Ama Gittim...

Bu yazımı "Eski Okul" yazımın devamı mahiyetinde değerlendiriniz...
Zira iki hafta oldu o yazıyı yazalı takriben, bense elinde sonunda Emir'i kırmayıp gittim oraya. Peşin peşin söyleyeyim bir daha da gitmem!

Daha kapıdan girdiğimde onu gördüm abi, oysa sevgilisinin yanından elini bırakıp kalktı, koşarak benden tarafa geldi, -tıpkı filmlerdeki gibi- lakin bana değil... Gelmesin de zaten istemez, aman uzak olsun; ah ulan Emir! Sana da yazıklar olsun, ne demeye götürdüysen beni o eski cehenneme sanki...

Beni gördü, baktı, ben de onu görmüş bulundum, baktı, baktı ve bir daha baktı. Okula girdik, merdivenlerden çıkarken arkasını döndü; hiç değişmemişti yüzü, ben kendimi biliyorum mesela benimki değişmişti, suratsız lanet bir herif olmuştum, bir dönem iyi gibi hatta bir dönemse gerçekten iyi oldum ama o dönemlerin izi hep kalmıştı; hani bir de kelimenin tam anlamıyla şeytan tüyü, bilincim biraz az olsa, biraz olsun unutkan olsam mesela, tüm bunları yapan sanki o yüzün sahibi değilmiş gibiydi. Ben onun yüzüne baktığımda aşık olduğum kızı gördüm, ama o gördüğüm dışında her şeydi, şükür beynim tuttu beni...

"N'aber?" dedi her zamanki iyiye mi kötüye mi alamet bilinmez gülümsemesiyle, bunu sanki herhangi birini çevirip saat sorar gibi yaptı.-bir arkadaşım "ya ne diyecekti?" dedi haklı olarak, mesela susabilirdi, susmalıydı; zaten o hiç olması gerektiği gibi davranmamıştı ki, mesela bir ara da sevmeliydi... Neyse.-Ben de dönüp "Bana ne hakla n'aber diyebiliyorsun?!Hiç canın acımadı dimi, hiç umurunda değildi, düşünmemiştin bile ve eminim çok da eğlenmiştin, öyle mi?!" gibi cümleler sıralayamadım, bunu yapacaktım, örneğin "Hiç için cız etmedi mi?" diyecektim ama sustum, örneğin bu yazıyı okuyup kayık bir ağızla "Edebiyat yapma yea" diyebilecek herhangi kimsenin ağzına vuracağım küreğin sertliği kadar sustum... Ya öyle bir sustum ki, bunu yapabileceğimi bilmiyordum; tusunaminin tam şehrin kıyısına geldiğinde olduğu yere direkt düşmesini ve şehre tek bir damla bile düşmemesini düşünün mesela, bunun gibi ama daha etkileyici... Kimse etkilenmedi tabi, kimse sustuğumu bilmiyordu, konuşacak olsaydım diyecek bir şeyim olduğundan haberleri yoktu çünkü. Susmazdım bakmayın, tam da korktuğumu yapardım. -çünkü o an bunun olacağını hissettim, lakin kılım kıpırdamadı- O böyle yaptıklarından habersizken, umurunda değilken yahut her ne zıkkımsa artık... Eğer orada başka insanların neşesini sömürme ihtimalime karşı gelmeseydim rahatlardım ama kalan her şey tahribat olurdu...

İki gündür turuncu desenli beyaz bir gömlek giyiyorum, metreler öteden fark edebileceğiniz bir gömlek. Bunun birinci nedeni zevk, ama ikincisi insanların size baktığında üzerinizdeki gökkuşağından her ne kadar tarumar iseniz onu görmeyişi...
Büyün hayatınız, şu an bunu okuyor olduğunuz hatta tam ortaya yazdığım bu s harfini okumaya başladığınız ilk saliseden taa anne karnında var olduğunuz ilk ana kadar hepsinin birleştiğini ve bir insan olduğunu düşünün, ardından da onu gördüğünüzü; ben o insanı görmüştüm, oysa beni unutmuştu... Unutmak dediysem hiçbir unutmak ki unutmak değildir, sadece şu yazımda yazdığım gibi bir şey beklemiştim hakkım olarak, hakkım çünkü bugün 30 Eylül 2016 Cuma günü ve ben okuldan gelir gelmez bu tertemiz sayfayı ona ayırdım, bu berbat bir şey...

Aklımdan ihtimallerin geçip geçmediğini bilmek ister gibi bilinçaltınız; ve evet geçiyor, muhtemelen geçmeye devam edecek. "Belki de öyle değildir", "İsteyerek yapmamıştır" ve bilmem ne bilmem ne, tüm bunlar da pişkin pişkin onun bugün gördüğüm o masum yüzüyle kendini bağdaştırma çabasında, ben yine deli, ben hep deli zati...
Yine de bu gün hakkımda ne düşündüğü bilmek istediğim bir şey olurdu, ama yalın ve yapayalnız bir merak olarak sadece, altından bir şey çıkarmaksızın, "Haa öyle miymiş? Tamam." gibisinden ve de bu cümlenin noktasına en ufak bir tebessüm dahi sığdırmadan...

Şuan daha bu yazıya bir ad bile biçmemişken söylemem lazım gelir, beş para etmemiş meğer; aşkımız, bine yakın yazı-şiir, acılarımız, göz yaşlarımız, biz, yaşayıp yaşattıklarımız, harcadığım 3-4 sene ve artçı sarsıntı misali böyle günler... En kibar ifadesiyle bir erkek cinsel organı kadar, kusura bakmayın ama içimden geçeni buraya koymam gerekirdi. Keşke bu gün ortam olsaydı da dediklerimi yapsaydım örneğin, filmlerdeki gibi bağırıp çağırsaydım, herkes bana baksa umrum olmasaydı, vakti zamanında da olmamıştı teklif ederken... Filmler gibi kussaydım öfkemi hüznümü bir arada ve birbirinden ayırt edilmez şekilde, öyle ki birileri de arkaya bir fon müziği koysaydı, o da bu olsaydı... Ama işte... İçimde kaldı, kalması gerektiği gibi bile olsa...
Gitmem umarım bir daha, görmem umarım bir daha, duymam umarım bir da...
Ah...Af...

Af bana yakışan bir eylem, tam ettiğim anda güzel duruyor üstümde; ama şimdi bunu düşünmek istemiyorum, zaten yapmadıklarımdan yola çıkarsak yeterince düşünceli bir adamım ve bugün fazlaca düşündüm. İşin düşünülmez yanı affet kurtul gibi bir şeyin olmaması, vicdanım güller gibiyken ihtiyacımın artık unutmak ve önemsemenin birkaç boyut üstü olması, ama var olmaması. Susmak...

N'olur bunu dinleyin dostlar...


Sen... Bu uzun yazıyı okumaya cesaretin olursa, hiç bir şey anlamayıp sana olan bu öfkeme kızarsan; defol. Sana bir açıklama borçlu değilim, sense bir ömür borçlusun bana, ama hayatımın kalan yarısında-artık her ne kadarsa-kaderce bile karşıma çıkmazsan bu borçtan razı olacağım... Burada "Allah belanı versin!" diyecektim birkaç satır daha, ama değmez, ben de öyle bir adam değilim zaten, seni şanslı kılan da bu, okur okur gülersin belki; yüzünde gördüğüm küçük kız çocuğundan en ufak iz yoksa şayet kalbinde, ki yoktur bilirim; olsaydı aşık kalırdım zaten bunu herkes bilir, bir Alptuğ Dağ klasiğidir...

İçim rahat, nasılsa bu hikayenin klişe hikaye "senelerdir dargın ama aslında birbirini yanlış anlamış insanlar" ile bir benzerliği kalma ihtimali yok...

Aslında o gün, ikimizin de aklından geçmemesine karşın her şeyi ama en ufağını dahi unutup sarılsaydık tek bir an... Bilmiyorum...

Bu da... Ne bileyim, belki aklına bir şeyler getirir diye...


0 Yorum:

Yorum Gönder