Hepsi Benim...

Aradığım yegâne cevap benim neyin neresinde olduğum; hepsi benim yüzümden mi, haklı mıyım hislerimde, olup bitenlerde haklı mıydım zamanın gerektirdiklerine göre, şimdim ne kadar mantıklı benim, önüm ne kadar açık? Hadi geç benim soruların hepsini, en önemlisi bu his nasıl, ne zaman geçecek? Kendimi suçluyorum çünkü, bir başkasını suçlayabilirim ve bu daha da kolay olur üstelik, ama sorun şu; ben hepsi benim olmayan naçiz aklımda kimi suçlarsam suçlayayım o kişi bu suçlamayı hissetmeyecek bile, bambaşka bir yerde bambaşka yaşamaya devam edecek, çünkü öyle değil fakat suçun fazlası onda olsa dahi onun tuzu kuru -ki ne mutlu- ve benim elimden gelen taş çatlasın buna şahit olmak, sönmüş güzel mumlarımıza bakmak, fevkalade surat ekşitmek, belki biraz gözyaşı ve yine hiç bir şeyi daha katlanılır kılmayacağını bildiğim bu yazmak... Öyle ki düşündüm, bu soruların her birine en iyi cevap gelse yetmeyecek; giden gidiyor, biz bile deli gibi durmak isterken basit insani hisler pahasına -hepsi benim değil- gitmişiz toyken, giden de, hiç gelmemiş olan da ısrarla gelmiyor ve de biz, biz aslında gider gibi yapıp kalıyoruz biraz, yalnız kalıyoruz, hepsi benim... Yahu yad etmek mi dersiniz ne dersiniz bilmem, mümkün olsaydı irtibata geçmek en resmi deyimiyle, mümkün de ama ondan da bu özveriyi beklemek hak olsaydı mesela, yüzümüzün güldüğü bir günün hatrına dahi olsa. Oturup konuşalım be, çünkü artık buraya yazmak bile içine atmakla eşdeğer, zaten burada olanları da görmesi gereken dışında herkes görür çok şükür buranın olayı bu, hepsi benim ne yazık ki. Madem içine atmak oluyor bu, neden yazıyorum? Mütemadiyen kendini azarlamak ve teselli etmek aynı anda, ancak böyle mümkün...

Yine de pek çoğu benim yüzümden  ve evet sevmek de suç, vurdumduymaz olmamak da, kolay atlatamamak da, basit düşünmemek de, hatta kendi yaralarına saygı duymak dahi bilmukabele öyle. Ne kadar çok diledim herkes gibi olayım, tahmin dahi edemezsiniz; insanlarla her ne yaşıyorsam yaşayım, sonra bir şekilde portalayım, bir daha da ardıma dahi bakmayayım; utanmaz olayım, gurursuz olayım bilmem ne olayım, iki küfrederlerdi sonra biterdi en fazla. Şimdi bir konu daha var örneğin, dostlarım; tüm bu olanları sadece biri biliyor şimdilik ama diğerleri de öğrenir bu gidişle, öğrenir ve üzülürler az kişi de olsalar. Diyorum üzülmeyin, benim hüznüm -hepsi benim- hepimize yeter zaten, yetişkin bir Alptuğ'un derdinin bitmesine imkan yok. Onları da sürüklemekten yoruldum, susunca da olmuyor; takdir edersiniz ki içinde yaşamayı hep eline yüzüne bulaştırmış bir kimseyim ben, bugün canım sıkkın değilmiş gibi davranmayı becersem bile yarın bu belki anlamsız bir öfke olarak geri fırlıyor dışarı ve ben farkında olsam dahi basiretim bağlanmışcasına engel olmuyorum, sonuçsa yine beklentilerimizi karşılıyor, hüsran...

Çoğunun aklından geçen "Bir ömür böyle geçer mi?" türünden klişeler tabi ister istemez, fakat geçiyor işte; hem ben anladım sayılır, yaşamak evet tüm o edebi şeyler, fakat sadece nefes almak da aynı zamanda, nefes alıyorsam yaşıyorum işte, böyle de yaşanıyor demek ki, vademiz dolmamış demek ki ne yapalım? Sorunun ne olup olmadığını sık sık belirttiğim bu gibi boktan yazılarıma istinaden aklıma gelen bir fıkra: Adamın biri bir diğeriyle zıtlaşıyor falan işte sen büyüksün yok ben büyüğüm hesabı, adam da dönüp şey diyor, "Ben büyüğüm, çünkü kimse beni yüreğine sığdırmadı.". Fıkra dediğimiz şey komik olir tabi pardon, bunun artık neresi komikse, en fazla trajikomik, bilemedin kara mizah. Burada bu çıkıyor işte ben ne yapayım, etim budum bu, kırk senedir buydum dahası da olmadım hiç; ister miyim? Zor, istemek de öyle, olmak da...

Özledim işte be, geçmişin canı cehenneme, yanmış böreğin tek sağlam kalmış üstelik de kızarmış o köşesini özledim ben -biraz açım kusura bakmayın- yani aptal bir utangaçlıkla geveleyip duruyorum fakat tam olarak seni özledim ben Ceren, güzel günlerimizi de belki biraz; seniyse beni tek sevmiş kişi olarak bile değil, sen olduğun için... Hepsi benim kendimden... Bitti, bittim, bittik.

0 Yorum:

Yorum Gönder