Kırık Yazı

Ben en başından beri sinirli değilmişim ki, hiç sinirlenmemişim ki; yalnızca üzgünmüşüm meğersem, yalnız ve üzgün, tek kelimeyle "sorrowful", kaldı ki bunu dahi yeni öğrendim. Ne ahmak başarı benimkisi, nasıl da nakavt ettim öyle kendimi, tek bir olayın anında doğurduğu, onlarca yanlışlığı ıspatlayamayacak düşünceyle dahi olsa...

İçimdeki sesin söylediği tam olarak şuydu:
"Mükemmel dil öğrensen, üniversiteyi kazansan, dilediğin ekipmanları toplasan, en iyi filmleri çeksen, yurt dışına gitsen ne değişecek? Varsayalım bir ay kimse haber alamasa senden, ailen dışında kim seni kendiliğinden hatırlayıp ciddi bir meraka girişecek? Yerli-yabancı onlarca tanıdığın, arkadaşın var belki ama en gözdelerinden kimi selam dahi vermez, kiminin "yanına" oturursun ve YARIM SAAT SONRA senin orada olduğunu fark eder; gitmişsin gitmemişsin ne fark eder? Yılmaz Odabaşı'nın dediği gibi: "Şimdi biz ölsek, en fazla kahvede çaylar soğur." 
broken glass ile ilgili görsel sonucuSahiden kalabildi mi mutlu olacağına inancın bay hayalet? Zira başkası için ne ifade edersen et yine de sevdiklerinin seni hissettiği kadarsın, ki bu da bir nevi hiçe tekabül ediyor sayın Niçe...
Hadi durma ingilizceyi sular seller gibi bil, dünyanın en iyi yönetmeni ol, milyonlarca hayranın gözünün içine baksın... Sen yine de dostlukzede, belki hayvan gibi kültür sahibi fakat yalnız bir adam olacaksın; bunu seni -bir bakıma beni- yaralamak için söylemiyorum ha, öyleyiz, öyle gelmiş öyle gidiyor, on sekiz sene içerisinde kaç defa gerçek bir değer hissettik dersin? Neyse...
Kafayı yedin farkındayım, sürekli yeni şeyler öğrenmeye çalışıyorsun, mütemadiysen ders çalışıyorsun, pek çok şeye kendini adayıp çoğunda da başarılı oluyorsun; tüm bunlara rağmen üzgünüm ama canım kendim... Sen de biliyorsun, bunlar sendeki bu eksikliği (-adı her ne zıkkım olması gerekiyorsa şayet- bastırmaya asla yetmeyecek.
Ne kadar garip değil mi? Her şey yolunda, yerli yerinde ama ne zaman konu dost ya da sevgiye geleyazsın rafta kalan esas adamsın; bütün çabaları, insanlığı, başarıyı, her şeyi gölgede bırakacak denli.
Bunları söyleyince aklına Meltem geliyor değil mi? Aslında bunları yazmak istemiyorsun ama içindeki bu sesi de dindiremiyorsun, garip olan bir diğer şey de sen -yani ben- bu yazıyı yazarken merak edip başımıza toplanan birilerinin, başka hiçbir zaman bizi anlama hevesine sahip olmamışlığı ve olmayacaklığı. Okumasınlar öyleyse, yazılmadan önce sorup dinlemek gibi bir isteği olmayanlar, tüm bunlar yazılınca da bir zahmet okumasınlar; gerçi eminim iki üç cümle okuyup yüreğe dokunan ilk yerde bırakacaklardı, yürekli şeyler çoğu insana iyi gelmiyor derler, demezlerse de ben derim, dedim..."

İlgili resimOrtada herhangi bir tarafın sorun olarak nitelendirdiği bir şey varsa yüzde doksan sorun vardır, ki yüzde on da bize uğramaz zaten; sorun varsa da yine yüzde doksan taraflardan biri iyi diğeri kötü, yüzde on ihtimalle ise iki taraf da iyi ama işler karışıktır; kaldı ki tekrardan yüzde on bize uğramayacağından ya biz kötüyüz ya onlar iyi -hayır yanlış falan yazmadım- çünkü -huyumuz kurusun ki- biz birine kötü diyemeyiz, karşımızdakine kötü diyebildiğimiz vakit kendimizi kara hissederiz; gerçi biz hep temiz kalmışız ağlama detoksuyla. İnsan kırılıp içinde ne var diye bakılmazdı oysa anlamak adına, yanlış anlamıştılar, anlatamamıştık, derken biz anlamıştık: Konuştukça duyulmazmış insan, sustukça da yaşamaz.
Edebi bir hüküm arz etmeksizin kaleme almaya tutuşuyorsam bu iç sıkıntısını, sebebi en dert aşinasının dahi kuvvetle muhtemel bıkacağı bu uzun hikayeyi -neden bu blog bu kadar az okunuyor sanıyorsunuz- uzağın da uzağı ve soğukcana bir yerlerde, kimseciklere olumsuz tesir etme ihtimali kalmayacak bir biçimde yalnız ve şiddetle ıslah edip taçlandırma çabamdan. Eşek hoşaftan ne anlar, bu çabanın altında başka bir maksat arayanlara da acı bir biçimde itiraf edilmek üzere bilinmelidir ki ben bu uğraşa dahi değöeyecek denli kolay lokma yalnızlığın pençesinden kurtulmak adına Ukrayna'ya gideceğim; değil Ankara, Türkiye dardır anlaşılmayışıma, bana, benim gibi birine bile bunları yazdıran toplum, bu olguyla baş edemeyen sosyolog, psikolog utansın. Metin üstündağ'ın dediği kadar var, "Yalnızlık psikolojiktir, öpünce geçer."se de pek kimse yeltenmez kimseyi sevmeye, lafa gelince yok sevgi yok saygı martaval okumaya pek alışıktır güya Türk "delikanlı" ve "hanfendi"leri (!) hep bir ağızdan. Meltem mi? Onun içinse Ali Lidar'dan bazı satırlar anlatacak derdimi en iyi: "Sen kırıldığın yerden bir kapı araladın bana; bir kapı, ittirsem ardına dek açılacak lakin kapılar bedene, ruh aldanmışlığa açık; ikisini birden sığdıramam odama, bana zor sana yazık."

Ne aradığımı dahi bilemeyecek denli genel bir açlığa büründüm ve bu bilgisizlikte dahi haklı olmayı -ne yazık ki- baba mesleği misali becerebilecek bir yaştayım sanırsın oradan bakınca; yanılmamışsındır ama burasıysa sanki karanlık gibi, bir şey görünmüyor, iç sesim "Çünkü bir şey yok!" diye laf sokmayı ihmal etmiyor, neyse ki ders zili onun acımasız gerçekliğini yok edemese dahi sağaltıyor; tıpkı güzel fakat anlaşılan artık ben dışında kimse için pek ehemmiyeti kalmamış -bende de yara halini almış- o hatıraların kalbime bastırdığı gibi günden güne... Hatta şu anda kalemi bastırdığım gibi, kağıda mı böğrüme mi tartışma konusu.
Biliyorum kimsenin okumyacağı ölçüde uzadı, bitirmem ve gitmem gerek ama duramıyorum, yapacak başka bir şeyim olmadığını çok içten kabul etmiş misali: Sait Faik'in dediği gibi ben de ağlayacaktım yazmasaydım, yazınca ağlamadım mı derseniz şayet bak onu Platon bile merak ediyordu... Kanımca hayallerimden kendimi aforoz edebilsem -zannımca da öyle oldu- yine onlar kalırdı, çünkü şu halimle sıfır ile kurduğum empati su götürmüyor, bense çölde çiçek misali.
broken mirror ile ilgili görsel sonucu
Ben, ailem, sinemam ve de bu zamana kadarki bütün ikili ilişkilerimden çıkardığım pay ile beklentisiz ve sınırsız bir sevgi ve güven duyduğum, hep de duyacağım can dostum Beyza Eryıldırım ve çıkacağım yollarım; geride başka bir şey yok, korkarım onların da benden fazlası yoktur. Kendime acıyacak olup onları düşünür az daha susarım, son çare bunun gibi uzun ve kırık bir bok yazarım; herkes gibi bu hep böyle "gider".
Beni yıllarca yazar olmak için yazıyor sandılar, yalandı; bir dönem gerçekten istedim, sonra toplumun kırık bir kalbi dinlemeye hevesli olmayacağını idrak edip razı geldim ve vazgeçtim, sinema dedim. Sinema dedim çünkü filmlerimde yeterince iz bırakan bahisler edebilirsem ilişkilerden, anlayışa özenip kalp kırmaktan kaçınacak bir toplum oluşturabilirdim, bilinçaltlarından başlayıp kalıtsallaşabilecek düzeye gelen; istedim ki yaşamadan hissedip farketsin insanlar, geç olmadan geç olmuş gibi yaşasınlar ve o karanlık salonlardan daha iyi bireyler olarak çıksınlar.

Goodbye
Never mind, love me
Please.


0 Yorum:

Yorum Gönder