Belirsiz Bi'kadın

İlhami Algör'ün "Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku" kitabından alıntı yaparak başlamak istedim bu yazıya:
"...Aslında sokakta gördüğü kadınların peşine düşen biri değildim. Ama kadının tuhaf bir çekiciliği vardı. Böyle bir kadın mı arıyordum acaba? Hiçbir zamana ait değilmiş gibi duran, yetişecek hiçbir yeri yokmuş gibi kayıtsız yürüyen… Pencereden giren sabah güneşlerine karşı birlikte uyanabileceğim… Hem biraz sokulgan hem alıp başını giden… Hem çapkın hem sadık… Bu o kadın olabilir miydi? Ama sonra kadın izlendiğini fark etmiş gibi birden durdu, yavaşça dönüp baktı..."

Aynen böyle işte, benim de hayatıma böyle bir kadın girdi dostlar; aman siz sormadan ben şey edeyim, umduğunuz gibi olmadı, ama hala arkadaş ya da ona benzer bir şeyiz sanırım. O bunları okur mu okumaz mı bilmem -umarım da okumaz- ama ben yazacağım arkadaş, burası benim kolum kanadım. Ben öyle uçan kuşun ardından bir şeyler karalayan biri değilimdir bilirsiniz, ancak özel biri gelecek, bu yüreği tarumar edecek de öyle. Şimdi ben size onun adını vermeyeyim iyisi, şöyle bahsedeyim kısaca:
Hayatınıza lak diye girer -o nasıl oluyorsa- basiretiniz bağlanır, dur kardeşim n'oluyor diyemezsiniz, sonra dersiniz ki kal, bir sonrasında da gitme; tüm bunları yaptığınız için de kendinize inanamaz hatta kızarsınız, fakat şikayet etmezsiniz her nedense. Nehir gibidir, bazen bir günü bir gününü tutmaz; bakarsın eser gürler seni beni tanımaz, bakarsın yavru kedi yanından ayrılmaz ve normalde bu kadar değişkenliğe tahammülü olmayan sen, ondan razı olursun bu defa. Ufacık bir lafı çok iyi edebilir, bir görüldüsü bile düşman başına. Belli olmaz hiç, asla renk vermez, aklına eser gelir aklına eser gider, kızar-küser bazen şaka bazen ciddi, morali desen bir zirvede bir dipte. Tüm bunlara rağmen çekilmez midir derseniz, asla... Umurunda değilsin gibi hissedersin bazen tadın kaçar, bazen seni yıllardır görmediğin ilginin manyağı yapar; sürekli tekin olmadığını vurgular, aynı Müzeyyen'de olduğu gibi, bir yanı mutlaka gitmektir, diğeri mutlaka kalmak. Kafayı yersin biraz olsun; lafıma itibar etme de der zira, lakin hangisine? İşte onu bir türlü söylemez. Ardında biraz olsun gizem bırakmayı sever, hatta birazdan biraz fazla; ama okusa buna ne der bilmiyorum fakat, onu gerçekten hissetmeye çalışırsan eğer, bütün duvarların arkasını görür gibi görürsün içini, onun o tatlılığını, belki de belli berbat durumlar sonucu derine gömülmüş naifliğini ve vesaireyi...

Sen de benim gibi yaparsın muhtemelen sayın okuyucu, belki de cinsiyetinin ne olduğu fark etmeden; aşık olursun ona, üstelik de bahsettiğim bu sebeplerin hiçbiri için değil, bahsetmemin mümkün olmadığı, aslında bakarsan kendi içimde bile bir tanımı olmayan bir sebepten; tanımlamaya uğraşmadığım, yalnızca sürekli yaşamak istediğim bir sebepten...
Onunla maytap geçerken bile güzeldi bu aşk meşk işlerini -inanın bu güzelliğin benim aşk hayatımın, hatta geri kalan hayatımın da vasatlığıyla bir alakası yok- ben de belki herkesin umacağı kadar olmasını umdum, olmadı; bağışlayın, öyle inandırıcı bir adam falan olamadım ben, onu da beraber güzel bir hayat kuracağımıza inandıramadım demek ki. Böyle devam etmeye çalışmak da zor açıkçası, bu filmin kaçıncı oynayışı; hiç bir şey olmamış gibi devam edebilmek için, içinde ondan gelen mesajla güller açıyor olmasına karşı, piyasadaki ciddiyetsiz gevşekler gibi gereksiz mevzulardan söz edip yalandan emojilerle, onunla bir dakika olsun daha fazla vakit geçirmeye böylesine kusursuz bir çaba sarf etmek... Alışmış kudurmuştan beterdir derler ya doğru, vallahi bak kendimden biliyorum; sen reddedil reddedil gel burda yaz, ya da ağla, ne halt yersen ye. Pardon ya sana da ayıp oldu sayın okuyucu; ben böyle celallenirim aniden, tıpkı bütün çaresizler gibi, tıpkı onun gelişi, mesaj atışı gibi...

O değil de madem saat 10 olmuş -bayağı bir geç anlayacağınız- bu mayhoş kafayla size bir iki şey daha itiraf edeyim, ama aramızda kalacak!
Ben ona bağlanmadım dedim, çünkü o bana dedi ki çok çabuk oldu; tıpkı filmlerdeki gibi, beni peşine takmak konusunda belki de kendi ile iddiaya girmiş bir kızı haklı çıkartmak istemedim. Ben bir kere yalan söylemedim, ama doğru da değildi tabi, sen beni bilirsin okuyucu. Bir yanım diyor ki "Ulan iki insafa kandın, sana da helal olsun(!)" ama bir diğeri de öte odadan "Yine olsun, yine kanayım." O da haklı aslında, çünkü dedim ya sen beni bilirsin ey okuyucu, ben artık geçmişim gereği üzülmenin bir noktasına vardım, olsa olsa o işte bundan sonra da; o yüzden rahatım, aptal ve çaresiz bir rahatlık, ya da kendine rahat olduğunu söyleyerek bazı yaşamsal faaliyetlerin devamını sağlamak da olabilir bu, bilemiyorum.

Ulan okuyucu yine öğrendin bak her haltımı, şu yüreğimde de bakla ıslanmaz ki; hem ikide bir geçmiş geçmiş deyince biraz egolu gibi gözüktüğümü ben de fark ettim, ama gelecekten de ziyadesiyle umudum yok, bari diyorum geçmişi yereyim eğlence olsun; zira şuan bile yalnızım, öyle ki sen inansan ne inanmasan ne. Hayatımdan belirsiz bi'kadın geçti işte benim de, umarım geçip gitmez; ister bencillik de ister ne dersen de buna, aklımdan geçmiyor değil, o böyle benden uzaklaşmak istese ama ayakları geri gelse (lafın gelişi) mesela, tıpkı diğer hiçbir kadında olmadığı gibi. Zaten o da belli belirsiz açılardan ilk, bırak onlar da bana kalsın.
Her yazının sonuna sıkıştırdığım o umut meselesi burada da olmasa olmazdı, hele ki o çocuğunun adını Umut koymayı düşlerken; belkiler mevcut içimde, belki işler değişir falan, inancım var mı dersen yok ama işte, sanırım onun belirsizliği bana onda olduğundan daha çok sıçradı...

Dip not: Sanırım bunu ona göndereceğim, bilmeye hakkı var, gıybete girer yoksa.


0 Yorum:

Yorum Gönder