"Ankara'nın taşına bak, gözlerimin yaşına bak."
Farklı işte, öyle böyle farklı... Hayat başka ben bambaşka, karıştırmayın ikimizi, hele hele ikimizden bir bütün çıkarma çabasına asla girmeyin; yanılırsınız, kaldı ki yanılmak sadece bir huzursuzlukken sizin nezdinizde, benden içre bir utançtır esasen, göremezsiniz...
Kokusuyla, tadıyla, o her şeyiyle benden farklı olan, hatta bunu bir gaye edinen yaşama...
Sizin o hayat dediğiniz, "normal"e sığdırmayı becerebildiğiniz şeyde bir bereket var, renk var, bir sürü insan, birlik birlik; eğlenceler var, sevinçler var günübirlik de olsa, kafeler, fotoğraf çekinmeler, story'ler falan filan... Farklı bir şey işte, ne derseniz buna, sosyalleşmek falan belki; aynı olduğunuz için nice. Öyle çok ve her yerdesiniz ki insanın kendini dünyanın bir sığıntısı gibi görmemesi elde değil. Cemal Süreya'nın sorusuna hayır diyenler hep birlikte eğleniyor sanki, belki de sorun mutsuzluğa da var olmamı mutsuzluk olmam sanmanızdı.
Hepiniz ne kadar da güzelsiniz, aşklarınız ölümsüz, arkadaşlarınız ölümsüz, en doğrular toplanmışsınız ne ala...
Ben de işte burada, hala bu yazıların başında, hala kimselere ulaşamayacağımın ve ulaşsam da karşılık bulamayacağımın gayet bilincinde; sizin edebiyat seviciliğiniz bana kadar gelemiyor tabii, edebiyatı benim gibi, gündelik hayatın sıradan konuşma rutinlerinin arasına sıkıştırıp anlatamadığınız çünkü kimin ne diyeceğini bilmediğiniz ve denilebileceklere karşı halihazırda kırgın olduğunuz fakat buna rağmen de artık dayanamadığınız için sifon çekercesine yazarak kullanmadınız... İki satır okudunuz, vay be dediniz ve sayfayı çevirdiniz, gördüğünüz sözleri bir yerlerde paylaştınız falan, oturup üzerine saatlerce düşünmek ne haddinizeydi benim gibi, buluşacak arkadaşlarınız vardı çünkü geç kalırdınız, daha saçınızı yapmanız lazımdı, sinemaya gidecektiniz, ben dört yıldır gitmemiştim...
Neyim ben, herkesin herkesle içli dışlı olduğu bu civarda neyim? Ne bir samimiyetim ne hoş sohbetim... Kolay anlaşılsın diye sosyal medyadan örnek düşeyim: takip etmek ve takip edilmek, bir sürü insanı takip eden ve onlarca takip edilen, beğeni alan bir sürü insan, hepsi tanıdık, hepsi arkadaş, hepsi bütün, hepsi bilmem ne; buluşuyorlar, görüşüyorlar, sağlıklı iletişim sandıkları o şeyden kuruyorlar... Benimse istediğim şuydu:
Bu mesajları ben attım bir arkadaşıma, belki de hiçbir şeyime bilmiyorum, bu bir şey olmaya dair fikirlerim çok evrildi zamanla, aslında bu yüzden yalnız hissediyorum.
Dikkatlice okur musunuz rica etsem? Sizce haksız mıyım hakikaten, sizin de içinizden bu fikirler arada sırada dahi olsa geçmiyor mu? Ne olur çok şey beklediğimi söylemeyin, böyle ilişkilerdense bir ağaç kovuğunda ölmeyi çokça tercih ederim.
Bu kez beni anlamak zorundasın okuyucu, elini taşın altına koymak zorundasın, haklıysam haklılığımı bağırmak ve haksızsam dahi incinmemem için elinden geleni yapmalısın. Senelerdir yazıyorum burada, bu okuduğun ve diğerleri birer anıdan çokça fazlası ve sen... Sen bu kadar okuyup hala kendini bana borçlu hissetmiyor musun? Kimseden bir şey istemedim bu güne kadar, bu gün de istemiyorum yanlış anlama; yalnızca muhtacım ve ilk defa bunu söylemekten bu kadar çekinmiyorum.
Benim için ne yapabilirsin bilmiyorum, dene isterdim sadece.
Küçük kara balık olmak istemiyorum artık, elimden de bir şey gelmiyor; biliyorum oradan her şey benim elimde gibi duruyor ama hala neredeyse her gün kabuslar görüyorum. Terk edilmek mi? Eğer inandığın bir şey karşınca bitiriliyorsa bunun adı budur evet, aşka gerek yok. Nefes alamıyorum, değişen iyi yahut kötü hiçbir şey olmasa da her zamankinden çok koyuyor başka olmak, hem beden hem ruhen ilk defa...
Güzel zamanlar yok bende, takmamalar, anlık yaşamalar yok bende, bir Allah'ın belası gibi karanlığımda kuruluyorum ölüme, çığlığım değil kırmak bardağı, içindeki suyu dahi sarsmıyor; kalkmış kendimde bir giz arıyorum, yalan da yalan, anca bitesice bir masalın develik uman piresiyim...
Kayboldum okuyucu, kaybım, ağlasana. İÇİM ÇEKİLİYOR OKUYUCU, sanırsın kıyma!
Garibim, belki de tam anlamıyla kelimenin.
Anlatasım var, anlatasım yok, beni yalnız bırakmayın ama burda da durmayın gibi sanki... Bilemiyorum. Normalde bu "bilemiyorum"un yerinde uzun uzun iki paragraf yazılıydı ama sildim, onca geveleme bunun yerini tutmuyordu zira, her zamanki gibi ne diyebilirdim ki.
İçli içli, uzun uzadıya anlatıp sarılasım var birilerinize; açmış kollarını buna hazır olanlarınız var biliyorum -ki bunu bildikçe de bir ağlama hasıl oluyor- ama yapamam... Samimi olan her şeyde bile çünkü, kendiminkinde dahi artık, bir değer hissetmiyorum, kendimde genel olarak değecek bir şey görmüyorum orası ayrı...
Ne siz gitseniz ama ne de ben kalsam, hem her an yanıbaşımda olsanız, imdadıma yetişebilecek olsanız ama kırgınlıklarımı görebilecek mesafede de olmasanız, kendi kendime bütün haykırışlarımı, bütün o rezilliği, ortalığa kusup her şeyi berbat eden biri gibi.
Bu arada kusmak bana çok şerefli bir şey gibi geliyor artık nedense, hele ki o işte her şeyi berbat eden toplum içi kusmaları; çünkü içinde esasen muazzam bir masumiyet barındırırken o tek başına, etrafındaki koca insanlığın tek sergileyebildiği iğrenmek, bütün haksız durumlarda olduğu gibi.
Gece bastırıyor yine, aynı gece, birebir aynı, gözyaşıyla olsun sabahıyla olsun... On sekiz senedir hiçbir sabah görmedim ki günaydın dediğime değsin. Neyi yaşıyorum ben ha? Bütün günümü düzinelerce kitap alıntısına dair kafa patlatıp evde mayalanarak geçirirken neyi umuyorum? Umduğum bile yok aslında, eskiden olsa "Şu olsun her şey yoluna girecek" der ve oturup onu beklerdim en azından, şimdiyse su her açıdan daha bulanık.
Hele o insanlar, ah o peşimden koşanlar, benim için bir şeyler yapmaya çalışanlar, gerçek dostlarım... Hiçbirinin yüzüne bakamıyorum, onlara bir şey yapmamış olsam da, eski gücümde olmayıp, sırf onları da mağrurlaştırmamak adına mutlu olamadığım için, bırakın olmayı öyle davranamadığım için dev bir acı çekiyorum, işin kötüsü bu gerçeği onlara itiraf ettiğimde aynı oyun onlarda tekrarlanacak; benim üzüntüme yıkılan bu başımın üstünde yeri olan halk, ben daha fazla üzülmeyeyim diye benim üzülüşüme üzüldüğünü üzüle üzüle saklayacak...
Ne çok üzülmek geçti cümle içinde, bu da ancak benim cümlelerimce mümkündü zati, şayet Nuri Bilge filmi değilse. Çocuk gibiyim şimdi, muhtaç ve bunun farkında olan ama yine de kendi başına yapmak için direnen, aksi takdirde nefret başlayacak çünkü kendimden. Hiç olmazsa şimdi kendime kırk yıllık evliymişiz ama bir kere bile aynı odada bir araya gelmemişiz gibi umursamaz da olsa bakabiliyorum, kendime yazık oluşuna acıyor ve o koca insanlığın yaptığı gibi iğrenme sergiliyorum.
Bende eser yok artık, ne benden, ne tutkudan, ne çabadan... Kurumuş dalların vazifesini üstlendim sanki evvelce, çatır çatır yanıyorum sadece, bir sonum olduğunu asla aklımdan çıkarmayarak üstelik ve düşünerek de kimler tarafından hatırlanacağımı. Çünkü çare yok, imkan bitti, masallar kaçtı, ümit bile kalmadı artık; neredeyse tortulaşıyor nefesim tükeneceğini ima edercesine, ansızın bu yazı gibi.
Yekten abanayım iyisi mi lafa, zor bulursunuz bundan sonra süslü girizgahları falan, iyilik istiyorsanız denize atlayın ne dersiniz? Diyeceğim o ki keşke hayatım boyunca kimseyle tanışmadan devam edebilseydim, hiçbir kimseyle; aile neyine yetmiyor p****enk dedi içimdeki ses de ben dinlemiyordum, dostluk falan filan hesabı, sonra da Kabadayı filmindeki Ali İhsan gibi kaldım tabii: "Zaten biz yokmuşuz, cesaret yokmuş,yiğitlik, mertlik yalanmış. Ölümüne arkadaşlık dostluk falan palavraymış. Racon bitmiştir, hepiniz yatağınızda rahatlıkla ölebilirsiniz…"
Şimdi birkaç gerçek dostum var, Emir, Yarkın, elbette ki Sena, Esra, Beyza, bir de yenilerden Şûrâ; oysa açıkçası istemiyorum, yani bakın istemediğim şey onlarla dost olmak değil, ömrümün sonuna kadar şerefle taşıyacağım bu mertebeyi ben elbette ki, onlara güvenim sonsuz, sevgim de öyle... Galiba belki de heves mi, sevgi mi, nedir bilmediğim bir şeyi kaybettim, herkes olabildiğine yabancı... Şunu gevelemeye çalışıyorum işte anlayın:
İyi yapmışım, hatta hayatımda verdiğim tek iyi karar belki ama işte o günlerde ben onları arkadaş edinmeseydim, şimdi kimse benim varlığımdan haberdar bile olmayacaktı, hiç kimse, hiç kimse Alptuğ Dağ diye birinin peşine düşmeyecekti anlıyor musunuz? Ben herkesi bıktırdım, bıktırmadıklarım da illa ki bıkacaklar ne kadar kızarlarsa kızsınlar bu lafıma; iki üç kişi için genelleme yapıyorsun diyorlar ama artık sahici dostluğun imkanına da inancım yok açıkçası, tekrar tekrar söylüyorum ki bunun onlarla hiçbir alakası yok, tamamen benim sessiz, karanlık gecelerde, yine aynı sessizlikle uzun uzun inlerken yaptığım çıkarımlar bunlar ve korkarım ki öyle yapılan çıkarımlar geri döndürülemeyecek kadar güçlü oluyor, kim denerse denesin...
Benle ilgilenmeye çalışmayın abi, kolumdan tutup kaldırmaya da çalışmayın, kolum falan yok benim; biz dostuz bunu yapmalıyız diyorsunuz, sen bize yapıyorsun falan diyorsunuz eyvallah, ben size yine yaparım hep yanınızdayım ama siz bana yapmayın işte, ayağa kalkmak için desteğe ihtiyacım yok çünkü ayağa kalkacak bir sebebim kalmadı, her ne kadar bu laflarım sizi sinir de etse benim için öyle, çok özür dilerim.
Şimdi siz olmasaydınız, kimse bilmeseydi varlığımı, ha var ha yok biri olsaydım, bir daha da kimseyle tanışmasaydım, başka bir yerde o yerin delisi ilan edilseydim, sussaydım, herkes merak etse ama bu kadar fecisini ummasaydı mesela... Boş boş etrafa bakarak ölümü beklemek istiyorum önümüzde her ne kadar yıl kaldıysa hepsinin her anında, yalnız başıma.
Bitti'm.
"Ruh yara aldı mı bir kere durmadan acı yürür bedene. Et acır, kemik acır, kan bile acır."
Çoğumuzun başına gelen bir hadisedir bu, söz gelimi bir film izlersiniz ve hayatınız değişir vesaire vesaire... Bende de bi'nevi öyle oldu diyebiliriz esasen. Şöyle ki sıkıntıdan patladığım bir anda telefonuma baktım, rehberimde yüzlerce insan, yüzlerce "arkadaş"; ister istemez düşündüm tabii, bunlardan kaçı bana sık sık mesaj atıyor, hadi sıklığını siktiredin çok afedersiniz kaçı şu son iki yıl bandında bana herhangi mesaj atmış yahut aramış (işi düşmeleri saymıyorum tabii) ve gördüm ki beş altı kişi dışında hiçbiri, bu hiçe yazık ki en iyi dostum dediğim insanlar da dahil. Hal böyle olunca sildim herkesi, elim bile titremeden, gözüm bile kırpmaksızın; iyi de yaptım, zira hala hiçbiri farkında değil, neden olsunlar ki... Sanmıyorum ama şayet farkına varırlarsa da olacak olan belli, ben suçlanacağım, sen hiç aradın mı diye, kaldı ki buna da müthiş bir cevabım var:
Ben ki gayet makul aralıklarla aradığımda, mesaj attığımda, yahut yüz yüze görüşmeye çabaladığımda gelmeyen cevaplarınızdan yahut yarım yamalak verdiğiniz cevapların samimiyetsiz ve yalnızca beni baştan savmaya yönelik oluşundan ötürü olsa gerek, sizleri aramayı bir süre kesip "müsait olmanızı" bekledim, sizse benim ne denli gerçek dostummuşsunuz ki o değerli mi değerli vaktinizin salisesinde dahi kendime yer bulamadım. Bakın sizi hayatımdan sildiğimi bile fark etmediniz, aklınıza bile gelmedim, gözünüzün önündeydim ama belli ki ne aklınıza ne kalbinize girecek değerim filhakika asla yokmuş benim. Hadi aksini iddia edin de deyim olmayacak şekilde sözlerimle döveyim sizi ve günün sonunda biraz bana benzeyin ne dersiniz? İstemezsiniz di'mi? İstenen adam değilim zira, olmayı da kendim istemem zaten; tek bir şey bekleyip istedim bunca zaman, geçmişimin gerçek olmasıydı o da, unutun gitsin, ben unutmam hiçbir şeyi çünkü, Allah da belanızı versin.
Hep utanç ve acıyla söylediğim üzere yine söylüyorum dostlar: Kaç kişi aksini iddia eder ise etsin, arkadaşlık diye bir şey yoktur bu dünyada, etle tırnak gibi dostsundur ya da tanıdık, biri seni ya önemser ya yine çok afedersiniz siklemez, üçüncü halin imkansızlığı ilkesi bütün hünerlerini sergiler çok şükür bu konuda da. Hep koşan oldum ben, hep tamam oldum, hadi yapalım hep bendim... Ne zaman ki ben durdum, sanki dünya durdu, sanki hakikaten de bütün dünyanın yükünü ben tutuyormuşumcasına omuzlarımda, benden sonra kimse hiçbir şey yapmadı...
Kusura bakmayın ama benim arkadaşlık anlayışım farklı; benim sende olsa bile senin bende sırrın yoksa, beraberce hatırlayıp ağlayacağımız yahut güleceğimiz hiçbir şeyimiz yoksa... Yormayalım birbirimizi, senle biz hiçbir şeymişiz işte, halbuki göründüğünden nasıl da acı aslında bunu yazmak; ellerim her zamankinden de çok titriyor şimdi, aklımdaysa sadece hiçbir yeni ilişki kurmadan susacağım uzun bir hayatın hayali.
Mesele aranıp sorulmak da değil anlıyor musunuz, nasılsa sorulan her "nasılsın?"a kötü diye cevap veriyorum üzerimdeyse dürüstlüğüm, değilse de aynı diyorum üzmemek adına karşımdakini, buysa onda geçiştiriyormuşum hissi uyandırıyor tabii ki... Peki benim elimden ne gelir ki, yıllarca gözünün içine baktım üç beş kişinin, bugün bunların üçü yok zaten, biri de hala varmış gibi yapmaya çalışıyor, bırakın Allah aşkına. İllaha benim adım atmam gerekiyorsa, o adım da götünüze girsin, kimsenin hiçbir şeyi değilim, pes ettim.
Kimin neyi olursanız olun, ben artık Alptuğ Dağ olmaktan bile vazgeçtim, belki de yalnızca geceleri birkaç saniyeliğine vicdan azabı olarak aklınıza gelebilecek ama nihayetinde taş çatlasın ertesi sabah umrunuza erişemeyecek basit, siktiriboktan, ne idüğü belirsiz, şüphesiz de sizin isteğinizle son bulabilen bir hatırayım işte.
Bu defa yalnızca ve yalnızca tek bir kişi için bu yazı, biriciğim için, zira yoğunluk falan derken ona yazmayı fazlaca ihmal ettiğim, biricik kızım benim... Her şey bitti bak güzelim, astım krizinden farksız geçen bir seneden fazla zaman geride kaldı artık. Baban elinden geleni yaptı kendi için, şimdiyse senin için olan yıllar başlayacak. İyiyim ben iyiyim merak etme, arada bi'tekliyor tabii ama olsun o kadar canımın içi, seni nasıl özledim bir bilsen... Biliyorum, olmayan hatta olmamış birini özlemek ölesiye aptalca ama ne fark eder ki, her sana yazışımda seni yanımda bilip tazelenen ben için bunlar can sıkıcı detaylar doğrusu, her neyse... Baban yolunu çizdi, zaman ne getirir bilinmez tabii ama galiba senin bebek bezi hatta okul masraflarını nasıl çıkaracağımı bile buldum, belki dedenle birlikte bir iş tutarız belli mi olur. Babama dede demek garibime kaçıyormuş bak şuan bunu fark ettim, içim bir garip oldu; daha fenasıysa torunumun bana dede diyecek olması, sahi bi'torunum olacak... Aslında bu şuan bunu okuyan başta sen olmak üzere çoğu kişinin beklediği bir tepki olmayacak ama bence torunun olması kızın olmasından daha mükemmel falan değil, şimdi bile evlensem, hatta şimdi evli olmuş ve sen doğuyor olsaydın dahi geç bulmuş olacaktım seni, bir de nasıl vereyim ellere. Kızma bana kızma, anne olunca anlarsın, belki de benim gibi, olmadan...
Ha bak bir de şeyi düşünüyorum bu ara, hani şimdi seni leyleklerin getirmesi için annenle evlenmem, annenle evlenmem için de onu istemem lazım falan ya; e ben kahve içemem asla, onu nasıl yapacağız bilmiyorum.
Saçmalıyor işte babacık aldırma, iyiden iyiye rahatladım tabii şimdi, iyi geçti üniversite sınavım çoğunluğa nazaran, şımardım ister istemez... Ah kalbimin cücüğü, biliyorum çok dalga geçilesi ama insan ister istemez "Ee okul da bitti, bir an evvel kızımı kucağıma alaydım bari." diye düşünüyor insan, lakin bekleyeceğiz n'apalım mahmurem... Korkma adını mahmure falan koymayacağım, içimden geçti yalnızca.
Bak aklıma ne geldi, geçen gece oturuyorum, sonra uyuyacak gibi mi oldum, uyudum mu ne oldu bilmiyorum artık, böyle rüyayla hakikat arası bir anda hastanedeyiz sanki, sen doğmuşsun, benim sakallarım ağırmış hafif, annen yatıyor yatakta, yazık bayılmış kadıncağız, sen ağlıyorsun kucağında, uyanacak oluyor sen ağlayınca, korkup ben alıyorum seni, susuyorsun hemencecik, sol omzuma koyuyorum başını, hırıltılı nefesin göğsümü titretiyor sanki, derken örtünün üzerinden sırtını tuttuğum sağ elim sıcacık oluyor birden, senin sıcaklığın işte bu, derken kulağıma esniyorsun, içim gıcıklanıyor, nasıl da tatlı bir his... Sonra da uyandım işte, biraz gözyaşı da dökmüş olabilirim aslında. Çok mutlu olmuştum be kızım, anlatamam sanıyordum anlattım, umuyorum zor günleri de atlattım...
Baban iyi bir adamdı ve hala öyle, küçük bir adamdı ve büyüyor şimdiyse. Nasıl da düşkünüm sana öyle bir bilsen, gerçi herkese bir parça düşkünümdür ben, hayati müşkülümün temeli bu mudur dersin? Laf oyunlarına girdiğime göre kafam akıyor yavaştan, unutmadan söylemeli, seviyorum seni de anneni de, daha fazla bekletmeyin beni.
Her şey bitmiştir artık, güzel günler vakti.
Sondu işte bugün, son defa kapısından girdim o çilenin; yalnız onun da değil, geçmişimin, kanlı bıçaklı olmaya yüz tuttuğum kendimi, bir daha karşılaşmamak üzere içine kapadığım o karanlık yerin. Ne olursa olsun sınav sonucum, üniversiteyi kazansam da kazanmasam da asla uğramayacağım oraya bir daha, ne o mahalleden geçeceğim hatta mümkünse, ne de başka bir şey. Veda etmem gerekenlere vedamı ettim, çilemi çekenlere sedalar ettim, geri kalanaysa unutmak üzere sustum. Herkes benim için geçmiş artık topluca, şey etmişim niceliğini de niteliğini de afedersin, artık kendime zaman vereceğim ki geçip gitsin.
Tek bir kişiye veda edememek paramparça etti beni sabahın on çeyreğinde,
Edememek diyorum ama ederdim aslında, edebilirdim, son kez gördüm onu, bakamadım uzun uzun gerçi, kimseye dönüp bakamam ben ki... Diyecek oldum iki kelime, "vedalaşalım istedim" diye... Ama yok, bunu isterden çok umrunda değil gibiydim, olsun... Geçtim, geçmiş olsun.
Sözün özü gidiciyim ben çocuklar -bu aralar nedense size çocuklar demeyi seviyorum- ve galiba artık hayatım "Yeni Bir Gün"deki gibi olacak, yara kalsa da iltihabı söktüm attım, iyiyim, gerçekten iyiyim, kırgın ama iyi, kızgın ama iyi, dargın ama iyi, yazıklar olsun ama iyi...
Bize yakışır bir jübile yapamadık ama kimin umurunda ki, hapisten kaçarken çıktığında tüneli kapatmak için uğraşmazsın sonuçta. Ha şimdi unuttun mu derseniz şayet, ara ara ufak tefek görüntüler doğuyor geçmişten zihnimde, nefesim falan kesiliyor ama atlatacağım, atlatmak zorundayım.
Hayatım tıpkı soyadım gibi dağ sanki, ufak bir bakı yamacı var ve benim yaşamamı sağlayan da bir iki yıldır oraya bakılı kalmam galiba; çok dik o yamaç ve hayli ırağım ben de ona, ne etrafı ne kendimi tanıyorum aslında... Kendimi çok ele veriyorum var ya, gülerek ederek herkesten önce kendimi mutlu olduğuma inandırmaya çalıştığım ve yazık ki beceremediğim o kadar gün gibi ortada ki.
Hep soracağım belli kizaten ama son kez hepinizin huzurunda doya doya soruyorum bağışlayın:
Değdi mi? Neden? Nedendi yani? Kendimi değil de sizi düşünmem miydi mesele? Rahat uyuyorsunuz biliyorum ama nasıl? Daha da önemlisi, ben neden uyuyamıyorum? Neden sevmediniz beni? Neden onca sene sakladınız bunu? Hiçbir şey değilken neden dost gibi davrandınız? Hiç mi utanmadınız? Hiç mi sızlamadı içiniz? Neden öfkeden daralsa da göğüs kafesim, içimdeki hala size sarılma isteği?
Al işte okuyucu bunu, al ne yaparsan yap, o kadar hiçim kivmahiyetsiz bu yazı, bu blog desen koca bir enkazın meşrulaşma çabası, lakabım da "benimsenemeyen" bundan sonra evet, bundan sonraki ben daha iyi olacaksa bile bu ben... Benim için öldüm artık, bu nefes de sondu, yine gözlerim doldu, mürekkebim son buldu.