Suçsuzluğunu Kabullenmek

Evvelinde de bahsettim, bu defa dibine düşeceğim.

Yıllarca bize hatayı kendimizde aramamızı söylemişler, oysa ki bizim yaptığımız zaten buymuş; herkesin üzerine titremişiz, dayanamayıp hislerimizi söyleyecek olmuş ve karşı taraf az bir bozuk yapsa özür dileyecek olmuşuz ki bu yüzden zerre ihtiyaç duymamışlar bizi anlamaya. Vara yoğa özür dilemişiz meğer, binde sıfır hatalı olduğumuz durumlarda dahi; anlaşılan birileri de bundan güç mü ne bir şey almış işte, önümüze gelen kızmaya başlamış bize, önümüze gelen cezalandırmış, her suç daima bizden lanse edilmiş. Ne mi olmuşuz biz? Kötü görünümlü, kötünün de kötüsü görünümlü tertemiz adamlar. Hata yapmamış mıyız? Belki de her durumda en az bir tane yapmışız ama yine de hatamızdan çok çok daha fazla, hak etmediğimiz cezalar verilmiş, bir hatanın görülemeyeceği gibi alçak bakılmış bize, biz birilerini çok mu çok şımartmışız meğer. Aslında diklenmek değilmiş bizimkisi, hakikaten dur demekmiş zulme, yanlış anlamak değilmiş doğruymuş çoğu anladığımız, bu yüzden yoklar şimdi ne sandınız.
Bir tanesi de gerçekten dönüp bakmamış acaba yanlış bende mi diye, hala da bakmazlar, çünkü biz daha onların sorgulamasına fırsat vermeden sırf aralar açılmasın diye, kötü bir şey olmasın diye suçları -ki çoğu suç bile sayılmayacak uydurmalardır emin olun- üzerimize almışız. Oysa şimdi kabullendim, üvey evladı benimsesen de babası olamadığın gibi suçu benimsesen de suçlu olmuyormuşsun. Halbuki bunlar yüzünden ben kendimi şerefsiz adlandırmıştım yalnızca ve yalnızca herkesin iyiliğini isteyip bunun için çabaladığımı bilmeme rağmen, kendimden çok onlara inanmıştım, onlara da başkalarına da "Ben sizi üzüyorum, iyi bir adam değilim." gibisinden aşağılık kompleksli laflar etmiştim. Ben iyiymişim, çok iyiymişim, çok çok safmışım, bini bir paraymış insan ilişkilerinde kirin; onlar değilmiş iyi olan, onlarmış beni üzen ben kimseyi üzmüyormuşum kendim hariç, onlarmış beni çiğneyip geçen, bende kendi karanlıklarını bastıran. Ben bir mutluluk kutusuymuşum geleni iyi eden, işi bitenin umurunda olmayıp beş para etmeyen; ben bir çok sevenmişim, karşısındakinin tüm kusur, hata, yanlış ve ayıplarını kendinden temellendiğini düşünecek kadar acınası saflıkta bir çok seven. Hala inanmam seveni bilmem ne edip bilmem ne edeni sevdiklerine ve uyuz da olurum o lafa ama seveni sevmedikleri değer verene değmedikleri, güldürmek için yaşayana değil de başkalarına güldükleri kılıç kadar keskinmiş adeta. Bu hikayede tek guzellik varmış, ben harbi harbi masummuşum, kendimi suclayamayacak çaresizliğe itildiğim vakit nasip olacakmış bunu da idrak etmek.

Yahu ben hiç olmamış ve belki de asla olmayacak bir kadına yazılar yazıp onu bekleyip duran bir bakıma meczup kimse, ne istersiniz benden, düşlerimden, umutlarımdan; kimin ekmeğini almışım ki ben, kimin tavuğuna kışt demişim, gözünüzü alamadığınız o ağzınıza tükürenlerin onda birini etmemiş, ettiysem de bunun için değmeyecek kadar uykusuz kalmışım ben. Aa yapmayın darılmaca gücenmece yok, belki de müstahaktır; yalan soylemeyeceğim bunlardan söz ederken içim çok çok acıyor lakin size değil. "Haksızlığa karşı haksızlık yapmak istersin ama bazen haksızlık yaptı diye vazgeçemezsin sevmekten; senin canını yakanın canını yakmak istersin ama sonunda yaktığında o canı, asıl haksızlık, ona bu kadar üzülmeden edemezsin... Hakkı yenen adam öfkeli değildir sırf, utanır, utanır bütün bunlara izin verdiğine..." diye devam eden o dizi repliğinden gibiyim bu ara ama büyük de bir farkla, ben o canları asla yakamadım ve de yakamadan üzüldüm, sadece ben üzüldüm. Sadece ben üzülmedimse bile bir önemi yok bunun, varsayalım bu bir yalansa bile bana yapılandan büyük değil günahı. Bana ne mi yaptılar? Beni kendilerine inandırdılar kardeşim, ben hepsiyle mezara gidebileceğime bile inandım ve bunu düşünürken dahi o denli mutlu olurdum ki; onlar beni anlamadılar, bunun için kendilerini asla yormadılar, bunu istemediler, belki de onları ben inandırdım bu kadar mühim olduklarına ki beni ezip geçtiler; yok olmaları ihtimalini bir tasma gibi kullandılar üzerimde, bunu başardılar çünkü benim kaybetmek dışında, kaybolunmak gibi sıradışı bir ihtimalim asla yoktu, kim beni niye kaybetsindi? En son özür dilediğim gün dündü mesela, en son birinin benden özür dilediği gün ise inanın hatırlamadığım kadar uzakta; nirmal ama hatırlamayışım, ben hep canı sağolsun dedim geçtim kanatana, koca koca şeyleri bile mesele etmedim onların aksine. Anladım, tevazunun sırası değil, galiba iyi pek çok insanın söyleyip benim reddettiğim hatta sinirlendiğim üzere, galiba gerçekten birkaç beden fazlaymışım öylelerine ben.

Kime sorsan sıkılmıştır şimdi, biri benden, öteki yaptıklarımdan, beriki hallerimden. Peki ben? Sizce ben de sıkılmış mıyımdır ki, örneğin insanlardan, örneğin bir şeylerin bana dönmesinden, bugün parmakların hatta belki yarın bıçakların. Yahu siz bana bir cenaze töreni ayarlasanıza, ben de katılırım bak söz, izlerim dürbünle mürbünle bir yerlerden birkaç ay herkesi; kim ne diyecek, kimin aklı başına gelecek, kim sevinçten delirecek, kim ne hissedecek. Sonra da sürpriz diye dirilsem birden. Ben bugüne kadar hiç acımasız olmadım, acımasız olabileceğimi daima müjdeledim ama kusursuzca kaçındım, ne zaman ki bir gramını olsun piyasaya sürecek oldum haklı gerekçelerle, o vakit suçluluğum had safhaya ulaştı kamuoyunda, biri trip attığımı iddia etti öteki saçmaladığımı.
Ben kimim ki siz bana trip atasınız değil mi? Ben kimim ki yazma deseniz de bir şey değişir? Durun, lütfen bu defa ben söyleyeyim; Ben bu dünyada görüp görebileceğiniz en büyük adamlardan biriyim, yalnızca bunu farkedemiyorsunuz ipleri elimde tutmadığımdan; birincisi asıl büyüklerin güce ve kalabalığa ihtiyacı olmadığını, ikincisiyse iplerin büyüğü yönlendirebileceğini size zorla da olsa öğretme gayemden.
Bunu bana çok görmeyin artık, acınızı yani, hepinizin o daima sarmak için çaba sarf ettiğim acılarını değil ama çekecek olduklarınızı. Benim başımdan beri olduğum kadar yalnız olun ki anlayın kalacak olanın ben olduğumu, nazınızı bir tek benim çekme nezaketi göstereceğimi, lütfen dünya size elbette ki yine sizin için göstersin bu kötülüğü. Yalnızca n'olursa olsun iş işten geçmiş olsun, böylece benim sizi af imkanım olmasın -zira hala katılaşmadım, yumuşaklığımı asla olamayacağınız birine saklamaktayım- ve bir daha bu hataya düşmeyeyim. Hangi hataya mı? İnanmak değil, bu insanın fıtratında var, aşk da bizatihi öyle, çok çok değer vermek bile değil mesele; benim derdim ağzımda hiçbir şey etmeyecek kuşlar tutmuş olmam, kimilerinin tekini yapmasının yettiği davranışlardan oncasını yapıp hala aptal gibi karşılık beklemiş olmam, karşılık dediysem sevinmek gibi basit bir şeyler. Belki de en büyüğü her daim en değmeyecekleri herkesten çok sevip içlerinde başka biri olduğuna ve vesaire fikirlere kusursuz itimat etmem. Ah bunlar olmasa da suçsuzluğunu kabullenmek kıdemli masumlar için dahi kolay bir hal alsa. 

En olmadı bir ömür suçlu hissetmeye değecek biri çıksın be, o bile kafi. 


0 Yorum:

Yorum Gönder