Alptuğ Dağ Kimdir
Alptuğ Dağ Kimdir
"İtiraf etmeliyim ki, aziz okur, benim ömrüm, her birini gebertmek istediğim insanlarla aramdaki buz dağlarını eritmeye çalışmakla geçiyor."
Buradaki tüm yazıları okumanız demek -doğru anladığınız takdirde- en zayıf noktalarıma, en büyük hayallerime, en derin korkularıma doğrudan ve bir insanın bir diğerine karşı olamayacağı biçimde kapsamlıca vakıf olmanız anlamına gelir, ki bunun yüzde birini bile kim bir diğerine altın tepside sunar ki benim gibi delinin teki değilse; ha belki ben de bu cesareti yazdıklarımın yüzüne bakılmayışından alıyorumdur bak o da olabilir, neticede ben burayı bir tür sifon gibi kullanıyorum, kendime bile itiraf edemediğim şeyleri gecenin bir körü satırlara mıhlayıp sabah yazdığımı bile unuttuğum öyle çok ki.
Bu hikaye o çok sevdiğim "boyalı kuş" şarkısının başrolünde olduğumu ayıktığım zaman başladı, kimsenin beni anlamadığı ve belki de buna cesaret edemediği zamanlara girdiğimde açıkçası fazla küçüktüm ve etrafımdakilerin benim serzenişlerime verebileceği tüm cevaplar öylesine bamakalıp iken, duvara konuşmayı daha mantıklı buldum ama bir biçimde kayıt altında durmasını istiyordum, tıpkı bilim kurgu filmlerindeki zihin klonlama gibi hayatımın bütün aşamalarını, bütün gençlik hata ve doğrularımı,tanıştığım berbat ve süper insanları -ki inanın ikisi birden olan da epey kişi vardı- kronolojik olarak, üstelik hammurabi yasalarının halkta oluşturduğu misali bir şeffaflıkla kayda almak istedim. Klavyenin başına oturup ilk kıvılcımı ateşlediğim anı dün gibi hatırlıyorum, okuldan çıkar çıkmaz...
Ha sen eğer tetikleyici unsuru soruyorsan cevap daha da basit: Ne yazık ki her zaman olduğu üzere aşk ve kin, ikisi bir değil tabii, ya da bilmiyorum. Hahah
"Sorarlarsa, 'Ne iş yaptın bu dünyada?' diye, rahatça verebilirim yanıtını: Yalnız kaldım. Kalabildim! Altı milyar insanın arasında doğdum. Ve hiçbirine çarpmadan geçtim aralarından..."
Gevezeliğimden de anlamış olabileceğin üzere yapayalnız biriyim okuyucu, bugüne kadar hep çok çok yalnızdım; eş, dost bilmem ne herhangi bir tanışıklık sınıfından hakikaten kadirşinas ve kendiliğinden, menfaatsiz ve gerek duyma biçiminde, yani yokluğumdan hicap duyulacak - varlığımla sükunet bulunacak denli bir istenç ile sevgi yahut değer gösterenim olmadığını açıkça söyleyebilirim, zira benim için yalnızlığın tanımı bir nebze bu. Dolayısıyla duygu dünyamdaki herhangi bir kıvılcım beni yazmak ya da en azından bir fiil işlemeye itiyor, şanslıyım ki bu konuda yemek yemek önde gelen bir şey değil, aksi takdirde Ağır Yaşamlar’da tanışırdın benimle, gerçi ne kadar kaldı ona da…
Demem o ki bok mu vardı da aşık olduk bir kere, yanlış anlama klişe bir ters köşe ile güzelleme gelmeyecek bu lafın ardından; aşık olmak yerine borsaya girmek gibi belki milyonlarca kat be kat daha iyi eylem sergileyebilecekken -ki iyi nedir tartışmak isterim bir gün seninle yüz yüze, evden çıkmayı isteyebilecek olursam şayet hayatımın bir anında- yaşım itibariyle olsa gerek (13 falan mı oluyordu hiç hatırlamıyorum ki) değmemesine rağmen onun için şiirler vesaireler yazarak başladım ve gerisi geldi gördüğün üzere...
Her neyse seni daha da süründürmeden, bu neşriyatın otobiyografi nitelendirilebilecek sıkıcı kısmına dalalım azıcık:Vatan adına önemli bir gün olan 18 Mart'ta (2000) dünyanıza teşrif ettim, ben de vatan yahut herhangi bir şey için önem arz edecek miyim bilmiyorum ama öğrenmenin vakti giderek yaklaşıyor gibi..."Biraz kül, biraz duman; o benim işte..."

İnsanlar gerek hastalığımdan, gerekse zevklerim ve rengimden -esmerimdir afedersiniz- beni anlamadı, hatta açık net söyleyebilirim ki azımsanamayacak bir kitle de beni zerre sevmedi, ha ama benim derdim dürüstçe bir sevişmemekle değil ve evet gıcıklığına kullandım bu kelimeyi; tam 18'imde -daha doğrusu evveldendi ama o gün artık su götürmez bir şekilde hiçbir düşüncemin kuruntu olmadığını- fark ettim ki hiç dostum da olmamıştı, uğruna bir anda tereddütsüz can verebileceğim birtakım insan müsveddelerinin umurunda olmadığımı anlamak gibi, insanların sadece ben onlara sorduğum zaman bana nasılsın dediğinin farkına varmak gibi, aylar öncesinden doğum günü hazıadığım kimselerin ortada hiçbir sebep yokken -ki bunu ifade eden bizzat kendileri- beni tanımayışı gibi süreçler geçirdim, al işte bu da işin kin kısmı.
Yeter mi? Yok. Şimdi sen buna bir de doğuştan bir bedensel engel ekle, Serebral Palsi. Girdiğin her ortamda, hatta girmeden önce geçmen gereken yerleri hesap edip oralarda şayet merdiven gibi bir şey varsa trabzanı olup olmadığını düşünedurmak gibi kendiliğinden zihne yüklenen misyonları düşün; kaldı ki ben hiç bu yüzden ayrımcılığa uğramadım ama mesela bilirsin işte, kimse yüzüne bir şey demese hatta bunu aklından geçirmese dahi sen en azından bilinç altlarında o "şey" çocuksundur, hiçbir zaman ideal olan, aranan vs. olmayacağın kesin işte ama baştan kabullenince sorun yok. Her neyse amaaan, beğendin mi hikayemi?
"Beni bir gün unutacaksan, bir gün bırakıp gideceksen, boşuna yorma derdi; boş yere mağaramdan çıkarma beni. Alışkanlıklarımı özellikle yalnızlığa alışkanlığımı kaybettirme boşuna. Tedirgin etme beni."Turgut Uyar'ın da dediği üzere "Yazmasam ağlayacaktım." Ağlayacaktım ki bir anda kendime geldim, benim gibi itilip kakılmış, anlaşılmamış, hor görülmüş o insanların sesi, nefesi, örneği, direnci yahut her ne derseniz o olmaya; çok dişliydim çünkü, çok inatçıydım, etrafım değişti ben kaldım, kimseyi geride bırakmadım, sürekli neyin bana yakışıp yakışmayacağını irdeleyip mümkün mertebe ona göre vaziyet aldım zira kırmızı çizgilerim ve prensiplerim beni her nerdeysem oraya getirdi, işte ben bundan çok memnunum.
Neden mi?
Bu sayfaya yıllar içinde bir sürü yorum geldi sizlerden, hastalığını unutanlardan tutun da okuduğu bölümü bırakmaktan sayemde vazgeçenlere, hayatının en kötü anını, taciz edilişini cesurca bu sayfada itiraf edenlerden intihardan vazgeçenlere... Sözün özü, bu bir biyografi değil -öyle de görünmüyor zaten- bu siz saygın ve sadık, nice "dost"larımdan daha sadık okuyucularıma elimden geldiğince bir teşekkür. Yalnız olmadığımı bana bir şeylerin ardından, adeta fısıldarcasına da olsa gösterdiğiniz için teşekkürler.

Bakmayın adına, burası Alptuğ'un Mekanı değil, yalnız ve yaralı olan, anlaşılmayan herkesin. Selametle.