Resim Dersinde Not Kağıdına Yazılabilen Tereddütler

Gitsem, desem ki ellerimi tut... "Tut bak, düşerim şimdi, tut!" desem. Giderim gitmesine, hatta çoktan gitmiştim dahi; lakin gelmeyişi var, tam orada bulunup bulunup susması var deli eden, göz temasından dahi kaçınması, bana aşağılık bir yabancıymışım hissini veren -aramızda kalsın ki bu çok kötüdür- bütün o etkileşimsizliği... Bir umut, sanki bile isteye gelmediği fikri yalanmış gibi düşünmelerim, azar azar kendimi kandırdığımı belli ediyor ve bu utanç verici, aslında bakarsan insanın kendi kendine gün yüzüne çıkardığı her gerçek kalanlarından utanç verici nedense. Sevmek eşittir utanmak biraz, her anlamda tabi.
Gitsem, ağlamama ihtimalimi kestiremiyorum; ben hatalı o hatalı, ben suçlu o suçlu fark etmeksizin, yalın ve yalnızca sevgiyle müsemma birkaç gözyaşı belki. Zira hesap ettim, ağlamaya yaklaşıyorum akmıyor gözyaşım belki bir senedir belki de daha fazla süredir kim bilir kaç defa; bakarsın o an bütün bu birikmişler saçılır, ne de iğrenç gözükürüm kızcağıza. Ne? Masum mu? Yok be, zannedersem bizim masumluğumuz sevdiğimiz ilk kadında bitti gitti. Ya zaten annem dışında bir kadına da bileceği gibi alenen ağlamadım hiç; gururla falan alakasız, yalnızca biliyorum ki -herkesin biraz yabancı olmasına dayanaraktan- biri seni o yıkık-dökük halde görürse; ya kullanır ya da gider, şayet sevecek olsa zaten buna sebep bırakmazdı. Yanlış mıyım?


O öyle buz ki, gitsem hem tadını kaçırmak, hem de bir şey söylese haklı mı haklı -ben de haklı olsam bile- tabi. Tutup kolundan söylemek mi? kolundan tutmak biraz kabaca gelse dahi mümkün ve kolay, ama zaten belli ki anlaşılmış bir şeyler yarım yamalak da olsa; zati daha fazla anlayabilseydi muhtemelen daha farklı olurdu, anlamak isteseydi de bir defa olsun uğrardı. Ya benim hislerimi bir yana bırak, ne bileyim, öyle ya da böyle, bir şekilde, sıfata yahut zamire ihtiyaç duymaksızın herhangi bir şekilde "olsa" öylesine kafi ki bunu doğada bulunan hiçbir kelime ile izah edemem sanırım. Ama öyle, ama böyle, lakin gerçek; beni en anlayan oydu, beni tek anlayan oydu, ne derecedir bilmem ama anladığımı düşündüğüm de tek kişi oydu, oysa ki hale bak, daha bir hafta öncesine kadar bambaşka anlaşılmışlık seviyem vardı belki, şimdi görülen geçmiş zaman kiplerine muhtaç kaldım, ne acı...

Ben kalbime de çok kızıyorum inanın, tamam kelebek uçmalarını özlemiş olabilir içinde, hatırlamayalı yıllar olmuşken o hatırlatmış da olabilir, ben de biliyorum onun nelere karşı ne kadar direndiğini ve ne kadar son noktaya ulaştığını; ama onun da çoktan öğrenmiş olması lazımdı, hele ki benim kalbim olarak benden fazla bilmesi gerekti, sevilenler kaybedilenlerdir, giderler, hepsi olmasa da çoğu -özellikle bize rast gelenler- sevsinler sevmesinler giderler hep. Ah kalbim ben sana ne diyeyim, kendi cezanı kendin çekiyorsun (hatta ben bile çekiyorum, ama hem sana hem kendime hem kadere ve geri kalan pek çok şeye daha o kadar acımaktayım ki, her neyse) bu yüzden seni bir de ben cezalandıramam. Olan bize oluyor, ölen bizden oluyor her mahsun bakışımızda saklı olduğu üzere... O da kayboldu bak; herkesten hallice fakat hiçbirini de aratmaksızın, öylece, ekmek almaya çıkmış da gelecekmiş gibi alelade yörüngeden çıkmayı tercih etti...

Burada yazdıklarım ve bir paragraf da şuan yazmayı canımın istemediği şeyin yazılı olduğu bir kağıt verecektim bugün ona, sonra konuşayım dedim; fakat insanı ağzını açmaktan çok ağzını öldürmeye teşvik eden halleri beni o kağıdı buruşturup atmaya yöneltti. Şimdiyse o kağıt tam önümde, şu anda anlamlı anlamsız tuşlarına dokunmaktan ibaret olduğum klavye ile aramda; okuması gereken insan dışında herkesin imrenerek ve duygulanarak baktığı, belki de herhangi bir insanın görebileceği en samimi kağıt parçalarından biri... O tam önümde, bense ondan o son altı güzel satırı buraya alıp, onu bir daha okunmamak ve -büyük konuşmayayım ama- söylenip itiraf edilmemek üzere, belki de birilerine değer vermiş çoğu adamın hislerinden ilham alarak "çöp"e atacağım, içimde belirli belirsiz, çok net olsa dahi zerre yaprak kımıldatamayacak çaresiz his öbekleri ile...

"Ne vardı gelsen sadece,
Etmesen tek kelime bile belki.
Özür, bin kere özür ki;
Sen sevilecek kızsın fakat,
Ben de kendimi sana layık görmüşüm.
Affet..."

Aslında birkaç şey eklenip değişebilirdi fakat, eminim bu haliyle birilerini yekten resmediyordur bu da, o yüzden dedim kalsın böyle; lakin illa bir şey ekleyecek olsam, bu "Üstüm başım, hüzün parçacıklı, aşk heveslisi şiirler kokarken" olurdu ve illa bir şeyi değiştirecek olsam, "kendimi sana" kısmını, "kaderimi yaşamına" diye değiştirirdim.

Buruşmuş bir not defteri kağıdından bunlar çıkıyor işte bir kırk dakikalık resim dersinde,

O vakit, sanmam ama selametle...


0 Yorum:

Yorum Gönder