Evveliyatlı Yazı.

Bana biraz, çok değil ama biraz kötü biri olmayı öğretsenize, vurdumduymaz olmayı falan belki, size kalmış orası.
Şart mıydı ulan bu kadar iyi niyetli olmak, bir kere yalan imiş zaten bütün o "iyilik et iyilik bul" saçmalıkları, sen birini ondan çok da düşünebiliyormuşsun, sen içinde bir küçük o bile olabiliyormuşsun ama onun umrunda olmuyormuşsun; yeni mottomuz olsa olsa "iyilik yap denize at"tır bundan sonra, "Alptuğ nasıldır ki ya?" diye akıldan geçerse cevap çoktan verilmiş zira "İyidir iyidir, bir zıkkım olmaz ona."
Ey dostlar, beni niçin dövmediniz, deşip geçmediniz; "Alptuğ sen onun için bir s**im asla olmadın ve değilsin, sen geri zekalı gibi "Belki arar." diye beklerken o milletle fingirdiyormuş al övün şimdi bununla; sen kaşındın, sen bunu onun bile söylemesine rağmen yok iyidir yok şöyledir böyledir diye diye kendini de bizi de b*ka çevirdin." falan diye neden saydırmadınız?! Tekme tokat dalsaydınız işte hazır, yine kızar küserdim, hatta eminim ağır laflar ederdim bilmem ne ama gerçeğe dönüşüm bu kadar acı olmazdı... Ya keşke ne bileyim, keşke değseydi be. İnsanın aklından şimdi şimdi geçiyor zalim olmak, beni ilgilendirmiyor geber diyememek ve bunu demesi gerektiğini anladığında da dememiş olduğundan ötürü hıncını dostlarından çıkartmak gibi benim hatam, gibisi fazla bile belki; üstelik asıl mevzu hatanın içeriğinde, bu hata öyle bir hata ki, içinden hiçbir yere atamadığın ve seni kömür eden bir yangın düşün ki çaresiz bir can havliyle etrafa yönlendirme çabasındasın; söndürmeye çalışmak bir çare değil, çünkü bilirsin ki sönmez, inanmanın, güvenmenin, umut ve geçmişe dair kalp kırıklığının yangınını yakan bile söndüremez.

Herkesin ama herkesin masum duygularına ve iyi niyetine lanet ettiği bir yer bulunur, bu defa payımıza düşen ise şu yıkılasıca duvarların kenarındaki, adeta var olmaktan aciz okul sırasıymış meğer.

Neden sevdim ki zaten herhangisini, ettiğini bulmak dediğin bayağı bayağı şehir efsanesi niteliği kazanmış biz büyürken, yaşlandıkça anladık. Şimdi sen pişkin pişkin diyebilirsin ki "Onlar seni kaybetti, hak etmedi." bilmem ne, oysa bahsettiğiniz gibi olsa pişman da, üzülen de, acı çeken de bilmem ne eden de onlar olmalıydı fakat bu hikayenin mutlusu hariç her haltı benim işte. İnancım tam ama hak ettiğime, ilk defa diyebiliyorum ki hepsinden çok ben hak ettim bahtiyarlık makamını, en başta da ödüm kopacağından, mutlu olduğum an birilerini mutsuz edersem diye. Ne geldiyse de bundan geldi başıma ama olsun, bahtım bundan kararsa da hala güzel şey sevmek... Olmasına güzel lakin yok böyle bir ihtimalim, sevilip sevilmeye zerre ne inancım var ne itimadım. Kaçıp gitsem.

Boktan bir sahil kasabasında ufak bir tekne ve yıkılmaya yüz tutmuş bir baraka isterim çok değil. Haklısınız, ne anlarım ben balıktan, tekneden bilmem neden; tıpkı sevilmekten, sevmemekten anlamadığım gibi... Adımı da Hakan Kaya diye tanıtacağım, kim bilecek nüfus cüzdanına bakmadıkça... Aklıma esse açılsam gitsem, fırtınalar görüp utansam çırpınan yüreğimden, Ege olur Marmara olur birinden kopup gitsem dalgalarca bilinmeze. Yaşanınca bir daha değiştirsem adımı Yaşar olarak, yaşar ne yaşar ne yaşamaz hesabı; Yaşar baba dedikleri, öğüt dinledikleri, nemrut ve pörsümüş bir ihtiyar olmak fikri ne denli aklımı çeliyor anlayamazsınız. Suskun bir moruk olarak noktayı koysam şu alengirli hayata en afillisinden ve o noktaya kadar gördüğüm her genç delikanlıya da hiçbir şeyi hak etmeyen kadınların var ve etrafımızda hatta ne yazık ki bazen tam şuramızda oluşlarından söz etsem de değse yaşadığıma buncasını.

Yine yumuşadığım kısmına geldik bak yazının:
Tarık abinin (hangi Tarık bilmiyorum) bir benzetmesi vardır: "Biraz evvel ağlamış kadınların yüzü". Cidden var mıdır bizim kadın halimiz, adını ileride Hakan olarak değilse bile bir kız ismiyle değiştirmeyi düşünmüş, sadece ve sadece karşılıklı değer görmek isteyen, daha 17 olan, biraz evvel ağlamış kadınlar? Onlar da arar mı dersin bizi, Hakan kaptanın denizlerde aramak istediği gibi kendini ve ruh eşini? Bulsa ya artık iki yara birbirini, bulsa ve biyolojik imkansızlıklara rağmen bir inatla iki yara birbirine kaynayıp bir olsa ve arınsa kırıklarından tüm eski kalpler, mutlu etmek ve olmak üzerine kursa kalan tüm atışlarını da yazık olmasa artık... Pıt! Pıt! Pıt!.. 

Aşina olmadığımız bu yerler bizi yorar da, ağlatır da aşikar, doksanlar genci olmak vardı, arada bir Yavuz Çetin'e benzetiyorum zaten kafamı ister istemez; örneğin onun gitarı benim kalemim, ikimize de hem işimizde hem içimizde iyi olduğumuzu söyleyip inandıramadılar, ikimiz de yok yere üzülüp fazladan değer verdik; iki fark var, biri onun yetenekli benim beceriksiz olmam, diğeri ise onun bu dünyada olmaması. Garip bir şekilde ters işliyor ihtiyacım Yavuz abi gibi, sevilmek kuşkusunda uçurum kenarında gibi dolanan o biraz evvel ağlamış kadını bulsam da çekip alsam, boşa gitmese ilk defa sevgim. Hep bunu söylüyorum di'mi? Farkındayım tasalanmayın, yalnızca biraz Gregor Samsa benzeri hisler vuku buluyor içimde, öyle bir gerginlik işte. Belki de "Gülmek için yaratılmış kadın ve adamların tebessüme hasret yüzleri" tanımını da ben kazandırmalıyım Türk sevgi kurumuna, tüm dünyaya. Yüzlerimizdeki halimizi açık eden bu kara simalarımız o derece ele vermese saflığımızı, lüzümsuz merhametimiz becerebilse pıhtılaşmayı da  bir defaya mahsus kapansa biraz evvel ağlatan, yüzümüzden okunan yürek yaralarımız.

Olmasın mı yazıklar çürüyüp giden bize
Yanmasın mı birileri bize dair,
Kopmasın mı asi bir fırtına bu defa başkalarına,
Bu defa biz gitmeyelim kaçar gibi, onlar defolmasın mı?

Tunç olmuş yüreğim paha kaybetmeden
Sıkmak adına kalmamışken gayretim dişimi
Beklemek korkusunun kaynağı meğer
Ömrün geçtiğini hissetmekmiş değmeyenlere.

Göğsünü sakın ve kapat gözlerini
Kavuşmak yakın ve yürekler ihtilalde
Kazanırız güzel kadın yeter ki sen gel,
İhmal etme gülmeyi biraz evvel...

0 Yorum:

Yorum Gönder