N'oluyor diyenlere: Kısa ve öz bir hikaye.

Hoş geldin okuyucu dostum, nasılsın? İzin ver sana bugün yakından bir hikaye anlatayım ha? Uyar mı? Sen şimdi iyice bir hazırla koltuğunu, yatağını ya da her neyse işte, mümkünse içecek birkaç yudumluk bir şeyler al gel.

Eğer geldiysen başlıyorum dostum,
Karanlık zamanın birinde bir oğlan varmış, senin benim gibi kara kaş kara göz kendi halinde bir oğlan; bunun böyle pek dostu bilmem nesi yokmuş, sevdadan yana da yüzü pek gülmemiş çok şükür, bilmem tanıdık geldi mi. Neyse...
Vaktin birinde bu çocukcağız birine rastlamış, eskilerden biri, anlarsın ya... Demiş ki gel, bir daha bir şey olmaz belki ama gel; çok akıllı ya bizim çocuk, aklından geçiriyor en azından yanında olurum, hem vicdanım iyice rahatlar falan, kızcağız da gelivermiş. Çocuk sabah akşam düşünüyor kara kara, ne ederim bu kıza da yüzü güler, bayağı çocuğun tek muradı bu...
Bunun bir de arkadaşı var, yakın mı yakın, can mı can böyle... O da başının etini yemiş oğlanın, bu kız sana acı verir falan, haklı mı haksız mı sen karar ver sevgili okuyucu. Bizimki de diyor ki bi'sus be abi, bak diyor ben onu mutlu edeceğim, kendime çeki düzen vereceğim hepten, senle de ilgileneceğim...

Gel gelelim böyle yürümüyor işler, kızcağızın aklı, fikri, mecali her bir şeyi başkasında; oğlan içerliyor haliyle, başkasında olmasına değil ama mutlu olmamasına içerliyor, arkadaşı da bunu görüp ona içerliyor. Derken iki kadın yan yana geliyor ve bir cumartesi gecesi yangın çıkıyor, yangın kızcağızın dudaklarından "gitmek" halinde dökülüyor, çocuk kömüre dönüyor, bu yangını kim çıkarttı diye baktığında elleri is kokan tek kişi o canı arkadaşı...
Çocuk kızmıyor, üzülüyor, geçmişi olan, bir dönem her şeyi olan kadına hiç bir şey ifade edemediğine de yanıyor, bir kişiyi bile mutlu edemediğine de yanıyor, can dostunun kuyusunu kazmasına da yanıyor... Yanan kişi yakmaz normalde di'mi, ama bu çocuk senelerce içine ata ata ata patlıyor bir yerden sonra, millet her şeyde bunu hatalı göstermiş falan senelerce, bu da başkasında böyle bir hata gördüğü vakit verip veriştiriyor.
Aslında yapmak istediği de yok bunu, her şey iyi olsun diye çıktığı yolda her şey kayıp gidiyor onun elinde olmaksızın, sen olsan n'apardın? Neyse...

Bizim oğlan var ya, hani o bir mutlu etme fiilini bile eline yüzüne bulaştırmış o pek maharetli oğlan; bu oğlan bir de o kadar iyi kalpli yahut saf ki, ben bunu bile beceremeyen bir adamım, kimseye de bir faydam dokunmaz, bari millet benden kurtulsun diye bütün iyi niyetiyle, eşle dostla bağlantısını kestiğini bildiren bir mesaj gönderiyor o bir avuç sıkı dosta; öyle kimseyi suçlamak falan gayesi de yok dedim ya, sadece "Ben kendimi ateşe atayım, yeter ki mutlu olsun herkesler." diyor bu yola çıkarken dediği gibi. İşin garibi, senelerce dolmuş bu birkaç dost, haklısın diyorlar ve gidiyorlar... Şimdi sen düşünüyorsun ki çocuk istediğine ulaştı, haklı olabilirsin de; ama birincisi o bunu nefret üreterek yapmak istemedi, ikincisiyse her şeyin başlangıcı olan kız mutlu olmadı. O ne mi oldu? Bir gün çocuğu, yaptıklarını, hissettiklerini falan zerre önemsemediği açığa çıktı -Allah var uyarmıştı- ve gitti.

Bu hikayede onun gitmesi sıkıntı değil, dostlarına sergilediği tutum yanlış bizim çocuğun tamam, dostları da fazla doğru davranamamış onun gibi o da tamam. Mesele şu okuyucu dostum, denemese miydi? Herkesle birlikte mutlu olmayı denemese miydi? Birilerini mutlu etmek için diğerlerini dinlememek o kadar mı yanlıştı, üstelik aynı anda diğerlerinin de mutluluğunu gözetirken. Bu hikayenin trajikliği, yemin olsun sana o çocuk bir saniye durup kendini düşünmedi. Hatalıydı ama kötü değildi, kızgın gibiydi ama üzgündü, bu hata bu kadar mı affedilmezdi de, bütün farkına varmış hatalı insanların hakkına inat çocuk lanetlenmişcesine affedilmedi...
Yine denerdi ki o çocuk, herkesin mutluluğu hak ettiğini ve tek bir kişiye olsun bu mutluluğu kendi sağlayabileceğini düşünürdü yine; saftı, hatta garanti salaktı ama bundan da onur duyabilen kafadaydı.

Her şeyin iyi olmasından başka bir şey için uğraşmamış bu çocuk,
Keşke masumluğuna inandırabilip herkesi,
O kızla hiç tanışmasaydı, herkes gitti kendi kaldı. Yalnız şimdi oğlan, bir duvar kadar yalnız ve şunu anladı; dost kalmaya cesaret edenmiş -çünkü yaptıklarının kat kat fazlası ona yapıldığında dahi eninde sonunda yine affedip taşın altına koyanmış elini- ve herkes o kadar hak etmeyebilirmiş iyiliği vesaireyi. Oysa o hep derdi ki "Ben sevebiliyorsam, değer verebiliyorsam vesaire, elbet başkası da bana verebilir." Fakat öyle değilmiş işte, herkes Arzu hocanın deyimiyle bir "Alptuğcan" değilmiş.

Şimdi sana Lidar'ın sevdiğim bir lafıyla veda ediyorum sayın okuyucu:
"Öfkeliyim evet. Genelde öfkeliyim. Çünkü çok ayıp ettiler bana. Açık verdim çünkü en baştan, her şeye inanabilen bir salak olduğumu hiç saklayamadım. Ve tanıdığım herkes bu özrümü acımasızca kullandı. Ve sen de, üzgünüm ama sen de farklı değilsin..."

0 Yorum:

Yorum Gönder