Şu sihirli sözcük olayına oldum olası tavım, o söz her ne ise onu söylersin kapı açılır, bilmem ne olur falan...
Kötülükten dahasını getirmedim diye kimseye Gitmeye yeltenecek oldum yeni baştan Sonra dedim kendime, başımıza ne geldiyse Değmeyecek birine değer verip değenlerden gittik diye
Şimdiki durum da ona benziyor esasen... Ya böyle konuşuyorsun falan tamam mı, ama işte bir şey eksik; sanki sihirli bir sözcük varmış da onu söylesen her şey düzelecekmiş gibi. Ne peki bu sözcük? Aradım, hem de çok aradım, o olduğunu düşündüğüm tüm sözcükleri bir bir sıraladım hatta lakin bulamadım... Belki de yanılıyorum ama sözünü dinlemediğim vakit hep kaybettiğim bir dostum, yine öyle olan ama şimdi aramıza kör karanlıklar girmiş bir dostum için "Seni yanında görmek, konuşmak istiyordur; onu iyileştirmen yahut eskiye dönmeniz için sana fırsat veriyordur." diyor, yani kendi kadar güzel konuşuyor dostum. Yine de buna inanmaktan da kaçınasım geliyor, çünkü gerçek değilse -ki üzgünüm bana öyle geliyor- bir hicranı daha omuzlamaya hazır değilim... Diyorum ya ahali, konuşuyoruz ediyoruz, tek bir sihirli laf varmış da o söylense birbirimizin boynuna sarılacakmışız gibi; belki de bana öyle geliyor, her şey genelde bana öyle gelmiş oluyor zaten, endişem de bundan ya işte...
Abrakadabra mıdır ne karın ağrısıysa Söylemezsem namım eşittir kadavraya Bağırıp ağlasam bütün Ankara'ya Artık kalır mı dersin üzüldüğüm kâr yanıma
İnşallah bu defa yanılmıyorumdur, beş altı senelik bir arkadaşlığın yitip gitmesini onun ta içerisinden seyretmek öyle kitaplarda anlatıldığı kadar edebi değil, bilakis berbat bir durum. Üç yol var şimdi, biri sonsuz karanlık -ki bu yolun kıyısında hissetmem ürkütüyor beni tıpkı ölüm gibi- diğeri benim bulup söyleyeceğim sihirli sözcük yahut cümle ve öteki ise hepsinden daha acıklı, belki olması gereken fakat pek de maruz kalmak istemediğim bir ihtimal: Onun dökülmesi... İçinde biriken her ne ise, ister kızgınlık, ister üzgünlük, ister sevgi; dökülmesi çok üzücü olacak, çünkü ikimizi de üzen bir şey yaptık, kısmen doğru alenen yanlış, biraz o biraz ben. Olacak mı dersiniz bu? Kısa bir fırtına kopup fetret devri son bulacak mı Alptuğ'un hayatında? Dökülmeyişi ürkütüyor işte beni, seven insan dökülür çünkü, tıpkı benim bir önceki yazıda italik olarak alıntıladığım mesajımda olduğu gibi; ben hep kendimi sorguladım zaten, daima -şuan dahi- kendimi suçladım, bu da hepten tuzu biberi olurdu.
Bu yazı burada biter Kısa kestim çünkü Bir cevap bulmam gerekir Kendimden beter
Umarım haklıdır arkadaşım, haksızsa atınız beni denizlere ve dönüp bakmayınız.
"Yastığa başını koyduğunda boğazı şişmeyen bizden değildir." "demezdi" anneannem, bense tam olarak bundan bahsediyorum. Bende olur mesela, gariptir az evvel ağlamışcasına hafiften ağrır ve şişer nedense... Benim bir lafim var bu arada, "Kıyamayanlara karşı, kıymık olup batan var." diye, olur ya bir yerde lazım olur, uzun bir sessizliğin ardından çıkartıp vurursunuz masaya. Bağışlayın beni, galiba biraz gevşeğim, zira ameliyat ağrılarımın dindiği ve dost acımın bir kere daha zirve yaptığı bir anın içinden ateşim yükselerek yakmaktayım bu satırcıkların canını. Tam da buraya bir Volkan Konak yakışırdı, zaten her Türkün kendini karadenizli hissettiği bir zaman dilimi bulunur... Hani diyor ya "Yazma ile tükenmez ha bu benum dertlerum...", aha da o hesap işte. Şimdi özelimi açacağım az, açmazsam çıldıracağım... Neden o mesajı attın ki? Sanki umrundaydım. Kaç defa düşündün beni o günden sonra? Ben seni her gün (mecaz falan değil), hatta üzüntüden yaralarım çıktı ve bana kanser olacaksın diye fırça attılar. Sen de benim gibi üzüldün mü ettiğin sözlere, güya seni hiç düşünmedim ama şu yatakta acıdan kıvranırken bile aklımda olanlar vardı. Kendimi o kadar çok suçladım ki, bugün de gelmiş diyorsun onun senle alakası yoktu. Ben ne yapıyorum? Aptal gibi tekrar tekrar özür diliyorum, hazırım çünkü her şeyi unutmaya; kötü bir şey yaptığında defol dedim diye (o da kırgınlıktan) aylarca acı çektiğimi. Neyse, sana iyi geceler, mutlusun belli ki, arkadaşların falan var; ben zaten bugüne kadar hepinize mutsuzluktan ötesini veremedim... Son bir itirafım: Tek derdim aşk değildi benim asla, üzülürsünüz diye saklamıştım her şeyi, hangi akla hizmetse işte...Sadece çok az benim yerime koysan yeterdi kendini be... Böyle yazdığıma bakma ne kızgınım ne bir şey... Suçlamıyorum seni kendime kızıyorum, seni hep seveceğim. İşin en garibi de şudur ki dostlar, ben bir de oturdum kendi kendime sevindim aklımca, bitti dedim herhalde artık, söz dedim her şeyi unutacağım, hatta o adı kimselere lazım olmaması gereken kıza olan nefretimi bile gömeceğim falan... Boşa hayal kurmuşum her zaman olduğu gibi, sonradan ayıktım; lan belki de şu eski de olsa dostum olan kadının bana o mesajı atmasının falan tek sebebi acımasıydı, belki de gözünde yalnızca hasta bir hatalıydım sürekli özür dileyen... Onu bunu bilmem de insan dilediği onlarca özürden birini işitmeyi istiyor açıkçası, bu kadarını da çok görmeyin bana, benim ona dediklerim onun bana dediklerinin yanında tüy dahi etmezken üstelik. Bütün dünyanın benim mi hatası? Yüzde yüz ben mi suçluyum yine her şeyde olduğu gibi, yoksa yüzde biri dahi ağır mı geliyor onlara hatayı kabullenmenin... Benim de inanasım zerre yok öyle düşündüğüne ama olabilir, zaten afedersiniz fakat bu hayatta en çok konduramadıklarımız koyup geçmiyor mu bize? Öyle ki şimdi tüm bunları bana acı çektirmek için yaptığını da düşünsem yeri, çünkü düşüncelerime yön vermemi sağlayacak ne buri var ne bir şey, bu bilinmezlikte, özellikle de kurguyla bu kadar arası iyi olan bir adam hem de bu kırgınlık ile her şeyde bir mantık bulup her şeye hak verebilir, yanlış mıyım dostlar? Sonra da dersiniz ki bu neden delirdi, bazıları çıkar der ki o zaten öyleydi. Demem o ki beni yalnızca ve yalnızca cezası kabahatinden misliyle pahalıya patlamışlar anlar, neyse ki ülkemiz bu konuda da kalp kırıklıklarında da epey revaçta, hatta tahminimce tıpkı saç ejtirmeye gelen kadar acı çekmeye gelen de bir turist kafilemiz mevcuttur, bunu Türkiye'de yazılmış çince bir duvar yazısına binaen söylüyorum. Neden geldin neden böylesin be canım insan, sana canım demek beni şuan kendime karşı utandırsa da kızdırsa da aslen zerre kifayetsiz, zannedersem dostluk böyle bitmek bilmez bir şey. Biliyorum bunun sonu yine bana acı, yine dönüp başını gidersin ama n'apalım eski dostum, öyle ya da böyle dostsun işte. Ağrılarım başlar kesmek zorunda kalırım burda, daha ne diyebilirim ki zaten... İşte sayın okuyucu, Tam burda hal kalmadı, Bitti.
Çok fazla seçeneğe açık olanların ne idüğü belirsiz çaresizliği, umursanmadıklarının mutluluğuna belki kendinin dahi haberi olmayacağı denli uzaktan şahit olup durdukça insancık, ya dinginleşiyor ya da dingilleşiyor ama hangisi çözemedim... Ama bir yerden sonra istemediği kesin, ne gerçeğin farkına varılmasını, ne basit bir özrü, ne edenin bulmasını, ne de sabrettiğine kavuşmayı... Bazıları hakkı olmayanı alır, bazıları şanslıdır ki hakkını zamanında alır, bazıları da hem haklarını biriktirir uzun uzuna hem de alamaz asla. Asla'ya varana kadar asla olup olmadığını bilmemenin verdiği hem bir yaşam kaynağı hem de bir ümitsizlik böylesine çapak misali belirginken daha iyi anlarsın, içinden geçenin de bir önemi yoktur. Doğrusu nedir bu noktada? Elbette ki kalan tek cepheyi kalkındırmak, her ne kadar gittikçe ürpertici bir hal alsa da yeniden başlamak, başkalarıyla... Bu noktada paranoya hem biraz kaçınılmaz hem de kesinlikle en lazım olmayan şey aslında; aynısını beklemesen karşıdan, çıplak gibi temkinsiz durmanın kötülüğü, aynısı olacakmış gibi yaklaşırsan da karşıya, iki taraflı bir eziyet. Buna razı değiliz yanlış mıyım? Eziyete yani, tekrardan ve yerli ya da yersiz olduğu belli olmayan... Güller gibi açacağız demiyorum bak, yine de açmaktan ümidi kesip vazgeçmeyeceğiz filizlenmekten. Evvel de dediğim gibi, varsayalım istediğimiz an öldürecek bizi Allah, e o zaman n'olacak? O kişiler belki üzülecek, buysa en ama en fazla bir hafta, dahası değil; onların da çok azı diyecek hatalıydık, diyenlerinse eksiksiz tamamı çok geçmeden kılıfına uyduracak vicdan azabını. Olan bize olacak yani aslan parçası, bundansa, bu aptal pes etmişliktense gözlerine bata bata nefes almanın huzuru eminim daha başka olacak er geç... Er geç bizi de anlamaya gayret eden, bizim de yanımızda dikilen bir kitle bulunacak ve bu defa ne biz eski hataları tekrarlayacağız, ne de onlar eskilerin bize olan yanlışlarını... Geçen gün bir arkadaşımdan yaşadığı tartışmayı dinliyordum, verdiğim tepkilere karşılık "Ya sen nasıl bu kadar hoşgörülü olabiliyorsun?" dedi ve ben de düşündüm... Artık olduğum bu adam fevkalade anlayışlı, her şeyin bilinmedik bir açıklaması olabildiğine kanaat getirebilen, her konuda salt olarak karşı tarafı anlamaya yönelik davranabilen, son derece sakin bir adam. Ben bu adamı olmak için hiç uğraşmadım, biraz ezilmek yetti, biraz iftiraya uğratılmak, biraz yalnız bırakılmak, bolca yargılanmak yetti de arttı... Değiştim ben, herkesin "Ben değiştim" diyerek s***irip gitmesine inatla ben de "Değiştim ben" dedim ve pamuk gibi bir adam oldum. Olmasam da olurdu, yakıp yıkardım da her yeri, kimseye diyecek tek kelime etmeyi reva göstermeyecek denli haklı olmayı becerirdim ama... Aması ben artık soğumam, isteseler de mutlu edemezler beni, isteseler de eskisi gibi olmam sevgi dolu... Bunlar benim sevgime çelme taktılar... Onlar için hasta olacağıma (gerçek anlamda) kendi adıma başarısız bir devrim yapmayı yeğlerim, kaldı ki en başından beri yaptığım şey de tam olarak bu. Elbet bize de özen gösteren bir güruh çıkar gelir, elbet o vakit biz de onların kıymetini biliriz, elbet her şey baştan başlar, rayına oturur, su durulur ve belki de birkaç ceset bulunur, geçmişin bu defa gerçekten ölmeyi becerebilmiş çürük ve ehemmiyetsiz bir izi. Başkaları için ölmek bitti, Kendin için yaşamak vakti, bambaşkalarıyla...
İnsanın içine dokunuyor be arkadaş, kadere isyan falan değil ama ne bileyim. Çok mutlu onlar, onlar işte, bu halimde payı olanlar. Halim mi? Stresten saçımda saçkıran mı çıkmamış, vücudumun başka yerlerinde başka şeyler mi olmamış; daha bir de önümde bi'ameliyat ve de bi'ameliyat ihtimali, birkaç doktor kontrolü ve bir tedavi süreci, koca ve zor bi'sene, büyük iki sınav var... Onlarsa çok mutlu, yeni dostları, sevgilileri (yani güya onları seven insanlar) vesaire derken beni niçin akıllarına getirsinler di'mi? Kabul ben istedim bunu, onlar mutlu olsun yeter ki de ben her şeye razıyım diyen de bendim; ama işte... İnsan hesaba asla katmaz ki mutluluğunu istediği insanların bir gün büyük bir zevkle onun içine edeceklerini; bunlardan birkaçı eski dostum, biri lanet eski sevgilim, gerçi sevgili de ne demekse, hatun zaten beni asla sevmemiş... Ben bir kitapta okumuştum, bir Murat Menteş kitabı; bi'ekip vardı abi o kitapta, belli bir miktar para karşılığı, senin gerçekten haklı olduğuna kanaat getirdikten sonra seni üzen insanlardan senin öcünü alıyorlardı, öldürmek hariç her şekilde. İşte bugün kendime bunu sordum, böyle bir ekip olsa, deseler ki ücretsiz olarak biz sizin hakkınızı tayin edeceğiz, acaba kabul eder miydim diye. Cevabı bulmam kısa sürdü, hayır! Sosyal medyama bakınca hiç de o kadar üzgün durmuyorum, Belki ben de sizin gibi "göründüğüm gibi olmadığım" zaman aklımdan düşersiniz diye Ben sadece oturup üzülmesini bilirim bilmem kaç senelik dostluklarıma, ben sadece üzülmeyi bilirim hiçbir halttan habersiz "Beni tek seven oydu." diye yıllarca gururla sayıkladığım ismin anlamsızlığına... Bakmayın şimdi böyle konuştuğuma, aylardır kendimi suçladım sadece her şey için, onlar beni suçlamanın bense kendimi suçlamanın kılıfını çok kolay buluyorduk çünkü. Anladım ki onu o çocuktan ben ayırmadım, zaten ayrılma kafasında olan o aptal çocuk beni ateşe attı; "eski" arkadaşımı da anlıyorum tabii, yıkıldı demektense "Alptuğ yıktı" demek kolay geldi, madem öyle, öyle de devam etsin bakalım. Eski sevgilime gelince, ona buradan bir lanet olsun muhakkak... Ya tamam kendi söyledi iyi biri olmadığını ve bunları hak etmediğini her şeye tamam, sadece sevdiği kişinin onu sevmesinin cesaretiyle ve eminim ki büyük de bir zevk duyarak beni böcek misali ezmesi, daha doğrusu ezmeleri katlanılır şey değil... Hepsinin beni bırakabilmek için bir seçeneği hep oldu, birilerinin diğer arkadaşları vardı, birinin onu seven (ancak benimkiyle kıyaslanmazsa sevmek tabi bu) onlarca kişisi vardı; gömmeleri çok kolay oldu beni, onlara tutundular, onlar onlara belki benim vicdan azabımı unutturdu belki de hiç çekmediler, onlar onları pohpohladı, aman dedi, boşver dedi, o zaten öyle biriydi dedi... Kimse tutup bana sormadı, kimse oturup düşünmedi, boşverebiliyorlardı çünkü başka şeyleri vardı. Benim yoktu işte, benim bir sevdiğim kadın vardı ve acı bir şekilde tecrübe ettim ki seviyor olduğum halinden evrenlerce uzaktı; bir de dostlarım vardı, güya onları düşünmediğim, bir solukta tereddütsüz beni koyvermiş dostlarım; meğer roller değişikmiş, onlar düşünmüyormuş beni. Ben her an onları düşündüm, her an herkesi düşündüm ama hiç belli etmedim; şu naçiz vücudumu kesiklere bulasınlar isterlerse, fırlatıp atsınlar bilmem ne yapsınlar hiçbir şey onlardan daha önemli değildi, o yüzden onlara bu dertlerin zerresinden bahsetmedim ve onlar da bu yüzen beni işi gücü edebiyat olan, hiçbir şey umurunda olmayan bir adam gibi damgaladılar. Ulan inanacağım da, vücudumda stresten ve üzüntüden türeyen şeylerin haddi hesabı yok be!
Kollardan kollara koşan kadın kadar, Dostlarım da sevmemiş beni; Alışkındım olmasına, Öğrenmeseydim keşke...
O gece neden öldürmediniz beni? Daha kolay olurdu abim, vallahi de billahi de direnmezdim, çağırsaydınız bir yere buluşalım diye de ben aval aval etrafa bakınırken soksaydınız bıçağı boğazımın arkadan önüne; bu kadar mı caniydiniz ki beni sağ bıraktınız, bu kadar mı insafsızdınız ki hiç titremedi vicdanınız?! En çok da bana yazıklar olsun asıl, kabahatin dik alası her zamanki gibi (sizin beni inandırdığınız üzere) yine bende. Lidar'ın dediği gibi "Öfkeliyim evet. Genelde öfkeliyim. Çünkü çok ayıp ettiler bana. Açık verdim çünkü en baştan, her şeye inanabilen bir salak olduğumu hiç saklayamadım. Ve tanıdığım neredeyse herkes bu özürümü acımasızca kullandı. Ve sen de, üzgünüm ama sen de farklı değilsin…" Yani hatam o ki umdum, iyilik umdum, güzellik umdum bilmem ne umdum, bir de siz bana kızınca oturdum özür diledim günlerce hayvan gibi, işte en çok buna yazıklar olsun. Çünkü bana dönüp bakan herkes içi parçalandığından yahut onları öfkeye boğacağımı bildiklerinden olsa gerek, bir Allah'ın kulu da çıkıp "Hepsi seni başkalarına tercih etti gerizekalı!" demedi. En üzüldüğüm kısım da şudur ki benim başkam yok; okuyucularım var, hatrı sayılır onca abim, ablam ve de bir ailem var ama dostluk benim için en derin şeydi, bir aşk iki dostluk öyleydi ve maşallah ikisini de söke söke aldınız... Ben hep bir dostum ya da sevdiğim için ölmeyi falan hayal ederdim, Hayalimi kısmen gerçekleştirdiğiniz için sağolun, kısmen olduğu içinse Allah belanızı versin. Aferin, alkış! Bravo! Başardınız beni süründürmeyi! Bana kalsa ben kıyamayacağım yine biliyorum, o yüzden Allah'ım n'olursun sen benim gözyaşlarımı onların mutluluğuna teslim etme, n'olur artık bir tutam gün yüzü... Ayrıca fırsatını buluran onlara şu mesajı da ulaştır lütfen; eğer bir gün yedi yirmi dört etrafına söven, herkese mümkün olduğunca kaba davranan vesaire bir Alptuğ görürlerse sakın ha kınamasınlar, beni bu hale onlar getirdi, mümkünse o işi gücü şiir olan, daima herkesin iyiliğini gözeten, onlara belli etmeden içten içe onlar için fazlaca, çok fazlaca dertlenen Alptuğ'u aramasınlar. O Alptuğ taşındı, buralarda yapamazdı... Ah bir an olsun aklımdan çıksa o günler, herkesin canı cehenneme diyebilsem ama diyemem, sanki kendime ayıp ediyorum gibi gelir. Şimdi okula yeni çocuklar gelecek mesela, ufaktan tembihlerim kendime uzun zamandır "Aman ha ne birisiyle dost ol ne birisine aşık." diye; ben hep yalnızdım, bu yalnızlık benden eski, anlaşılan varmış da bir bildiği...
Hani size çok değil, belki bir bilemedin üç ay önce bir duvardan söz etmiştim, benim kadar duvar olan bir duvardı; kara bir duvardı hani, boktan, kirli, lanet bir duvar. O duvarda pek çok isim yazıyordu, hadi diğer hepsini s**tiret, o duvarda benim ve bir başkasının adı yazılıydı yan yana ve alt alta; kaldı ki bu başkası, her şeyin değilse de çoğu şeyin başıydı, en büyük hatalarımdan biri, beni belki hiç hak etmeyen, hadi beni de o deminkinden et ama verdiğim değeri zerre umursamamış biriydi, aynı zamanda benim kirli geçmişim. Kirli geçmiş demişken, o duvarın tek ehemmiyeti üzerine sprey boyayla yazılmış iki ismi ölümsüzleştirmesinden ibaret değildi -kaldı ki ben yazmıştım cahil bir sevgi ile o isimleri, üstelik de artık asla eskisi gibi olamayacağımız en iyi dostumdan aldığım sprey ile- o duvarın bir diğer görevi de üstünde bir yeri taşımaktı, benim eski okulumu, yani bir diğer kirli geçmişi, ilk defa aşık oluşumu, duygularımın ilk yenik düşüşünü, ilk ciddi üzüntülerimi, en bok senelerimi vesaire... Bu nasıl duvar anasını satayım di'mi? Bu ne boktan duvar ki yegane vazifeleri benim hayatım üzerine kurulu, o duvarın yakınından her geçişimde, o duvarı her görüşümde, görmesem bile orada bir yerde hala pişkin pişkin dimdik duruşunu her aklıma getirişimde lanet etmekten geri durmuyorum. Her şeyimi kaybettiğimde de o duvarın altına gitmiştim, boş yere bir şeyler umut ettiğimde de o duvardaydım... Şimdi istiyorum ki o duvar dümdüz olsun, ruhum kadar dümdüz, ölüm kadar pürüzsüz. İyi haber dostlarım, Duydum ki o okulu yıkacaklarmış, inşallah yanlış bir haber değildir bu; senelerce dümdüz etmek istedim o okulu, ucunda gülle asılı bir inşaat makinesi ile kahkahalar eşliğinde paramparça etmek istedim, okul bittiğinde dahi civarından her geçişimde yalnızca hüzün ve acı kaynağı oldu, güzel günler yaşamıştık tabi ama hiçbiri aklıma gelemedi işte geri kalanlardan... Hiç unutmuyorum, bir gün bizim çocuklar sürpriz hazırlamış doğum günüme ama aynı gün ben öyle dertlerle uğraşıyorum ki, iti uğursuzu her şeyi benim peşimde, tüm bunların sebebi de değmeyecek bir kadına verdiğim değer tabi, yine... İlk hatam oydu zaten, ondan sonra da devam etti çok şükür istisnasız, neyse... Sınıfa bir girdim alkış tufanı, sınıfa da müdür beni çağırıyor diye mi ne gitmiştim üstelik. Sevinemedim, deli gibi hüzündü o gün, bu da böyle bir anı işte, zannedersem o günden beri iyi hissetmem gereken anlarda iyi hissediyormuş gibi yapmakta ihtisas sahibiyim... N'olur yıkın o okulu, yerine de yeni bir okul mu yaparsınız, cami mi, alışveriş merkezi mi umurumda değil ama yıkın geçin, tıpkı "Babam ve Oğlum" filminin o sahnesindeki gibi yıkıp geçin...
Yıkılsa ne değiçecek di'mi şu Allah'ın duvarı. Ben de biliyorum değişmeyecek, Bir dizinin bir repliği aynı şöyleydi: "...Belki bu sefer korurlar seni, belki bu sefer yalan söylemezler sana; bu sefer çağırdıklarında seni yanlarına, bu sefer... Belki yine sokmazlar sırtına o hançeri, geçmişe dönmek başka yeğen, geçmişi silmek başka...Bir kere aktı mı zamanın içinden, suyun yolu değişmez yeğen; unutma bin kere dönsen o güne, bin kere ihanet edecekler sana. Herkes doğasının gereğini yapar yeğen, bin kere ihanet etseler sana; çaresi yok, bin kere gidersin yanlarına..." Bizimkisi de o hesaptan işte, o duvar bin kere yıkılsın bin kere daha yapılıp bin kere daha yıkılsın ama bir cacık değişmeyecek, biz de biliyoruz olayın duvarda olmadığını, duvarın günahı olmadığını ama çaremiz yok işte; insanoğluyuz, sanıyoruz ki o duvar yıkılırsa daha kolay olacak unutmak, sanmak da değil, biliyoruz ama umuyoruz işte... Aslında ne biliyor musun? Bir yerlerde illa ki bir duvarda biri asla diğerinden en ufak parça taşımazken diğerininse onu benliğinde taşıdığı iki insanın adının yan yana ve alt alta ayrı ayrı yazılı olduğunu bilmek. (iki üç defa yazmış bir de yazısı okunaklı değil diye)
O duvar yıkılırsa belki bu düşünce tavuk eti misali didiklemez beynimi ve "hüzgün" kalbimi... O duvar yıkılırsa ben taşlarından köprü yapacağım kendime bilmiyorsunuz siz, yeniden hem de, sanki tüm bunlar hiç yaşanmamış gibi bir azimle yeni baştan... Hem belki o köprüden de bir kurtarıcı geçer belli mi olur, hem de bu yana doğru, kimselerin aslında tam manasıyla yaklaşmadığı bu sahte karanlıklara doğru; sahte çünkü aslında içi kelebek yuvası, dıştan görünense sadece o yuva tahrip edildiğinde oluşan basit bir toz bulutu. Beni mutlu etmek o kadar da zor değil be abi, yemin olsun değil; yahu ne bileyim, aslında bakarsan herkes de biliyor içimden geçenleri, daha da anlatmam şimdi... Allah'ın belası bir duvar için ayırabileceğim son paragraf bu: Umarım yıkılırsınız ulan duvarlar, adımın yazılı olduğu sen, içimde yeniden aynı ve benzeri şeyleri yaşamamak adına "temkin" adı altında kurulmuş o duvar ve ona eşlik eden korku duvarı, insanlara istemeden ördüğüm duvar, hüznümü çıkaramayışımdan doğan öfkemin duvarı... Bir bir yıkılın n'olur, bakın güneş görmüyorum... Bu benim yaptığım nedir biliyor musun sayın okuyucu? Sütten ağzı yananın vegan olması.
Okuldaki yazı kağıtlarımın bu son sayfasını önemli bir yazıya harcıyorum, bugün 16 Mayıs 2017. Hani evveliyatında sizlere soğuk mu soğuk bir kış gününde, her türlü umuda kapalı ve tek başımayken rastladığım, bire bir benzeştiğimi ve yanındayken mutlu olduğumu hissettiğim ancak vaktiyle beni tanımazdan gelmeye başlamış bir hanım efendiden bahsetmiştim anımsadınız mı? Neyse, unutun onu... Asıl mesele, bir başkasının acısının, bilinmemesine karşın ve her ne olursa olsun canı tuz buz edebilmesi; şey olur hani bazen, mesela birine derin bir şeyler hissetmişsindir zamanında ve gömmüşsündür aylar içinde, o selamsız sen sabahsız aynı ortamda yaşamayı becerebilmişken aylarca bir şekilde; bir gün, değmeyecek birinin iyiliği uğruna dostlarını kaybedişinden bir aydan daha fazla zaman geçmiş ve sen yaralarını daha yeni başlamışken tamire, o selamı sabahı kesmiş, seni tanımazdan gelen kişi göz yaşlarıyla geçip gitse önünden... Cız etmez mi için yine de, sökülür gibi olmaz mı kalbin her şeye rağmen, sen söyle?!
Haklıdır da kızcağız biliyor musun; onunla iyi birer arkadaş iken ona aşık olman ve bunu sevdiği biri olduğunu bile bile yapman neyin nesidir? Yine de senin elinde değildir bu sevdalanma, cezası da bu olmamalıdır... Tüm bunları bilerek içinden geçen tek şey onun acısını biraz olsun dindirebilme imkanın olmasıdır kendi onca çektiğin dert hiç olabilir bir an gözünde; nitekim senin yapabildiğin şey ise sırf ona yanında olduğunu hissettirmek için söyleyeceğin ufak ve sama bir "İyi misin?" iken, onun cevabıysa elbette ki en sahtesinden ve ses tonundan ötürü ise en iç cızlatanından bir "İyiyim." olacaktır.
Diyemezsin ki başka bir şey, bak bunun adı çaresizliktir işte... Bunca zaman onu her gördüğünde içinin bir tuhaf olup, aslında hep konuşmak istediğini lakin onun tavırlarından ötürü kaçındığını söylesen inanır mı sanki? İnansa ne değişir ki, bilirsin, o yaşlı gözleri artık hiçbir sıfatla silemeyeceksindir... Senin huyun bu aptal adam, kendini her daim bir arşın geride tutuyorsun sevdiklerinden, görebilselerdi ne ala; hem Miray dostun dönerdi geri, hem bahsettiğin o kız. Canın yanıyor biliyorum, tek tek canın yanıyor bütün aşık olmalarına; değmeyecek birine aşık olup dostlarını kaybettiğin, değecek birine aşık olup onun dostluğunu kaybettiğin ve artık ne olduğunun önemi kalmamış birine aşık olup çocukluğundan mahrum kaldığın için...
Her şeyi geç güzel arkadaşım da, o kızın canı her neye yandıysa yanmasaydı bari, kendine dahi faydası dokunmayan bu adam bari o göz yaşlarının silinmesinde ufak da olsa işe yarayabilseydi. Ben de biliyorum, en son birinin üzülmesine engel olmak istediğimde onun beni ezip geçerek mutlu olduğunu, hatta herkesin bir bir mutlu olduğunu ve benimse harabeye döndüğümü ama bu defa öyle değil işte. Gerçi düşünmek boşa ne yazık ki, elden gelen en ufak bir şey yok hiçbir konuda; bari diyorum o kadar içli ağlamasaydı ya da ben orada olmasaydım falan; ben o durumdayken onun yüzüme dahi bakmadığının farkındayım, zira bu normal... Kadınlar böyledir, hatta eğer olup biten onları kırmışsa mutlaka çok daha fazlasıyla ödetirler, hak edilenden kat ve kat fazla, tıpkı şekil A'da görüldüğü üzere... Ulan ne oldu kim bilir ya, o resmen benim kız kadın halim ve bunu bildiğimden ötürü herhangi bir ihtimal ve bu ihtimalin onun içinde oluşturabileceği yaraların derinliğini şuracığımda hissedebiliyorum, bu da beni yaralıyor böylece. Belki de sevgilisi vardır ama ayrılmıştır veya sevdiği çocukla alakalı bir şeydir; fakat inanın inanmayın bunun bir önemi yok artık zira anladım ki benim onları bu kadar sevmem üzüyor insanları, zaten ne dostluğa ne aşka layık olmayı becerebildim belli ki. Ne biçim devir bu be, en güzide hata da sevmek, en ağır ceza da sevilmemek.
Sadece yeniden konuşsak yeterdi aslında, unutamaz mıydık olup biteni, henüz teklif bile etmemiştim zati. Bu defa da hayat bana doğu adım atsa ne kadar hoş olur oysa, en azından en eski dostlarımla düzeltebilseydim arayı. Hiçbir şeye geçti gitti diyemiyorum çünkü bir kısmı benim son derece masum ve iyi amaçlarla çıktığım yolda yaptığım irili ufaklı hataların karşı tarafta yaptığı acılardan, kalanıysa kısaca karşı tarafın bana karşı olması gerektiğinden başka türlü davranmasından kaynaklanıyor. Çok mu şey istiyorum be, sevmek kötülük müydü siz söyleyin... Aylar sonra bir şeyler normale dönsün artık ne olur, geçmiyor zira bu bacağına sıktığımın zor durumları, aksine artaraktan devam ediyor iyi mi; böyle dediğime de bakmayın, bin yılın Alptuğ'uyum ben işte, onun bari dinse gözyaşları, ben bir ömür daha illa ki ağlarım.
Samimi olacağım sizlere karşı, o ana kadar hiçbir bir şekilde bu deni dokunmamıştı onunla olup biten, artık hiçbir şey hissetmediğimi sanıyordum, kendimi buna inandırmıştım... Taa ki o bir çift kırmızı gözü yaşla dolu gördüğüm o vakit... O anı anlatamam, o an anladım ki bazı şeyler en derinlere çökmüş bitmektense... Böyle sol göğsümün sağ üst tarafında damara benzer bir şey koptu sanki ve içinden sıcak ve acıtan bir sıvı soluk boruma paralel bir şekilde süzülüp gitti gibi... Tüm bunlar hatta daha fazlası oldu da belli etmedim, nedenini bilmiyorum ama etmemeliydim işte. O an bir daha ve aynı acı biçimde tecrübe edildi işte: Ne olursa olsun bir defa sevdiğin herhangi insanı aradan geçen zamana rağmen hala içten içe düşünecek olduğun gerçeği. (bakarsın sadece benim için geçerlidir) Diyorum ya en büyük ayıbımız sevmek oldu bizim, Allah da bizi tüm bunlar için affetsin n'olur, n'olur kullarıysa bir an evvel anlasın içimde dönen kıvranışı, böyle olsun istemedim...
Razıyım beni ağlatsınlar da, aramızda ne yazık ki en ufak bir şey kalmamış bile olsa o iyi kızlara dokunmasınlar; çok ağladım zaten ben, antrenmanlıyım, edebiyatçılara da aldanmayın değerli bir şey değil bu gözyaşı, akıtın gitsin... Kötü kızları da gördüm fazlaca ve biliyorum ki bu dünyada üzülen taraf daima gülümsemesi gereken taraf. Keşke be, ah keşke imkan olsa da hem eski dostlarımla hem de onunla eskisi gibi olsak, ona bir daha aşık olmam söz. (tutamayacağım bir söz mü bilmem ama vermek zorundaydım) Allah'ım sitem olarak algılama, yalnızca meraklı bir çift aptalca birkaç sualim olacak: Aşkı niçin yarattın? Hadi yarattın, niçin iyi yüzünü göstermedin? Göstermeyecektin, şu kulu ne demeye aşık ettin? N'olur toparla bizi be Allah'ım, başka türlü bizim tekrardan anlaşıp birleşeceğimiz yok gibi bu fani dünyada.
O mesela, gelse dese ki "Tamam dostum ol tekrardan.", o vakit her şey tamam olur ziyadesiyle ama demez biliyorum, benimse dilim bağlanır tek kelime edemem, kuru kuru meraklanırım anca işte kendi kendime, işkence gibi... Bütün anlaşılamayan ve acınası yalnızlar misali, ondan özendiğim kırmızı gözlerim ve gözyaşlarımla.
Ne garip bir cümle değil mi bu, neymiş tanısan severmişsin. Aslında gayet büyük de bir cümle bu, sadece iki birbirini tanımayan insanın birbirini sevebileceğini müjdelemiyor; bu aynı zamanda demek ki "Tanısan seversin ama tanımıyorsun, tanıdığını zannediyorsun; deli gibi eğleniyor gözükürken aklımdan ne derece dehşetin geçebildiğini bilmiyorsun, olup biteni bilmiyorsun, kıyıda köşede sakladığım yanımı tanımıyorsun. Sadece bu da değil, seni ne kadar sevebileceğimden, beklediğimden, kısacası bir halttan haberin yok." Ufacık, yalnızca iki kelimelik bir cümlenin bu denli derin olması şart mıydı? Hadi derin olmasını geçtim, bunun dokunan bir diğer yanı ise bu derinliği tek fark eden olmamız... Küçükken evcilik oynardık, ben hep yalnız olurdum; sonradan anladım ki oyuna özgü değilmiş, biz direkt kaybetmişiz. Bizdeki ön yargıysa da yalnız temkinden, Harcamışlar çünkü bizi; ilk bölümde ölen oyuncu gibi, Gözümüzün yaşına bakmamışlar... Bizim en basit alışkanlığımız kendimizi kandırmak, hani şeydir ya, bir şeyleri unutmak adına başka şeylere vurursunuz kendinizi, sonra bir dönüp bakarsınız ki profesyonelleşiyorsunuz; lakin aslı öyle değildir işte olup bitenin, kendini kandırmaktan da kötüsü kandıramamaktır. Bal gibi bilirsin her şeyi sadece bir şeyleri unutmak adına, acısı hafiflesin diye yaptığını; unutamayacağını da, geçmeyeceğini de, olanın olduğunu da, herkesin mutlu mesut seninse bitap halde olduğunu iyi bilirsin. Tanımak sevmek için yetmezse eğer, Belli ki istemek gerekiyor sevmeyi; Üzülme ki kardeşim, Bizi kimler kimler istemedi... Tanımaz ama kimse seni, herkes atlattın sanır yavaştan, geçti gitti sanır ama afedersin b*k geçmiştir; bakarsın ardından "Al işte o kadar da üzülmemiş, bir ay geçti kendini hemen başka şeylere vermiş." bile demişlerdir, vicdan rahatlatmışlardır, hepten bakmazlar artık arkalarına, hepten mutlu mesut devam ederler. Sen mi? Tüm tanınmamışlığınla devam edersin, bütün yargılanışınla... Dönüp itiraz da etmezsin artık, ağzını dahi açmazsın hiçbir şekilde; anca beklersin kuşlar gibi, yok biri gelecek, yok beni kimselere gösteremediğim o yan tarafımdan tanıyacak, yok beni sevecek diye diye beklersin. En acısı da şu: Bu bekleyiş, belki de yalnızca ömür bitene dek bir uğraş olsun diyedir, kendini kandırmak için. Farkındayım ki umut etmek için bazı ipuçları gerekiyor, Yemeğin piştiğine inanmak için kokusunu almak gerekiyor; Sevmek için tanımak gerekiyor ama, Tanışmaya korkum var artık... Tanımamışlar bizi güzel arkadaşım, hepsine yazıklar olsun olmasına da biz n'apacağız böyle? Artık kelimenin tam anlamıyla "tanışmak" istiyor insan ölüm korkusuyla bile, tanışmak, yani tanıyor olmak, bilmek, tıpkı tanıdık gelmek gibi, içinden bir şeyler bulmak gibi vesaire vesaire...