Keratit

Hani diyor ya şarkıda, yaşarken de ölünür; sen hiç öldün mü sevgilim? Ölme sahi, hem benim için falan da değil ha; ben hala havada olduğu için düşene kadar öldüğü fark edilemeyecek bir kuşum sade. Benim için yaşamak da neymiş zaten, kaydadeğer bir motivasyon bile olamayacak kadar yalnızım; benim için ölmek de neymiş, her yanım ağrı zati.

Gelmeyen birine gitme diyecek kadar...

Aynalara sordum kendimi, bitmiş meğer kimselerin kulak kabartmadığı o nihavent şarkı; sona dayanmışız bak, sıfıra sıfır ekleye ekleye yirmi olmuşuz ne hikmetse. Tüm bu şartlar içinde sevgilim, kimsece sevdim seni, bitmeyecek yokluğunda.
Makbulü mü ağlayan yaralar hayatın, hep bir ağızdan benimsenmemişliğimi öylece tüküren; umudumun günden güne eridiği bir duvar gibi iriliğini aşamadığım o aidiyetsizlik ne vakit yutacak beni; en çok sevdiklerimle en çok sevdiği olduklarım kümelerinin ortak elemanlarının tümüyle ailemden oluşması habercisi mi büyük depremin, çoktan olmuş ve geriye can bırakmamış olanın.

Peki sonsuza bu denli yakışacak kadar dünyadan kopanlar, kendi -ama sadece kendi- dünyalarında kendileriyle kendilerini bizatihi kendilerinden ötürü eylemeye mecbur kaldığında kötü hissetmeyecek mi kendilerini ki, kendileri daha en baştan bu düzene razı olmamışken? Bu kadar kendi başınalık, bi'başınalık iyi değil, insanı başına buyruk gösteriyor yalnızca ama gel gör ki işin aslı başka.

Meçhulleşmeden evvel,
Görseydim bir yüzünü.


0 Yorum:

Yorum Gönder