Kuru bir rüzgar düşün, hafifliğine kıyasla iç ezen; sakin de gelse savurup da geçse benzer. Yok sanınır mahiyeti izi geçenin, o olmasa neyin kefareti örtecek bizi? Bir aftır almış gidiyor başını, aftır bakmıyor ardına ; gün oluyor, gün bile kalıyor, orda öylece duruyor siyahı beyazı...
Bir af orada bakıyor gözlerimin içine;
Dokunmuyor kalbe, dindirmiyor ezayı...
İstemek yetmiyor, keşke yetse;
Bölünüyor kalp, biri atarken diğeri ölmese.
Anne baba ayrılır; çocuk yine ikisine de gider, hatta arada bi ikisiyle birden de vakit geçirir ama işte hissedersin, pek çok şey farklıdır işte... Öyle bilirsin bazı şeyleri, öyle kazanılır uzaklık.
Tutmayacaktır artık dikiş, ortak çabalar da dokusa zaman ipliğini, bembeyaza dönse bile ip; iki, üç, beş... Bilmem kaç insanın eski, ortası yaralı, ortak hikayesi.
Bir yol tutar insanı muhakkak, dönmediği, kendinden bir yol; eskisi gibiyse bile sevgiler, güven bile öyleyse, hiçbir şey gerekmese bile dönmek için... Başka bir hayatın başlamasının acısı olabilir bu belki, kabul etmeli ki olmaz eskisi gibi; ne sarılacak bedenlerin kaldı gençliği, ne durmayacak gibi atıyor sıcak da olsa kalpleri.
Acı patlıcan kırağı çalmaz, bazı şeylerin önüne geçilemez, ölüm hayatı unuttursa bile silmez. Ne kalır o hesap gününe bizden ak çıkaracak yüzümüzü, sevgi mi, merhamet mi, bilmem ki...
Yaşamak bile eskisi gibi değil ilk ölümden beri, hangi geri dönüş sığar bu kısalığa şimdi.
Eskisi gibi sevip sevilmeye de şükür ama isterdim yine, ilk günün uzaklığını yaşamayı sona.
Yenildim işte, alacalı bir ihtimale...
Gelmeye razı olan, kalben zaten hep benimle olan insanlar gelince... Diğerleri de gelebilir sandım.
Herkes gelmez çocuklar, bir gün kalkıp dünyanın en iyi insanı da olsanız, hepsi gelmez.
Diğerleriyle olduğu gibi olur sanarsın, öyle umarsın ama öyle olmaz; çünkü küs de olsanız diğerleri zaten sevmişti seni, gerçekten sevmişlerdi, sen onlara gitmesen onlar er geç gelirdi...
Biliyorum gitmesi değil kabullenemediğin, nice zaman herkesin üstünde gururla tuttuğun arkadaşının seni hiç sevmemiş olması. Biliyorum hatırlanmak istedin sadece, sandın ki seni görür de kalbi çözülür, döner sandın ötekiler gibi, mümkün sandın, hem neden olmasın ki... Olmaz tabi, kuru toprakta kaktüs dahi açmaz. Sandın mutluluk sonu, bu sefer olmadı.
Herkesi Simge gibi, Gizem gibi, küssen de kalben beraber olduğun, öz kardeş kadar yakın olduğun sandın. Şimdi uyan, geri dön, sımsıkı sarıl dönen ve hep kalanlara, başta Beyza mesela... Ama bırak artık işte, nasılını bilmesem bile...
Uzun süredir dışarısında bekliyor gibiyim herkes ve her şeyin. Beklemek dediysem, öznesi olmayan bir beklemek, bir şeyin gelmesi isteğini barındırmayan, yalnızca adı kadar bir beklemek.
Aslolan beklemek değil dışarıda olmak, içeri davet edilsen de kendine o taze yağmurlu eșiği yakıștırmak; evet ait hissetmemek, belki bir tutam aşağılık kompleksi falan ama daha çok, senin olanı bile yabancılamak gibi bir şey.
Kimseye ait olmayan o türkü batırıyor günü, kimse söylemeksizin hem de; sona varıyor tüm kapılar, çiçekler unutuluyor. Birlikte gidiyoruz ama tek başımayım; gitmek demeyelim pardon, bir daha gitmek yok kimseden, azalmak olsun bunun adı, tutam tutam ama nasıl hızlı...
Işık gibi vuruyor merhamet,
İncitmeye zaman kafi;
Tek mermili revolver gibi,
Çalıyor bir şarkı, her zamanki.
Korkmalı mı kendinden insan? Hem de en çok kendinden mi korkmalı? Bence evet, biliyorum özgür irade diye bir şey var, korkulacak bir şey yapmamayı seçmek var, peki ya hatalar.
İstemeden geldiğimiz noktalar ne olacak, ölmeden büyüyebilecek mi içimizdeki çocuk?
İlk hata yapıldıktan sonra gerisi hep geldi, yasak elmadan beri yani; farkındayım insan hatalı bir canlı, öyle olmak da zorunda belki ama... Ne kadar hata yapmayı kaldırabilir insan?
Bir hata yapsın, bu hatadan dönmüş olsun, hadi diyelim izi bile kalmasın... Yine de ömrü boyunca hep yeni bir hata korkusu kesmez mi nefesini? Kesmesi mi daha iyi kesmemesi mi? Rahatlayan adamın rehaveti mi daha korkutucu yoksa hata yapmamak için hiçbir şey yapmamayı göze alacak kadar korkmuş birinin acısı mı?
Son bir soru: Affedilmekten önce mi sonra mı gelir kendini affedebilmek?
Bu yazı da çabuk bitti, her hatanın olması gerektiği gibi.
Beklentini kendin ekmezsin, sen sulamazsın, beklentinin üzerine doğan güneş bile senin değildir. Birikir, zaman gibi tortu tortu birikir.
Ciğerin içine bir yere yuva yapar sanki, her gözünü kapadığında açmak için ona ihtiyacın varmış gibi. Beklenti eskimez, eskitir seni; saçmadır, bilirsin, bile bile istersin...
İstemeyecek olsan, öleceğini bile bile yaşayabilir miydin?
"Ne bekliyordun ki?" diyeceğin bir yer olur kendine, beklememek pahasına görmeyesin gelir sonunu; adı yanılmak olan bir türkü vardır zira, söylenmeden duyduğun.
Dönesin yankılanır göğüs kafesinde bir yerde, iyi ya da kötü herhangi bir şeye yol açacak hiçbir adım atmadığın o zamana, sana ait hiçbir şey olmayan...
Yarım kalmaktır yaşamak.
Yanmak vardır bir de, çoğu insanın eylem değerlendirdiği ama aslında oluş olan, oldukça soğuyan bir kavram. Bütünen aynı anda yanılmaz, uçtan uca yahut dıştan içe olur illa; insan geç fark eder aslında gerçek yandığında... İçinde bir şeylerin kokusu yoktur mesela artık, ya da daha kötüsü, bir başkasında...
Umut oyalar, gerçekleşse de mutluluk oyalar, sona kadar.
İnsana ait her şey akıcıdır bir anlamda, sendeleyen bir köpeğin kanı gibi akar beklenti de gerçeğin içinden, yer çekimi bahanesidir düşmenin. Azaldığını bilmez insan, umut olduğunu da, umutsuzluğunu da...
Özü senden olmayanı kesin de olsa bekleme okuyucu. Eyvallah.
Gün olur sıcak hava balonu gibi hisseder insan, aldanır; sanır ki hayatındaki kişiler ağırlık, sanır ki onları attı mı yükselecek... Olur böyle, şaşırmayın; herkes bir "ben elimden geleni yaptım" masalı uydurur ve iki tarafın da kılı kıpırdamaz; sürekli böyle daha iyi hissettiğine inanmak için eften püften yalanlar uydurur insan, inanır da üstelik. Oh ne aladır artık memleket, tüm hayatı kendine göredir güya, karışan eden yoktur falan... Oysa o balonu yükselten sadece içinin yanmasıdır.
Şanslıysa gün olur uyanır uykusundan, eften püften mevzularla küsüștüğü en sevdiklerini arar gözü. Sen şimdi diyeceksin ki ya eften püften değilse? Peki madem, sen ölümün olduğu dünyada bana mantıklı bir tartışma söylesene.
Mutlu olmak affetmektir, gerçek af da özür beklemez bunu sakın ha unutma sevgili okuyucu.
Ben uyandığımda aklımdan tek geçen eskisi gibi olmaktı; yok o haklıymış yok bu şöyleymiș falan hepsi hikaye, bunların hepsi yorar insanı sadece.
Gurur denen o boku zamanında çiğneyemediğim kadar sert çiğneyip çıktım can dostumun karşısına... Dargın olmamın bir önemi yoktu, o da bana dargındı, hangimizin daha haklı olduğunun bile önemi yoktu çünkü ikimiz de birbirimize hala değer veriyor ve bunu gayet iyi biliyorduk, ikimizin de hem özlemi ağırdı kırgınlığından hem de hatası.
Haklı olmak değil mutlu olmak istiyorduk, ikimiz de önce birbirimizin haklılığını savunmaya başladık, ikimizinde de derdi kendini affettirmek olmuştu sorunun başının aksine. Bugün biz gurrumuza yenilmediğimiz için, ben durmayıp ona mesaj attığım ve o da bana kin duymayıp dinlemeyi seçtiği için yine bir aradayız ve bir daha ayrılmak gibi bir hataya düşmeyeceğiz inşallah.
Bu günümüze, bu halimize bin şükür ama keşke öfkemizin esiri olmasaydık başta da, birbirimize değer vere vere en incitici sözleri sıralamasaydık, bu kadar kolay görmeseydik hayatlarımızdan birbirimizi çıkarmayı, bilseydik daha iyi hissetmeyeceğimizi...
Bak mesela sana film gibi, keskin bir gerçek sayın okuyucu:
Geçen gün annemin dayısı vefat etti, ben kendimi bildim bileli küslerdi, adamı bir kere gördüm ama hatırlamıyorum bile... Cenazesine gittiler, evine gittiler bizimkiler ama orda da hala bi mesafe falan bir durumlar yaşanmış. Hiç anlam veremedim, annem "Keşke böyle olmasaydı." deyip duruyordu, sonra dedim insan gerçekten ne için böyle küsebilir, ne bu kadar önemli olabilir diye çokça düşündüm... Bulduğum tek cevap vardı okuyucu: Haklılık da itin götüne girsin afedersin, geç kalmayalım yeter ki.
Balon olma okuyucu, șișme, kin duyma, öfkelenme, koyverme, bırakma insanları; patlama okuyucu, gururundan bir başına patlama yeter ki.
Can dostum, kardeşim Gizem Beșe'ye teşekkür ederim.