Cüziyet

Burnunun içinden gelen bir koku gibi inkara imkan bırakmayan hali kanıma dokunuyor hayatın, dehlizlerinde biriktiğimin küflü külfeti diye sövesim geliyor sonra. Yok lan hayata değil, inanması güç de olsa hayatı seviyorum; kişilerle bir bağışıklık sorunu yaşıyorum, hepsi bu.

İnsansız bir hayatın tıpkı dumansız hava sahası gibi kaderimi bir nebze olsun steril tutacağına itimadım tam da olsa, bilincim kırmızıda dilenen çingenenin cama vurușundaki giderek artan ısrar misali set çekiyor önüme... Ekinoks bir nevi, tamiri adına irili ufaklı ve de en önemlisi kaçınılmaz yıpranmanın; ölüm kaçınılmazlığı değil ama bu, daha ziyade nefesini tutmayı gereksiz kılan oksijen ihtiyacı gibi. İçten içe hissediyorum sanki, hayatımın en olağan ilerleyișince dahi kimi önemlerim birer naașmıș ve dibi bataklık olan kirli mi kirli bir göl suyuna olabilecek en sessiz ve ağır şekilde batıyor. Umarım bu kadar ürkütücü lanse edilmesi gereken bir şey değildir bu değişim dedikleri ki, ben de hayata haksızlık etmiş olurum bu defa, "neredeyse" ödeșiriz bu sayede.
Bir şeyi çok komik bulan insanın, gülmeyi o şeyin aksi yöne dönerek sürdürmesi ironikliğinin aslında nasıl da evrensel olduğuna takıldı ister istemez aklım. Yoksa bu mutluluk dediğimiz şeyin sözgelimi görünümü dahi çıplak gözle seyredilen tutulma gibi kalıcı izler mi bırakıyor içimizde, bakamadığımız her şeyin -özellikle güzel bulduklarımızın- ortasında bir yangın mı durur dersiniz yalnız bedenimizin hissettiği ve bu bakımdan somutun dik alası olması icap ederken garip bir biçimde soyut olan bir şekilde, bizimle içre olmaya dünden razı da olsa bizim onu kaldıracak denli güçlü olmadığımızı adımızcasına kabullendiğimiz?
Bizzat cüziyetleri mi acaba tatlı ve güzel kılan her iyi anıyı, ekonomi dersinde canım hocam Özcan Yağcı'dan öğrendiğim "Azalan Marjinal Fayda Yasası" da bunu doğrular nitelikte üstelik. Dünyaya bakıyorsun çevre temizliği, hayvan türleri, temiz hava ve en çok da masumiyet azalıyor, yazık ki bir daha da artmayacak... Ben de azalıyorum aslında bakarsanız, bırak o eski azameti, şu boktan blogdan gayrı nem kaldı; ha bak yanlış anlaşılmasın, şikayetim giderek solmak değil, diğer her şeyin aksine ben azaldıkça - birilerinin hayatından çıktıkça mesela- değerimin artmaması.
Bunun yeri burası değil belki ama anlatmam lazım: Geçenlerde düşündüm ölsem cenazeme kim gelir diye, akrabalar harici kimse gelmezdi tabii. Ama aslında gelmeyeceklerinden değil, o kadar da olmadım henüz; bilmeyeceklerinden gelmeyecekler, ben söyleyemedikten sonra öldüğümü nereden bilsinler? (işte trajikomik budur) En samimi dostlarım dahi -şayet geçersem şu ya da bu şekilde akıllarından- kuru ve muhtemelen hele ölüm söz konusu olduğunda hayli kısa sayılabilecek bir merakla sınırlı kalacaklar en fazla, hatta eminim bazıları bununla yetinmeksizin ölmem ihtimalini aklına dahi getirmeyecek ve uzun zamandır onlarla iletişim kurmadığım için kendi kendilerine alınıp küsecek, hatta ve hatta beni bir yerlerden engelleyecekler bile eminim. Cidden bana bir şey olsa kim nereden bilecek? Böylesine cüzi ve silik bir hayat yaşamak böyle düşününce acıtsa da bir yandan tıpkı bir Bülent Ortaçgil yahut Vedat Sakman şarkısı gibi duru ve dingin.
İki önceki paragrafla çatışması muhtemel biçimde kabullendim bile esasen cüziyetimin verdiği konforun yanında ölümcül de olduğunu, ısınmaktan yanmaya geçmeden ne kadar zamanım olduğunu bilmiyorum lakin çabucak şöyle ya da böyle insanlılașmam gerektiği hissi hakim içimde, geç olmadan.
Eğitiyorum kendimi aslında, çok daha hoşgörülüyüm ve olamadığım yerlerde de suskunluğumu koruyorum en azından artık, hatta anlaşamayacağım en aşikar olan insana dahi bir adım atıyorum artık, sırf atmış olmak için bile olsa.
Ben elimden geleni yaptım diyorum, ben denedim, ben iyi bir adam oldum; zira böyle olunca tersi şekilde davranmak gerekse bile vicdanınız rahat olduğundan, öfke kusmak iki kat daha randımanlı oluyor doğrusu.

Geceler uzun düşler cüzi.

0 Yorum:

Yorum Gönder