Pay Bırak Yarına

Ölü bir vali gibi ben. Bazen dönüp etrafına bakarsın abi, herkes vardır ama göründüğü gibi değildir, hakikaten değillerdir; gerçekten sana karşı iyi hisler besleyen, ya da bir his besleyen belki bir kişi anca; eminsindir hiçbirinin hayatının gerçek bir parçası olmadığına, lakin söz gelimi sürdürürsün bir şeyleri zor yahut kolay. Derken düşünürsün -bunuysa tam bir zamanlar dost dediğin bilmem ne dediğin Allah'ın belası, sahte, ikiyüzlü ve vesaire tipler etrafında cirit atarken yaparsın- yalnızsındır, öyle "Yea ben yalnızlığı seviyorum" diye dolaşan gevşeklerin anladığı türden değil, ham ve sek yalnızlık. Biraz daha düşünürsün, şanslıysan aklına biri gelir (şans konusunda o kadar acele etme yine de) ve dersin sanırım böyle bir çevrede böyle biri gelmez. Bunu hem uyuşmak, hem birbirini anlamak hem de tamamlamak babında söylersin ancak hatanın büyüğü tam da burada başlar; zamanla bunlar birer birer sevgileşir ve sen de bir ona bir etrafa bakıp daha iyisini bulamayacağın, belki de aradığın kişiyi bulduğun fikrine kapılıp (belki de haklı olarak) buna imkan tanırsın. Sahte bulutların arasında edindiğin sahi bir yağmur damlası olur o çoğu zaman, ne hikmet ki buharlaşmak için vardır en çok...

Ona böyle yekten anlatamazsın, "Beni hayatının neresine koyuyorsun? Seni bilmem ama ben ciddi ve fevkalade yalnızım her anlamda, özellikle de bu ortamda beni anlayabileceğini düşündüğüm tek kişi sensin ki zaten bundan ötürü belki de duymaman gereken tüm bu şeyleri sana anlatacağım şimdi; seni anladığımı düşünüyor musun bilmem ama öyle olması beni bazılarının iddia ettiklerinin aksine hoş bir beyefendi kılabilirdi diye düşünüyorum. Zor iş bu dünyada anlayanı, seveni, hissedeni falan bulmak, muhtemelen sen benden de iyi biliyorsun. Hal böyleyken, ben de böyle birini aradım ve seni buldum, benim anlaştığım, sevdiğim sevildiğim insan olmak ister misin bir ömür?" diye uzun bir konuşma yapamazsın mesela. Tam yapacak olursun, hadi bunun daha geniş bir zamanda daha düşünülerek yazılmışı kadar olmasa da buna benzer iki büklüm laf öbekleri hepten kurulusur zati kafanda, dilden dökmeye yelteneceğin vakit beklersin gelmez, belki de gelmiş seni bulamamıştır, belki de bu kadar vahim bir mevzu olduğunu düşünemeyeceğinden unutmuştur vesaire vesaire. Hayat işte dostum... Ve (her ne kadar cümlenin bağlaçla başlamayacağını bilsem dahi) zincirin kopma noktası nedir bilir misin? Tüm bu ihtimal sillesini göz önünde bulundurarak üstelik, yarın, sonraki ve bir sonraki gün aynı delikanlı cesareti gösterebilecek misin umutsuzluğa kapılmaksızın?

Hal-i pür mealin içler acısı da olsa dost, böyle yahu; kimseyi tanıyamaz olduğun, kimseye güvenmediğin, kendi kabuğundan da öteye çekildiğin vakit herkesin bir şeyler öğrenmesi gerçeğine atıfta bulunarak adeta, belki de ilk defa kendini yahut kalbini değiştirmen gerekmediğine hatta bizzat senin doğru olduğuna sen gibi bir inatçıyı bile inandıracak ölçüde gerçek bir gölgenin çıkması karşına -belki de sen onun gölgesisin kim bilir- Belki de o senin, tıpkı buz dağının altı ve ayın karanlık yüzünde olduğu gibi, büyük gerçeklerini bilseydi; o zaman hak verirdi, benzediğini itiraf eder hatta aynı hisleri o sana beslerdi. Lakin sen de haklısın ne diyebilirim, insanlara inancın o kadar sarsılmış ki tıpkı omzuna düşen kar tanesi gibi ansızın gelen bir insana böyle güzel böyle saf yanlarını açmak her zamankinden zor; öyle olmadığını bilmene rağmen, sırf yaranı heba eder diye boşa fakat haklı bir temkin; bugün bir acı çektiysen eğer, o da sadece bu temkinin, bir de onun senin vakıf olmadığın ve belki de olamayacağın temkinlerinin acısı olsa gerek... Sen yine de pay bırak yarına.


0 Yorum:

Yorum Gönder