Zaman durur Gözyaşları büyük gelir Bilemediğin iklimlerin arasında Öylece yalnız Sanki mağrurluğunu bir bitkiden alır gibi Dokunur kapı tokmağına Henüz beklemedim Dogmaya merhem Sümbüller açsın Suskunluk kuru ve cazip Birden Göçebe teçhizatlarca Fiyongu ellerinin Bağdat'tan ayrı ve pek çok Kızıl birer meşrubat Aşık olmanın kırılma indisi,az yoğun-çok yoğun hesabı Asrın kalifiyeden hariç En güzel nida demeye dilim Kalmaz ola geri Alacak öte berim Gün yüzü süre Canda bu hal bulunmasa... Kırk gecikmeden mensup Arzuhalini yatır dovün Hizalı kuşlar ve polivinilklorür Asabım öğür benliğince Gülü ve gürzü, Aynı bacının fuları Tek yekün Dün Kışmet değilmiş üşüdüm Lazım gelen hicranı Kaptıran somut görü Maksudiyetinde yatan mahçup Gözlerini dinlendiren perişan Desen Belkim ketun He razıydın kesin Ne verecek,gönül mü Dümen yandı gidiyor balık Başka buhara Tersi gerin istidada Hür meşk bedevidir İlmihalinde sevda,gözlerinden bellidir...
Sezen ablanın(ablalık bir yaş da yok aramızda ama)şarkısındaki gibi uzak geliyor artık,yaşamak,hayat,hissetmek,teveccüh... Uzak anladın mı?Olmaza olmaz diyorsun bir yerden sonra,sözde mantık adı altında yalnızca umut etmeyi kesiyorsun;mantık budalası bir yetişkinin hayallerinin peşinden giden bir çocuğa yenik düşmesi vardır ya,işte sanırım ben artık biraz biraz yetişkinim ve ona yenik düşmüş olabilirim.Bu bizatihi demektir ki;o heyecanlı ve hayalleri olan dünya tatlısı bir çocuk,bense onun hayallerinden biri olmadığına kendini ikna etmiş,"mantıklı"denilen türden davranmaya bir marifet gibi bakmamasına hatta nefret etmesine rağmen öyle yapmak zorunda hisseden aptal bir yetişkin.Ona sevdiğimi söyleyemem,oysa inanır mısınız daha saatler önce aklımdan "Seven sevdiğini söyleyecek arkadaş,kimse seveniyle geçirmediği anların kahrını çekmek durumunda değil" benzeri bir cümle basıp gitti... Tabi bu ihtimal dışı,ancak bir fantezi;neymiş efendim ona sevdiğimi itiraf edecekmişim de o da dönüp bunu beklediğini söyleyecekmiş.Üzgünüm ama hayat bu kadar güzel değil işte,emin olmasam da,ondan bunu beklemesem de söylediğimde gidecek biliyorum.Emin olmaksızın bilmek diye bir şey var inanın,aşkta var;çünküsü herkes gitti anladınız mı,iyisi-kötüsü,seveni-sevmeyeni,vesairesi.Ve insanlar gidince "biz bize" kalacağımız bir bizlik de kalmadı,neredeyse artık yalnızlık bile yok da ben var;bencil yahut egoist falan değilim,bu halihazırda gözlerinizle gördüğünüz,tamamen hayatın beni itmesiyle oluşmuş bir kendindelik hali.Kendimdeyim yani,bilincim açık,gözlerim açık,parmaklarım hala klavyede,düşündüğüm pek çok şey ve kişi mevcut,kalbim hala atıyor zannedersem... Değin böyle mi gidecek sonsuza,kesinmiş gibi endişe edilerek;tek ben değilim ne yazık ki,yani bu dünyada bu şeye sahip tek kişinin ben olduğunu bilseydim çok daha güzel olurdu ama değilim,bunu da çok güzel bir şey olduğu için değil,ben çok fedakar olduğum için söylüyorum.Daha bu sabah aynı şeyleri yakın bir arkadaşımdan duydum,bir şey diyemedim;beni bilen bilir zaten yıllardır aynı terane,bir şekilde bilirdim yine uygun olmayı ama tüm bunları daha yeni yeni tadanlar oldukça içim acıyor yalan yok... Güvenememek,biliyor gibi olmak,istemek ama heves duymamak gibi zehir zıkkım bir şey sevgiye karşı;bunun adı mahrem ve mahrumiyet,bunun adı düşkünlük... Ona "Ve sanırım şimdi daha iyi anladın ona neden asla söylemeyeceğimi" demek durumunda kaldım,işin garibi bunu söylerken kendi söylediğimden de korktum biraz;biraz bu gerçek olacak diye diretirken mantık adında bir öfkeyle,biraz da gerçek olmamasını gerektirecek bir durum ortaya çıksa diye dilendim açıkça.Yaşadığımız bu şey hayat olunca işte,sırf onu yaşadığımız için ondan bir şeyler beklemeyi hak görüyoruz,haklıyız da zaten.Şuncacık bebek bile bekler,kazık kadar adam beklemiş çok mu,sonuç olarak beklemek işte,öyle.... Kimin için olduğundan emin değilim ama ya benim,ya onun,ya onu seven birinin,belki de bu seçeneklerden birkaçının,yahut hepsinin iyiliği için susmam gerekmiş gibi işte,içimde tutmalıymışım gibi;sadece iyilik için bile değil,aramızdaki şey halen daha çözemedim ama her ne ise,onun da akıbeti için;aşk doğacak diye onu öldürürüz çünkü,sonra aşk da doğmayıverir,kendi gemimizi yaktığımızla kalırız sade.İçinde tutmayacaksın,içinde tutmak kötü biliyorum,hiçbir şeyi daha iyiye götüremez bunu da biliyorum;lakin bu durum az daha farklı gibi,bu defa gerçekten gerekiyormuş gibi,bu defa kahramanlık buymuş ve içimdeki kahramanı zaptedemeyecekmişim gibi... Amaan,neyin kahramanlığıysa bu;sevdiğime sevdiğimi söyleyememekle neyi kurtarmayı düşünüyorsam sanki,bunlar da kendimi avutmak için uzata uzata bitiremediğim basit avuntular işte,çünkü bu yazı bittiğinde de benim için hiç bir şey değişmemiş olacak... Ne anlamı var öyleyse?bitsin madem, İşte bitti...
"Git" işte,üç harf tek kelime."Git" demek öyle dizi filmde yansıttıkları kadar da zor değildir ha sevdiğine falan,bir çırpıdır;denir,biter,hatta bazen tavır bunu sürdürür ki zor olanı da dedikten sonradır,denenden dönmek.Dönmek dediysem yemin değil ya tabi dönersin elinde sonunda;buranın zoru dediğim,git demenin sebeplerinden o "git"i gidene değin tutmaktır.Varsay sen ölüm kussaydın ey insanoğlu,insankızına dönüp de "kal","gel" der miydin mesela;demezdin abim,demezdin emin ol,hatta tereddütsüz bir "git"in içine sığınıp saklardın çaresizliğini,üstüne ütlük vahim bir klişe olaraktan da senden nefret edebilmesi mümkünse bunun her şeyi kolaylaştıracağını düşünürdün,ben de,sen de,o da bire bir bunu yapardık...
O kızçeyi varsayalım şimdi,ölmeyi mi incinmeyi mi hak ederdi,tabi ki de hiçbirini.Peki ya hangisini seçerdi?İşte bunu ona soramazken gösterilen cesaretsizlik tek bir kelimeyle ona karşı dile getirilirse bunun adı "git"tir,bu denli basit ve karmaşık.Birine her ikisini de hiç yakıştıramadığın ve ikisine de sebep olacağın iki boktan ihtimali sunman gerekmesi,"git" demekse pisliğin biri gözükecek olmaya,canını yakacak olmaya rağmen hala her şeyiyle en iyi seçenek dimi?Kompleks düşünütsün çünkü,geceleri uyuyamazsın sızarsın,gündüzleriyse gözlerin açıktır ama anlamazsın;oysa dışardan bakar doğal olarak,bilmez-etmez,basit düşünür ve bu bağlamda suçlu sensindir;durup dururken izahı bilem olmayan kupkuru bir adet"Git".Çok kez şahit oldum,masallarda kullanılan denli imkansız tesadüf ve vedsireler hayatta hep vat,inanılmamızı da zorlaştırıyorlar;yalansa da biz sadece iyi kalpli yalancı,hatta yabancılarız...
Ha bir açıdan da hakarettir bak bu,mantıklı;aşk için kendisi göze alıp da karşısındakinin alıp alamayacağına tereddüt etmektir belki de bir nebze."Ben senin için ölürüm tabi ama sen benim için ölmeye hevesli misin bilemedim söyleyemedim."dir işte bu;hadi bu ihtimalden de bir şekilde yırtabildin diyelim,kişiyi kendin gibi düşündüğünde,onu ölmektense sensiz yaşamaya mahkum ederek bir nevi cezalandırmaktır bu;sen olsan düşünmezsin çünkü delikanı,biliyoruz,sen onsuz duramazsın ölürsün ama ondan bunu becerebilmesini beklersen inan bana da bir bencillik,hatta daliskasıdır tabiri caizse.Kendini ondan ayrı bırakmanın yanı sıra onu kıskanmamak gibi olduğu için bile bencilliktir...
Yahu bak mesela bu yazının yazanı benim,ama ikinci paragrafta taraf değiştirdim."Sen git" diyecektim koçum ama eğri doğru biraz düşününce de birinin sana durup dururken git demesinde dahi bir mantık aranabilir(suçu kendinde aramak gibi(,lakin biri sorgusuz sualsiz gittiğinde onun ancak suratına tükürülür.Böyle iyi be masum bir amaçla yola çıkıp buna mahsur kalmanın acizliğinden söz ederdim fakat şu ana kadar incelediğimiz tüm ihtimaller fiyasko.Kaldı ki bu örnek ölüm bile olsa buna benzer irili ufaklı pek çok sıradan örnek var...
Farkındayım burası benim mekanım ama ben gitmeliyim sanırım,neticesi olmayan bir durumu izah etmek için bu denli çırpınıp durmam bunun için en mantıklı sebep sanırsam...
Bu arada şu "Sevdanı içine göm de kahraman ol" temalı herhangi fiil ve fikir tamamen yalan-dolan.Git diyeceksin,kal diyeceksin,hatta alakasız bir "Ne içersin?" dahi olsun diyeceksin ama susmayacaksın,kimse susmayı hak etmez çünkü ama daha da ötesinde;susmak suç bastırmak,bazen de suç atmaktır,bunu da hiç bir şeyden haberi olmayan birine niçin olursa olsun yapmak,kusura bakmayın ama bariz hayvanlıktır,bunu yapacaksanız gidin işte;suskunlukla kendi derin düşünceleriniz gibi başka düşüncelere onu da sevk etmek bencilliğidir çünkü bu da...
En iyisi anlatmak,çünkü seven asla kabullenemezken hep saygı duyar;hangisi ağır basarsa bassın,onunla gelir;zira ölümden sonra en büyük gelen gitmek sevgiliye gitmektir,huyuna-suyuna mesela...
Hayat... Kısa,hayret verici,merak uyandırıcı,anlamlı-anlamsız,umutlu-umutsuz,ölümlü-ölümcül,iyi-kötü. Yani yarın yok diye düşündüm de,yarının son günüm olduğunu;bunu yarına bel bağlayarak değil tüm yarınlar için düşündüm.Nazım'ın dizeleri gibi ölümü düşünerek anlık bir çıldırmaydı bu,herkesin hayatında çoğu kez vakıf olduğu,gerekliliği şuraya dursun lakin neredeyse sıradan bir şey,ki dikkatinizi çekerim bahsettiğimiz şey ölüm... Bunun yanında yarına,Allah'ın cumartesisine bile okul koymuşlar aklınca ölümsüzler;belki de daha önce sittin defa teşebbüs ettiğim bir düşünce kalıbı bu yüzden bugün aklıma geldi.Sınavda birinci oldun,bunun için çok çalışmıştın,kimsenin yapmadığını yapmıştın ama taak!..Yoksun artık;hepsi de yok yereymiş bak,sana hakkını kim verecek?dur ben söyliyim,bırak hakkını vermeyi,eğer böyle bir hakkın,yahut boşa giden bir şeylerin olduğunu düşünen,bunun farkında olan tek kişi olsun varsa kendini şanslı saymalısın.Belki sınav örneği vesaire şuan aklımdan geçeni algılatmaya yetemeyecek denli basit kalmıştır,ama bu düzen her şeyde böyle.Aferin demezler ölüye,şehide bile demiyorlar artık anlasana.. Ölüm başarıyı örter,çabayı,hatta kimi zaman emeği bile,oysa sevgi,yahut anı...Yine aynı yerden örnek vereyim,bugün yarın da sınav olduğundan gün boyu ders çalışmasaydım belki de unutulmaz bir gün yaşayabilir,daha da önemlisi yaşatabilirdim(ders çalışmasaydım mutlaka benzersiz bir gün geçirirdim demiyorum,bilakis eminim geçirmezdim,lakin konu bu değil)Bu arada çalışmaya kimse zorlamadı beni(o da sadece fiilen),dünya artık öyle bir yöne gidiyor ki size komut vermek yerine sizden istediklerini birer değermiş gibi sunuyorlar;onlar gibi olup istedikleri şeyleri onlar kadar isteyin,bunun için hunharca çaba sarf edin ama onlar hiç bir şey yapmasın,her şey son bulduğunda ise istediklerini onlara sunun ve kendinizi bununla tatmin olmuş hissedin,tam anlamıyla bir evcil hayvan gibi... "Konuyu nereye bağladın,ne alaka?!" demeniz gerekti tam burada,sorguladıysanız ne mutlu.Unutmadan izah edeyim;senin ömrünün yeni cağı da göz önünde bulundurursak okul öncesi falan filan derken en aşağı 18 senesi boyunca didinip girip giremeyeceğin,girsen de maaşı belli olmayan,olsa da umduğun gibi gitmeme olasılığı her zaman için en az yüzde elli olan iş,sence bu iş gerçekten tatmin eder mi seni?ya da daha doğru bir biçimde sorayım;gerçekten seni mi tatmin eder yoksa bir üssün yahut onun da bilmem kaç kademe üstünü mü?Ve dur sen bana cevabı vermeden önce beş kelime edeyim;üst diye bir şey yok!Ne üst var ne de en tepe,ama herkes birbirini tepiklemekle meşgul orası doğru.Dilersen olaya biraz daha farklı yaklaşalım,şu kast sistemi denen zımbırtı,hatta biraz daha derine inmek gerekirse reenkarnasyon bile(ama inmeyeceğim),bunu da geç imrendirmeye yönelik türlü çaba,alengirli reklamlar,şaşalı mekanlar,cafcaflı sözler... Tüm bunlar size birer değer gibi empoze ettikleri şeyleri yaparsanız başınıza gelecekler değil,aslında bunlara harcadığınız güzel zamanlar;en iyi diye bir şey yok dostum,iyi diye de bir tek insanlıktan söz edebilirdik ama bilmem iyi insan kaldı mı geriye... Ve sözün özü dostum,bir işe yaramayacak,sadece okunmakla kalacak da olsa ben gecenin on ikisinde üşenmeyip bu kadar şey düşünüp yazmakla iyi bir şey yaptım,belki de yarın gideceğim okulda geçireceğim bilmem kaç saatten daha verimli;tabi bu da verim algınıza göre değişir,neyi işe yaramaz gördüğünüz,daha çok da neyi işe yaramaz gösterdikleriyle alakalı bu;sırf bu yüzdendir ki aynı zekaya sahip olduğumuz çoğu insan bu yazıyı da,sanatı da,bilmem neyi de işe yaramaz görecek çünkü oturup düşünmeyecek;neden?Çünkü onun daha önemli işleri var,ders çalışıp uzaya gidecek,ben gibi boş değil herkes... Tamam herkesi bir yana bırakalım,bana sözde bir değer için feragat ettiğim(fakat aslında sahte karşılıklara,karşılıksız olarak her kim bilmiyorum ama birilerine sunduğum)sevdiklerimle geçireceğim zamanı kim verecek bana?Allah tabi,nihayetinde o;zaten o olmasa çekilecek yer değil.Kısa bir şeye daha değinip güya sorumluluklarıma geri döneceğim;yıllarca okuyup meslek sahibi olunca da mesleğine senelerini adamış birkaç öğretmenim,sekizde yedi buçuk kusurlu,tabiri caizse(öyle tabi ki de) her haltı yemiş kimi kimselere,benim hakkım söz konusuyken dahi göz göre göre,tek,ufacık bir ceza veremedi,tek yapabildiği şey uzlaşmaya gitmek oldu ve bunun türkçesi "Hiç bir şey olmamış gibi,olan bana oldu"... Sözde makam,mevki,her şey onlarken kıllarını olsun kıpırdatamadılar;bu boşa gitmişliktir işte,bundan söz ediyordum... Hayat,boşa da doluya da aynı hayat...
Merhaba canım(a'yı uzatırcasına) insanlar,bugün size birkaç şeyden bahsetmem lazım gelir,gelmese de bahsedeceğim... İnsanlarla sorunum yoktur,çocukları çok severim mesela.Yani ben öyle durduk yere bir şey yapacak biri değilim,hafif deliliklerim yok mudur desem herkes kadar;lakin bu ara kötü biri gibi lanse ediliyorum,biraz da kendi beceriksizliğimden,öfkemi kontrol edemeyişimden.Öfke kontrolü problemim falan yok ha,taa ki bardak taşıncaya kadar(oysa benim bardağım herhangi bir insanınkinden çok daha hacimlidir) Babamla bir anımız vardır hiç unutmam,bir gün Sabri Tuncer'in önünde durduğumuzda kapıyı kilitlemişti,neden böyle yaptığını sorduğumdaysa geçen tipe bakıp "Çakal gibi bakıyor" demişti,nereden anladığımı sorduğumda benim de anlayacağımı söylemişti.İşte ben onu anlıyorum... Gayet açık ve net iddia ediyorum ki kimin ne halt olduğunu o ortamdaki yaşca büyüklerimden de daha iyi biliyorum,o kişilerle hiç sorunumuz olmasa bile farzımahal,yine de tüm bunlar benim vicdanımı,midemi bulandırıyor;çünkü onlar orada değilken ben oradaydım,onlar o kadar umamazken ben tanıktım... En dumur olduğum şeydir zaten,biriyle bir ortama tıkılıp o kişiyle sükunet içerisinde olmanın istenmesi yahut buna mecbur tutulmak;ulan madem hayatım için oradayım,şerefsizle arama bir şey koyacağım ki insanlığımdan sapmayayım;annem var ya annem,daha dün o bile dedi "Onlar senin arkadaşın",yahu bir gidin arkadaşımı bari ben seçeyim.İnanın bana ben çok çaba harcadım,ama karşı taraf insan değil;duygusuz,ruhsuz,vicdansız,insaniyetsiz,anca kendi mevzularında biraz insan gibi;Allah rızası için bana böyleleriyle bir ilişki/iletişim içinde olmam için emrivaki yapmayın,bunu başarmak için adım atmayacağımı da unutmayn... Ama ah ah,ben kendime son damlada bile olsa yenik düşmeyecektim,öfkelenince onların da eline malzeme oldu,masum tarafken onlar kadar olmasa da suçlu oldum..Ha ama yargılanmadım,hele bir yargılansaydım zaten... Valla ister inanın ister inanmayın,şu gün kimin neye inandığı zerre umurumda değil;lakin ben öyle öfkeli,barut fıçısı bir adam değilim.Ben çok iyi bir insandım,cidden bir melektim;hala da öyleyim,belki bugün ve önceden de ağır küfürler ettim lakin küfrün içeriğinden olmasa bile,edişimden ettirenden ve sebebinden ötürü zerre pişman değilim,kaldı ki ilk küfrümü de ben okulda öğrendim,yine böyle tiplerden... Farklı olurdu anlatabiliyor muyum,daha saygılı,duygulu,duyarlı,hoşgörülü,akıllı,vicdanlı,merhametli,kısacası düzgün insanlardan oluşan bir toplumun içinde olsaydım çok daha iyi biri olabilirdim,şimdiyse sadece inadımın yettiği kadar iyiyim yazık ki;suçlusu da asla ama asla ben değilim,öyle biline... Benim anlaşma sorunum falan yok ha öyle düşünmeyin,yemin ederim senelerce sorun bendedir diye de öz eleştiri yaptım ama yok;neslim çirkin arkadaş benim,sadece neslim çirkin ve ben kendimi bir şeye dahil görme çabasında değilim çoğunluğun aksine.Babam geçen gün "Senin yaşıtlarınla geçinmeyi bilmen gerekir,ODTÜ'lüler senin arkadaşın değil" demişti ya yanılmış,babam vallahi benim bir şey bilmem gerekmiyor be,ben doğru yerdeyim... Şimdiyse kimse ciğeri beş para etmez çakallar için benden meleklik beklemesin bu arada;ha suçlayan da suçlasın,ben doğru olanı yaptım,sonuna kadar da kendi arkamdayım.İleri gitmedim mi gittim,ama ondan da bi'zahmet beni ileri gitmeye sürükleyen ve bunu engellemeyen her türlü etken utansın,çünkü o çakal bakışlı serseriden bile ben özür diledim;oysa beklediğim davranışı sergiledi,lamı cimi kem küm zar zor özür diledi... Ha bakın bir de şu var ki ben şaka kaldıramıyormuş konumuna düştüm(oysa ki "Yapmayın!" dediğimde "Uğraşmayın ya çocukla" diye pis pis gülen aşağılıklar da bunlardı),herhangi bir insana kıyasla geç bile kapıldığım öfkeme bu da eklenince bir çeşit haklı çıkma çabaları oldu;lakin yine aynı iddialı üslupla diyorum ki ben şakayla başka bir şeyi de,insanla iti de en iyi ayırt edecek kafadayım.Sadece öfke... Öfkemi tutamadım,bunu 3-4 aylık bir sürecin son iki haftasında falan yapamadım;yerimde olsaydınız her şeye rağmen bile haklı derdiniz ama neyse... Gelelim bunun nedenine;ben yıllardır kolay lokma bilindim,uğraşıldım,itildim-kakıldım,bilmem neler oldu lakin bir gıdım ses etmedim Allah yukarıda;bu defa düşündüm ya,ego olarak değil ama Alptuğ Dağ kolay lokma olamazdı,üç beş kendini bilmez yapacağını yapıp hiç bir şey olmadan gidememeliydi;korksunlar bile istemedim,canları yansın istedim,yalvarsınlar istedim evet;oysa zerre sadist değilim vallahi billahi tillahi.Ben senelerdir bunun gibi türlü eziyeti çekip kendimden ödün vermezken bunların eşek gibi sırıtıp zerre zahiyatsız çekip gidebilmesi kanıma dokundu,bunu her insan evladı anlar herhalde.Büyük resimde ben kazanıyorsam bile herkesin küçük resme bakmaktan bir hal olduğu bu boktan coğrafyada her daim haklı ve yenilen taraf olmak koydu... En ama en önemlisi de;bugün ben tek celsede özrümü dilerken yürekten pişmandım,ama onlar değildi,biliyorum... Şimdi isteyen benimle,isteyen değil,isteyen konuşur,isteyen ne halt ederse eder;laf anlatmaktan yoruldum artık,beni bilen biliyor,ben kendimi biliyorum,doğru yoldayım.Bu itleri dövsen de adam olmaz zaten,zihinleridir fikirleridir duygularıdır her şeyleri son derece kirli ve her ne hikmettir seneleridr kafam basmaz lakin bu onların sorunu bile olsa cefasını hep ben çekerim...Kafasını koparsan olan yine sana;müdüre falan da gidilmez,onların çocukluğuna verir pek de bir şey diyemez.Oysa ben diyorum ki bu bir mobbing'dir,bana karşı işlenmiş gerçek bir suç yani;sadece bıraktım artık bu işin peşini,devam etmez de sanırım.Bıraktım çünkü bu dünya adil değil,insanlar argümanları safsatalarla kendi lehine kullanmaktan başka bir şey yapamazken daha mobbing'in ne olduğundan dahi haberleri yok... Zerre kötü olan kim,ne varsa Allah bin türlü belasını versin;ben çok vermek isterdim,ama yoruldum.Şimdi size anlattım,rahatlamadım ama,yine yoruldum... Bu benim kavgam,insanlar gelip geçici;inşallah bu kavgayı bir gün ben kazanacağım ve o gün kibir deyin ne derseniz deyin,bana en ufak işi düşecek herkes kişiliğinden nasibini alacak;çıkartacağım hayatımdan kaba,ilkel,saldırgan herkesi,bütün iti,çakalı sinsiyi.Beni de kendilerine benzetiyorlar çünkü ve bu hoş değil... Onlarla onların dilinden başa çıkmaya çalışıp suçlanmak var ya,işte varsa onun da Allah belasını versin... Bu şarkının sözlerine dikkat bu arada...☺
Sevmek dediğin ilmihalinde taşır derin denen o zıkkımı,gizliyi,saklıyı.Bir şeyi sana zerre etkisi olmayıp sırf ona faydası olsa dahi çok istemekten ırak kalamamak bu derinin dibidir.Şehrin pek kimsenin bilmediği dehlizleridir,yine kimsenin gitmediği,çoğunun korktuğu,karanlık,izbe ve meçhul.Gör bak ki o dehlizleri de birileri yaptı,her an ayağının altında olduğunu bildiğin,hiç gitmediğin o yeri.Yürek de öyle değil midir,sevdiğin insanın seni sevmeyen yüreği üstelik de o somut olarak yanındayken,yani ikinizden de öte,ikinizin yüreği arasında santimetreler varken... Bu iş de korkunçtur,yanıbaşındaki yüreği avcunun içi gibi bilmek,içine girmeyi istemek ama korkmak,daha doğrusu çekinmek,hatta onu sevmeyeceğinden emin olduğu bu usul yüreği,böyle bir gerçekle ürkütmekten kaçınmak,yanıbaşındayken... Şimdi diyeceksiniz bu oğlan birinin mi yanındaydı,lakin alakası yok;ben bu şerefe bir kere nail olduğumda andan haberim yoktu,sonrasındaysa başta yazdığım tüm bu düşünceler kaburgalarıma oturdu.Eski defterleri mi açalım?Peki peki,bu defalık kırmayalım; Sevdiğin insanla yan yana olduğun da onun sevdiğini bilmediği,hatta bildiği ama sevmediği anın ikisini de aynı insana karşı yaşamış biri olarak söylüyorum önceden.Onu o an o kadar hissetmezsin,ama illa ki de hissedersin;acısı sonradan çıkar sadece,aradan yıllar geçer ve bazen herhangi bir durumdan aklına çalınır o an,maç özeti gibi aynı pozisyonu farklı açılardan onlarca görsel ve duygusal tekrara bölüp izlersin.İşte normal insanlar buna dalmak,bunu yapama dalgın diyorlar sanırım... Derin denizlere dalmadım ben hiç,ama kendimi bir şehir farz etmem lazım gelse derin dehlizlerim var dört bir yanımda.Benimkiler korkunç falan değil,gizemi de değil;kocaman ve boşlar,lakin bir tanesi de var ki...Boşverin siz onu be,demem o ki hepimizin yürek dediği dehlizlerden oluşur ve hepimiz birbirimizin dehlizine girmeye her nedense korkarken,karşı tarafın da korktuğunu bilmemize karşın kendi dehlizlerimizde onları ararız.Birinin yüreğine girmekten korkulmaz haklısınız,buradaki esas an da girememektir zaten,girememek ve olduğun yerde de kalamamak.Birinin yüreğinde bize ayrılan bir yer olduğunu bilmek hoş olurdu kanımca,her insan kendine dehliz bellediği yüreğinden,deniz kıyısı gibi gördüğü başka bir yüreğe adım atardı,çünkü en baba egoist bile o derinlerde küçümser kendini,eziktir,çaresizdir,vesairedir... Sevmek dediğinin ucu bucağında kendi kuytunu birine saray kılmak ve de onun kuytusunaysa saraymış gibi razı olmak fikrini taşımaz mı?İnsanın kendinden kaçabilmeyi,bir diğerine kavuşabilmeyi becerebildiği yer dehliz olsa kaç yazar peki? Bu çağda kuytu bir kalp bulsa içine girip ağlayacak tonla adam/kadıncağız vardır,o kalp kuytu mu değil mi,müsait mi diye düşünerek dehlizlerinin karanlığına saklanırlar mecbur;korkmak filan da değil be onlarınki,"Yok,şimdi rahatsızlık vermeyeyim" diyen,ama girmek için de can atan küçük komşu çocuğu gibiler... Velhasıl kelam iyiyim ben dehlizimde,tamam soğuk ve yankı da yapıyor ama olsun o kadar;bakmasınlar öyle,hiç boşuna uğraşmasınlar seviyorum diyemem,biliyorum o kalbe giremem,onun dehlizi yoktur,bir yer altı kalbinden gelme hisler edemez ki onu mutlu;niçin sevsin,o yeryüzü bense kendi dibim.Hiç kaçırmaya gerek yok şimdi peri kızını;hem o dehlizlerim altında kendi olduğunu bilirse her hüznümde,dalgınlığımda kendini suçlar biliyorum.Üstelik de o başkasını seviyor,benim kalbimin en,belki de tek aydınlık köşesinde o olduğu gibi onun da kalbinin makamında bir başkasının adı yazılı;o kişi orada olsun olmasın ben o koltuğa oturamam,kendi refahına hizmettir zira bu,sevmek değil... Kalbim bir dehlizden çok masalsı bir yer olsa onu davet etmek olurdu bak,ama değil;o dehliz benim için iyi bu sebepten,sessiz olurum,saklanırim,aşkım fark edilmez ve bir nebze mutlu kalırım.Yemişim içine girmeyi zaten,onun kalbine azcık dahi yakınsam sokağında dahi yatarım...
Yazdıklarımı okumadan önce lütfen aşağıdaki şarkıyı açınız... Sevdiğim bir dizinin bir repliğinden yola çıkarak yazıyorum bu defa "Bir kızı bin kişi ister,dokuz yüz doksan dokuz kişi alamaz;sen o dokuz yüz doksan dokuz kişinin parçasısın,yalnız değilsin,kocaman bir güruhun parçasısın!" Hayat da böyle değil midir makberden hallice,olmak ile olmamak,ölmek ile ölmemek,sevmek ile sevmemek değil "sevilmemek" Bu kusursuz ikilemeleri bozmaya teşebbüs eden tek ikilem işte bu son söylediğim;diğerleri bir güruhun parçası,kırk senedir olup biten,konuşsan da sussan da aynı sonuca varan,değişmeyen birer menem.Ama işte bu son söylediğim değildir öyle,içinde bazen bir kuş tüyü,bazen bir koli kadar umut vardır,bakarsın hayatın en değişken yanıdır bile;buna karşın sevip de sevilmemek demek yaşayıp da ölecek olmaktan daha çaresizliktir;zira yaşadığın,yaşayabildiğin,bunu tattığın için ölürsün,kaldı ki ahiret inancın da varsa cenneti hedeflediğinden diyeyim bu durum çaresizlikten çıkar;lakin sevdiğin için sevilmediğin gibi bir argüman mümkün değildir,tadına bile varamadığın şeyin sırf tadına varmak istediğin için bunu becerip becerememiş olman fark etmeden ölürsün.Aşkı yaşadığın için acısını çekmek kafi,yaşayamadığın aşkın acısı ise... Mes-ele mes-ud olmaktır örneğin bu mekanda,biriyle çıkıyor olmak,sözlü,nişanlı,evli hatta emin değilim ama varsa ötesi olmak değil;mesele durumunuz ne olursa olsun (kavgalısınızdır,uzaksınızdır,kavuşamamışsınızdır falan) bir yerlerde o kalbin senin için attığını bilip zerre şüphe duymazken sırf bu yüzden dahi senin de kalbinin ona olan atışlarının artmasıdır;hatta bunun böyle sürüp gitmesi,gün gelip kalp toprağa düştüğünde bile,bu yeminin mi aşkın mı diyeyim artık,adından söz edilmese dahi göz ardı edilememesidir... Ne diyorduk,hah,çaresizlik... İşte az evvelki varyasyonları ihtimal dahilinden çıkardığınızda güruh oluyor,çaresizlerin güruhu;daha açık konuşmak lazım gelirse lafı "Dünya üzerinde kendisi için herhangi bir kalbin atmadığı insan topluluğu" diye kısaltabilirsiniz;güruhun bir diğer manası da sevilmeyen topluluktur,doğru da.Bu insanlar pek sevilmez,zaten o yüzden bir aradalar,sevilmeyen ama seven çaresiz kimseler.Her gün onlarca çiftin yanından geçtiği,onlarca tek başına insanınsa onu seven kişiyi düşünürken,onunla telefondan konuşup ona mesaj atarken,ona hediye,mesela bir çiçek alırken yine yanından geçip gittiği,kimsenin aklının ucundan dahi geçmediği ancak akıllarından sürekli tek bir kişinin geçtiği,hatta kaldığı kimsecikler.Ben mi?Ben onlardan sayılmam diyemem,ama aralarında da değilim,belki de yalnızca bir arada olmadıklarından;ki bir arada olabilseler,sevip de sevilen toplumun neşeli gürültüleri ardında sus pus durmak zorunda olmasalar da birbirleriyle iletişime geçebilseler çok da iyi olur aslında.Bilirim çünkü,böyle çaresiz olan her yürek,birinin kendininkinden daha ağır yükünü omuzlamak pahasına o kişinin de kendi yükünü kaldırmasını ister,bekler;ne derler buna,hah,nezaket... Bu güruhun içindekiler birbirlerini keşfetse sonsuz mutluluk doğar yani,ayrıca bilimsel olarak mümkün görünmese bile tüm o mutlu çiftlerden daha yakın olmak için birbirine,iki yaralının yarasını birbirininkiyle birleştirip ortak kabuk tutturması gerekir,tek vücut olmak gibi düşünün;herhangi bir insan bir başkasını anlayabilir belki ama karşılayamaz,bu güruhun içindekilerse aslında birbirleri olduklarından bir parça da olsa,kendilerini yaşarken diğerini istemsizce karşılar,yani tatmin eder,yani sever... Yalnızlar güruhunda son bir not;bu güruh çaresiz değil,yalnızca içindekiler birbirlerinden haberdar değil,olanlarsa geçmişinden olsa gerek fazla temkinli belki;ki bence bu bir güruh değil,çünkü yaşadıkları yalnızlık bile olsa bu insanlar,nevi şahsına münhasır ama senin benim gibi kimseler...
Boşversene,benim hiç bir zaman bir kadının beni seveceğine inanmamıştım,bunu bugün daha iyi anladım;ilk aşkımda dahi,yalnız kuru bir umut(ki o da inan mecburen)Kim beni niçin sevsindi anlamam da zaten,hiç bir halt etmez o kara kuru hiçten cümleler için falan olsa olsa,yani mümkünse işte.Kendimi falan suçlamıyorum,kimseleri suçlamıyorum;sadece dile getirmek bu,dile getirmek... Alakası yok ama nicedir hayli sinirimi bozan,ne insan,ne namuslu,ne de şerefli ne bir şey olan adeta itin bilmem neresine sokulası tipler vardı;onları öldürmek,dövmek,sallandırmak,yakmak,eritmek gibi her şey aklımdan delicesine ve gerçeğe uygun planlarla geçti.Sonra bugün babam bana onları dövmeyi teklif ettiğinde sanki tüm bu düşünceler benim aklımdan geçmemiş gibi içimden "Bize yakışmaz" diye düşündüm... Bunu neden anlattın derseniz,bazen insan yapması gerekeni bütün yapmaması gerekenlere ulaşabilirken idrak ediyor;belki diyelim buna ama,belki bu dünyada beni sevmesi için sevmemesi gerekenleri sevmesi gereken saçma bir yarim vardır,lakin benden saçma olamaz elbet... En saçma bendim,bu hayatın en saçması bendim,günün birinde de,birin gününde de,vesaire;birini göreceksin,seveceksin,çaba sarf edeceksin,ondan da seni sevmesini bekleyemeyecek ve sadece umut edebileceksin,ona da hiç bir şey belli etmeyeceksin,yanacak mısın,kavrulacak mısın her ne zıkkımsa artık;günler böyle gidecek,belki günün birinde bir daha,hatta birkaç defa,belki de öleceksin,birkaç defa daha..Bulunduğum yerde biliyorsun,olmadığını ve olmayacağını emin emin yaşıyorsun;hala da hiç bir şeyden haberi olmuyor,ona eriyip bir şey yokmuş gibi yapıyorsun.En fenası o ki,her kadın gibi sıcak o,senin de bütün bu çıkışı olmayan ihtimalleri ezberlediğin noktada dahi işte o sıcaklık seni yine mecburi bir umuda sürüklüyor,olmasa yanmayacak is olacaksın çünkü artık,arkadaş kalamayacaksın,mahvedeceksin kendin gibi,kendini de çevirdiğin çöle bir onu ekleyeceksin şimdi.Bir dizide geçen laf şöyleydi;"Zaten sevda mezarlığımızda seni seviyorum diyemediklerimiz yatıyor be oğlum!"aha da o hesap işte... Aman ha şimdi günün birinde tüm bunları gülerek hatırlayacağım düşüncesini saavurmayın bana ki düşüp bayılmayayım öfkemsi bir şeyden;adını koyamadığım bir ilişkiyi paylaştığım insana onu sevdiğimden asla söz edemeyecekken ona olan sevgimden ve de başka pek çok şeyden ona olan bağlılığımı,arkadaşlığımı ya da her neyse işte onu muhafaza etmeliyim.Onu da kaybedemem çünkü,istemsiz sevdiklerimle arkadaş falan oldum ben istemsiz;elimde olmayan bir aşk yüzünden günün birinde hiç olmazsa dostluğu kaybedemem;daha önce kaybettim çünkü,dost da kaldım;ikisi de zordu çok,aklınız almazdı ve hala da almaz ve ben şu an birini yapmak zorundayım... Tüm bunlar sırf onu o gün gördüğün için,etkilendiğin,hoşlandığın yahut benzeri için,elinde olmadığı için;beni kendisine yalan söylemek zorunda bıraktığı için ondan özür dilerim,ona karşı bir şeyler hissettiğim için,zira okumayacak nasılsa.Günün birinde öğrenir belki,ama günün birinde...
Ne desem bilmem,koşturuyoruz işte herkes kadar,hasbelkader tutunduğumuz umutlar,inançlar,beklentiler falan fişmekan;bu heybet içinde akıldan geçen türlü düşünce ve kalpten bir kutudan çıkar gibi taşan türlü duygu da beraberinde.Yorgunluk?Yorgunuz ama geçeceğine itimadımız olması çığrımızdan çıkmamızı engelliyor.Keşke daha berrak olsaydı diyor insan,hayat,durumlar,yaşanılanlar,insanlar ve her ne kaldıysa bahsedilmedik.Diken üstü hissediyorum kendimi uzak yakın ihtimallerin bilinmezliğinden,yıpranmışlık diyemeyiz ki ben hala taze bir yüreğe sahibim ama,kutudaki sabır taşından aynı şekilde söz edemem... Bu durum var ya aynı şey gibi;sanki böyle birine falan aşıkmışım da hani,ona sormamışım ama aramız çok da iyiymiş zannedersem,bakarsın ben bunu ona söylesem o çekip gidecekmiş,malum ben de kaybetmek istemez ve anlarımızın tadını çıkarırmışım ama bir yandan da içimde tatlı bir burukluk hakimmiş gibi,anladın sen? Velhasıl demem o ki temkinin korkuyla harmanlanıp hiç ses çıkarmaması ama var olması hayat şu sıra,gelecekten yahut ölümden korkmak ve bu yüzden veya değil ama hunharca da merak etmek gibi düşün... Şu şıra hayat iki düğümün birbirine tam ortadan bağlanabilmesini sağlayan serbest bırakılmış ip parçası da diyebiliriz,ya da bir kolinin içinde ne olduğuna bile değil de yalnızca boş veya dolu olduğuna dair saatlerce düşünmek ama o koliye dokunmayı,açmayı,eline almayı ve vesaireyi akıl etmeye karşın yapmamak;hunharca merak edip bu merakı tam da aynı oranda dizginleyip hiç bir şey elde etmemek ama bu sırada zamanın akıp gitmesi... Aşıksam falan diyordum ya(mesela yani),eğer öyleysem ve zaman,dolayısıyla da hayat tükeniyorsa;bunların son nefeslerimiz olduğunu farz ettiğimizde mesela,hatta o kutunun içinin boş olduğunu,olacağını neredeyse bilmeye yakınsam dahi her ne pahasına olursa olsun yerimden kalkıp bir kutu açmaya harcanan enerjinin çok daha ötesinde duygu ve düşünce harcamama değer mi,işte bu mesele... Burada ki (evet ki ayrı) aşk belki çok iddialı bir anlamken kutu bildiğimiz kutu;ve ben öldürebilsem o kutuyu tereddüt bile etmezdim anlıyor musunuz,üstüne üstlük öyle bir kutunun olmamasına karşın yapardım bunu da.Bunu yapabilen beninse aynı farzımahallikte düşünmek icap ederse söz konusu o aşkı,alabileceğim herhangi olumsuz tepki,cevap ve türevlerinden dolayı itiraf edemeyişim ne de tezatlıktır değil mi? Hayatın karışık yönü bu işte;hayat bir kutu olsa ve içinden aşk çıkacağına bir gram inancım olsa,o aşkın karşılıklı olmayacağını bilsem dahi her defasında yine ve yine bıkmadan açarım;lakin bunun bile olma ihtimalimim,benim üzerime olmayan evimin kapısının önüne bırakılacak bir kutudan aşık olacağım bir kadın çıkmasından daha imkansız olacağını yazık ki söylemem gerekir,ki burada da olay çıkan herhangi kadına aşık olabilme imkanım değil o kutunun benim kapımın önüne bırakılmasıdır,eğer daha cezbedici bir seçenek isterseniz de kutunun kendi kendine kapımın önüne gelmesi,hatta direkt orada belirmesi...İşte bütün bu yazıca okuduğunuz tutarsızlıklara da Alptuğ Dağ deniyor burada ve sanırım biraz biraz anlamaya başladım son örnekten sonra;belki de mucizelere fazla bel bağlıyoruzdur,hatta ummadığımız şekilde çok sıradandırlar artık ve ondan böyledir diyeceğim ama diyemem,zira ben uzun zamandır hayatı küçük detaylarda okşamaya meyilliyim,kutu gibi...
Aslında içimdeki hisleri tarif etmenin en iyi yolu aşağıya koyduğum o şarkı gibi,ama ben yine duramayacağım.Kendimi suçluyorum tabi günlerdir,bir suçu olmasa dahi öyle;zira insanların ne düşündüğünün bi'önemi yok,onunsa ne bildiği yahut zannettiği meçhul ve bu yüzden tek çare kendim.Kendimi biliyorum çünkü,ne hissettiğini,ne düşündüğünü;hoşlanmasaydın diyorum geri zekalı,sanıyor musun öncekilerden farklı olacaktı;tamam o da bi'ihtimal ama ey yavrum bizi kim niçin sevsin.Aylardır tek bir kimsecik yoktu bak rahattık,sen o gün,o akşam,o an bu sessizliği bozdun,ne manası vardı.Şimdi derdini anlatsan da tek başımızayız bak,kim derman olabilir bize;o mu?Onu bu işe karıştırma rica ediyorum,biz senelerdir süregelen bir bataklığız ve inan onun onu sevdiğimizi bilmeye ihtiyacı yok.Kollarına atlamayacak birader,iyi oldu demeyecek,alt tarafı burçlarımız uyuşuyor ve facesinden anladığın kadarıyla dinlediğiniz müzikler de az çok eşleşiyor diye böyle düşünme hakkına sahip değilsin üzgünüm.Sana kızıyorum çünkü bu hikayenin sonu da diğerlerinden farklı değil ve sen elinde olmasa bile böyle olacağını biliyordun,kazara bile olsa hoşlanmamalıydın,ki sevmekse o daha kötü.Sana bir şey söyleyeyim mi kesin sevgilisi vardır,yahut gönlünde biri vardır,onu da geç unutamadığı vardır,hiç yoksa aşka inanmayan biridir,tamam senin için bu ihtimali de atladım ama belki de başka şeylere daha çok önem veriyordur,belki de senin de vermen gerektiği gibi üstelik... Pekala tüm bunları da bir kenara bırak kadınlar şairleri sever mi sanıyorsun gerçekten,bazı istisnalar dışında çoğu beğenir geçer,hiçbiri yaşama hevesiyle yanıp tutuşmaz;kaldı ki sen şair gibi de davranmamışsın o gün,tıpkı bugün anneler gününü kutlarkenki gibi soğuk nevale davranmışsın o kız seni ne etsin.Ama heyecandan,ama şundan,ama bundan,tüm bunlar hikaye;illa bir adım atacaktıysan o akşam güzel bir başlangıç yapacaktın,şimdi kayıp mı ettim dersen umarım bunun cevabı hayırdır ama...Amasını unut... Olduğun seni olması gerektiğinde dışarıdan görülebilecek şekilde olduramamanın kahrı bu Alptuğ bey,bir abi lafı dinle;sistematik olarak dönüp baktığımızda ruhun bedene girmesi kalbin oluşumundan bilmem ne kadar önce,işte bu yüzden ben senin abinim.Ah bir de lafım geçebilseydi,derdim ki hoşlanma bu kızdan;bir sebebim olduğu için değil,hatta senin için korktuğumdan bile değil inanır mısın,o kızcağızın gün gelip bunları öğrendiğinde beni kafasında canlandıracağı binbir kötü karakter için.Çünkü o benim gibi derin düşünemeyecek belki,Alptuğ'un kalbi patavatsızmış demeyecek,direkt Alptuğ diyecek;yanisi daha önceden de olduğu gibi senin sayende bu hikayenin de kahramanı saygısız vesaire Alptuğ olacak...Bu hikaye bile başlamadan bitme aşamasına giderken bu senin suçun olacak... Sana kızgınım, Sevmek suç olduğundan değil, Hiç bir şey olmadığı,olamadığından... Otur çal söyle şimdi türlü türküyü,biri duyacak sanki,sanki geçecek içindeki...
Zaman mefhumumu kaybedişimle baş gösteren şu belirsiz ani hisler.Sevdim,hoşlandım,etkilendim ve türevi pek çok tanı;doğru,yanlış,hatalı,eksik ve benzeri pek çok değerlendirme;sevgilisi var,bana bakmaz,mesafeler engel gibisinden bolca umut köreltici bahane.Mecburum bunlara,bu tiyatroyu çok oynadım önceden her bir karakter yerine sevilen hariç;kursakta kalırsa diye korkumdan kursağımı yok etmeyi ve hiç olmamış gibi yaşamayı düşünmem,şu an hayal edemediğiniz bu korku ikliminin içindeyken hiç de akıl almaz değil... Arkadaşıma da diyemedim iyi mi,böyle böyle ben senin arkadaşına karşı o an "etkilenmek" gibi bir şey hissettim de ondan afallayıp sizinle adam gibi iki kelime konuşamadım diye.Bu gerçeği normalde bilinçaltıma hapsetmiştim lakin gecenin 1'inden sonra en ummadığınız duygu ve durumlar bir bir meşrulaşabiliyor içinizde.Henüz içimdeki herhangi şeyin adını koymaya çabalamak bile adi bir teşebbüs gibi,hafif bir suçluluk timsali hissiyat var derinimde,onun evvelinde bolca korku yatar,onun da üzerini her defada ümüğünü sıkmak raddesinde engellemeyi deneyip beceremediğim şu yersiz,dayanaksız ve hatta beceriksiz umut var... Bu süreç uzadıkça bu umut filizlenecek ve o kök saldıkça es kaza işler her zamanki kadar yanlış ilerlerse o kökleri sökmekse güç bela toparlanmış toprağımdan edecek belki beni,yüreğimden;umudumu kaybettiğimi söylediğim hiçbir zaman kendime gram inanmadım içten içe ama bunu kendimden bile sakladım,şimdiyse bir diğer korkum gerçekten kaybetmek... İşin fuzuli yanı,bu benim elimde olan bir şey değil.Kendi umudumun bana bağlı olması bu umudu tasarılaştırırdı ve sanırım bu yüzden hayat dediğimiz şey başkalarıyla hayat ve yine bu yüzden kelimenin tam manasıyla "yalnızlık" diye bir şey yok aslında.Aptallık var ama,benim o gün ağzımı açıp öylesine bile olsa edemediğim iki kelamın "neden?" suali halen aklımda mesela... Zaman mefhumumu değil ama harbiden bir mefhumumu kaybettiğim aşikar;matah olmak adına söylemiyorum,eğer olması beklenen istikametimiz aşksa eğer ki nasiptir,işte o senden benden daha matah.Kaybetmek derken geçmişte değil,bize beyaz sayfa mı yok?kanarız,kızarız,yanarız,üzülürüz,olmayız ve tekrar tekrar bir tane daha açarız,olmadıkça bir daha;insanlar bunu aptallık sanarken biz bunun da sonunun geleceğine bir ümitle yaşarız.Yanisi demem o ki;söz konusu bir yeniye varmak olsun,bu ölü deriyi kazımak bir anımı bile almaz,şu bitkin ruhu,sersemlemiş aklı da öyle;sonra da herkes gibi yenilenmek gelir,yinelenmek de... Hadi bir defa daha,bu defa kalsın daha mecalim;ürkek ve korkağım bu konuda doğru,yine her şey adım atmakla atmamak arasında kalan samanın mefhumunda kaldı;doğrularım,yanlışlarım,hayatımın anlamı ve ben işte...
Ben seni yalnızca sevebilirim,yalnızca ve yalnızca sevebilirim ama;gel dediğinde orada olabilmeye söz veremem şartlar el vermediğinde,senin için herkesle dövüşürüm fakat kazanamam yüksek ihtimalle,yahut ne bileyim senin için ölürüm bile bundan emin olabilirsin lakin ölümüm umduğumuz olumlu sonucu doğurur mu bilmem,bak bu senin geleceğin ve aşkın için kusurlu ama değer bir kaygıdır örneğin,öyle izah edeyim...Eğer yalnız sevginin aşkın yetmediğine inananlardansan sen de gerisin geri git iyisi.İnsan vücudunda ağlama yetisinin neden yalnız göze mahsus olduğuna değin düşündüğümden kelli bu denli temkinliyim ekseriyetle... Ben bir genç kızın çılgın heyecanlarını ve ruhunun doruklarını karşılayabilecek biri değilim sanıyorum;sen zırt bırt dışarı çıkalım,bense evde baş başa oturalım,sen seni ailemle/arkadaşlarımla tanıştırayım,bense belki utançtan belki bilmem neyden sonra gidelim;sen el ele yanak yanağa fotoğraf çekinelim,bense illa bir uyuzluk çıkarıp olmaz diyeceğiz mesela.Ki tüm bunların olmama ihtimali daha fazla lakin ben yine de göze alamıyorum.Ya seni karşılayamazsam yettiğince,aptal utançlar,saçma korkular,gereksiz üşengeçlikler ve şimdiye kadar olan bitenden yoka çıkarak söylüyorum ki neredeyse çoğu insan için sebep bile olmayan fındık kabuğunu doldurmayacak ve benim de her niçin aklım almıyor ama kimselere anlatamadığım bir sebepten ötürü herhangi bir şeyden çekinmelerim baş gösterirse ekseriyet dahilinde? Katlanıp tahammül edebilecek misin ki bana,bir şekilde tüm bunların karşısında daha ağır basabilecek mi aşkım sevgim;şuan dahi izah edemiyorum aslında bakarsan,yaşamadan öğreneneyeceksin... Uzun lafin kısası genç kız,kafanda fazla da abartma bu arada anlattıklarımı,tamamen bir bilinmezlik üzerine kendime dair kaygılarımı elden geçirdim sadece şimdi;daha çok da beni hisset falan diye,gün olur da benim bu gibi bir aksiliğim tutar da tartışırsak aklına gelsin de kızma diye bana,afedersin benim kafam,işlerim,oyum,buyum her zaman görünenden daha derin olmayı başarır nasıl oluyorsa,kusuruma bakma... İçimde taşıdığım aslında büyük oranda fiziğime de dayalı olduğunu şuan itiraf etmek durumunda olduğumu düşündüğüm bu tereddütleri diyorum,artık gelsen de geride bıraksak beraberce.Ezcümle hakkım ve aklımdaki yegâne soru işaretidir;beni yalnızca bana duyacağını umduğum ve benim de sana henüz var olmayışına rağmen bile şiddetle duyduğum o "aşk için" bile olsa böyle,bu halimle,fiziğim,hastalığım ve de benliğim ama en önemlisi sana olan aşkım ve de hasretimle kabul ederek gelecek misin olmayan kadınım?Zira ekseriyetle ya kabul etmez ya da gelmezler genelde,yahut ikisi birden bakarsın... Bana bu cevabı vermeyi ya da gelmeyi göze alabilen cesur bir güzele rastlanmadığı göz önünde bulundurulursa,kim olduğun hakkında fikrim yok ama eminim ki geleceksen sen diğerlerinden farklısın,insanlardan,vesaireden,kısaca ekseriyetten;çünkü biz onun bir parçası değil,daha fazlası olacağız...
Sen miydin hemşire hanım?Gir gir korkma;bir şeyler karalıyordum işte ben de n'olsun.Sana bir şey soracağım,burada bulunduğum sürece beni yakından tanımış biri olarak sen beni sever miydin?Yoksa Fransızca kökenli "insiyatif" kelimesinin hakkını vererekten beni serumuma siyanür katarak falan öldürür müydün?Saçmaladığımdan eminim ama bağışla,sanırım bana verdiğin morfinin etkisi hala geçmedi... İnsanları öldürmek istiyorum bazen biliyor musun,kaba-saba,cahil,anlayışsız,duygusuz,ot gibi olan hepsini tek kalemde hem de;onların da benim için iyi düşünmediğini es geçemem,en çok yaranmaya çalıştığım insanın da başka herhangi bir şeye kızınca benle alakasız bile olsa direkt ve yalnızca bana çatıp bütün sinirini benden çıkarmalarını falan da sayarsak anlaşılan burada daha çok kalacağım,ilaç saatim geldi bile bak... Aman hemşire hanım etmeyin beni taburcu,ben dururum burada;hem sana ne zararım var,gıkım dahi çıkmıyor Allah çarpsın;beni gönderme bir daha o dışarısı denen tımarhaneye anladın mı?!Bana sus işareti yapmayı kesmelisin,anlamıyor musun orada hayli boş laflar ve hayalleri karalamaya yönelik sözler ve niceleri volta atmakta.Oraya geri dönemem ben,insanlık dediğiniz tulumun içinden cesetlerimi toplayıp güç bela beni burada bir halt olma safhasına tekrar kavuşturduğunuz üzere hiç bir şey olmamış gibi göndermeyin beni savaşa.Çok şey oldu hemşire hanım.Ben Alptuğ Dağ ve T.C kimliğim 164........ anladın mı çok şey oldu işte.Diyeceğim o ki hemen bana bir sakinleştirici vermelisin yoksa zülüflerin kanıma bulanırcasına pişman olacaksın... Bu alacalı lafları kitaplardan okumadım ben hemşire hanım,bana öyle deli bir çocuk olduğumu düşünür gibi kendi sevimliliğimle gülmeyiniz lütfen;ben inanıyorum ki her ölüm kendi ciddiyetini yaşatır ve birazdan başucumdaki bu bip bip eden zımbırtı bitmek bilmez bir biip çıkarmaya başladığında bu kadar duyarsız olmayı başarabilecek misin bakalım.Boşversene,votka yok mu votka;içkiye karşıyım ama morfinden iyidir o bile,hiç olmazsa boğazından bir şey geçtiğine şahidiyeti oluyor insanın... Ne yani ben mi dedim hemşire hanım beni Ali Lidar'ın,Albert Camus'ın ve diğerlerinin yanından alın getirin de tıkın bu izbeye diye.En son damar yolumu açmaya çalıştığında saat sabahın dördüydü net hatırlıyorum,hayır iş ahlakı diye bir şey var;ne demeye gecelikle gelirsin ki,hadi ben neyse de biri görüp bir şey dese biz hangi Mahmut'ları oynayacaktık allahasen.Hem bakma Mahmutlar da kalabalıktı o gece,benim gelecek planlarıma dair bir tür ispanyol kumarı oynuyorlardı zannedersem... Hepsi bir rüya mıydı hemşire hanım?Haa,yani sen aslında hiç yoktun falan(siz kadınlar işte)Ama daha da acısı ben olduğum çağdan ilerleyememiştim öyle mi,her gün boğazını sıkma isteğini kendimden kovayla bile boşaltamadığım adamlarla aramdaki buz dağlarını eritme boşa çabasını ve aptallığını bunun bir erdem olduğunu ve insanların da bu erdemi nihayetinde anlayacağını sanarak göstermem hala gerekiyor öyle mi?Bu dünya çok sıkıcı be hemşire,aç bi'Müzeyyen Senar da havamızı bulalım;olmayan hastanenin diğer hastaları ne olacak diyorsun ha,sen de haklısın tabi,haklısın;hatta o kadar haklısın ki laf aramızda ben kim olduğumu unutuyordum az daha... Hala evde olmak,aynı hayata,aynı insanlarla,aynı muameleye,aynı şekilde,aynı cüret ve cesaretle katlanmak falan;keşke biraz daha morfin verebilseydin,sen yoksun,hastaneye de hiç yatmadım,tüm bunları yazarken tamamen olmasa bile çokca yalan kullandım ama.Keşke sen olsaydın hemşire hanım,olsaydın,anlasaydın,baksaydın;ama en çok da ilk başta sorduğum soruya hürmeten bile olsa sevseydin,iyi etseydin... Hadi gidelim hemşire hanım;daha fazla uyuyamayacağım,beni şu tekerlekli sandalyeye bindir iki gezelim...
Öncelikle hemen şunu bir belirteyim;bu isim bu sabah kantinden aldığım köfteyi yerken ağzımda belirdi... Velhasıl kelam ben kantinde bunu düşünürken elimde Tepebaşı dükünün yeni çıkmış kitabı vardı ve o arada sayfaları karıştırırken ayıktım.Tam harıtlamadığım üzre bir cümlesinde karşılaştığımız her insanı kendimizle bağdaştırmaya çalışmanın bir bencillik olup olmadığını mukayese ediyordu ve aklıma "Zıt kutuplar birbirini çeker derler eheheheh" cümlesi gıcık birinin sesinden temas etti.Belki de bu klişenin bu kadar köklü olmasının yegâne nedeni de aşkın bir bencillik olduğu yönünde oluşabilecek bir yanılgıyı önlemek için aşkın muhteviyatını yerle bir etmeye kalkışmak gibi riskli ve cesur bir hamleydi... Evet bu kafayı zeytin civarı ekşiliği barındıran o nalet salatalık turşusu yaptı,biraz geçmiş,biraz satırlar,biraz da adını hatırlamadığım bir yazıda bahsettiğim açısıyla sınırlı olmak kaydıyla tek başınalık tabi... Ben kafayı sıyırmış bir adam değilim,yalnızca derin ve ortalıkta,alelade düşünüyorum o kadar;kendi kendime konuştuğumu da kimse söylemedi,ben söyleyeyim şimdi ama henüz kimse görmedi.Fuzuli bir ciddiyet esnasında vücut bulmuş demli bir çaydan başka bir şeymiş gibi de hissetmiyorum,çayı sevmeyişime inatla... Notlarım gözü yükseklerde olmayan,maneviyatı yüksek bir insanın yüzünü gülümsetmeye yetecek kadar tam olarak.Kaldı ki arşa değin ulaşsa notlar,üniversitenin beni mutlu kılıp"değdi"dedirteceğine itimadım yok.Bilhassa arşa değin ulaşsa notlar,üniversitenin beni mutlu kılıp "değdi" dedirteceğine zerre itimadım yok;istediği şeyi yapan biriyim zati,ne mutlu ki çoktan kazanmışım.Para mı,para kazanmak kolay;yapılan işe verilen emekten bahsetmiyorum,ama bir şey becerebiliyorken onu pazarlamak zor olan,ama çaresi vardır.İş mi?Düğün davetiyesinden tut,restoran tabak altlığına,film afişine değin türlü tasarım;hadi bunları da geç iç uyandıran kitaplar yazarım,ki övünmek gibi olmasın emin olun en iyisini yaparım.Ben öyle böyle kendime,aileme sıkıntı çektirmeden şu an bile bakarım belki,okula gidip çalışıyorsam sebebi başka(Hatta tamam bakmayı da bırakın,krallar gibi yaşatırım bile ama kralların kendine hayrı yok,benimse herkese bir tutam en az)...Yüze kadarki rakamlardan oluşan bir değerlendirmeye göre beni algılayacak varsa,otursun kalksın bir daha düşünsün,zira ben notu değil belki ama, fark etmeden dahi çok çok şey başardım.☺Sizin için nasıldır bilmem,ama benim şurada,orada,burada aldığım yüzlerce iltifat ve itiraf üniversite sınavında alacağım 500'ün üstündedir;takdir ve teşekkürler ise bir okulun bana kağıt şeklinde verebileceğinin çok çok ötesinde... Ben Alptuğ Dağ ya,zeytin tadındaki hıyar turşusunun içinde bulunduğu köfte ekmeği yediğim öğle arasından sonra ders çalışıyorum ama bu bahsettiklerimin hiçbiri için değil,okula gitmek de öyle;ha siz belki zevk için diyebilirsiniz,hoşuma da gider doğrusu.Ben sadece herkesin yaptığını yapıp yine bir kağıt parçası üniversite diplomasını almak için yapıyorum bunu çünkü sanırım çağ ne yazık ki böyle ilerliyor;ha bir de hem bol ünvanlı hem de başarılı birinin var olabileceğini göstermek için;senarist,yönetmen,yazar,tasarımcı,reklamcı,radyocu,şair...☺ Olmak istediğim benim,dozumdayım,gerektiğim üzereyim ve tüm bunları ayıkmayı da zeytin tadındaki hıyar turşusuna borçluyum...
Seyrine daldığım ciğerlerimin buruk ya da çalkantılıdan ziyade sanki Berkant'ılı hallerine mestim.İki gümdür gezip dolaşıyorum alışılmadık olarak,sokaklar,üniversiteler,ormanlar,çimenler ve meydanlar;insanların yüzüne bakıyorum,onlar bana bakıyor,otobüse biniyorum,metroya biniyorum oradan oraya gidiyorum sürekli falan.Ama sanki sürekli bunları yapıyor olduğum için İlhan(evet ilham değil İlhan (hatta Şeşen)) gelmesi gerektiği gibisinden bir düşünce var içimde,öyle değilse de bazen ki yalnızca tatlı bir fantezi boyutunda olsa dahi o kadın şimdi mi karşıma çıkacak acaba diye eğreti bir umuttan da kendimi alamıyorum o denli... Son iki gün çok dolaştım,herhangi bir insanın "Bu kadarcık mı,ben de bir şey sandım(!)" diyebileceği dozda dolaştım ve bundan olsa gerek aradığımı bulamadım gibi.Gözlerimin farklı bir şeyler görmeye,kulaklarımın farklı bir şeyler duymaya ihtiyacı vardı,öyle de oldu haksızlık edemem,ama daha fazlası lazımdı... Anlaşılmadığım,hatta çok uzun senelerdir içinde olduğum ama gram alışamadığım (ne alıştım ne sindirdim öyle diyeyim) bir toplumdan geçici bir süreliğine ayrılmış olsam da tatmin etmedi.Mesele anlaşılmak da değil,uzun seyirli ve varyasyonlu bir sürecin pek çok açısını indirgeyebildiğim tek şey "anlaşmak" fiili olduğundan bunu kullanıyorum... "Belki hayatımın aşkı da benim gibi evde oturuyordur..." klişesine atıfta bulunarak,aşkı değil(en azından sadece onu değil)ama pek çok şeyle karşılaşmayı beni benimsemesiyle kalmayıp kendimi büyünlememe olanak sağlayan o güzel karanlık odacığımdan ilk kez kendi isteğimle çıkmaya yeltenerek göze aldım... Boşversenize,kimin ilk denemesinde olmuş ki denediği,beklediğin anda beklediğin gelseydi,"an" kavramının zamansal kısalığından ötürü bekleme eylemini gerçekleştirememiş sayılırdın öyle düşün(aslında daha basit anlatırdım ama anlamayan çıkabiliyor) Dışarısı da odam da benden aynı parçayı taşıyor aslında;her ikisi de bir kabul edilme kaygısı yaşamıyor,bir ayrıştırılma yahut fişlemenin eseri değil,belli bir şeye hitap ederek kendini sınırlandırmıyor,popülizme ayak uydurma derdinde değil ve olsa olsa kendi tarzından esinlendiriyor,lakin en önemlisiyse oralarda "tahammül" denen şeye gerek olmayacak kadar huzur ve de herkese yer var.Bu sokak huzurlu demek değil(ama odam kesinlikle huzurlu),sokaklar tüm dünyanın en huzursuz yerleridir belki,bundan emin olabilirim sanırım;sadece sokakta bir yere kısılı değilsin,bütün gün aynı insanları çekmek zorunda değilsin,başka sokağa kolaylıkla gidersin ve sorun çözülür,sokakta insanlar birbirine batmaz,çünkü ne yazık ki çoğu umursamaz ama bu şimdilik sağladığı bu olumlu sonuçtan ötürü katlanılabilir bir şey.Benim odam da böyledir,herhangi durumda kural benimdir,son söz benimdir,plan benimdir;bunların bir önemi de yok tabi,asıl söylemek istediğim içine giren kimsenin de rahatsız olup bana aykırı düşememesi,düşse bile hoşgörü seviyesinde kalıp zıtlaşacak bir ortamın doğmamasıdır... Dört duvarı ne kadar abarttım di'mi?huzur,sükunet,medeniyet,duygu,düşünce;bunu böyle abarttım çünkü açık net hayatımın iş günlerinin dokuzar saati onlarla aynı dört duvara tıkılmak durumda olduğum çoğu insan benim cansız ufacık odam kadar olamıyor ve şu gün sorsalar ben sokağı okula tercih ediyorum;ilk örneği okul verdim ama daha önemlileri de var,hatta sokak;civar diye tanımladığımız öznel ama cismen var olan koordinatlar içerisinde de şöyle beni anlamasından ötürü(demin bahsettiğim gibi kısaltma olarak anlamak) oh dediğim fazla insan yok... Lafı çok uzattım, Benim odam çok güzel, Daha güzeli varsa o da burası.
Sen hiç bir dervişin tamam dediğine vakıf oldun mu?Dervişler inatçı değildir aslında,sadece anlatmak istedikleri bir tamama sığdırılması teklif dahi edilemeyecek nitelikte özel şeylerdir;tüm bunlar olup biterken,adı üstünde sevilenin sevene "bitti" demesi,"git" demesi falan acımasızlık.Bunca zamandır aklımdan tek bir kadın daha geçmemiş olmasının yegane sebebiyse budur;eğer aşık olsaydım acımaması gereken bendim kendime(birilerinin aşkı kendine zarar vermek sanması üzerine) ve karşı tarafın da bana acımayacak olması benim kendimi fedamı insanlıktan vedaya çevirirdi;zor günlerin ardından tutuşmak daha da zor haliyle,sevdaya darılmak değil olmasına lakin eminim bir kitap kahramanı olsaydım severdiler beni herhangi kimse,ama kitabı yazan olmak biraz da karşı tarafta okuyana ihanet falan gibiydi zannedersem;içindeki duyguları benim oluşturduğum fikri ona dokunan kadın benden uzaklaşmayı kendine hak,ilahi bir doğru falan mı buluyordu bilmiyorum... Birini sevmiyorum,bekliyorum desem belli değil,hevesimi sorsan farazi falan böyle garip bir durum,zira bunun adı alışmak.Bayağı bir değiştim bu ara zamımca,insanlara falan da itimadım kalmadı kanımca;gözümde tek kuple olarak geleceğim,üniversiyete girmekten tut film çekmelere,kitap yazmalara değin türlü fikriyat.Ama yine de benim gibi bir adamın zihninde artık aşka meşke dayalı zerre yaklaşım olmayışı ürkütüyor fazladan;gelecek olanlarımın arasında neden o yok ve varsa niçin belirgin değil.İnancımı mı kaybettim içten içe,kusmuğum tarzı fikriyatlarıyla savurgan bu genç,potansiyel türlü argo kelimenin arasında onun bana bir güneş gibi doğacak olduğuna,onun varlığına inancımı mı kaybettim... Eski benin üstünden geçen balniyo trenlerinin zihnimde gecenin bu zehir zıkkım saati canlandırmakta olduğu yegane şeyin de biyoloji performansımın kabul olmaması olduğunu düşünürsek iki ihtimal mevcut,ya ben bir inek oldum,ya her şeyden elini eteğini çekme şereflisi ihtiyar derviş... Çok şey değişti ama,harbiden de dediği gibi Yaşar Kemal'in,demirin tuncuna insanın da bilmem nesine kaldık ki insan umuda tasarısını vinaların tepesinden boşluğa bırakır gibi sarsıyor.Dost diye herkes gelmesin yanıma istemez,lazım değildir;bana ailem,LODOS,Tchaikowsky falan ve birkaç kitapla yazmaya yetecek herhangi materyal yarar... Bir derviş olarak tamam diyorum bu defa,demiş olmak için yani,"Tamam,siz kazandınız"Ben mi?kazandığından emin olmanın yetmediği kimseler için henüz yasal bir ilacım yok;ben ki ne bir derviş ne bir tabip,olsa olsa basit bir katip... Bir dervişe yakışan elbet suskunluktur lakin baş koyduğumuz bu sanat bundan mahrum kılyor.Lidar'ın çekyatına sığmamış diyalektik benim beynimin içinde nasıl olur da sessiz sedasız,ulsucana bir çocuk edasıyla vuku bulabilirdi ki,konu bensem bu net imkansız... Hem dervişlerin bile ben gibi gece yarılarına kadar zıbarmadığından emin değilim,bu yüzden sanırım bu yazımı da tıpkı bir derviş edasıyla noktalamam gerekir...