Yazı İşte

Duymak istediğinizi mi yoksa gerçeği mi tercih ederdiniz? Biliyorum göründüğünden zor bir soru. Gerçeğin acı yahut tatlı farketmeksizin kalıcı oluşu, onu -sevmesek dahi- kaçınılmaz bir dal da kılmaz mı bize? En azından bir gerçeğimiz olmasını, yanan bir zemine basmayı boşluğa düşmeye tercih edişimizle ne kadar süre ifade edebiliriz? Kendini kandırmak minvalinde seyreden reçetesiz hayatlarımız, gerçekten hatalarımızın bizi biz yaptığı düşüncesini budalaca bir yanılgıdan her daim üstün kılmak üzerine saatli bomba misali kurukuyken biz... Nasıl olur da zamanı geri almak isteriz. Geçmişin astığı yüzlerimizi şu biriken sonbahar dalları ardında kaybetmek istercesine kaçmak belki de insanlardan... Doğru olanın bu olduğunu düşündürecek tek şey var dünyada: Birine güvenme ihtiyacını giderecekken gelen o eminsizlik ve korku.

Gidesim geliyor herkesten tek celsede, takdir edersiniz ki bir daha aynı seyleri yaşamayacağımın zerre garantisi yok; ha bir yandan da geçsin diyorum artık, başkaları var işte tamam her şey halloldu diyorum... Derken kendimi tekrardan birilerine ait, alışmış hissedecekken... Haklı bir his, lağım kokusu gibi keskin ve tam manasıyla boktan bir his...
Üstelik oyuncu falan da değilim malum, ne kadar yakın olmaya çalışırsam olayım herhangi insana, onunla aramda milimlik de olsa daima bir perde şekilleniyor ve ben bunu belli ediyorum ne yazık ki... Sevmiyorum gibi okunuyor haliyle dışarıdan onu, seviyorum bilakis; sevince ne olur onu da biliyorum sadece, sevdiğimi söylesem bile içi eskisi kadar dolu olmuyor zaten artık kime söylersem söyleyeyim. Hayatımı bu yokuşa süren insan müsveddelerine gözü kapalı bir tutku ve bağlılıkla söylediğim o nice böyle kelime, sokakta dans ettirilen ayılar misali acıya koşullandığımdan olsa gerek... Asla içimdeki gerçekliği dışa vuracak güçte değil uzuncadır.

İçimdeki gerçek de hepsinden daha kötü esasen, sevmek fiilinin içimde bir yerlerde gerçekleştiğini, yavaşça bu insanlara da alıştığımı gördükçe -kendini kaldırabilen de biri değilim yazık ki- dev de bir ızdırap çekiyorum, bu  ancak sürücü koltuğunda olduğum araba uçuruma giderken kollarının da kesik olduğunu fark etmek ve gözlerini de kapatamamak gibi tanımlanabilirdi...

Çocuğum oğlum ben, benim değerlim olmak ne yazık ki çoğu koşulda fazla kolay, ki benden siktir olup gitmenin de (çok afedersiniz) gayet kolay olduğunu hepimiz gördük bile...
Bu benim lanetim, değer vermekten aşırı değer kaybı geçirip öleceğim, Türk lirasından daha hızlı düştüğüme bahse varım ve asla da kalkamayacağım...
Kimi onu anne babasından bile çok sevdiğimi söylerdi saçmalama derdim, bilmiyorlar ki bana olan iltifatlarında ne denli haklılarsa o kadar zayıf biriyim aslında...

Dostun bir fiskesinden ölen şehit midir?

Asıl soru şu: Siz benim yerimde olsanız ne yapardınız? Ya da bir diğer deyişle, yalnızlığı gidermenin insansız hatta insanla zerre alakasız yolu nedir?

0 Yorum:

Yorum Gönder