üzülmeli yazı

Garibim, belki de tam anlamıyla kelimenin.
Anlatasım var, anlatasım yok, beni yalnız bırakmayın ama burda da durmayın gibi sanki... Bilemiyorum. Normalde bu "bilemiyorum"un yerinde uzun uzun iki paragraf yazılıydı ama sildim, onca geveleme bunun yerini tutmuyordu zira, her zamanki gibi ne diyebilirdim ki.
İçli içli, uzun uzadıya anlatıp sarılasım var birilerinize; açmış kollarını buna hazır olanlarınız var biliyorum -ki bunu bildikçe de bir ağlama hasıl oluyor- ama yapamam... Samimi olan her şeyde bile çünkü, kendiminkinde dahi artık, bir değer hissetmiyorum, kendimde genel olarak değecek bir şey görmüyorum orası ayrı...
Ne siz gitseniz ama ne de ben kalsam, hem her an yanıbaşımda olsanız, imdadıma yetişebilecek olsanız ama kırgınlıklarımı görebilecek mesafede de olmasanız, kendi kendime bütün haykırışlarımı, bütün o rezilliği, ortalığa kusup her şeyi berbat eden biri gibi.
Bu arada kusmak bana çok şerefli bir şey gibi geliyor artık nedense, hele ki o işte her şeyi berbat eden toplum içi kusmaları; çünkü içinde esasen muazzam bir masumiyet barındırırken o tek başına, etrafındaki koca insanlığın tek sergileyebildiği iğrenmek, bütün haksız durumlarda olduğu gibi.
Haluk Bilginer in Kis Uykusu (2014)
Gece bastırıyor yine, aynı gece, birebir aynı, gözyaşıyla olsun sabahıyla olsun... On sekiz senedir hiçbir sabah görmedim ki günaydın dediğime değsin. Neyi yaşıyorum ben ha? Bütün günümü düzinelerce kitap alıntısına dair kafa patlatıp evde mayalanarak geçirirken neyi umuyorum? Umduğum bile yok aslında, eskiden olsa "Şu olsun her şey yoluna girecek" der ve oturup onu beklerdim en azından, şimdiyse su her açıdan daha bulanık.
Hele o insanlar, ah o peşimden koşanlar, benim için bir şeyler yapmaya çalışanlar, gerçek dostlarım... Hiçbirinin yüzüne bakamıyorum, onlara bir şey yapmamış olsam da, eski gücümde olmayıp, sırf onları da mağrurlaştırmamak adına mutlu olamadığım için, bırakın olmayı öyle davranamadığım için dev bir acı çekiyorum, işin kötüsü bu gerçeği onlara itiraf ettiğimde aynı oyun onlarda tekrarlanacak; benim üzüntüme yıkılan bu başımın üstünde yeri olan halk, ben daha fazla üzülmeyeyim diye benim üzülüşüme üzüldüğünü üzüle üzüle saklayacak...

Ne çok üzülmek geçti cümle içinde, bu da ancak benim cümlelerimce mümkündü zati, şayet Nuri Bilge filmi değilse. Çocuk gibiyim şimdi, muhtaç ve bunun farkında olan ama yine de kendi başına yapmak için direnen, aksi takdirde nefret başlayacak çünkü kendimden. Hiç olmazsa şimdi kendime kırk yıllık evliymişiz ama bir kere bile aynı odada bir araya gelmemişiz gibi umursamaz da olsa bakabiliyorum, kendime yazık oluşuna acıyor ve o koca insanlığın yaptığı gibi iğrenme sergiliyorum.
Bende eser yok artık, ne benden, ne tutkudan, ne çabadan... Kurumuş dalların vazifesini üstlendim sanki evvelce, çatır çatır yanıyorum sadece, bir sonum olduğunu asla aklımdan çıkarmayarak üstelik ve düşünerek de kimler tarafından hatırlanacağımı. Çünkü çare yok, imkan bitti, masallar kaçtı, ümit bile kalmadı artık; neredeyse tortulaşıyor nefesim tükeneceğini ima edercesine, ansızın bu yazı gibi.




0 Yorum:

Yorum Gönder