Odam

Seyrine daldığım ciğerlerimin buruk ya da çalkantılıdan ziyade sanki Berkant'ılı hallerine mestim.İki gümdür gezip dolaşıyorum alışılmadık olarak,sokaklar,üniversiteler,ormanlar,çimenler ve meydanlar;insanların yüzüne bakıyorum,onlar bana bakıyor,otobüse biniyorum,metroya biniyorum oradan oraya gidiyorum sürekli falan.Ama sanki sürekli bunları yapıyor olduğum için İlhan(evet ilham değil İlhan (hatta Şeşen)) gelmesi gerektiği gibisinden bir düşünce var içimde,öyle değilse de bazen ki yalnızca tatlı bir fantezi boyutunda olsa dahi o kadın şimdi mi karşıma çıkacak acaba diye eğreti bir umuttan da kendimi alamıyorum o denli...
Son iki gün çok dolaştım,herhangi bir insanın "Bu kadarcık mı,ben de bir şey sandım(!)" diyebileceği dozda dolaştım ve bundan olsa gerek aradığımı bulamadım gibi.Gözlerimin farklı bir şeyler görmeye,kulaklarımın farklı bir şeyler duymaya ihtiyacı vardı,öyle de oldu haksızlık edemem,ama daha fazlası lazımdı...
Anlaşılmadığım,hatta çok uzun senelerdir içinde olduğum ama gram alışamadığım (ne alıştım ne sindirdim öyle diyeyim) bir toplumdan geçici bir süreliğine ayrılmış olsam da tatmin etmedi.Mesele anlaşılmak da değil,uzun seyirli ve varyasyonlu bir sürecin pek çok açısını indirgeyebildiğim tek şey "anlaşmak" fiili olduğundan bunu kullanıyorum...

"Belki hayatımın aşkı da benim gibi evde oturuyordur..." klişesine atıfta bulunarak,aşkı değil(en azından sadece onu değil)ama pek çok şeyle karşılaşmayı beni benimsemesiyle kalmayıp kendimi büyünlememe olanak sağlayan o güzel karanlık odacığımdan ilk kez kendi isteğimle çıkmaya yeltenerek göze aldım...
Boşversenize,kimin ilk denemesinde olmuş ki denediği,beklediğin anda beklediğin gelseydi,"an" kavramının zamansal kısalığından ötürü bekleme eylemini gerçekleştirememiş sayılırdın öyle düşün(aslında daha basit anlatırdım ama anlamayan çıkabiliyor)

Dışarısı da odam da benden aynı parçayı taşıyor aslında;her ikisi de bir kabul edilme kaygısı yaşamıyor,bir ayrıştırılma yahut fişlemenin eseri değil,belli bir şeye hitap ederek kendini sınırlandırmıyor,popülizme ayak uydurma derdinde değil ve olsa olsa kendi tarzından esinlendiriyor,lakin en önemlisiyse oralarda "tahammül" denen şeye gerek olmayacak kadar huzur ve de herkese yer var.Bu sokak huzurlu demek değil(ama odam kesinlikle huzurlu),sokaklar tüm dünyanın en huzursuz yerleridir belki,bundan emin olabilirim sanırım;sadece sokakta bir yere kısılı değilsin,bütün gün aynı insanları çekmek zorunda değilsin,başka sokağa kolaylıkla gidersin ve sorun çözülür,sokakta insanlar birbirine batmaz,çünkü ne yazık ki çoğu umursamaz ama bu şimdilik sağladığı bu olumlu sonuçtan ötürü katlanılabilir bir şey.Benim odam da böyledir,herhangi durumda kural benimdir,son söz benimdir,plan benimdir;bunların bir önemi de yok tabi,asıl söylemek istediğim içine giren kimsenin de rahatsız olup bana aykırı düşememesi,düşse bile hoşgörü seviyesinde kalıp zıtlaşacak bir ortamın doğmamasıdır...
Dört duvarı ne kadar abarttım di'mi?huzur,sükunet,medeniyet,duygu,düşünce;bunu böyle abarttım çünkü açık net hayatımın iş günlerinin dokuzar saati onlarla aynı dört duvara tıkılmak durumda olduğum çoğu insan benim cansız ufacık odam kadar olamıyor ve şu gün sorsalar ben sokağı okula tercih ediyorum;ilk örneği okul verdim ama daha önemlileri de var,hatta sokak;civar diye tanımladığımız öznel ama cismen var olan koordinatlar içerisinde de şöyle beni anlamasından ötürü(demin bahsettiğim gibi kısaltma olarak anlamak) oh dediğim fazla insan yok...

Lafı çok uzattım,
Benim odam çok güzel,
Daha güzeli varsa o da burası.

0 Yorum:

Yorum Gönder