Şebnem Meselesi

Şebnem dediğin komşunun içine kapanık kızı, Şebnem dediğin intihara meyilli bir dalga, Şebnem dediğin hep gördüğün lakin tanımaya davranmadığın o "Nasılsa beni sevmez." kız. Şebnem senden olduğunu bilmediğin, yanı başında olup görmediğin kadın ve her Şebnem bir parça unutulmuşluğun eseri...

Yağmurlu falan değil, hatta gayet de güneşli ve benim evden çıkmayı aklıma dahi getirmediğim gün kapımı çalan, dokuz numaranın ev sahibi Sabri beyin tek kızı; neden kapımı çaldın, tabip misin yar mısın demeye kalmadan hüzne boğulduğum Şebnem, elindeki poğaça yüklü tabak kütlesini, saçma bir ten teması gerçekleştirmemek korkusu ile tereddüt edişimi, tabağı eşiğe bırakıp giderek trajediye dönüştürecek denli kırgın ve dik başlı Ankara kadını...
Hem kırgın bütün hücreleriyle, hem sıkılgan göz altlarıyla; matemine giremezsin üşürsün, lakin kalbinden de atamazsın, on metre öteden hissedersin vakurluğunu ama yaklaşamazsın; oysa onu da kimsenin -hatta özellikle senin- yaklaşmayışın deli eder, anlayamazsın. Ben? Evlenince anladım.
Umar mıydım oysa kırık kız Şebnem'in, hayatında daha fazla kırgınlık istermişçesine karanlıkların adamı benden medet bekleyeceğini... Demek yeterince kararmamışız ikimiz de, olsun, kararacağımız varmış...

Yine de niçin beni geçirsindi akıl haznesinden şiir okurken, herkesin sırt çevirdiğine o niye yüz çevirsindi. Kalp hastasıydı Şebnem, ona gerçekten kalbimi veremeyeceğimi bilerek neden beni seçsindi. Şükür ki bunun da cevabını yine kendi verdi: Şebnem her an ölebilmek demekti, ona göre onu hem en çok ben sever, hem de öldüğüne en az ben üzülürdüm; biliyorum bu ikisi normalde zıttır ama o bana güveniyordu, sonrasıysa benden ona ondan bana türlü göstermelik soğukluklar, sevgisizlik yalanları... Sırf ikimizin de kaçtığı o "cıs" yüzünden, acımasın diye...
Böyle istiyormuş çünkü farkındaymış, ben gibi sevenler yalnızlığa alışkınmış. Böyle konuştuğuna bakmayın, asla hasta psikolojisine sahip değildi, sadece fazladan gıcıktı Şebnem, ona katlandığım gibi bir saçmalığı asla tesadüf ettirmedi aklına; hatta şakayla karışık ti'ye alıp ölümü, "Ölsem de kurtulsam senden be!" derdi gülüşürdük, bunun şaka olduğunu anlayan tek kişi bile olsam azar azar üzülürdüm... Bizim artık bir gerçeğimiz vardı, yaklaştıkça yakardı, bilmek tazelerdi...
Hiç ağlarken görmedim onu ve bu yüzden de kendimi hep bir adım uzağında hissettim ki bu acıtırdı, en fazla sessizdi tıpkı ölüm gibi, sessizliği acıtmazdı, şiir kitaplarına kamufleydi...

Dün gece vefat etti Şebnem, ardında üç yaşında bir Şebnem daha ve otuz üç yaşında hüzünlü bir çocuk bıraktı. Hazırdık ama biz onunla, ölüm her ne kadar çıplak da gelse bir bir yaptık geçenleri aklımızdan; en sona saçlarını okşayarak kanepede uyuyakalma klişesi kalmıştı ki, ilk telde yumduğu o güzel gözleri bir daha açtırmaya benim bile gücüm yetmedi, sıkıldı ve gitti...
Taşındık apartmandan şimdi, bizi bir komşunun bulamayacağı, eşiğimize poğaça bırakamayacağı kadar uzak bir yere; Şebnem olmayı Şebnem'siz anladık Şebnemle; Meğer Şebnem her gün dönüp gittiğimiz kapılarmış, meğer Şebnem kestiğimiz tüm hedefe ulaşacak umutlarımızmış, Şebnemden geçmiş, şebnem kadar olamamış, ölememişiz.
Ara sıra gidiyorum mezarına, hala çarpışıyor yalnızlığımız. Nereden mi anladım? toprağına eğildiğim vakit okulda her bir başıma kalışımda okuduğum şiir kitabının sayfaları kokuyor.


0 Yorum:

Yorum Gönder