Ölü Neşriyat

Renkli biriymiş hoşlandığı çocuk, müzik grubu varmış, basket oynarmış... Ben? Benim tek becerim onu sevmiş ve seviyor olmak, dahası yok, renkli değilim karanlığım -aklıma bu sahne geliyor- sadece... Benden de ancak İsmail abi olurdu, ekranda herkesin sevip gerçek olduğu vakit kimsenin aldırış etmeyeceği.

Mesafeler falan bahane, o bahane, bu bahane;  yoksa suçum İstanbul'da olmamak olamaz benim di'mi, ya da geçmişten olmak? Olamaz di'mi? N'olur bir şey diyin susup durmayın... Hiç sevmemiş ki beni, benim o her konusu geçtiğinde "Beni seven tek kişiydi." diye kendime acıyarak ama tatlı da bir gururla bahsettiğim, ilk ve tek aramamda heyecandan sesi titremiş, kolu falan incindiğinde hangi kolu olduğunu o söylemeden bileceğim kadar aramızda bağ gelişmiş, birbirimize tatlı küçük bebek fotoğrafları gönderdiğimiz o kadın; meğer beni hiç sevmemiş, hiç, en ufak bile değil bak hiç! Değer de vermiş sadece, değer önemli tabi, değer çok işe yarıyor.(!) Kızmıyorum ya, benim derdim kendimle; ben değer verilecek de bir adam değilim be, iyi bir adam değilim, aptal bir karanlıktan ötesi olmadım asla ve insanları da peşimden sürüklüyorum. Renkli olmam ona bağlı, hatta renklerim ondan ibaretken o onu o kadar da umursamayıp sadece güldüren bir tipsiz için ölüyor.
Tanımadığım birine hakaret ettim çünkü çok yanıyor canım, ham bir acıdayım ve bunun haddi hesabı, anlayanı yok; öyle ki onca insan beni güldürmeye çalışırken ben koca bir yıkım halinde dolaşıyorum bütün gün, ne kendi gülebilen, ne de onu güldürebilen, hayra işi olmayan bir kitleyim, kanser gibi.

Ne kadar çok insan o kadar çok baş ağrısı, nihayetinde böyle tecrübe ettim bunu. Ha pardon nedenini söylemedim, şeyden: insanların bilmeyip anlamadıkları şeyleri aşağılamasından, Romeo'nun dediği gibi yarayla alay edişinden yaralanmamış olanın, değer vermeyi bilmeyenin boşa değer verdiğimi iddiasından. Hepsini geçtim, en çok da karşımdakine dair doğru yanlış pek çok çıkarımda bulunmalarından; normalde bu fazla sorun değil, lakin kafam karışık çok.
Herkesten gitmek istiyorum, zaten çoğunun da işine yaramadığım aşikar, en iyi dostlarımı bile üzüyorum beceremediğim "iyi durumdayım" numarasındaki beceriksizlikle, inanmış gibi yapsalar daha acı ama neyse ki inatçılar. Koyu karanlığım ben.
Kaybolasım var, kimsenin hiçbir şeyi olmayışım, tek mümkünüm bu benim. Hani bir şair diyor ya "İntihar haramdı biz de yüzümüzü astık.", bizdeyse daha farklıydı; hem yüz astık, hem göz kararttık, bize de yazıklar olsun ne diyeyim, kimseye kızamıyorum ve geriye bir tek kendim kaldım.

Bunları hak edip etmediğim şuraya dursun, cidden zerre sorgulamıyorum bunu, demeyi içimden geçirsem de asla demiyorum neden ben diye. Üzülüyorum işte, bu... Bunu ağlayın artık, bununla yaşayım bir zahmet. Sormayın işte yahu, alakalı değil sizle, gelmez elinizden zerre bir şey, tıpkı onun içinden gelmeyeceği gibi. Diretmeyin, böyle çok iyiyim ben inanın; iyi durumda olmayı mutlu olmakla bağdaştırmayın siz de eski ben gibi ,n'olursunuz itimat gösterin! Şuraya dursun dedim ama hak etmişimdir kesin, mutlaka etmişimdir bir yerden, etmediysem de sağolsun canı kimse sorumlu; herkese hakkım helal, hatta eminim ki kimsede hakkım yok. Siz de denemeyin konu değiştirmeleri, yanımda olduğunuzu çalışmayın hissettirmeye; acıysa acı, geçer belki, geçmezse de biz gideriz.
Ne zamandır içim çığırır şu gitmek türküsünü, çoğu klişe filmdeki o babacan balıkçının balık tutmak dışındaki tüm vasıflarına eriştim, gitsem şehir dışına, çıksam insan, insanlık dışına ve zararsız ziyansız unutmak ya da ölmek fark etmeksizin bir şeyleri beklesem. Yine de gariptir, şimdiye kadar gerçekten bu kadar üzgün hissetmememe karşın hala daha aklımdan geçen yegane fikir herkesin kaderini bir bir kendim sırtlanmak, bana zor gelen de kendi kaderim işte, onlarınkini ben alsam benimkini Allah affetse ve kimseye hüzün tanesi düşmese...

On kişi bir ağızdan bağırsa şimdi bana "Seviyorum seni!" diye, en fazla üzülürdüm; benim yaralarımın onların beni sevişine denk geldiğine üzülürdüm, hem de ihtiyacım olduğunda var olmadıkları için hayıflanmaksızın. Gerçi böyle bir tasarı şuan sadece laf kalabalığı, o bile "hiç" sevmemişken beni...
Hatta sırf o yüzden bir gün onunla bir gün bununla olup, sürekli birilerini aldatıp, hayatı eğlence sanan bir avuç ciddiyetsizin gözyaşlarıma espri kılıfıyla ettiği laflara tek cevap veremedim beni bu yıkıyor. Gerçi pardon, bugün derste bağırarak küfrettim, iyi ki de ettim; taş çatlatacak susuşumdan sonra, bu da olmasa ayıp olurdu insanlığıma. Hoca da prosedür gereği dersten attı ama olsun, o da biliyordu çünkü, o da müdür yardımcısı da gayet farkındaydı, benim öyle bir ortamda o şekilde küfretmemi gerektiren bir sebep vardı mutlaka ve ağzıma sağlıktı. Aramızda kalsın müdür yardımcısı yemek bile ısmarlamayı teklif etti, nitekim sınıfa döndüğümde bunlardan habersiz "o-çocuk" başıma bir şey getirdiğini sanarak sevinip beni tahrik etmeye çalışıyordu; fakat öyle alıştım ki haklı ve yalnız olmaya, sustum, çok mu çok yorgundum, hala da öyleyim...
Anamın ak sütü kadar helal gözyaşlarımı manasız bulan topluluklarda bi'zahmet yalnız olayım be! Gerçi anne sütü de almamışım ben hiç, öyle ki buna bile yorabilecek çaresizlikteyim tüm olup biteni.

Her şeye yorabilirim bunları, ama kadere değil; birincisi böyle kader olmaz, ikincisi de kader dediğin bir başkasının elinde olmaz, işte tam da bu yüzden diliyorum mümkünatınca yalnız olmayı, çelişerek bütün hayallerimle bir bir; çünkü benim de bir iç dünyam var ve o daima daha renkliydi benden her nasılsa, tıpkı onun istediği gibi. Böyle diyorum ama siz bana bakmayın, benim renk dediğim çoğunuzun grisini geçmez yazık ki.
Mutluluğa ihtiyaç olmadığını söylemiştim ya, aslında bu bile benim en az kendim kadar kara cahilliğimden ötürü; mutluluk nedir bilmediğimden olsa gerek, sanki güçlü biriymişcesine normal belliyorum mutsuzluğumu, eksikliğimi... Yalan söylüyorum arkadaşlar, benim mutluluğa çok ihtiyacım var; ama çok mutluluğa değil, azı da kâfi yaşamam için.
İçimi döküp durmama rağmen bu yara bandı vazifesi dahi görmekten aciz her bir satır bana hakkını helal etse de mümkün olsa bir daha yazıp etmemek; çok yoruldum, her açıdan yoruldum, bıktım, yıldım, pes! Önce bir defter olmalıyım, sonra da hiç açılmamak üzere kapanmalıyım; çünkü daha dün öğrendim sevilemiyormuş geçmişe dair insanlar, bense tamamen öyleyim, ne bir çilek kadar olabildim, ne de fıstık ezmesi.

Benim bu bitişim yeni bir başlangıcı müjdelemez ama bu defa, her yeni başlangıç eskiden kaynaklı olduğu için olsa gerek geçmişi de çağırır muhakkak. Her yeni başlangıç geçmişi değil, yalnız ve yalnız beni sıfırlar (kırıklıklarım ve yaralarım dahil değil) ve günün sonunda senin her şeyim dediğin, "Geçmişten birini (SENİ LAN SENİ! der gibi) istemiyorum!" dediği vakit senin başlangıcın da sonun da babanın şarap çanağı da sen de suyun altına gömülürsünüz; yalnız senin göz yaşlarında oluşan ve asla bitmeyecek olan o büyük, mahçup su birikintisinin en altına, belki de bir daha asla yüzeye çıkmamak üzere.

Çok sevdim, seviy... Ne fayda...

Sonradan ekleme:
En fenası da çırpınmak dostlar, neden diye diye, örnek vere vere, belkilere sıkışa sıkışa, dene diye diye... Balıktan farkımız yok, bizim balık suda ters döndü, acaba neden.

"Bir ihtimal daha var, o da ölmek mi dersin..."


0 Yorum:

Yorum Gönder