ama yıllardır onun hayalini kurarken temelinde sen vardın aslında en çok; yalnızca hem sakınmak istedim senin hayal halini dahi herkeslerden, hem de çocuktum ve ben de utandım sanırım bir şeylerden. Gel gör ki dayanamadım nihayetinde baksana, durup doğmamış, hatta cinsiyeti bile belli olmayan bir çocuğa kız diye, sanki otuz yaşına gelmiş ve ben de iyice yaşlanmışım gibi mektuplar yazıyorum. Şu anda hayatımı anlamlı kılan yegâne etkinlik içimdeki bu size ulaşma arzusu çünkü canım kızım, inan başka pek bir şey yok; seni geç bulacağım kendi mantığıma göre -ezelden beri beklediğim düşünülürse- ve o yüzden sakın bana serserinin biriyle evlenme fikriyle çıkıp gelme. Baba olmaya en çok yaklaşıp hazır olduğum an bu olsa gerek, etrafımdaki şerefsizleri, onların sen yaştaki versiyonlarını, akıllarından geçen onlarca kirli fikri ve vesaireyi, tüm bunların karşısında ise senin o masum, güzel duygularını ve güzelliğini düşündükçe deli oluyorum özür dilerim, daha şimdiden sinirlendim, sana bunları yazarken 17 yaşındayım ve ister inan ister inanma ama ellerim titriyor sinirden. Yine de beni anlasan anlasan sen anlarsın babacım, Elem, canım kızım; bilmiyorum ama böyle bir imkan varsa n'olur doğmadan annenin rüyasına falan gir de benim adımı söyle, TC kimlik numaramı ya da telefon numaramı falan ver ne bileyim... Zira ben gibi onun da yön duygusu yoksa işimiz zor. Gün olsa da güzel Elem'im, bu ve diğer tüm mektuplarım bir bir ulaşsa annene, düşse ekranına ve üzerine alınsa tıpkı bütün bekleyenler gibi ve üçümüzün hayatındaki tek elem senin ismin olsa artık. Annene söyle rüyalarda bir yerlerde, de ki üzülmesin, "Az kalmış babam hissediyormuş" de ki benim için dayanarak beklesin, belki o da bana mektup yazar ne dersin? Seni seviyorum Elem, Seni seviyorum Elem'in annesi; Kendimi bile seviyorum bugün, Her şeye rağmen...
Beni iyi dinle Alptuğ kardeşim, ben senin diğer yanınım. İki çift laım var sana: Biz kötü falan olmayacağız tamam mı, söz ver bana. Biz öyle birilerinin kırdığı kalp ve güvenimizin cezasını başkalarına çektirmeyeceğiz, intikam bürümeyecek içimizi, acımızı çıkarmak adına can yakmayacağız söz ver. Söz ver güzel kardeşim, n'olursun, biz değişmek, daha güçlü olmak adına gaddarlaşmayacağız, sevmeyi unutmayacağız. Biliyorum ne yaparsak yapalım çıkaramadığımız acımız, sinir ve hıncımız var ama bırak kalsın kardeşim, bunların hiçbiri başka biri olmaya değmez inan bana. Farkındayım her tarafı inim inim inletmek istiyorsun, kurunun yanında yaş da bizim gibi yansın, kül olsun, hiçbir şey kimselerin yanına kar kalmasın diyorsun, bal gibi biliyorum kardeşim ama bu bize yakışmaz sen de biliyorsun. Dizide duyduğun o repliği söyleyeceksin farkındayım, "Her zaman üstümüze yakışanı giymeyiz" diyeceksin, anlayabiliyorum bu defa çığrından çıkıp "Alın işte değiştim ve bunun sorumlusu sizsiniz!" benzeri bir bedel ödetme arayışına giriyorsun, etme... Bak kardeşim, söylesene bizden başka kimimiz var birbirimizin? Acıma bize, beni çok saf görüyorsun ama yalvarırım görme; ben de seninleydim tüm bunlar olup biterken, ben de farkındaydım dünyanın bizim gibi masum ufak hayalleri olanlar için kirli olduğunu ve seninse yalnızca sevip sevilmek, mutlu olmak ve mutlu etmek için çabaladığını emin ol. Yanması gereken kül olsun tabi kardeşim ama bunu yapan biz olmayalım, mutlaka vardır bir yerlerde bizim gibi haksızca itilip kakılmış, anlaşılmamış ve asla sevilmemiş kimseler, en azından benim için değilse bile onlar için ödün verme mutlak olan sevginden, lütfen. Bu dünyada sevgiyi -en azından bizimkini- hak etmeyen milyarlarca insan var tamam, ama kıyıda kalmış ama kimsenin çığlığını duymadığı, duysa da kulak asmadığı birisini bulup o uçurumdan çekip almak için taşımaya değmez mi yine de umudu cebinde? Korkuyorsun biliyorum, herkes korkar kardeşim, sen boşa harcanmaktan korkarsın seni korkutanlar başka bir şeylerden ama herkesin illa bir korkusu bulunur. Biz ne olursun bize yaptıkları gibi başkalarının başına gelmesini sağlayamayız korkularının, sağlamamalıyız; unutma ki eğer onlara benzersek iyi hissedebiliriz belki ama iyi hissettiremeyiz kimseye, iyi olmaktan da çıkarız böylece ve asıl o zaman boşa gider tüm bu olup bitenler...
Ben bilmiyor muyum sanıyorsun, aslında bunu sen de gerçekten istemiyorsun; yalnızca gerçekten hayvan gibi yanıyor canın ve ne sen ne de başka birinin bu duruma en ufak müdahale edemeyeceğini biliyorsun, Allah'tan medet umacak oluyorsun fakat nedensiz utanıyorsun, her şey topyekün sonlansın istiyorsun gözlerinden anlıyorum, beni de bu ihtimal öldürüyor Alptuğ. Ben senin o yazmadan edemeyeceğin, her defasında tersini iddia etsen de apaçık umutlandığın hayallerinim, inat yüklü ama basit beklentilerinim, kafa tutuşunum dünyaya sevgi gibi gerçek değerler uğruna yalnız başına... Yine de sen bilirsin ama öldürme beni, çünkü sen daha bunu yaptığın takdirde dahi iyi gitmeyecek işler; oysa eğer beni öldürmez de sağ bırakmaya niyet edersen, ben senin inatçı sabrın olurum, sahiplenilmemiş sevgimizi de atar bavulun içine yaşlanır gideriz ikimiz; en kötü Oğuz Atay misali öldükten sonra sevilir, anlaşılır ve okunuruz be abi... Allah büyüktür, illa ki bakar yüzümüze, aman ha koyverme, inadını bırakıp da haklı çıkarma üç kuruşluk onca duygu yoksununu, asıl yenilmek budur zira; illa savaşacaksan, hiçbir şey olmamış gibi değil belki ama işin sonunu, büyük resmi görür gibi tereddütsüz ve ödünsüz, başından beri yaptığımız gibi severek savaş, onlara benzemeksizin. Sana aptal bir inanç ve oyalanma aracından farklı gelmediğinin bilincindeyim ama belki hakikaten vardır bizim gibi göğüs gerip topluma, inatla bizi arayan biri; sen böyle yaparsan ne diyeceğiz ona geldiğinde, "O tren kaçtı." falan mı?! Yazık olmaz mı ona, en az bize olduğu kadar yazık ve ayıp, en az bize olduğu denli haksızlık olmaz mı? Beni dinlemeyeceksen ona inan, biliyorum inanıyorsun, bizim en güzide ve benzersiz huyumuz bu, zaten bundan kaybettik biz, inandığımızı ve güvendiğimizi asla saklayamayıp biraz da tez canlı olduğumuzdan. Bunun da sonu gelir be Alptuğ, üzülme sen; vasiyetimizi yazdık ama ölmedik zamanında bak, sanıyor musun ki bunun bir sebebi yoktur, er ya da geç "olacak"... Hadi diyelim tamam deli çocuk, senin dediğin oldu, herkese hissettiklerini hissettirdin, acı çekesi gerekene acı çektirdin, anlaması gereken dibine kadar anladı seni; ne değişecek zannediyorsun, tüm bunlar olsa bile onlar, sana bunları hissettiren insanlar seni sevebilecek mi gerçekten, hadi diyelim sevdi, peki ya sen tüm bunların üstüne gerçekten kabul edebilecek misin onları? Son sorunun cevabını verme, çünkü olumlu olduğunu derinden hissediyorum, dedim ya bizim zaafımız bu. Sen görüyorsun da ben görmüyor muyum bu ara gördüğün abuk subuk rüyaları, sana asla mesaj atmayacak, asla aramayacak insanların arayıp mesaj attığını görüyorsun, hadi bu yaptıkları olumlu olsa rüyadır olur böyle şeyler diyeceğim ama rüyanda bile canını yakıyorlar, oh olsun falan... Ulan ne garip adamız biz, yine de aklından geçiriyorsun ama bunlara rağmen bile, arasalar açarsın belki, yaparsın. Boşuna endişeleniyorum belki de, biz kendimizi kine verebilecek adamlar olamıyoruz, yakıp yıkabilsek bile ağlamadan edemiyoruz. Acın elbette ki acım kardeşim ama vicdan acı söyler, biliyoruz umurlarında bile değiliz ve olmayacağız; ama keyfimizden kafa yormuyoruz da buna, çünkü mesaj atma ihtimali olan her canlı, henüz o kadar kötü olmamış bir canlıdır, içten içe bunu umuyoruz. Bir karar ver, ya akı da karayı da ezip geçecek gaddarlığa erişecek ve bekleyip göreceğiz, Ya da olduğumuz gibi devam, iyiye kadar sabredeceğiz, iyi ölümse dahi.
Saatler gecenin üçü, fark ettim ki soğumuş terim. Çok garip ve kesinlikle berbat bir his bu, alışmak hatta gamsız bir eyvallah etmek bu. Kötü müyüm? Elbette, her bir anlamda en kötüsüyüm hem de ama acımıyor içim her nedense, üzgün bile değilim, kızgın dahi değilim ne garip. Kaybettiğim dostum için koşmaya da mecalim kalmadı, birilerine ve geçmişe sövmeye de. Göz yumuyorum resmen artık, böyle bom bok bir durum oldu, herkes bahtiyar oldu ben kaldım diyorum devam ediyorum... Canım falan da acımıyor, birini de beklemiyorum; hala geçmişi düşünüyorum ama bu bir şeyi tetiklemiyor, üzülsem de bu üzgünlüğün hissedilişi hem ben hem de etraf için akvaryumdaki balık gibi, varlığı yokluğu bir. Duygusuz oldum di'mi sonunda, iyi halt ettim; üzerimde yalnızca her zamankinden beter bir miskinlik, tutunmaya çalışmıyorum, ne hayal kuruyorum ne umutlanıyorum... Ben size bir şey diyeyim mi, bunun adı sadece nefes alıp vermek. Kimseye karşı hiçbir şey hissedemediğimin farkında olmak da iyi değil tabi, aklımda sadece her zamankinden lazım olan asla ödenmemiş haklarım, geçmişten insanların nasıl bu kasar kötüleşebildiği hançeri ve benim hem ordan bir sille yiyip hem de o silleyi yediğim için haklı gerekçelerle fakat haksızlık olacak derecede ortada bırakılmam mevcut... Ben de değiştim öyle değil mi? Nitekim en üstün çabamı tam da bu durumda sergilemiştim, değişmemek ve inadına inanmak adına. Şimdiyse ne biliyor musunuz, paranoya diyebilirsiniz ve derseniz yanılmazsınız; kimse yok gibi hakikaten, herkes bir bir başkası misali, yeni geldim sanki her yere ve tanımıyorum kimseyi, galiba o kadar da umursamıyorum kendi attığım her bir adımı, biri bana adım atarsa ne ala ama hakikaten ötesi yok bu defa, ilk defa. En güzide tanım "sindirmek" olsa gerek bu gidişe, psikolojide ise bunun adı "duyarsızlaşma". Sindire sindire olanı, biteni ve edileni; yabancı biri oldum çıktım gibi, şehre, insanlarıma ama en çok kendime. Tam bu vakit yağmur damlaları binanın tepesine düşüp sesleriyse apartman boşluğunca uzanırken zifiri karanlıkta bir nefeslik odama, düşüncelerimin berrak olmasına karşın, bu berraklığı sağlayanın yeterince yıkılmış olmam olmasının bilincinde oluşum bir nevi azap hali yaşatırken bana sebebi yahut sorumlusu ben olmadığım; duygularımın vasfı teke indirgeniyor kendiliğinden, bunu bir fiil olarak aklımdan insanlığa zerk etmek gerekseydi eminim şuydu: "Sızlamak"... Sadistçe gelecek farkındayım ve bunun için özür dilerim ama düşünün ki yanmış bir insan, her tarafı yanmış, her tarafı birinci derece yanık, felaket yani; işte inanın bu insancağız bile yaralarından çok yangını düşünür, yandığı anı, aha ben de tam olarak o anlarda kaldım, şuan bu cümleyi kurarken bile aklıma farklı yaşlarımdan pek çok an yansıdı ve hüzünlendim, hüzün hafif kelime aslında ama acitasyona mahal yok şuan, böylesi daha doğru. Bir yerde gerçekten öylesine sindirmiş bulunuyorsun ki durumu, ağzından "N'aptım abicim bu kadar size ya?! Vurun beni bir köşe başında olsun bitsin, neden hikayeleştiriyorsunuz, yaşatıyorsunuz bunu?!" benzeri öfke yumağı bir cümle köpürerek çıkmaya yelteniyor ama dönüp bakıyorsun, ne cümlenin göründüğü kadar mecali var dillenmeye, ne senin en ufak işe yarar bulduğun var cümleyi, ne de karşı tarafa olumlu olumsuz etki edebileceğine hatta etmen gerektiğine dair bir gerekçen. Kötülermiş diyorsun öyle gidiyor, ölene kadar nefes alıp veriyorsun; kötülermiş, bak bunu da yaptılar diyorsun, sonra bir ömür yaptıklarıyla yaşamaya devam ediyorsun; kötülermiş, bak ne kadar da mutlular diyorsun, sonra vaden dolana kadar neyi eksik yaptım diye düşünüyorsun ve dank ediyor, "Değer verdin ulan geri zekalı, daha ne?!" diyorsun kendine ve bu sorunun cevabını asla veremeyeceğinden mütevellit susmaya başlıyorsun, insanlar da uzaktan bakıp, buna depresyon teşhisi koyup basıp gidiyorlar ama sen bu kurumuş ağacın altındaki ölü toprakla yaşamaya mecbur kalıyorsun. Şey diyorsun bir de bak burası önemli "Yıllar sonra, her şey düzelse ve onları görsem, yine de Allah'ın selamını bile verseler dönüp alır mıyım bilmiyorum." Bu ne yazık ki önemli ve gerçek bir cümle, bunu sorun etmiyorum; zira biliyorum ki Allah buna güvenmeyecek, o benim bunu ona karşı yapmadığımı da, ona olan saygımı da, geçen zaman içinde neler yaşadığımı, kimin bana ne yaşattığını, hatta bunu yaparken ne hissettiğini falan her şeyi biliyor, onun beni anladığını bilmek korkmamı engelliyor. Boşuna demiyorlar, Allah var! Sindirmek istemezdim, yanlarına kâr kalsın istemezdim, en çok da bütün iyi çabalarım boşa gitsin, karşılıksız kalsın asla istemezdim ama hepsi oldu bak. Denerim intikama benzer bir şeyi ama ne değişecek işte, biz onlar içinmişiz ama onlar için hiçmişiz; bu vakit onlar mutluluktan da ölse acıdan da geberse bana etki etmeyecek bu, hor görüldüğümle kalacağım... Hor görüldüğümle kalacağım evet, masum duygularımın ezilmişliğiyle, tüm duygularımın, bütün güvenimin sarsılmışlığıyla baş başa kalacağım. Kapıyı kapatır mısın? Ne güzel inanırdık "kendine nasıl davranılmasını istiyorsan başkalarına da öyle davran" deyişine, hangi it oğlu it uydurduysa bunu, ona söyleyin, teorisini Alptuğ Dağ bizzat kansız elleriyle çözdü, kendini boğarak çözdü... Dalgalar gibiyim, akıyorum ama önemi yok, akmasam da olur, bakanlar için denizde yalnızca bir anlığına oluşan belirsiz bir kıpırtı gibiyim... Kim ki bu Alptuğ Dağ denen mahluk, on kuruş gibiyim, mütemadiyen harcanmıyorum bile, herkes beni helal ediyor geçip gidiyor, 99,90TL'ye satılan o ürün bile beni reddediyor düşün! Beni bulamayanlar da varmış, hani?! Duy da inan, şuanda o denli komik gelmekte ki bu, oturup yazarak anlatamam. Sindirmeye başladığımı anladığımın ilk günü tam anlamıyla ota b*ka güldüm, neyse ki sezmedi insanlar içte başlayan dev bir depremin salladığını coşkuyla dışarıyı, abuk subuk espriler, türlü muzip saçmalıklar ama dokunsan ağlayacağım da biraz biraz... Garip bir şekilde çok eğleniyordum, bunun farkındaydım ve sıyırdığımı düşündüm, bu da bana daha fazla zevk verdi tabi. Bir an için kurtuldum sandım, uçtan uca delilik görünse de en azından son bulmuştu bir şeyler; ama yanılmışım, her zamanki ve herkesteki gibi çok yanılmışım, sindirmek aslında daha da derin bir sancıymış, gözümün önünden gitmeyen bazı görüntülerce anladım bunu; bütün gücü sindirim sistemime verdiğimden midir nedir, gerçeğe dair ne duygu ne bir şey kalmış dışarımda, içerisiyse malum bitmez azap, o kadar da kötü olmadığı yalanını kendine aralıksız söylemek ama tam da o kadar olmak, oradaki "o" harfi kadar basık bir biçimde sıkılıp ve sıkışıp kalmak derinde bir yerde... Ah daha anlatamıyorum bağışlayın, gecenin bu vakti her insan bastırdıklarının altında kalmaya başlıyor ister istemez; tek diyeceğim kaldı şimdi, benim ancak birini bulunduğum bu halden kurtarmam gerek kendi çıkışım için bile, ister inanın ister inkar edin doğrularınızca fakat başından beri hakikat bu; o yüzden siz orada özgürsünüz, ben kendi içimde sanki onar onar sakinleştirici almış kadar halsiz ve dermansız bir tutsak. Sindiremiyorum bu duruma düşmeyi, İsyan değil bu Allah'ım ama affet...
Bugün yine ihtiyar bir baykuş edasıyla okul koridorundaki merdivenin alttan ikinci basamağına tünemiş, günlük öğle arası okumalarımı yapmaktaydım ki oradan geçen bir delikanlı bana "Kolay gelsin!" deyiverdi. Anlamlandıramadım, zira kitabı okuduğum söylenemezdi, daha evvel bitirmiştim ve şimdiyse yalnızca önceden altını çizdiğim derin birtakım cümleleri okuyup o pek makus anıların çığlığını düşünüyor, bastırmak adına da tek kulağıma taktığım kulaklıktan gelen şarkıya eşlik ediyordum mırıldanarak. Bence o da bal gibi anlamıştı işin aslını, ondan öyle demişti; onunki hüzne, acıya, belki kullanılmışlık belki de bokluk hissine hitaben belki acırcasına belki öylesine, yalnızca anlıyorum dercesine gayrıihtiyari bir "Kolay gelsin!"di. Gelmesinin gerekliliğine zerre şüphem yok lakin cidden gelir miydi kolay? Hiçbir işim kolay olmamışken bunu on yahut dokuzuncu sınıfa giden o gencin söylemesi gerçekten kolaylaştırır mıydı yaşamak yemeğinin acı tarifini, yoksa yaşlı bir amca ve otuz altısında -belki de aldatılmış- bir kadından da mı duymak gerekirdi aynı temenniyi? Farkındayım gerçi, yetmiyor ve yetmeyecek anasını satayım, kimden duyarsan duy, "Seni seviyorum" harici zerre yetmeyecek. Yetmesini de istemezdim, bunu duymak kafiydi; yalandan bir defa duymuşluğum var aslında bunu da, kaldı ki o da zorla, rica minnet söyleterek işte; Güneşin Oğlu filminin finalini yaşamak istedim lakin bir intihar farkla, meğer zaten sevmek intiharmış benim adıma, acısı da sonra sonra çıkıyor namussuzun işte. Bizim kalbimizi kimler kimler kırmak istedi de, Biz müsaade ettik. Öte yandan sevmekmiş, değer vermekmiş, bir şeyler yazıp çizmekmiş, düşünüp etmekmiş falan bunların hiçbiri de yetmiyormuş kolay getirmeye, sevişlerimden biliyorum. Bak bu lafım sana delikanlı, her gün orada burada binbir halde gördüğün bu deli abin der ki: Hep taşı kadınlara dair korkuyu, aşk olanınkini de dost olanınkini de; tıpkı bir yaz akşamı sen tatlı bir uykudayken annenin kıyamayıp senin üzerini örttüğü o pike kadar ince ve aslında etkisiz bir şekilde de olsa kork hep kadınlardan. Ne tedbirli davran ne temkinli, asla kaçma da bu korku yüzünden; yalnızca ne yap biliyor musun çocuk, ağlatabilecekleri ihtimalinini aklından bir an olsun çıkarma, bilmiyorsun acımaz bazısı. Ben hep bizimkileri adi zannederdim, meğer hakikaten cinsiyeti yokmuş bir şeylerin, senin benim ağlamamız da dahilmiş buna... Dertlenme hemen çocuk, ağlamak sahiden kolay geliyor ağladıkça her şeyin aksine kolay geliyor ağlamak ve dışarıyı umursamamayı öğrendikçe içteki acının derinliğine binaen... Alışıyor muyuz lan yoksa çaktırmadan?! En fenası bu olur bak senin haberin yok; bir yerden sonra bir meczup dayanıklılığı kollar insanı, kullanılır, ezilir, atılırsın ama o kadar alışmışsındır ki farkına varamazsın. Vurdumduymaz gibi, onlar vurur sen duymaz, daha doğrusu duymazdan gelirsin ve bu yapabildiğin her ne kadar erdem dahi olsa elbet cezasını ağır ödersin, kolay geldiğine kendini inandırmaya ve başkalarını güya "kolay atlattığına" ikna etmeye çabalarsın da nafile; mesele aşk ise, sana gerçek bir "Seni seviyorum!" denmediği müddetçe, ne kolay gelir ne atlatırsın, hiçbir cümle bir halt etmez, hepsinin altında kalırsın. En yandığım da şeydir çocuk, İki kadına aşık olmuştum ben, Şimdiyse ikisine de aşkmış kadar Sevgim de saygım da kalmadı. Yine de aşığım bazılarına, bir "Kolay gelsin!"i belki binlerce teselli manalı sözcüğü anıımsatacak kadar güzel tonlarlar, onlar ki hakikaten bir şeyler yapmak isteyip de ellerinden bir şey gelmediğinden kendilerini "Kolay gelsin"in birine ustaca sığdırır çoğu zaman, hayranım onlara; onların bir "Kolay gelsin!"i bende "Yanındayım." gibi, "O yoksa bile ben git desen de buradayım." gibi pek çok mühim lafın etkisini eş zamanlı gösterebiliyor, bu sözcüklerin ruhu değil de nedir ben bilmiyorum.
Birileri belediye gibi açıp açıp gidiyor çukurları, yaraları... Diğerleri kapatamasa dahi deniyor en azından pansuman olmayı tuz dökmektense. O denemelerden öpeyim ben be, hüzünden ve büzülmekten çöle dönmüş, nemrut yüzümün nispeten kalın şu dudakları. Gözleri nemlendirmekten daha kolay gelmiyor yazık ki, değmeyecek insanlara ne laflar etmiş o kendini bilmez bir çift dudağı güzel sözler için hayata döndürme işi. Bakarsın bu işe bir öpücük çok güzel çare olabilir ama henüz öpücük ile aynı anlama gelen, "B" ile başlayan o kelimeye bile bitmedi kırgınlığım... Kimi onu isim taşıyor, işte onlar mutlu, işte biz onlara harcanmışız, az uz bir şey kalmışız. Uzun lafın kısası, hatta kısaların kısası şu ki olup bitmiş şeyin bitmeyen ve bitme garantisi taşımayan o ölümcül sızısından hareketle bunca yazı var bulurken kendini, var olmamakta ısrar eden kolaylıklar da yok değil aşk ve hayata dair; arayanın bulması ve hak etmeyenin bu defa olsun hasret kalması önem arz eden sevip sevilmek isteyen o kadınlardan söz ediyorum. Sayın beklenti sevgilim, buyurmaz mıydınız artık? Bu konuşmayı defalarca yaptık (yaptım) ama madem gelmediniz, bir kupleye daha hayır demem; Ne olursun kolay gel sen de her kimsen artık, kolayca çık gel ki bir an evvel, sana da bana da kolay et bu gittikçe tükenen ömür, sevgi, aşk gibi değerleri görmeyi; yetti başka umutlara sen diye yelken açıp boğulmadan dönmediğim bu amansız duygu kara sularında beni hayattan ve belki en çok da senden yorgun düşüren biçare çırpınışlarım! Her neredeysen biliyorum ki seni de ben olduğuna inandığın birileri yakıp geçiyor bakmadan göz yaşına ve bana geldiğinden zor geliyor eminim sana. Allah "Yeter peki bu kadar." dese, senden bana bir kapı açsa, bir rast gelsek kafi, kolay da geliriz inan hallederim orasını. Kolay gel n'olur Zor geliyor artık bana.
Bana biraz, çok değil ama biraz kötü biri olmayı öğretsenize, vurdumduymaz olmayı falan belki, size kalmış orası. Şart mıydı ulan bu kadar iyi niyetli olmak, bir kere yalan imiş zaten bütün o "iyilik et iyilik bul" saçmalıkları, sen birini ondan çok da düşünebiliyormuşsun, sen içinde bir küçük o bile olabiliyormuşsun ama onun umrunda olmuyormuşsun; yeni mottomuz olsa olsa "iyilik yap denize at"tır bundan sonra, "Alptuğ nasıldır ki ya?" diye akıldan geçerse cevap çoktan verilmiş zira "İyidir iyidir, bir zıkkım olmaz ona." Ey dostlar, beni niçin dövmediniz, deşip geçmediniz; "Alptuğ sen onun için bir s**im asla olmadın ve değilsin, sen geri zekalı gibi "Belki arar." diye beklerken o milletle fingirdiyormuş al övün şimdi bununla; sen kaşındın, sen bunu onun bile söylemesine rağmen yok iyidir yok şöyledir böyledir diye diye kendini de bizi de b*ka çevirdin." falan diye neden saydırmadınız?! Tekme tokat dalsaydınız işte hazır, yine kızar küserdim, hatta eminim ağır laflar ederdim bilmem ne ama gerçeğe dönüşüm bu kadar acı olmazdı... Ya keşke ne bileyim, keşke değseydi be. İnsanın aklından şimdi şimdi geçiyor zalim olmak, beni ilgilendirmiyor geber diyememek ve bunu demesi gerektiğini anladığında da dememiş olduğundan ötürü hıncını dostlarından çıkartmak gibi benim hatam, gibisi fazla bile belki; üstelik asıl mevzu hatanın içeriğinde, bu hata öyle bir hata ki, içinden hiçbir yere atamadığın ve seni kömür eden bir yangın düşün ki çaresiz bir can havliyle etrafa yönlendirme çabasındasın; söndürmeye çalışmak bir çare değil, çünkü bilirsin ki sönmez, inanmanın, güvenmenin, umut ve geçmişe dair kalp kırıklığının yangınını yakan bile söndüremez. Herkesin ama herkesin masum duygularına ve iyi niyetine lanet ettiği bir yer bulunur, bu defa payımıza düşen ise şu yıkılasıca duvarların kenarındaki, adeta var olmaktan aciz okul sırasıymış meğer. Neden sevdim ki zaten herhangisini, ettiğini bulmak dediğin bayağı bayağı şehir efsanesi niteliği kazanmış biz büyürken, yaşlandıkça anladık. Şimdi sen pişkin pişkin diyebilirsin ki "Onlar seni kaybetti, hak etmedi." bilmem ne, oysa bahsettiğiniz gibi olsa pişman da, üzülen de, acı çeken de bilmem ne eden de onlar olmalıydı fakat bu hikayenin mutlusu hariç her haltı benim işte. İnancım tam ama hak ettiğime, ilk defa diyebiliyorum ki hepsinden çok ben hak ettim bahtiyarlık makamını, en başta da ödüm kopacağından, mutlu olduğum an birilerini mutsuz edersem diye. Ne geldiyse de bundan geldi başıma ama olsun, bahtım bundan kararsa da hala güzel şey sevmek... Olmasına güzel lakin yok böyle bir ihtimalim, sevilip sevilmeye zerre ne inancım var ne itimadım. Kaçıp gitsem. Boktan bir sahil kasabasında ufak bir tekne ve yıkılmaya yüz tutmuş bir baraka isterim çok değil. Haklısınız, ne anlarım ben balıktan, tekneden bilmem neden; tıpkı sevilmekten, sevmemekten anlamadığım gibi... Adımı da Hakan Kaya diye tanıtacağım, kim bilecek nüfus cüzdanına bakmadıkça... Aklıma esse açılsam gitsem, fırtınalar görüp utansam çırpınan yüreğimden, Ege olur Marmara olur birinden kopup gitsem dalgalarca bilinmeze. Yaşanınca bir daha değiştirsem adımı Yaşar olarak, yaşar ne yaşar ne yaşamaz hesabı; Yaşar baba dedikleri, öğüt dinledikleri, nemrut ve pörsümüş bir ihtiyar olmak fikri ne denli aklımı çeliyor anlayamazsınız. Suskun bir moruk olarak noktayı koysam şu alengirli hayata en afillisinden ve o noktaya kadar gördüğüm her genç delikanlıya da hiçbir şeyi hak etmeyen kadınların var ve etrafımızda hatta ne yazık ki bazen tam şuramızda oluşlarından söz etsem de değse yaşadığıma buncasını. Yine yumuşadığım kısmına geldik bak yazının: Tarık abinin (hangi Tarık bilmiyorum) bir benzetmesi vardır: "Biraz evvel ağlamış kadınların yüzü". Cidden var mıdır bizim kadın halimiz, adını ileride Hakan olarak değilse bile bir kız ismiyle değiştirmeyi düşünmüş, sadece ve sadece karşılıklı değer görmek isteyen, daha 17 olan, biraz evvel ağlamış kadınlar? Onlar da arar mı dersin bizi, Hakan kaptanın denizlerde aramak istediği gibi kendini ve ruh eşini? Bulsa ya artık iki yara birbirini, bulsa ve biyolojik imkansızlıklara rağmen bir inatla iki yara birbirine kaynayıp bir olsa ve arınsa kırıklarından tüm eski kalpler, mutlu etmek ve olmak üzerine kursa kalan tüm atışlarını da yazık olmasa artık... Pıt! Pıt! Pıt!.. Aşina olmadığımız bu yerler bizi yorar da, ağlatır da aşikar, doksanlar genci olmak vardı, arada bir Yavuz Çetin'e benzetiyorum zaten kafamı ister istemez; örneğin onun gitarı benim kalemim, ikimize de hem işimizde hem içimizde iyi olduğumuzu söyleyip inandıramadılar, ikimiz de yok yere üzülüp fazladan değer verdik; iki fark var, biri onun yetenekli benim beceriksiz olmam, diğeri ise onun bu dünyada olmaması. Garip bir şekilde ters işliyor ihtiyacım Yavuz abi gibi, sevilmek kuşkusunda uçurum kenarında gibi dolanan o biraz evvel ağlamış kadını bulsam da çekip alsam, boşa gitmese ilk defa sevgim. Hep bunu söylüyorum di'mi? Farkındayım tasalanmayın, yalnızca biraz Gregor Samsa benzeri hisler vuku buluyor içimde, öyle bir gerginlik işte. Belki de "Gülmek için yaratılmış kadın ve adamların tebessüme hasret yüzleri" tanımını da ben kazandırmalıyım Türk sevgi kurumuna, tüm dünyaya. Yüzlerimizdeki halimizi açık eden bu kara simalarımız o derece ele vermese saflığımızı, lüzümsuz merhametimiz becerebilse pıhtılaşmayı da bir defaya mahsus kapansa biraz evvel ağlatan, yüzümüzden okunan yürek yaralarımız. Olmasın mı yazıklar çürüyüp giden bize Yanmasın mı birileri bize dair, Kopmasın mı asi bir fırtına bu defa başkalarına, Bu defa biz gitmeyelim kaçar gibi, onlar defolmasın mı? Tunç olmuş yüreğim paha kaybetmeden Sıkmak adına kalmamışken gayretim dişimi Beklemek korkusunun kaynağı meğer Ömrün geçtiğini hissetmekmiş değmeyenlere. Göğsünü sakın ve kapat gözlerini Kavuşmak yakın ve yürekler ihtilalde Kazanırız güzel kadın yeter ki sen gel, İhmal etme gülmeyi biraz evvel...