Bulmak Davası

Ben bu satırları yazarken, gözlerim neredeyse ağlayacak lakin annem gelebilir. Bugün sizin için aşina olmadığınız bir hikayem var.

Son yazımdan biliyorsunuz belki, hani o sözü geçen tek pişmanlığım. Onu buldum bugün, yıllar sonra; değişmiş biraz, yüzü daha bir güler olmuş, güzelleşmiş de tabi, sevdiği ve onu seven biri var anlaşılan, bana kıyasla da pek bir mutlu. Ben? Bin yılın türküsü işte, sıkıcı, kendine bile pek yararı dokunmayan, tam anlamıyla "kimse". Oysa daha birkaç gün önce ne de güzel söz etmiştim siz şahitsiniz; hatalarımdan, onun hatalarından, birbirimizi tamamlamışlıklarımızdan... Bir nedeni olmaksızın size bahsetmemeyi seçtiğim onca güzel anı bile halen aklımda, açıkçası unutmamıştım da hiç, lafın gelişi gelebilir ancak gerçekten hep aklımın bir köşesindeydi; seven unutmaz zaten, unutamaz, o beni unuttuysa da hakkıdır; aynı hak bende de vardı fakat ben kullanmadım, ben çünkü işte, bildiğiniz ben. Biz iki nehir, neydik n'olduk, nasıl oldu tüm bunlar; ayrı ayrı akmayı nasıl becerdik mesela, o akmaya devam etmeyi nasıl başardı, bense ondan önce de olduğu gibi kuru bir çöle dönüşmeyi? Bunca zaman sonra attığım mesaj onun için ne ifade eder benim için bile belirsizken, ne bir özür, ne bir af, ne de "seni seviyorum"u tam olarak belli etmezken, seneler sonra birdenbire; hadi beni biliyoruz, her zaman birileri boyunca geçip gidilmiş ve perperişan, gittikçe daha aptal biri oldum çıktım; fakat onun için belki de olmaması gereken zamanda, bakarsın mutluluğuna düşmüş bir gölge gibi, davetsiz bir misafir... Bu nasıl olabiliyor? Hayatıma giren ya da hayatına girdiğim her bir insanla birbirimizi kötü etkilerken, birbirimizin hayatından çıktığımızda onlar eskisinden de iyi bir hal alıp bense onun hayatından çıkmadankinden daha kötü bir şekilde devam ediyorum kendi hayatıma? Şey gibi bir hikaye bu da, hani okursun ama için rahattır, çünkü bu bir roman için yazılmış bir hikayedir özel olarak, gerçek hayatta olmayacağı düşüncesi senin mutsuz olmanı engeller; fakat bir de bana bakın şimdi, ben bütün bu fenalıkların merkez üssüyüm, en çok zarar da bana haliyle.

Tahmin edebileceğiniz çaresizlikte, böyle vakitlerde insanın ilk aklına gelen elbette ki salak bir "Keşke zamanı geri alabilseydik!" cümlesi oluyor, fakat sorun şu ki, bunu becerebilsen ve hatta hatalarını tersine döndürebilsen dahi, karşı tarafın hatalarını -senin hata yapmanı körükleyen hatalarını üstelik- nasıl engelleyeceksin? Bunu yapmak öyle zamanı geri almak kadar kolay da değil, nitekim hiç sevmemeyi düşünsen nasıl becereceksin? Senin etin ne budun ne be adam ki bunca senedir peşinden düşemediğin o aptal yüreğinin geçmişe dönünce sözünü dinlemeyebileceksin. İstersen üstüne tecrübe koy, gelecekte olup bitenleri bilmeyi koy ama yine de o içinde kalacak, tıpkı şuan hatta şuana kadar kimseye açıklamadığında da olduğu gibi.

Bu öyle pişman olup da tükürdüğünü yalamak gibi değil, bir halt yiyip de sonra geri dönememekten yakınılan basit bir yazı değil; bu olana, olmuş ve ölmüşe, biraz da kalana ağlamak tam olarak. Saklamayacağım sayın okuyucu, tam da şu anda bütün bu yazıyı silip kusursuz bir hayvan gibi ağlamaktan daha fazla geçmiyor içimden hiçbir şey. Kendimi tutuyorum, çünkü bunları demem gerek, çünkü annem içerde, çünkü bazı şeyler eskimiyor. Mesele benim yalnızlığım falan da değil bu defa, ben geberip gideyim gerekse, dokunmaz o kadar da. Ya olmuş o kadar güzel şeyler o kadar berbat noktalanmıştı ki; zaten sonra da onlara yaklaşan dahi bir şey olmadı, açıkçası bahsettiğim gibi beni ondan başka kimse sevmedi, ben birkaçını sevdim ama bu gerçeği unutmadım asla; ona olan ilk teklifimi de, hatta sabahına birtakım tedirginliklerle cayışım ve arkadaş kalışımızı da, ancak eninde sonunda her ikimizin de dayanamayıp önce "Sana aşkım desem sorun olur mu?" diye soruşunu ve zamanla da kendimizi tutmayıp bir nevi bir arada oluşumuzu da, birbirimize bebek fotoğrafları gönderdiğimiz günleri de, arkadaşlarıyla gün yaptığı ve benim "Bunların hepsini sen mi yaptın?" dediğim günü de, onunla ilk telefon konuşmamızı da, bacağını incittiği akşamı da, ikimiz için şarkılar topladığımız zamanı da ve ne yazık ki o lanet tartışmayı yapışımızı da unutmadım asla. Dedim ya seven unutmuyor işte, daha unutmadığım neler neler var ama, her şeyin de arasından en az iki sene geçmiş; aklından geçiyor işte insanın, unutamadığım şeyler bunlar, ama en değeni şunlar diye. Hayatımın en değmiş zamanlarından elimde kalan bir iki buruk fotoğraf karesi, derinlere insem belki o günlerde yazılmış yazılar, şimdi ne anlamı kaldıysa artık...

Şimdi geri döndürmeye çalışsak bir şeyleri, belki o da farkındadır kendi yanlışının -ben yaşlandım oysa büyüdü zira- fakat her şeye rağmen bizden iki arkadaş olur -o da şanslıysam, daha doğrusu bu kadar şeyin üzerine şanstan bahsedebilecek haddim kaldıysa- ve hayatında biri olmasa bile bu böyle olurdu. Ben onu hak etmiyorum muhtemelen, muhtemelen ki herhangi birinde hakkım da yok benim göçmen kuşlar kadar bile; bunca hayattan çıkan da es kaza bu işte artı ve eksileriyle. Ayıp gibiyim. Fakat gerzek bir muhabir çıkıp dese "Yine sever misin?", cevabım dolu bir evet olur; üstelik de geçmişten farkla, bu sefer imkansız olmadığımıza biraz daha inanarak -ya da hepten umudunu kaybederek- Bunca yanlıştan sonra, doğrulmak neyse artık, nasıl olur bilmesem de olay bu...

Böyle konuşuyorum ama niye taksın ki beni, niye iplesin, neden bu satırları ve dahasını okuyup insansın, ihtimam göstersin? Hatta acı bile çektirmek ister belki haklı olarak, istemese dahi değişmiş başka biri olmuştur belki -o da eminim benim yüzümden- ve belki tanımaz beni, tanısa da dediğim gibi üstümde çok durmaz; ben altta kalırım ama bak, benim mizacım bu, kavga ederken de altta, susarken de altta kalırım çünkü iddia edeceğim bir hakkım yahut buna inancım kalmadı işte. İşin gerçeği hayatının büyük bölümünde de yer kaplamış olmak istemem bu yer pek de iyi olmayacağından, içini kıpırdatmayacak kadar da unutsun istemem beni, insanız neticede, kusurlarımızdan en barizi de bu kıskanmak işte...

Kimse sakın ola ders-mers çıkarmasın bu yazıdan, ders bitti.
Hani Kürk Mantolu Madonna'da eski-yeni iki hayatı olan Raif misali, defter yanmadı, fakat ben öldüm. Onu bulmak davası böyle sonuçlandı, bulamasam da ukte kalacaktı, şimdi bile öyle...



0 Yorum:

Yorum Gönder