İnci

*Aşağıdaki şarkı eşliğinde okunması tavsiyedir.

Alacalı lafların meşrebi olmadığı gibi ben de yalnızım, aynı ilahi takdirde istisnasız tekerrürler halinde ve sevip de sevilmemek neticesiyle, üstelik üslup kaygısı dahi gütmeksizin, alelade ve destursuz, saçma sapan ancak kurgusuz. Yahu insan bazen, nasıl desem... Her şeyi bir şekilde gerçekten ifade edebileceğinin farkına varıyor -ya da bir nevi özgüven mi geliyor bilemedim- ve yalnızca nereden başlaması gerektiği konusunda kararsız kalıyor, tutumsuz, hissiz, düşüncesiz, farkında olmadan belki asık suratlı ve kesinlikle de kaba. Sonuç olarak birilerine -böbürlenmekle alakası yok- dünyada duyabileceği belki en güzel sözleri söylüyorsun, yazıyorsun ne bileyim; karşındaki insan sevdiğinse yüzüne bile bakmaz oluyor, dostunsa "Amaan boşver yaa!" havasından öteye gitmiyor bile isteye. Anlayacağın o ki havada kalıyor cümlelerin, daha çok da cümleleri oluşturan o oluşun ve tabii ki hiç şüphesiz en çok da sen...
Ben şahsen bıktım havada kalan adam olmaktan, o kadar karışık ya da o kadar klişe cümleler falan mı kuruyorum bu kadar anlaşılmayı güç kılacak yahut bir çeşit meczup gibi görünmeye sebebiyet verecek? Her ne kadar edebiyatın hastası olsam da, bazen "Ulan bu yaptığım, senin anladığın şey edebiyat falan değil; bu benim içimdeki tümör, kist!" falan demek istiyorum, şairsem sadece kalbime laf geçirmemem ve işe yarar tek uzvum olarak parmaklarımı görmemden, ancak sorun şu ki bu cümle dahi edebiyata kayıyor. Ben roman karakteri de değilim, filmden de fırlamadım, rol de asla yapmadım; nedense insanların gerçek olmaktan sürekli alıkoyduğu bir düşüncenin parçası, belki de ana maddesi gibi hissetmekten alıkoyamıyorum kendimi, kaldı ki özellikle son dönemde rol yapan insanların, edebiyat yapmış olmak için hiçbir mana gözetmeden bir şeyler çiziktirenlerin ama en çok da kendini alternatif müziklere kaptırarak alternatif yaşayan ya da bunu seven biri gibi hissetmeye içten içe zorlayan, fakat öyle olmadığı yazık ki bariz olanların artması da buna tuz biber oluyor... Bazen insanların inanmadığı iyilikteyim, örneğin aşk ve sevgi hususunda; bazen yakıştıramadıkları benlikteyim, örneğin ya bu çiçek edebiyatımla asık ve asabi suratım arasında, ya da merhametimle çok çabuk "Allah hepinizin belasını versin!" moduna gelebilmem mevzusunda. Bir bünye bu kadar tezatlığı kaldırmaz düşündüğünüzü duyar gibiyim; lakin siyahla beyazı mukayese etmek gibi değil bu, bunların hepsi, belki de başka birinde rastlayamayacağınız durulukta gri haller. İnsanlar -örneğin siz- beni nasıl hayal ediyor fiziken, ya da tam tersi fiziken rastlamış olanlar ruhumu hangi cüretle ne diye çözümlüyor öylesine merak edip eşzamanlı olarak da umursamıyorum ki, bilseniz limon sıkarsınız...

Sıkıcı ve uzun bir paragrafın ötesinde, asıl mevzunun vakti gelmiş geçiyor; tüm bu fikirlerden yola çıkarak, birinin, herhangi birinin beni sevme ihtimali ve bu ihtimalin her bir paydası için sevme nedenleri, bu nedenlerinse saymış olduğum bütün bu durumlara yönelik etkisi ve yine bu durumlardan edindiği unsurlar, onun onu yok etmesi, bunun bunu ikiye katlaması derken bir sonuca varamadım. Ancak yine de bunu düşünmek bana keyif veriyor, gerçekten öyle biri çıkacak mı diye; demek istediğim, bu derin sulara dalacak biri bir gece vakti bile, dibindeki canavarlara inat onların ona zarar vermeyeceği gibi masum bir umutla derinlere inip denizin o koca incisini tutacak biri, ağır bile olsa, orada boğulmak pahasına o inciyi gün yüzüne çıkarmaya çabalayacak kadar sevip düşünecek biri, o inciyi hiç yanından ayırmayacak biri belki... Hiçbirimiz sütten çıkmış ak kaşık, yahut sudan çıkmış beyaz inci değiliz belki; ama hepimizin içinde öyle bir inci var, birilerinin zamanla derine gömdüğü, tıpkı bir çapa gibi derine inip onu da yanında götürdüğü; ancak bazılarınınsa, bize tamamen yabancı olmasına rağmen bu kadere razı gelmediği ve kendininmişcesine muhafaza ettiği. Aşk budur işte, sen karşındakinin incisini görürsün muhafaza edersin; ayrıca biraz da merhametle başlar aşk, sevmek zaten en büyük merhamet ve marifettir, özellikle de ben gibi, kırgın-küskün, bundan mütevellit diğer her şeye de biraz asabi, ayrıca da ürkek, içi belki inci dolu fakat kimse çıkartmadı diye bunu inkar eden, kendiyle ya da yazılarıyla başbaşa kaldığındaysa bu gerçeği en az kendi kadar derinden kabullenip o inciyi onun bütün o iyi ama inat, nazik ama tedbir adı altında saldırgan, sevilmeyi hak eden fakat her nedense sevilmedikçe daha çok etmiyormuş gibi davranan ve her defasında da kendini kötü biri olmakla suçlayıp sevmeyi hak etmemekle hükümlendiren, bunun üstüne de üzülen bir adam söz konusuysa şayet...

Bilemiyorum şimdi ne kadardır Zen Pırlanta'da inci kolye, lakin bu adam bedava -bu biraz da kimsenin onu almayacağına değin inancından mütevellit olsa gerek- ve işin gerçeği inci kolyenin fiyatını da hakikaten merak ediyor, sırf bir gün biri onu, yani bir bakıma içindeki inciyi almaya karar verecek olursa, bunun soyut kalmaması için. Dayım bu satırları okusa derdi ki çok düşünüyorsun, basit düşünmek iyidir, derin düşünme falan; bunları ben de biliyor ve kabul ediyorum, fakat hem böyle gelmiş böyle gidiyor, hem de sanırım yaşlandıkça içimdeki inciyi anlıyor ve insanların tanımıyla "herkes gibi olmamak adına" onun böyle kalmasına pek tabii müsaade ediyorum; her ne kadar bunun bana bedeli ekseriyetsiz bir yalnızlık mahiyetinde dahi olsa razıyım, n'apayım, seviyorum onu; her ne kadar kendimi seviyor gibi gözükmesem, hatta çoğu zaman bundan emin olsam dahi öyle ve nedenini sorgulamıyorum. Sırf, birileri için "İnci gibi adam" statüsünü taşıyorumdur diye, onları rencide etmemek maksatlı, düşünceli biri olmaya binaen, sevmek ve sevilmeye atıfta bulunarak... İnciler her zaman parlar mı desem kaçınız sarraf kesilebilir bu soruma tatmin edici bir cevap verebilecek ölçüde? peki ya "kaçınız" soruma verebileceğiniz bir elin parmaklarını geçeceğinden umudum olmayan o sayıdan daha fazla mıdır sizce birilerinin incisi olma ihtimalim, veyahut birilerinin benim içimdeki, bazen kendi kendime bile unutmakla mükellef hissettiğim, az da olsa anımsayamadığım incime itimat etme ihtimali?
Sorduğuma bakmayın aslında, ne istatistik ne de grafik istiyorum; sevilmek belki, belki hayatında ilk defa kendimi beyaz bir inci gibi hissetmek, birinin beni buna inandırması suretiyle haksız yere kendimi suçlamaktansa inci olduğum ve herkesin de bir incisi olduğunun bilincinde -yani zerre artistlenmeksizin- inci gibi yaşamak, bir zamanlar açığa çıkmaya çok çok yaklaşmış o inci Alptuğ'u bir defa kendi ve toplumun batağından kurtarıp daha da geri döndürmemek istiyorum. Bu sadece biriyle mümkün, tek bir kişiyle, belki herhangi bir kişiyle; o kadar zor ve o kadar kolay, tıpkı inci misali...

Belki inci gibi bir yıl kapıda.


0 Yorum:

Yorum Gönder