Bir yer var böyle çiçekli, daimi sıcak ve sessiz. Bir yer var işte orada... Orada denize kavuşursun, orada suçlaşmaz işte kimi ideallerin. Orda yargılayamazsın kendini, bir şeyler istediğin için kendinden nefret etmek hak getire. Oranın bir güneşi var sana bana, hepimize. Orada avutucu bir rüzgar var, yalnız kalmazsın. Orada hatırlarsın işte neymiş mutluluk, sevgi neymiş, yaşamaya niçin değermiş... Bir yer var ben oraya aitim, bir yer var ki mekan değil ama mekan olmaya en yakın biri. Bir yer var hep hatırlamak istersin.
Öyle bir yer var işte,
Kapısından bile giremeyeceğim,
Bir yer var,
Benim olmayan bir yer.
Benim bu yerin gölgesinde, asma yaprakları arasında, en bi'tenhasında, kaşlarımı toz sarasıya ve tek başıma... Benim bu yerin dipsiz bir kuyusunda... Bu alın yazımın kuytusunda. Ölesim var.
Musallaya hasret yeşeriyor içimde çocuklar bildiniz mi? Ben bilemiyorum işte, neden böyleyim ya da bir cesedi hareket ettirmek ona can vermeye eşdeğer midir bilmiyorum. Bir maket, sadece bir temsil halini alacak bir şeyin parçası olmaktansa ölümün öznesi olmak daha mı çare? Çare de değil aslında...
Tamam kelimesinin ne kadar çok anlama gelebildiğini bilseydiniz beni bir ihtimal anlayabilirdiniz, kimseyi bırakmadan gitmenin bir yolunu arıyorum ve durumum da tam olarak Makas Eller filminin konusuyla aynı: Zararım ben çocuklar, işin kötüsü sevgi dolu bir zararım Fazla rasyonelist bir tutum olacak ama faydam yoksa ben de yokum işte, dert anlatılmayacak yahut görünce kişinin içerisinde sevgi yeşertmeyecek bir Alptuğ kişinin yanında olsa kaç yazar, ehemmiyeti cesetten aşağı. Zararımı önlemenin kendimi feda etmekten hariç veya kendimi feda etmenin yine başkalarına zarar vermekten ziyade bir yönü olsaydı saniye durur muydum? Tamam.
Üşüyorum çocuklar anlıyor musunuz, bu harfler beni aşıp esip geçiyor artık tutunamıyorum. E tek dileğim kimse olmaktı benim, oyken o olamıyorum. Biri iyi der biri kötü der, o ikisi kapışır bir diğeri susar ama ben kendim için ne diyorum biliyor musunuz? Elem. (önceki yazılardan hatırladığınız elem değil)
Yapayanlış biçimlerde de olsa herkesi sevdim çocuklar, ceset kokusu kadar keskin oldu sevgim, olmamalıydı, bir daha da olmasın.
Diğer bir insana dair, muallaklığı uyku kaçıran sorularımızı şöyle özetleyebiliriz: "Ben onun için neyim?" ve belki daha da önemlisi "Ben onun için ne kadarım?"
Ben kendi adıma ne vakit bunları sorgulasam yegane varılgım bir çıkmaz nedense. Korkuyorum çünkü, siz de benden aşağı korkmuyorsunuz üstelik; bu korku yanlış kişilere değer vermiş olma korkusu da yalnız kalma korkusu da sayılmaz esasen, kişilerin ihtiyaçlaşmasından doğan bir çaresizlik bu... Ben öyle herkes kendine yeter masalına falan inanmam zira; yaşamaktan kastınız hayati fonksiyonları yerine getirmek yani bitkisel hayatsa elbette siz haklısınız, benim içinse yaşamak bizatihi değer vermek ve görmek kadardır.
Ben simdi bunun telaşı içindeyim özetle, kimseye güvenmemek ve değer vermemek üzerine kaskatı bir ömür kurmuştum ama geçtiğimiz aylar zarfında bu hayatı da çiğnedim. Biliyordum böyle yapacağımı ve açıkçası yapabildiğim için mutluyum, her şey güzel gidiyor, yazık ki büyük korkular da işler en yolundayken oluşuyor... Şimdi ben yeniden güvenmeye başladım ya sayın okuyucum, bağlanmaya da başladım... Yani belki diyorum... Belki o insanlar, bağdaştığım ve yaralarımızla eşitlendiğimize itimat ettiğim o insanlar da... Gidenler gibidir.
Belki onlar bana, onlara bağlanıyor olduğum denli bağlanmaz, belki beni kolayca bitirebilirler bir şey olunca... İşte korkum bu, o insanların da gidenler gibi gün geçtikçe benim için vazgeçilmezleşiyor olması ve muhtemelen benim onlar için o kadar da vazgeçilmez olamayacağım gerçeği; onlar bitirecek her şeyi, zaten çok geçmedi de tanışalı, iyice çabuk atlatacaklar ama ben her ilişkim gibi onlarda da kordonumu koparırcasına acı çekeceğim.
N'için herkesi zaaf derecesinde sahiplenirim?
Belki de ortalıkta kötünün k'sından eser yok lakin benim gibi sosyobuhran tiplerin ilk adeti de rahata erer ermez ömrünün geri kalanını o rahatı kaybetme kaygısıyla rahatsız geçirmektir... Hiç insan içine çıkmamalı mıydım? Değer vermek ve görmeye dair his ve fikirlerim bana göründüğünün aksine rahatsızlık mı verici yoksa, insanlığın sosyolojik olarak terk etmesi gereken bir uzvu muyum?
Bu duygular hayli ağır taşıyamıyorum.
Kolay vazgeçebilen biri olsam yine koyar mıydı dersin kolay vazgeçilebilmek, kendini feda etmekle feda edilmenin arası ne demeye uçurum öyleyse? Herkes şu an bile gidici görünürken gözüme yahut yan masamda bir çift sevişirken... Yeterince insan mıyım sorarım sosyolojiye dayanarak.
Kaderle yarışırken sadece hızlı olman değil, geri geri sürmen de gerekir. Her vazgeçiş geçmiş yolunda açılan bir kuytu olduğu sürece de bu yalnızca kendini karşılaştırmaksızın kazanılan bir mücadele formunu alır. Eski ben ile yeni ben arasında mekik dokuyan insan, yüzüklü parmak gibi şişer ve bu şişkinliği giderebilecek tek bir şey varsa güvendir... Deseniz şimdi bana, e güven diyorsun da sen ne ediyorsun hoca... Alamadığınız her cevap tümörleşir tüm yara kabuklarımda...
Belki de hepsi matematik yüzünden, bir defa dört eden iki kere iki hep dört etti diye, her yakın olan uzaklaşacaklıktan alamıyor kendini... Neden zeminsiz her şeyimiz, diken üstü kırılganlıklarımız, sonra bir de bu kırılganlıkların bizde yarattığı o haller. Biliyorum ben abi, ben bu hissin içinden geliyorum, o yüzden biri bana kızdığında çok haksız da olsa gemileri yakamıyorum; biliyorum ki o an benim yanımda o hali varsa, diğerinin yanında da benim bir halim duruyor, biliyorum. Bu yüzden zor ağlar insan insana.
Acı çekiyorlar, herkes acı çekiyor, şuramda hissediyorum hepsini ama söyleyemem. Ne kadar hissettiğimi bilselerdi, beni acımadığına inandırmak için beyhude bir çabaya girişirlerdi, kimin için? Benim için. Ben ne yapıyorum peki, kabul iyi bir dinleyiciyim ve galiba bazen işe yarar tavsiyeler de veriyorum ama biliyorum köpek gibi bağlı elim kolum. Birine onun için ağladığını söylersen ne olur? Kızım demesin "Babam böyle ağlamayı nereden öğrendi?"
Kimim ben söylesenize bana, tamam Alptuğ Dağ falan ama... Ben aslında insanlarla içre dahi olsa, onların ve biraz da kendimin önceki insanlarımız yüzünden, evet yalnız bu sebepten... Ne kadar olursa olsun hep en fazla yüzde doksan dokuz güvenilebilecek bir adamım; tamam hepimiz hepimiz için öyleyiz ama işte sizin rahatlıkla kabul edip yaşadığınız bu yüzde birlik fark bile hayati benim için...
Çok çok istediğim, aslında en büyük isteğim de olan şeyi asla beceremeyeceğim: Allah'la da konuştum bunu çok, sözel bir cevap vermese de bir gün bir cevap verir umarım. Ona dedim ki, gel sen tüm bu yamacımdaki insanların derdini bana yükle, gün yüzü görmeyeyim razıyım dedim, bir tek bencilliğimse insanların "onlar için olduğumu" bilmesiydi, bana borçlu hissetsin diye değil, sadece başkalarında bir nebze de olsa var olmayı garantilemek istedim, kötü mü ettim? Çekerim çünkü ben, onları mutlu gördükçe onlardan aldığım mutsuzluk seyrelir... İnsana anca kendi acısı ağır gelir kardeşlerim, benim acım ki biri dostluktur, diğeri ise beni acıtmayan dostlarımın çektiği acı... Onları ferah görmek her şeye değer mi? Değer, hele kalplerinde bir üzerlik tohumu olsun varsam, yanında ağlayacak ve çekinmeyecekleri bensem.
Dindiremediğim herkesim şuramda büyür durur, sevsem de mecbur batar, inlemem de yazarım ancak... Ben kimseye kızmıyorum, aslında belki kimse de kimseye kızmıyor hatta kızıyor gibi görünenlere bazı kelimeler söyleseniz orada ağlayacaklar. Biri bende ağlasın, belki sağaltırım. Belki de ağlamaya ihtiyacımız vardır hepimizin bu şişkin sıkıntıyı gidermek için ama utancımız izin vermiyordur, omuz omuza ağlamak çözecektir her şeyi de bugün ağladığımız insan yarın gitmeyecekse tabii, gel de emin ol şimdi.
Biliyorum bu benim suçum değil ama
İnsanların benden emin olabilmesini dilerdim ve benim de onlardan,
Bu işte ağlamanın koşulu, ağlamadan anlattım...
Herkesi görüyorum, içlerindeki kırgınlık gözlerime batıyor da susmaya mecburum,
Herkesi seviyorum, durmaya mecburum...
Ağlamanın ön koşulu bu. Sessiz bir yer olsun, ben ve biri,sadece biz ve omuzlarımız, koşulsuz ağlaşalım çok mu?
Bir sıkıntı var... Bu kez biraz farklı, anlatabileceğimden ya da buraya yazarak seyreltebileceğimden emin değilim. Başka çarem yok zaten ama şöyle izah etmeye çalışayım: Hiçbir şey olmamışken giderek azalıyor güvenim ve bağım, bu bağsızlık beni öldürüyor, sanki birden bire tansiyonum sıfıra düşüyor, ki sıfır tansiyon ancak ölüye mahsustur. Kimseyle aramda hiçbir şey yokmuş gibi anlatabiliyor muyum? Herhangi bir kimseyle herhangi bir bağım yokmuş gibi, hatta bunun da ötesi... Ya baba gulyabaniyi bildin mi? aynı öyle işte; ya da şeyi izledin mi, Fantastik Dörtlü, hani onda o herif taşa dönüşünce sevgilisinin yanına gidiyordu da kız kaçıyordu... Öyle hissediyorum işte...
Ben bir şeye dönüşmedim, değişmedim de, tamam illa ki değiştim ama kastettiğim o değil; yakmadım kimseyi, kimseyi bırakmadım, bana lanet okuyacak kimse yok, tamam sevmeyenim çok ama bilmiyorum, zamanında yaptığım ama bana yapılanlar yanında adı dahi okunmayacak bir iki ufak hata yüzünden belki sadece... Babacım ben kimseyle kötü olmaya dayanamıyorum anlıyor musunuz, huzurum kaçıyor, o kişiler bana dair kötü hissetmese bile ben onlara kötü hissettiğim için benim canımın iki kere acıması gibi astronomik bir durum var ortada, anlayabiliyor musun?
Herkes beni sevsin istedim ben, herkes sevsin derken herkes hayranlıkla şey yapsın falan gibi değil, mümkün de değil zaten öyle bir şey... Bilmiyorum, galiba ilk defa anlatamayacağım. Kötü bir adam değilim ki, bundan eminim, bu zamana kadar yaptığım hiçbir şeyi kötü niyetle yapmadım; öfkeli bir insanım kabul, yine de öfkemi asla serbest bırakmadım. Aksine herkesin gözlerinin içine sadakatle ve merhamet dilenircesine baktığımı hatırlıyorum, kötü olan ve bugünlerde dönüp baktığımızda aslında gerçek de olan düşüncelerimi bir zamanlar söylemeye kıyamadığım, bir masaldan parçalar gibi gelen dostlarıma...
Neden kimse bağrına basmadı beni, benimsemedi, en yakını görmedi? Hadi bunları da geçtim geçerim, sıradan bir insan gibi sevgi görmek için ne yapmam gerekiyordu? Farklılığımın cezası mı yoksa bunlar, yani tarzımın yahut hastalığımın. Paranoyak mıyım? Değilim canım değilim, sadece su öylesine çekildi ki bütün ihtimaller su yüzüne çıktı, hani şu benim bir kaşığında boğulduğum sevgi suyu. Uzaylı mıyım ben? Katil miyim? Hitler miyim? Cevap verin artık, bunlar herhangi edebi metinde karşılaşacağınız süs sorularından değil ne yazık ki. Net hatırlıyorum bakın bir gün en yakın arkadaşıma demiştim "Galiba insanlar benden nefret ediyor.", sonra o da her en iyi arkadaşın yaptığı gibi ama çok çok daha sertçe azarladı beni ve gitti, geri dönmedi, sebep söylemedi, yüzüme bile bakmadı, adam yerine koymadı...
Yabancılıkta sınır tanımıyorum.
Anam babam üzerine yemin mi edeyim ne yapayım, kimsenin kötülüğünü istemedim işte. Neden insanlar evlerini yakmışım, ana babalarını öldürmüşüm gibi davranıyor? Abartıyor muyum? Onlar için öyle değil belki bende yarattığı etki öyle, kim benim kadar umursadı ki aramızdakini ya da kim benim onu umursadığım kadar beni umursadı, elbette hafif gelecek, elbette bana enkaz olacak... Ve ben o enkazda bir sıkıntı doğuracağım. Kimse insanların kendisine acımasını istemez, bense açıkça isteyecek duruma bile gelmiştim, o an dün gibi şuramda -hatta gibisi fazladır belki- ama dokunan yok, çünkü o an kendi kendime geçti uzun zaman, şimdi dokunsan...
Ne vardı be, beraberce, mutluca yaşasaydık? Benim ipek yüklü kervanım mı var? Yusuf'u kuyuya ben mi attım? Neden? Çoğunun gidişinin sebebini bile bilmiyorum, bildiklerimse belki daha acı: Karşımdakinin iyiliği için yaptığım ve kimseye en ufak zararı olmayan bir şey bana onu kaybettirdi, sokayım öyle işe. EFENDİM? SENİ DUYAMADIM? BEN KAYBETMEDİM ONLAR MI KAYBETTİ? Hayır babam hayır, bu defa değil, bu defa ben kaybettim.
Acı çekmem gerektiğini hissediyorum bazen, kendime hak versem bile sanki çoğunluğu haklı görmeye meyilli bir tarafım bana bir katilmişçesine azap çektiriyor, işte bunu anlayamazsın babam.
Yine de, bütün bu kayıp halimle bile, kalan ömrüm her ne ise herkesin iyiliğine son bulacağını yeminle noktalanıyorum bu yazıda... Ben herkesi çok seviyorum, kimse benim yahut benimle olmasa bile, tüm kimseliğimle... Bir vedayı, bir sebebi, hakkımda ufacık bir iç sızısını dahi hak etmediysem... Çok sıkılıyorum, kafama sık istersen.
Sen, ben... Biz başkayız onlardan, herkesten belki. Kanımız uyuşmayacak asla, farklı bir sinmişlik olacak hep bizde; onlarla aramız iyi bile olsa asla ortak bir şeyimiz olamayacak, bunda ne onların ne bizim dahlimiz var. Mizaç mı denir buna, bilmiyorum, farklıyız işte, kelimenin tam anlamıyla "hitap etmiyoruz". Herkesten biraz farklıyız biz, herkeste düz ilerleyen bazı çizgiler bize gelince sapıyor biraz; bu sapma kötü bir şey değil aslında, hatta onlar da biz de kötü değiliz aslında bakarsan...
Kötü olan bizim çok az ve birbirimizden habersiz oluşumuz, Kars'ta yetişen bambu ağacı gibiyiz anlıyor musun? Farklı olandan hoşlanıyoruz biz ama asla farkından ötürü değil, bilakis çoğu zaman yalnız bu fark dahi burnumuzdan getiriyor hoşlantımızı.
Kabul ve takdir görmeyi unut, bil ki bunları görmek bile benimsenmeye yetmiyor ve asıl ihtiyaç da buradan doğuyor, en zor şartlarda herkes herkesi anlama yetisindedir zati ama ben hissedilmekten bahsediyorum.
Yenilikçi, belki radikal sayılabilecek her şeyimiz zul oluyor bu kalabalıklarda istemsiz.
Sana bana övgü de dizseler bizimle olamazlar, biz de onlarla bu empatinin kat kat üstü bir şey ve böyle bir özelliği yok insanın. En sevdiği renk mor olana turuncuyu farklı tonlarda sunarak sevdirmeye çalışmamız asıl tonumuzu zehirler mi ona bakmak lazım.
Oturmuşuz biz, belli bir yazın fotoğraf, sanat, dostluk, insanlık ve vesaire anlayışımız oluşmuş ve insanlar bizden değil. Bu. Bu kadar basit. Bu denklemi bu kadar iyi kurarken denklemin can acıtmasına diyecek söz yok, bari herkes kendindenlerle olup benimsenmişliği tatsaydı.
O kadar farklıyız ki başkamız yok,
Acı bunun içinde.
Soğumak, artık sevmemekten ziyade artık korkmaktır bana göre. Tedirgin edici derecede bir başkalık kokusu önce burnunuzu sonra yüreğinizi sızlatır. Böyle anların her biri gerçeğe dair öyle mülahazalardır ki canlarım... Sizin için gerçek bir yerde biter, daha düne kadar hakikiliğine kalıbınızı basacağınız ilişkilerin her biri cam bir yüzey üzerine kuruludur sanki, kırılmaz cam bile olsa kırıldığında ilk senin suçun olur, zira üstünde durma kararı senindir, camı yapansa ancak sana yeterince yüklenildikten sonra gelir kızgın beyinlere diğer bir deyişle sen infilak edince.
Bu senfoni kemiklerimi kırıyor.
Hiçbirinizin kimse umrunda değil, hiçbiriniz için hiç kimse bir şey ifade etmiyor; tek becerebildiğiniz var o da birisini hayatınızdan derhal çıkarabilip hiç pişman olmamanız, bunu bir güç olarak görüyor ve hiç utanmıyorsunuz, bitirmek üzerine şekillenmiş lanet makineler oldunuz, hiçbirinizin bir şeyi sürdürmeye yetecek erdemleri kalmadı, zor yollardan kaçayım derken iyiyi de güzeli de unutup boka döndünüz hepiniz... Mücadelesiz piçler! Yoksunlar! Duygu barındıran hiçbir şeyden nasibini almamış ve söz kıymet vermeye gelince derhal buharlaşan aşağılık mahluklar!
Neymiş efendim dünya rekabet dünyasıymış, herkes herkesin kuyusunu kazarmış, ya avcı olacakmışsın ya av... Kimse de dönüp demiyor ki "YA Bİ S**TİRİN GİDİN!", üstüne üstlük herkes de bu aptal laflara kanıp birbirine bileniyor.
Hiç fark etmiyor musunuz, artık insanlar alttan alta zevk alır oldu birbirine acı çektirmekten, istisnasız hepimiz; kimimiz farkında değil, kimimiz biliyor ve gidermek için bir şeyler yapıyor, kimimiz utanıyor, kimimizin umrunda bile değil. Ben mi? Benim bu gidişatı seyrettikçe katlanan, ezeli bir acım var ve acırken acıtılamadığını görüyorum, asıl soru şu: Yapabilsem yapar mıydım? Cevabın evet olmasından ne denli korktuğumu izah edemem size, nitekim şu da var ki yapsam da pişmanlık duymayacağımdan eminim, çünkü birilerine acı çektirirken bile tek maksadım benimle empati kurmaları, aşırıya kaçamam ben.
Kaçabilecek olsam böyle olmazdı hiçbir şey, oturup böyle yazılar kaleme almaktansa sahi fiiller üzerinde dururdum pek tabii; halbuki beni bilen bilir irde adamıyım, bir kendime bir etrafa uzunca bakacağım derken bir noktada ömür biter, bana eyvallah.
Bu senfoni gözlerimi karartıyor.
Şunu da biliyorum kendime dair, bazı insanların mutlu olması bana acı veriyor, daha doğrusu bu mutluluğun yokluğum kaynaklı olması da diyebiliriz, bir camın ardından en çaresizce nasıl bakılırsa öyle tanık oluyorum ve tanık oldukça kendi hayatım olduğundan da rezil geliyor belki de; kimse küçümsemeye kalkmasın, o insanlara pek çok ömür verdim ve ömürlerimin benden uzakta, benim yerime ve benden yoksun işleyişi sanki biraz kaçırılmış gibi hissettiriyor, şuanda bulunduğum hayat yahut her ne dersen işte, zerresi dahi bana ait değilmiş, ruhumla bedenim olağanca ayrıymış gibi.
Kızmayın yani bana, ya da vazgeçtim kızın ne değişir ki? İnsanların zaten hiçbir zaman bir diğerini anlayası olmadı, "Ya benim istediğim gibi olacak ya da yol vereceğim." zihniyeti bizi gezgin ve benimseyemez kıldı, herhangi manada en ufak yakınlaştığımız herhangi bir insanın bizi ne zaman terk edeceğinden öte sorumuz olmadı, bu soru kanımıza karıştı.
Taviz adamıyım ben, alttan alma adamıyım, uzlaşı için canımı veririm... Ve ben sanırım bu lanet yüklü niteliklerimle toplumun en ücra noktasıyım. Sadece ama sadece bu yüzden inanmayı ömrümce reddediyorum insanlara, neymiş dostluğa önem veriyorlarmış, neymiş gerçek aşkı arıyorlarmış... YALAN! Herkes deneyip deneyip yanılmak istiyor, herkes herkesi yeterince tüketip atmak istiyor kağıt mendil gibi, bir sonrasına geçe geçe tatmin olmak istiyor, kısık ve boktan tatminlerle ölüp gitmeyi hayat zannediyor. Eğer onlar haklıysa bilin ki benimki hayat değil, yaşamıyorum derken neyi kastettiğimi daha iyi anladınız mı şimdi?