İnsanın girebildiği en acı-tatlı durumlardan biri de şüphesiz şudur, böyle kendini de karşındakini de avucunun içi gibi bilirsin ama yine de davranırsın, güzel de bir andır bu bakma; karşındaki gitme derse gitmeyecek olduğunu, ya da sen onu sinirlendirmeye çalıştığında onun seni hiç de gerçek olmayan bir şekilde gitmekle tehdit edeceğini ama bunu bilmene rağmen gerçekten gitmesi gibi minnacık bir ihtimal de var olduğu için durursun tatlı tatlı, "Her ihtimale karşı." lafı da işte tam buradan yükseliyor. Kendine uymamayı deneyebilirsin, beklenmedik olanı yapıp biraz şaşırtmayı, belki biraz da kolay lokma olmadığını ifade etmeyi isteyebilirsin; fakat inan bana bu çok kısa sürecektir, hani bir laf daha vardır, derler ya "Can çıkar huy çıkmaz." o hesap işte. Aynen bundan yola çıkarak yine bilirsin karşındakinin seni istese ne kadar üzebileceğini, sen de istesen onu belki onun yapabileceğinden kat kat fazla üzebilirsin lakin takıldığımız nokta da bu işte, biliyorsun ki asla istemeyeceksin, bunu bilmek sana isteme ihtimalini hatırlatıyor ve bunu istemeni gerekecek bir durumu kafanda canlandırdığındaysa istemsiz acı çekiyor ve istemediğini adeta kendi yüz hatlarına bağırarak belirtiyorsun; yazık ki bunu o da biliyor işte, "Bütün sırrı bozdun ya." esprisi de buradan geliyor, işin tadı kaçıyor ve hayat dediğin bir nevi kovalamaca oluyor, o senin asla bunu istemeyeceğin bilgisi ile seni kullanır mı kullanmaz mı, en çok da karşındakinin seni üzmeyi isteyip istemeyeceğini bilemeyecek olmandır bunun suçlusu. Kabul, şimdi diyebilirsin istemez diye, haklısındır da muhtemelen; ama yine derler ya "Dünyanın binbir türlü hali var.", anlayacağın o ki herkes bir şey demiş arkadaş, ağzı olan konuşmuş da, sen ne diyorsun bu işe? Halbuki iki taraf da birbirini gıcık etmeyi, öç almayı, tanımlamayı ve gard almayı kesse mesela, sevse ve söylese... Çünkü hep dalgalı olmamalı herhangi bir su veya durum, bu kadar çok zıtlık gerçekten barınmamalı art arda, hem öldürürken hem güldürmemeli bir kadın çünkü bu çok yorucu. Neyse...
Bir de şeyi düşün mesela, karşındaki kişinin hep bir parça gizemli olduğunu, hatta sık sık bir bunalım tavrı sergileyip sana kendisinin tekin olmadığı hakkında nutuklar çektiğini. "Yirmibirinci yüzyıldayız, bunu belki herkes yapıyor." diyebilirsin, eyvallah; ancak her zamanki gibi üstü örtülen, daha doğrusu belki de aklı yitirmemek adına örtülmek zorunda kalınan bir nokta var, öyle olması gerekmediği, herkesin yaptığı gibi değilse ya, başka türlüyse? Varsayalım karşındaki haklı, o zaman da örneğin benim bunu yerle bir edecek bir argümanım mevcut, ne mi? Öyle değilse sıkıntı yok, öyleyse de daha önceden üzülmemiş, hayatı yeni yeni yaşamaya başlamış adamlar değiliz biz -bu yazıyı bıkmadan okuyorsan sen de değilsin belli ki- çok şükür. Demem o ki daha da fazla batamayız, üzülemeyiz zaten, önceki üzülmelerden çok çok daha zor olur taş çatlasın, ama yaşamaya devam eder gideriz işte. Hal böyleyken tek elden gelen, öyle olmamasını umaraktan bu defa da mutlu günlerin tadını çıkartmak; ben biraz sadist olduğumdan mütevellit biraz yüzüm güldüğünde "Bu hoşluk son bulacak biliyorsun değil mi?" diye geçirmeden duramıyorum ama siz genç adamsınız, yapmayın böyle; ha öyle mi oldu, olsun abi, hatta yapanın da canı sağolsun bırak, bir değil beş değil ne de olsa... Şimdi de gelin biraz ağlanacak halimize gülelim derim ben, bizi ne hale soktular ki sırf hayallerimizden her ihtimale karşı anında gerçek hayata yumuşak bir iniş yapabilmek adına beyin denen posayı sıkıp duruyoruz içten içe. Herkesler "Çok da takmamak lazım." benzeri şeyler der durur tabi ama biz orasını çoktan geçtik, biz köprüyü bile geçtik aslında ama hala son çıkış arıyoruz, bizi öyle çok da üzmemek lazım ama anlayana işte...
Yaşadığımız gün işte, bulunduğumuz an, attığımız mesaj, attığımız mesaja gelen görüldü, dün canımızın içiyken bugün çevrimiçi olan o zalim insanlar, bizimse durmayıp ikinci mesajı atışımız, lakin telefonun kapalı oluşu. Belki çok takmamak değil de çok kurcalamamak lazımdır, şöyle bir dönüp bakıyorsun basit insanlarız, istisnalar da var tabi ama çoğumuzun en büyük hayali yuva kurmaktan öte değil, öyle bile olsa aramızda "Dünyaya hükmedicem, vurucam kırbacı!" şeklinde hayalleri olan yok, aman olmasın da zaten, hiç uğraşamayız... Sözün özü hayatımız bu kadar basit ve özken, hatta insanın doyumsuzluğuna göre elbette ki kısa iken, ölüm diye bir şey varken ve her an çok yakındayken mesela; sevmek lazım, sonunu düşünmemek, zaten devrilmek bile devrik de olsa var olmaktır diye düşünerek sevmek belki, geçmişin yanılgılarını şimdiye mal edip kendine zarar geleceği kaygısıyla ileri geri her kötülüğü karşıdakine yakıştırmaktansa akıldan geçirmeyip, öyleyse de öyle olduğu vakit boyun eğip devam edebilmek. Çok kızıyorum bazılarına, intikamcı tipler diyorum hatta onlara, boyun eğmeyi kötü bir şey sananlara; halbuki basit işte kardeşim, olanı seveceksin, gidecekse, kandırdıysa vesaireyse de yekten yol vereceksin; zaten ne sen ona cezasını verebilirsin hak ettiği gibi, ne o sen ona ceza verdiğin için uslanır; ha günün birinde ayakları sürüyerek gelir kapına, işte biz buna vicdan azabı deriz, tamamlayıcıdır. Güzel anları yaşayalım gitsin işte, osu busu bilmem nesi, taktiği pratiği, yanlış anlaması hiç anlamaması derken tüketmeye değmez. İnsanlar ölüyor, hayata gem vuran şüphe avucunu yalamalı, temkin dediğin lafta kalmalı belki. Çocuksudur bazısı, bazısı anaçtır, bazısının yarası en görünür yerindedir, bazısı biraz gömmeye çabalar, bazısı dediği gibidir, bazısı dediği gibi olmak ister, bazısıysa bahsedildiği gibidir ve öyle de olmak ister ama öyle olduğunu ne hikmetse reddeder, bazısı kendi kendine kendi kendini lanetlemiştir; ama hiçbiri güzel anları tüketmeye asla değmez işte, üzmeye üzülmeye, falana filana, öyle ki bu bağlamda göstere göstere en fedakar davrananlar da, sanıldığının aksine acı çekmeyeceklerdir böyle davrandıkları için. İyi olmanın, saflığını korumanın her zaman bir bedeli olması gerekmez yani, aslında bu kadar da güzeldir dünya, gerisini sen hesap et... Yalnızlık hissinin tetiklediği şeylerde bu hafta bu vardı, gerisi kim bilir kimin kurası, haydi selametle.
Yeni bir yazı için çok gencim ben, her bir defasında söylüyorum ancak yine unutuyorum bunu da, yaşlılık işte. Descartes bir noktada yanılmış bu arada, düşünüyorsam varım diyemezsin öyle rahatcana; senin onları düşünmen, düşündüklerinin hayatında var olduğunu göstermez. Ben şahsen birilerini çok düşündüm, bunu yazarken dahi belki sırf bunun üzerine yazıyorum diye aklımdan onlarcası geçiyor. Belki de düşünür olmak boşa, düşündüğümüz kadar var olsak kafi; tahminimce bu zırvalarımı Hegel, Kant hatta nihilist Nietzche dahi dinlese beni tebrik eder, bakarsın yarından tez yok kafayı sıyırırlardı; dur biraz, benim bu söylediğim, onların zaten kafayı sıyırmamış olduğu anlamına mı geliyor, öyleyse bırakın "gelmesin". Bu adamlara sorsanız bunu sevinçle onaylarlar, çünkü kullandıkça hasta olduğum bu "sıyırmak" tabiri öyle boş beleş de bir şey değildir. Sıyırmanın bir adabı vardır, her düşünen, her acı çeken ya da ne bileyim her sırtından bıçaklanan ben sıyırdım diyemez, genellikle hepsi de der fakat yalan söyler. Bana kalırsa sıyırmak en çok tüm bu saydıklarım ve dahasının aralarında "Taktik maktik yok, bam bam bam!" demişcesine üst üste gelmesi ve kişinin buna alışıp, böyle olmadığı takdirde kendi kendine gücenmesidir. Sıyırmak çoğunluğa göre iyi bir şey değildir fakat bahsettiğim çoğunluk içten içe buna özenir de, işte asıl sıyırmak da burda başlar. Sıyırmak ermek gibi bir şeydir bu yüzyılda, hatta ismiyle müsemma bir biçimde "sıyrılmak" da diyebiliriz; başkalarının tasvip etmek görünümlü baskıları ve yadırgamalarına karşı yaşam tarzı olarak "Bana ne?!" iken, kafa yapısı olarak "Size ne?!"dir ve çok şükür herkes de bundan nasibini alır. Öyle ekstrem bir şey de değildir ha, zaten bakın görün bu terimi de bu hale katlanamayanlar bu haldekileri dışlamak için uydurmuş lakin evdeki hesap çarşıya uymamış ve sıyıranlar baskın gelmiştir, işte bu yüzden denir zaten "Millet deliye biz akıllıya hasret." Oysa ki ne de gurur duyulası bir nertebedir, örneğin sen başkanlık için evet-hayır diye kavga etmektense aşkla sevgiyle kafayı sıyırıp şiirler falan yazmışsın, vay anasını be; işte sen böyle sıyırmaya devsm et kardeşim, iyidir iyidir, memleketi bu hale buz değil akıllı deliler getirdi. Ha sen akıllı deliler kim diyeceksin tabi, en basitinden bizim meclis yahu; birbirinin bacağını ısıranlar, tükürenler, uyuyanlar vesaire var Allah var. Gelelim sıyrıkların en muhakkakı aşka, Millet nelere nelere sıyırıyor, biz sevdaya düşsek laf ki ne laf şimdi; uyandırayım ha seni de, kendilerine asla bakmazlar, yok o görüldü atmış yok öteki takip etmiş, eskisinin eskisinin eskisinin eskisinin eski sevgilisiymiş de bilmem neymiş, tüm gün bunları konuşurlar ama sen birini sevdin diye önceden de başkalarını sevmiş olduğun için sıyırmış sen olursun, yersen tabi. Bu arada bu kadın milleti sıyırtır abi, tamam ilişkim falan yok, olmadı da ama inan bu konunun en kıdemlilerinden biriyim. Gitmeler gelmeler, başkalarıyla bir şeyler, seviyor sevmiyorlar, sevmiyorsa ağıza etmeler seviyorsa da acısını çıkarmalar, kıskanmalar, yersiz meraklar, kendiliğinden beklentiler... Böyle saydığıma bakmayın hepsi hatta fazlasının başımın üstünde yeri var -yaşamadım diye değil, bilakis hepsini kimseyle aramda bir şey olmadan yaşadım, seviyorsa kısmı hariç tabi- çünkü sıyırmak işte. Deminden beri ne anlatıyorum abisi, sıyırmayı bu kadar mühim yapanşey bu. Gelelim size hanımlar, şimdi çift taraflı oynuyor gibi olacak ama çok da şey yapmayın, zira erkekler de sıyırtır kafayı kendimden biliyorum; buyrunuz ben, sevince mallaşan tiptenim, tavşanla dağ mevzusu vardır ya ben tavşanım işte, bir de seversem tıpkı şuanki gibi saçma bir gevezelik çöküyor onu da anlamış değilim, ha bi'de insanlardan duyduğum kadarıyla pek kopamıyormuşum ben falan... Tamam, hadi bu minnoş adama katlandınız (hoş, katlanabiliyorsanız ben ne demeye yalnızım?) ama başka erkekler de var -"Baba diyo, başka çocuklar da var okulda diyo!" diyen adamı hatırladınız mı?- bunun maçosu var, kabası var, züppesi var, öyle herkes benim gibi elinde çiçek, ağzında şiir, kalbinde sen kapına koşmaz ki -tamam sustum- ve bırak onu bunu, gün yüzü gösterir mi? Geçen gün mutfakta tıkınırken izdivaç programında denk geldiğim ve brni hipnotize edip kanalı değiştirmeme mani olan çift gibiyseniz lafım yok; adeta adam kadına bir tek "Susma hakkına sahipsin!" demedi ve kadın her şeyi kabul edip bir de adamdan izin alarak stüdyo'nun ortasında tepinmeye başladı... Ya kusura bakmayın, bunu neden anlattım ben de bilmiyorum, çok yalnızım; yalnızken düşünüyorum, düşündükçe sıyırıyorum, sıyırıyorsam varım ve eğer yoksam sorun da yok... Yıldız Tilbe'ye de buradan selamlar.
Ben seninleyim mesela, sen kendi içindesin; benim sevincim de derdim tasam da senle, seninse sevincin benimle ama derdin kendi kendine, peki neden öyle? Belki de bir şey yok, ben öyle hissettim ve kafadan kurdum, bu da mümkün tabi; bu az bir ihtimal, ancak öyleyse bile neden? Ben öyle kendi kendine deliren bir adam değilimdir, başkaları bilir, sen de öğreneceksin; muhabbeti boka çevirdim afedersin, demem o ki tuhafıma gidiyor işte, hepsi bu... Yani bunu her neden yapıyorsun bilmiyorum ama derdine ortak olmamak anladın mı, kendimi sana en uzak hissetmek ister istemez, kaldı ki özellikle bu beni düşünerek yaptığın bir hareketse -muhtemelen öyle- de kendimi suçlamak. Suçum yok evet, gayet tabii farkındayım, fakat olması da gerekmez... Sana ölümüne saygı duyacağım bir sebep de mümkün tabi, hem de azımsanamayacak ölçüde; hepimizin yaraları var güzelim, hepimizin bol bol, türlü türlü... Benim de yaramı söküp söküp gittiler, çok azını da olsa biliyorsun; anlarım yani, "Alptuğ ben de senin herkes gibi yapmandan korkuyorum." dediğin vakit edecek tek kelamım yok. Zannımca senin bu yazının varlığından haberin olmayacak, ama okursan; eminim o zaman "Peki ya sen benim öyle yapmamdan korkmuyor musun?"a benzer bir soru cümlesi kuracaksın, kurmayacak da olsan şimdiden cevap vereyim ben. Korkmuyorum, bu ihtimal yüksek mi yüksek, korkmalı mıyım korkmalıyım, ama korkmuyorum işte; şaşılır şekilde bunun alışmışlıkla vesaireyle alakası yok, "Herkes gitti, sen de git ne yazar ki." gibi bir mantıktan ziyadesiyle uzak. Sadece sen olduğun için bu, belki adına çok da iyi tanımadığın birine güvenmiş olmak denebilir, fakat dediğim gibi sorun yok... Bu arada senden bağımsız, bir gerçeği de gün yüzüne çıkarmadan edemeyeceğim; bazen herkes benim derdim başımdan aşkınmış gibi davranıyor, evet belki öyle fakat, bu asla sizin derdinizi de göğüslemeden daha iyi olacağım anlamına gelmedi ki. Küçük kız böyleyim ben, sen de, izinden gitmeye -yani benimle etkileşim kurmaya- yeltenecek olanlar da bunu iyi bilin olur mu? Çünkü bilmezseniz -genel konuşuyorum- ben sizle et ile tırnak olsam dahi, kendimi huzurlu hissetmeyeceğim; dinlemek istiyorsunuz evet, sağolun ve zaten bende de acı bitmez, ama dinleyip de anlatmamak büyük mızıkçılık. Dert mızıkçısı olmayın. Yalnız hissediyorum o zaman, haklı olarak üstelik; birini ne görürsen gör, ne yaşarsan yaşa onunla, illa arada ufak tefek de olsa bir duvar görmek üzücü, bunu kabul etmek zorundayım, etmezsem yola devam edemem çünkü... Hem dostluk, arkadaşlık ya da aşk, artık sen her ne dersen; yaralarla başlar yaralarla biter, birbirinin yaralarını görmekle, alay vesaire etmemekle, mümkünse de sarıp sarmalamakla; dediğim gibi sen benim yaramı gör, ona dokun, üzerine yürü, doğru ya da yanlış bir şekilde tedavi etmeye çabala, istersen başar istersen daha da kötü et hiçbir önemi yok bunun; ama ben senin yaranı görmezsem, söyle bana, kendimi nasıl yabancı hissetmeyeyim sana, yarana, belki de yara kavramına.... Öyle istiyorsan da öyle olur ayrıca, yabancı oluruz, hiç tanışmamış oluruz; tek bir ricam, bunu istediğini söylersen bir gün, sakın ama sakın beni de üzmekten korktuğun için söyleme, hayatıma girip beni kötü etkilediğin gibi saçmalıklarıysa asla düşünme bile...
Ama cidden, gönlünden geçen buysa da sorun yok; ne kadar yakınlarımla ne kadar yabancı oldum ben sorun olmaz, sen onlar gibi değilsin belki, belki daha farklı belki daha özelsin ama kanımca yine bir şey değişmez, olsa olsa zorlaşır, biraz uzun sürer bakarsın ama iki yabancı olabiliriz benden taraflı. Zor olmaz aslında, yarana yabancıyız, sana yabancı olmak ne ki...
Böyle bir şey istemiyorsan şayet, tahminimce bu yazdıklarım içinde bir kızgınlık uyandırmıştır, ama kızma ve de sakın seni kolay bırakabileceğim gibi bir anlama kapılma, aynı şekilde bu cümleden de senden kopamayacağımı çıkarma her ihtimale karşı. Acaba bilmiyor musun diye düşünüyorum bazen, ciddi ciddi yani, acaba yarana dokunmayacağımı hala bilmiyor musun. Bilakis karışık geliyor bana bağışla, bazen kötü hissediyorsun, bunu sezmeme bile ihtiyaç olmadan kendin ifade ediyorsun; ardından birden iyileşiyorsun, sanki iyileştiğin falan yokmuş da, bana yansıtmamaya çalışıyormuşcasına, işte öyle anlarda kendimi umursamadığın bir kuş hissediyorum, bakıp geçtiğin... Neden? Çünkü yeri geliyor pat diye dökülüyorsun, zamansız, alakasız; birden bire dile geliyorsun, birden bire yatışıyorsun tekrar. Sorun bu ani haller değil, benim gibi kendini yaşlı hissetmekten başka pek lüksü olmayan bir adamın hayatına renk katmak oluyor hatta bu, bunun için sana teşekkür ederim... Ya ben sadece bazen -aslında neredeyse her an- senin içindeki dağınıklığı, duygularının karmaşıklığını ve öyle olsun ya da olmasın kötü hissedişini anımsıyorum, anımsamak da değil adeta hissediyorum. Sen öylece çaresiz çırpınırken gayet de senin yüzünden elimden hiçbir şey gelmeyişi beni kat kat yıpratıyor, fakat bu sefer de ben bunu söyleyemiyorum sana... Anlayacaksın beni, fazla uzatmıyorum, Sen de durma uzak uzak, bak işte olmuyor...
İlhami Algör'ün "Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku" kitabından alıntı yaparak başlamak istedim bu yazıya:
"...Aslında sokakta gördüğü kadınların peşine düşen biri değildim. Ama kadının tuhaf bir çekiciliği vardı. Böyle bir kadın mı arıyordum acaba? Hiçbir zamana ait değilmiş gibi duran, yetişecek hiçbir yeri yokmuş gibi kayıtsız yürüyen… Pencereden giren sabah güneşlerine karşı birlikte uyanabileceğim… Hem biraz sokulgan hem alıp başını giden… Hem çapkın hem sadık… Bu o kadın olabilir miydi? Ama sonra kadın izlendiğini fark etmiş gibi birden durdu, yavaşça dönüp baktı..."
Aynen böyle işte, benim de hayatıma böyle bir kadın girdi dostlar; aman siz sormadan ben şey edeyim, umduğunuz gibi olmadı, ama hala arkadaş ya da ona benzer bir şeyiz sanırım. O bunları okur mu okumaz mı bilmem -umarım da okumaz- ama ben yazacağım arkadaş, burası benim kolum kanadım. Ben öyle uçan kuşun ardından bir şeyler karalayan biri değilimdir bilirsiniz, ancak özel biri gelecek, bu yüreği tarumar edecek de öyle. Şimdi ben size onun adını vermeyeyim iyisi, şöyle bahsedeyim kısaca:
Hayatınıza lak diye girer -o nasıl oluyorsa- basiretiniz bağlanır, dur kardeşim n'oluyor diyemezsiniz, sonra dersiniz ki kal, bir sonrasında da gitme; tüm bunları yaptığınız için de kendinize inanamaz hatta kızarsınız, fakat şikayet etmezsiniz her nedense. Nehir gibidir, bazen bir günü bir gününü tutmaz; bakarsın eser gürler seni beni tanımaz, bakarsın yavru kedi yanından ayrılmaz ve normalde bu kadar değişkenliğe tahammülü olmayan sen, ondan razı olursun bu defa. Ufacık bir lafı çok iyi edebilir, bir görüldüsü bile düşman başına. Belli olmaz hiç, asla renk vermez, aklına eser gelir aklına eser gider, kızar-küser bazen şaka bazen ciddi, morali desen bir zirvede bir dipte. Tüm bunlara rağmen çekilmez midir derseniz, asla... Umurunda değilsin gibi hissedersin bazen tadın kaçar, bazen seni yıllardır görmediğin ilginin manyağı yapar; sürekli tekin olmadığını vurgular, aynı Müzeyyen'de olduğu gibi, bir yanı mutlaka gitmektir, diğeri mutlaka kalmak. Kafayı yersin biraz olsun; lafıma itibar etme de der zira, lakin hangisine? İşte onu bir türlü söylemez. Ardında biraz olsun gizem bırakmayı sever, hatta birazdan biraz fazla; ama okusa buna ne der bilmiyorum fakat, onu gerçekten hissetmeye çalışırsan eğer, bütün duvarların arkasını görür gibi görürsün içini, onun o tatlılığını, belki de belli berbat durumlar sonucu derine gömülmüş naifliğini ve vesaireyi... Sen de benim gibi yaparsın muhtemelen sayın okuyucu, belki de cinsiyetinin ne olduğu fark etmeden; aşık olursun ona, üstelik de bahsettiğim bu sebeplerin hiçbiri için değil, bahsetmemin mümkün olmadığı, aslında bakarsan kendi içimde bile bir tanımı olmayan bir sebepten; tanımlamaya uğraşmadığım, yalnızca sürekli yaşamak istediğim bir sebepten... Onunla maytap geçerken bile güzeldi bu aşk meşk işlerini -inanın bu güzelliğin benim aşk hayatımın, hatta geri kalan hayatımın da vasatlığıyla bir alakası yok- ben de belki herkesin umacağı kadar olmasını umdum, olmadı; bağışlayın, öyle inandırıcı bir adam falan olamadım ben, onu da beraber güzel bir hayat kuracağımıza inandıramadım demek ki. Böyle devam etmeye çalışmak da zor açıkçası, bu filmin kaçıncı oynayışı; hiç bir şey olmamış gibi devam edebilmek için, içinde ondan gelen mesajla güller açıyor olmasına karşı, piyasadaki ciddiyetsiz gevşekler gibi gereksiz mevzulardan söz edip yalandan emojilerle, onunla bir dakika olsun daha fazla vakit geçirmeye böylesine kusursuz bir çaba sarf etmek... Alışmış kudurmuştan beterdir derler ya doğru, vallahi bak kendimden biliyorum; sen reddedil reddedil gel burda yaz, ya da ağla, ne halt yersen ye. Pardon ya sana da ayıp oldu sayın okuyucu; ben böyle celallenirim aniden, tıpkı bütün çaresizler gibi, tıpkı onun gelişi, mesaj atışı gibi... O değil de madem saat 10 olmuş -bayağı bir geç anlayacağınız- bu mayhoş kafayla size bir iki şey daha itiraf edeyim, ama aramızda kalacak! Ben ona bağlanmadım dedim, çünkü o bana dedi ki çok çabuk oldu; tıpkı filmlerdeki gibi, beni peşine takmak konusunda belki de kendi ile iddiaya girmiş bir kızı haklı çıkartmak istemedim. Ben bir kere yalan söylemedim, ama doğru da değildi tabi, sen beni bilirsin okuyucu. Bir yanım diyor ki "Ulan iki insafa kandın, sana da helal olsun(!)" ama bir diğeri de öte odadan "Yine olsun, yine kanayım." O da haklı aslında, çünkü dedim ya sen beni bilirsin ey okuyucu, ben artık geçmişim gereği üzülmenin bir noktasına vardım, olsa olsa o işte bundan sonra da; o yüzden rahatım, aptal ve çaresiz bir rahatlık, ya da kendine rahat olduğunu söyleyerek bazı yaşamsal faaliyetlerin devamını sağlamak da olabilir bu, bilemiyorum. Ulan okuyucu yine öğrendin bak her haltımı, şu yüreğimde de bakla ıslanmaz ki; hem ikide bir geçmiş geçmiş deyince biraz egolu gibi gözüktüğümü ben de fark ettim, ama gelecekten de ziyadesiyle umudum yok, bari diyorum geçmişi yereyim eğlence olsun; zira şuan bile yalnızım, öyle ki sen inansan ne inanmasan ne. Hayatımdan belirsiz bi'kadın geçti işte benim de, umarım geçip gitmez; ister bencillik de ister ne dersen de buna, aklımdan geçmiyor değil, o böyle benden uzaklaşmak istese ama ayakları geri gelse (lafın gelişi) mesela, tıpkı diğer hiçbir kadında olmadığı gibi. Zaten o da belli belirsiz açılardan ilk, bırak onlar da bana kalsın. Her yazının sonuna sıkıştırdığım o umut meselesi burada da olmasa olmazdı, hele ki o çocuğunun adını Umut koymayı düşlerken; belkiler mevcut içimde, belki işler değişir falan, inancım var mı dersen yok ama işte, sanırım onun belirsizliği bana onda olduğundan daha çok sıçradı... Dip not: Sanırım bunu ona göndereceğim, bilmeye hakkı var, gıybete girer yoksa.
Benim de küçük çaplı intiharlarım olmuyor değil sayın okuyucu; bakınız bunların başında annem "ayağına bir kısa çorap giy!" dediğinde giymemek var, yazmaktan Neşet Ertaş'a, sevmekten üstüm açık yatmaya kadar pek çok ufak intihar... Çok yazıyorum bu ara, üretkenliğim falan artmadı ama; sadece damarlarıma fazla gelen kanı yazıya dönüştürüyormuş gibi hissediyorum, yazmasam iç kanama; hem de ne iç kanama, için de içi, en derinde bir yerde, nice pratisyen hekim erişemez... Ufak intiharlar daha beter normalinden, cezası yok belki ama bırakın kurtuluş olmayı, faydasını dahi görmedim. Ya bu yaşamak. Bilmiyorum. Ufak intiharlar olmazsa kaçınılmaz bir hiçlik gibi geliyor bazenleri, benim gibi kendini suçlamadan duramayanlara da öyle, biliyorum... Hep böyle olur zaten, uslu uslu oturursun sen, illa ki bir yerden fırlar hayat, sevmek olsun, grip olmak olsun bir şekilde başın belaya girer; grip belki çoğu kişinin umurunda bir bela değil, ama sevmek öyle mi; genelleme olmasın ama, sevmek umurunda olmayanların da çoğu bir bela zaten. Başka ufak bir intihar örneği vereyim; Durmak... Evet evet, bayağı bildiğiniz durmak, var olmak, birilerinin farkına varacağı kadar var olmak belki, orasını kestiremiyorum; çünküsü yok, yok çünkü bundan emin değilim, emin olmamamsa inanın güzel bir his. Çünkü bilirsiniz bir insan bir insanın intiharına sebep olmaz, bir insan ancak bir insanı katil eder; intihara asıl sebep olan o insanın bıraktıkları yahut aldıklarıdır, onların içinde uyandırdığı her türlü şeydir, geri dönüş olmaması fakat geçmişin de orada kabak gibi durmasıdır afedersin... Birtakım intihar hikayeleri duydum, hatta bir defa bizim buraların en büyük binasının tepeye bir adam çıkmıştı ama indirdiler herhalde; tüm bunlar çok rasyonel girişimler tabi sonucuna bakılmaksızın, benim durum biraz daha farklı...
Ben yaşamak istiyorum, yaşamayı seviyorum, yaşamın çoğunu sevmediğim zamanlar oluştursa dahi kendi rızamla giderek meydanı ite çakala bırakmaya da hiç niyetim yok; benim intiharım kadere karşı, yalandan küsmek gibi düşünün, gitmekle tehdit etmek, yolundan döner ve bir şeyleri yoluna koyar diye, onun damarının bu olduğunu sanıp damarına bastığını zannetmek, ama onun da zaten bildiği üzere asla gidemeyecek olmak. Çocuk oyunu gibi biraz, çok sıkılıyorum çok, hayır Ülkü amca kuş falan vurmayalım, istemez... İçimdeki 40'lık adamla kaç yaşında olduğunu kestiremediğim o çocuğun aynı kafada olmasına da yanmıyor değilim; yahu adam senin o çocuğu büyütmen gerekir, ey çocuk senin de bu adamın hayallerini kaybetmemesini sağlaman; ama maşallah ikiniz birden bana cephe almışsınız sanki, sizin yüzünüzden yazmakla kafayı sıyırmış biri oldum çıktım. Benim intiharlarım biraz da birinizden birinizi öldürmek aslında; korktuğunu hissedebiliyorum çocuk, ben de korktum, 40'lık zaten hiçbir şeyi iplemiyor farkındayım, işte tam da bundan korktum. İlla ki ölecek bir gün ikinizden biri çocuk, o ihtiyar ihtiyar takılan, her şeye inancını yitirmiş aptal 40'lık ölürse rahat edeceğim de, ölen sen olursan, yetmezmiş gibi umutlarını, aşkı, hayallerini falan da yanında götürürsen ve geriye bu 40'lık kalırsa -46'lık demek de yanlış olmayacaktır ona- çok çok üzülürüm; ama belki de umurumda olmaz, neticede ben de yalnızca ondan ibaret olmuşumdur artık, o umursamaz adam ben olmuşumdur... İntihar etmezsem olmaz sizi, ikinizi birden edemem idare, uğraşamam sizinle; benim uğraşmak zorunda olduğum yeterince insan var ve belki de birinin kalbine girebilmem için bu kadar kalabalık etmemem gerektir çocuk Alptuğ. Gerçi senin de ondan aşağı kalır yanın yok, bir kere güldüğünü görmedim adam gibi ama olsun, seni omzuma alsam ve bir kalbe girsek, 40'lık Alptuğ da geberip gitse, ne güzel olur... Bana onu intihar etmek için bi'çare ver, lütfen... Bak ben daha birini seveceğim -gerçi biliyorsun zaten- ve inanıyorum ki bu defa olacak -inanıyorum çünkü sen hala ölmedin çocuk Alptuğ- seyret bak bu defa o da bizi sevecek, sonra da evlerimizi (yüreklerimizi) birleştiririz işte, sen de kardeş kardeş geçinirsin onun içindekilerle, olmaz mı? Korkma yahu, ben senin içini biliyorum, sen ben değil misin; öyle yabani duruyorsun bilmem ne ama, biriyle anlaşsan anlaşsan en iyi sen anlaşırsın, aynı ben. Bakalım ablada bize yer var mı, hadi tut elimden, geç kalacağız...