Rastlantı ve Umut

Benim gibi düşük ihtimallere inanma düşkünü insanların gittikçe çoğaldığını görmekteyim gün be gün, bununla birlikte ve bundan dolayı da diğerlerinin iyi ya da kötü niyetle bizlerin üzerinde bilinçli bilinçsiz kurdukları baskı da çoğalıyor, en basitinden benim o kadını, o bilinmez, var olduğu yahut olacağı muallak kadını senelerdir mutlak sadakatle bekleyişimi ele alabiliriz; bunu direkt ifade edenler gibi etmeyen hatta aksini düşündüğünü söyleyenlerin bile hakkımda hissettikleri üç aşağı beş yukarı aynı; boş şeyler peşinde koşmaktan tut da, akılsızca davranmak, avunmak, kendini kandırmak falan filan işte...
Nereye getireceğim lafı; bugün, üstelik tam benim de onlara hak verip vermemek konusunda uzun bir düşünüş sürecimin ortasında biriyle tanıştım, muhtemelen bu yazıyı okuyacaktır, fakat bağışlasın gün biraz karışık geçti, ismini unuttum haliyle. Neyse... Bizim okuldan beni okuyan, Twitter'da karşılaştığımız fakat hiç rastlamadığım biri. Şaşırdım açıkçası, ben ki semtimde bile bir tane dahi bulunduğunuz bu edebiyat çukuru siteye girmiş yahut girecek birinin olduğuna zerre ihtimal vermezdim, bu kişinin okulumdan olması, okul dışından dahi ortak arkadaşlarımız olması ve vesaire pek çok alakasız şeyin bir araya gelip bir bütün oluşturması çok etkileyiciydi, uzun zaman sonra kadere bir defa daha şapka çıkarttım...

Hayatın kesişimlerini seviyorum ne diyebilirim, hayatları, insanları, durumları, duyguları, düşünceleri falan kesiştirmesi ve bunlardan yeni bir oluşum doğmasını benzersiz; en sevdiğim örnek olarak senaryo mesela, bir durum etrafında toplanan birkaç karakter, her karakterin diğer her biri için ayrı duygu, düşünce ve davranışı, tüm bunların yanı sıra karakterlerden bağımsız olup biten sürprizler ve karakterlerin istisnasız her birinin buna her defasında iyi kötü bir şekilde adapte olup daima canlı ve yeni bir düzenle bilinmez serüvene doğru yol alabilmeleri. Bu örneği senaryo olarak nitelendirmeseydim de sorun olmazdı gerçi, hayat da böyle değil mi sanki? En tutkunç yanı bu, tutkunç diye bir kelime olmadığını bilmeme rağmen bile öyle...

Eminim ki bu da bir işaretti, tüm bunların ben bu konuyu, uzun lafın kısası "Boşluklardan manalar mı uyduruyorum ya da gerçekten olmayacak şeylere mi inanıyorum?" sorusunu kendime sorarken. Net bir yalanlamaydı bu, hayalperest, gerçekdışı ve ayakları yere basmayan biri oluşumu da aynı şekilde yalanladı kader, yine pek çok insan için tatmin edici olmayacak lakin benim için keskin bir şekilde, zaten o yüzden ben işte...
Kader hala benim dilimden anlıyor demek, başından beri anladığını ben de biliyordum ama insanların ve biraz da aklımın haksız olmayan kuruntularından kendi kendimi deli ilan etmiştim biraz biraz, öyle gerektiğini hissetmiştim çünkü; düzendeki tek bozukluk olduğum fikrine kapılmış ve şu anda kendimden bekleyemeyeceğim bir olgunlukla hata bende diye "güya" düzelmenin, düzgünün yoluna sapmıştım. Ama ben işte, belki de ben olmanın en güzel yanı bu olsa gerek; o yola sapsam bile, içimde o olmadığı için yine olması gereken geldi başa, umuttan kaçamadım. Kaçamayacağımı zaten biliyordum, ama belki de herkesin hayatında en az bir defa olduğu üzere, bile bile ancak bilmiyormuş gibi denedim, çok doğal bir şekilde, ardından da geri döndüm kendime. Kuruntularım yok mu?var, ancak yetişkin sayılabilecek bir Alptuğ Dağ'ın aksiyonu kesilmez zaten, alıştınız siz bile...

Yazımızın konusu buydu ve tam burada bitti, ancak bahsetmek istediğim bir iki detay daha mevcut; her ne kadar istatistiklerde tıklama sayılarını, ülkeleri vesaireyi görseniz dahi yorumlar ve sosyal medya hariç sizi okuyan birine rastlamayınca az da olsa kalıyor duvara yazıyormuş hissi; ancak belki bu da gereklidir, rahat yazmak için, üstü kapalı yazmak adına gerçekliği ve en önemlisi samimiyeti zedelememek için. Bu paragraf, bir okuyanıma rastladığım için artık eskisi kadar rahat, gerçek ve samimi yazmayacağım anlamına mı geliyor? Saçmalamayın efendim, aklımdan bir cümle geçiyordu, dedim bari burada dursun; buyrun bir şeyler dinleyin, tatlı da var isterseniz...

0 Yorum:

Yorum Gönder