Çay Hikayesi

fena bir hal olarak sevmek...

En son birini sevdiğimde otuz üç yaşındaydım, ama sekiz de denebilir. İşten kovulmuştum, aslında ben istifa edecektim fakat tazminat denen bir gerçek vardı. Mobingden şikayetçiydim, anlaşılan benim kovulmam daha makul gelmişti cebi kabarık kalabalığı azarlayıp Ankara'daki dayılarını üzmektense... Kovulmuş bir insan ne yapar bilmediğimden o deneyimsizlikle çay içmek için bir yere oturdum ve beklemeye başladım. Eğer yaşını başını almışsan, artık birilerine gidip kafa kafaya vermek çaresi sana utanç verici gelmeye başlar, sense daha saçma ve utanç verici oluşunu önemsemeden bir şey beklersin, biri, bir söz, bir kağıt parçası, örneğin bir iş ilanı. Bu aslında tam da beklemek değildi, aklımdan geçirmiştim sadece, olağan homurdanmamla çaya eğilip umursamaz bilek hareketleriyle çayımı karıştırdım; bir süre sonra fark ettim ki kaşığın her şıkırdamasında insanlar bana bakıyor, bir an içimden "Sanki hepinizin kütük Paris" diye sallamış sırıttım, kafamı kaldırdığımda arka masada "eski" iş arkadaşlarımdan birini yere kapaklanmış bir şekilde buldum. Bozuntuya vermedim, Paris ahalisi kalabalığa da bir sokak köpeği edasıyla baktım. Sokak köpeklerinin çoğu esaslı hayvanlardır, ama bu insanlar onlardan korkar...

Yanıma oturdu, suratında kayıp bir ifade; kafa sallayarak sordum, başını ellerinin arasına koyup durdu, çayımı üfledi ağırca, soruma büyük bir özenle cevap vermediğinden bir daha soramadım. Durdu sadece, paltosunun düğmesini bir çıt daha iliklemekten daha büyük bir atraksiyona girmediği 15 dakika boyunca kafam soru işaretleriyle doluydu. Kalktı aniden, arkasını döndü, üç adım attı; ben sandım ki filmlerdeki gibi durup arkasını dönecek ve özlü bir laf edecek, lakin gitmeyi seçti. Ardından çaya dokundum, on beş dakika öncekinden daha sıcaktı. Oturdum, arkasından gitmeli miydim, ne anlatmaya çalıştı, belki de sadece hiç bir şey yoktu fakat ben niçin böyle düşündüm, nasıl çay durduğu bardakta ısısını muhafaza etmenin yanı sıra arttırabilmişti, daha da önemlisi bana böyle hissettiren neydi...

Yapacak başka bir şeyim yoktu, eve gidemezdim, çayı içtim, bir bardak daha söyledim ve bir sonra iki ardından yine iki bardak daha; tazminatımın keyfini tavşan kanı dedikleri tonu tutturmaya çalışarak çıkarttım, her defasında çaylar biraz daha soğuk geldi, çaycı çocuk sonuncuyu gözümün önünde doldurdu fakat buz gibiydi. Çayın da beni idare etmeyeceğine ikna olup çekip gidiyorken, kafeden çıkıp iki, bilemedin üç adımı zor atmışken o zifiri karanlık ve soğukta, yeniden onu görmek aklımın ucundan geçen son şey olabilirdi...
Aynı şeyi yaptım ben de, oturdum yanına, bank biraz soğuktu, "Üşüteceksin!' dedim, en ufak bir kelime dahi beklemiyordum fakat "Neden kendini kovdurdun?" dedi, müdürün dikine gittiğimi tahmin etmesi zor değildir diye düşündüm gülümsedim, Birden hüzün ve hiddet bir arada "Anlamıyorsun di'mi?" dedi, bu defa susma sırası bana gelmişti, ancak onun da bunun üzerine devam edeceğini ummuyordum lakin etti...

İş hayatında bir "Günaydın"ına tanık olmadığım, sesini bile ancak yeni yeni kafama kazıyabildiğim kız benimle konuşmuştu. "Çok mu zor? Biliyorum ofisi, insanları, her şeyi; haklısın kesinlikle berbat ve katlanılır yanı yok, fakat öyle etrafına bakmadan çekip gidebildin!" dedi, o kim oluyordu da benimle böyle konuşuyordu, bana neydi ondan, benden ona neydi. Susmayı sürdürdüm, yine o ani kalkışını yapmak için bir iki dakika trafiği seyretti, benle en ufak göz teması kurmadan basıp gitti...
Ertesi gün tekrar oradaydım, iki bardak çay, dışarıda bir simit, fakat o bir daha gelmedi, bense kilo aldım işte; derken böyle sekiz gün, sekiz gün boyunca, sanki o bardak altlığı hala sıcaktı, evet onu ödünç aldım. (!) Dokuzuncu gün bardak altlığını çaktırmadan iade etmek için gittiğimde o da oradaydı. Beni gördü, o sustu, ben de sustum, başka bir masaya oturdum; çay karıştırma sesi kulaklarımı tırmalıyordu ve kalkıp uyaracağım sırada düştüm, kolumdan tuttu ve masasına oturttu, bir şey demedim; bardağına dokunduğumda hem buz gibiydi, hem de içinde şeker yoktu; fakat sanki bunu fark etmemiş gibi bardağının altına aşırdığım altlığı koydum, gülümsedi ve "İstifa ettim" dedi, nedenini sorduğumda cevapladı bu defa, kendi gibi biri olmadığında baş edememiş; ancak "Bu zamana kadar kim vardı?" diyecek olduğumda kalkıp gitmişti. O an ona aşık olduğumu anladım, fakat bilmezden gelmenin bir cezası olarak, aşkımı da bilmezden gelmeye, çay içerek devam ettim...

0 Yorum:

Yorum Gönder