Gölgelik Makamı

"Gölge etme" diye bir laf vardır, ha insanlar bunu yalnız kötü, işe yaramaz ve vesaire birine söylenir gibi düşünür lakin kimi durumda kendi kendine de söylenebilir, muhteşem bir erdemdir. Misal yine sevmekten verelim örneğini; seven biri varken -sevdiği onun sevgisini bilsin bilmesin, karşılık versin vermesin hiç fark etmez- bir de bu seven sevgisinden sana bahsetmişken, bahsederken falan, senin onu sevmen yakışık almaz sana; öyle milletin ne dediği de önemli değil, bugün "İzmir'de neden patlama olmuyor?" tarzında kinayeli sorular soran gerzek bir milletimiz dahi mevcut. (Millet demek lazım gelir, gelmese demem emin olun.) Kendine yediremezsin çünkü, hem ne olursa olsun, özellikle o aşamadan sonra, ona kendisine karşı bir şeyler hissettiğinden falan söz etmek seni bir pislik kılar, hain bile kılar; inan inanma evlat, burada tecrübe konuşuyor, tam olarak burada. Kabul adil değildir bu işler, sen onunla birebirsindir, onun gidiyor olduğu yolu adımlamışsındır çünkü ve bundan tutku duyarsın; oysa bunu bilmez, en ufak kötü olmasa bile, kendiyle alakasız birini sever. Dön etrafına bak diyemezsindir, çünkü kastettiğin sensindir; kendi kendine dönük hiçbir cümle kuramazsın, kursan da işe yaramaz oğul. Bazen üçüncü şahıs olmak gerekir, çok iyi üçüncü şahıslar tanıdım ben bu dünyada, sen de tanırsın birkaç, herkes tanır birilerini; klasik ve gerçekten hiçbir şeyi düzeltemeyecek bir laf bu tabi ama, şu yeni yetme gençliğin arkadaşlık adını verdiği ancak bizlerin dostluk demeyi tercih ettiği o şey var ya, işte böyle durumlarda o da sana iyi gelir, kopmadıkça, derdin de bu değil midir zaten? kendini anlayan birinden kopup kendini de kaybetmeden yaşamaya devam edebilmek...

Farkındayım evlat, sen de biliyorsun bunu; ne düşündüğünü de biliyorum, diyorsun ki ben buna razıyım zaten fakat onun gibi birisi bir daha kapımı çalar mı başka anlamda yaşayabilecek. Haklısın, çalmazsa o da kaderin ayıbıdır be. Senin payına düşen gölge etmemek yiğidim, lazımdır suları bulandırmamak ve böylece kendi benliğine dair ürpertiler de salmamak o güzel insanın yüreciğine; susacaksın, yapmadığın şey mi, bir Nil kadar sessiz olacaksın, öyle ki bu yazıyı okuyan hatta bu durumuna vakıf herkes bile seni gördüğünde böyle olmadığına dair tereddüde düşecek ve bu tereddüt de korktuğun o soruyu sana sormalarını engelleyecek... Kimse bahsettiğim kişinin o olduğunu bilemeyecek, kimseden kastım da yalnız o üstelik; dedim ya soramayacak, emin de olamayacak, böylece sen de o bu fikre kapılsa bile kapıldığını bilemeyeceksin, bundan dolayı telaşlanıp yanlış bir hareket edip cümle kuramayacaksın ve bu tiyatro kusursuz bir şekilde işleyecek, belki bir gün bunu da sahnelenmek üzere yazarsın. Dur dur, doğru ya tek bir ihtimali, belki de en önemlisini es geçtik. Dedik ya o da sana benziyor, hatta karşılaştığın herhangi birini kendine benzetmediğin kadar; ya o da senin kadar deli icraatlıysa, senin soramaması için onu biraz psikolojik ikilemlere soktuğun o mühim soruyu "Sen benden mi hoşlanıyorsun?" demek suretiyle lönk diye sorarsa... Kafan karıştı kardeşim, karışmasın. Hayır diyeceksin, bu bir yalan değil, yalan söylemeyeceksin; çünkü ikimiz de, hatta eğer varsa şuan burada bulunan ve çoğu hikayemize vakıf insan ve insanlar da biliyoruz... Sen, sen kalbi başkasında olan birini sevecek yaşı çoktan geçtin; öyle olduğunda neler olduğunuysa hala biliyorsun...

Çok da tasalanacak bir şey yok, bu defa tatlı bir hüzün oldu acımadı hiç, kaldı ki hiçbir anlamda kayıp dahi vermedin aslında be; gitmedi kimse, kimseyi yitirmedin. Sen de farkındasın tam olarak, artık eskisi gibi bağlanmıyorsun, belki de insanlar iz bırakmayı bilmiyordur. Yine de ne olursa olsun durum bu, bağlanmadın, hoşlandın, düşündün, olabileceği ihtimaline biraz itimat ettin, hatta doğrusunu istersen gerçekten etkilenmedin bile, seninki -olması gerektiği üzere- şaşkınlığın sunduğu, her ne kadar azımsanamaz da olsa hevesten başka bir şey değildi; üstelik emin ol ki bunu da her gün belki milyonlarca insanın da düzenli olarak yaptığı bir şekilde yaptın, yalnızca onlar kendileriyle, hem de bütün insanlığın gözüne soka soka konuşmaya -üstelik senle ben gibi ikinci şahıs düzeninde- ve bir takım itiraflarda bulunmaya meyilli değildiler yahut cesaret edemediler; onlar sessiz sedasız geçip giden durumlarda bulundu, sense bazı durumlar yaşadın, okuyan biri olursa belki ona da yaşatırsın... Yanisi sevdadan caymadın, yine; çünkü sevdadan ziyade güzel bir hikaye, sanki bir yöne çizilir gibi oldu ve çizilmedi, lakin güzelliğini ve geçerliliğini de yitirmedi; en kötü ihtimalle sırf bu ve bundan önceki birkaç yazıyı yazmak için bahane oldu be, canımız sağolsun...

Sözün özü beklemeye devam kaptan, gölgelik makamına otur tekrardan, aç bir şişe su ve seyre dal, taa ki o kadın gelip o zamana değin olup bitmiş iyi, kötü hatta berbat her şeyinden güzel birer tiyatro oyunu, sinema filmi, roman ve vesaire benzeri bir şey çıkabileceğini hissedene dek. O gelecek, belki de ona benzer birilerinin hayatında beliriyor olması onun da fazla uzakta olmadığının teminatıdır; imkansız mı diyorsun, yani ben bir hayalperest miyim, Allah bu kadar açık konuşmaz mı insanla, bu sadece her şeyden bir şey çıkartmak mı? Sanmam, zira gün hep batıyor, ama güneş yine doğuyor...
Yaşıyoruz be, yaşıyor ve yazıyoruz, yaşamaya devam ediyoruz, inanmak, beklemek, olmak... Tüm bunlar ve her şey, gelip geçmeler, kalmalar, hiç geçmemeler. Bir hayat işte bu, ama doğru, ama yanlış, fakat gerçek. Gölge etmemek de tam burada başlıyor, çok büyük şeyleri dahi bir dönem kabul edip onları yaşatmak ve asilce çekip giderek kendin olmaya devam etmek belki, siz ne dersiniz?

0 Yorum:

Yorum Gönder