Bir İntiharın Önünden

*Bu yazı genç kardeşlerime bir uyarı mahiyetindedir.

Ölüm nedir dostlar? Çoğumuzun korktuğu, hadi korktuğu demeyeyim de kaçındığı, hepimizin yaklaştığı, belli belirsiz ama kesin şey. Ölmek kolay mı bilmem, örneğin can dostum İlyas'a kurşun gelecek olsa Allah korusun, tek saniye düşünmeden silahın önüne atlayacağımdan adım gibi eminim ama bugün bir şey öğrendim; mesele ölmek değil, mesele bir ölümle, başka bir ölümle, ihtimal bile olsa baş başa kalmak.

Düşünün, sevdiğiniz biri her şeyin güzel geçtiği bir gece aniden acı çektiğinden bahsediyor, dayanamıyorum, gidiyorum diyor, size veda ediyor, siz çok iyi biriymişsiniz falan bir şeyler diyor ve belki de sizin ömrünüz boyunca iyiliği kötülük olarak görmenizi sağlayacak, biri size iyi biri olduğunuzu söylediğinde boğazınızı düğümleyecek o ilk adımı atıyor... Birkaç kişiyi bulmanızı istiyor ve sonra kayıp... Sadece siz biliyorsunuz bunu, yapma diyorsunuz, değmez diyorsunuz, bak bugün Yavuz Çetin'in intihar yıl dönümü zaten, bana bunu yapma diyorsunuz ama ses yok soluk yok... Elinizde iki seçenek var, susmak, bir ömür boyu tarifsiz vicdan azabıyla kalakalmak, bu durumdan haberdar olan tek kişi olarak, elinde imkan var iken hiçbir şey yapmamış olmak ve bunun hesabını o kişinin ne ailesine ne arkadaşlarına verememek var; bir de o ne derse desin, gecenin o saatinde ambulansı aramak var, güç bela konuşmak var telefonda, sürekli, dilinden iğrene iğrene "İntihar." diye cümle kurmak var telefondaki kadına, o seni bir hattan diğerine bağlarken aradaki her dıt sesinde acaba geç mi kaldım telaşı var, beklerken verilen o klasik müziğe sövmek var, rahatlatmayacağını, belki bir daha asla rahat olmayacağını bile bile. Elinden gelen her şeyi yapıp haber alamadığında, çaresizlikten telefonu bırakmak var, vücudun titreye titreye, kalbin ölecek gibi ata ata balkona çıkmak var; şehir senin gibi değil, o sakin, seninle alay ediyormuşçasına kendi halindeyken ona bakmak var. Asla evde, annenin yanında bir şey için ağlamamışken -buna özen göstermeksizin- gözünden ığıl ığıl akan yaşlar var ve utanmıyorsun, umurunda değil. On beş dakikan bir yıl gibi, belki daha fazla, atığın her adımda saçların ağarıyor sanki, bir de o devamlı sorduğun "Neden?" sorusu var ki tabi, kimse cevap vermiyor, telefonlar susuk ve belki bir daha çalmayacak... Elinden geleni yapmış olmanın rahatlığıyla, elinden gelenin aslında bir bok etmediği gerçeğinin kapışması bile seni dümdüz etmeye yeterken sabahın dördü, galiba hayatı o zaman anlıyorsun. Düşünüyorsun ki bugüne kadar hiçbir korkun, başına gelen hiçbir kötülük, hatta bunların toplamı dahi sana böyle hissettirmemiş... Bu hikayede en masum belki sensin ama bu umurunda değil, kendini suçlamak için bahane aramana dahi gerek yok, oracıkta bulabilirsin; biraz daha erken davransaydım dersin, yeterince yanında olamadım dersin, aranızda geçen en ufak tartışma bile aklında ağır bir külçe gibi kalır, beyninden seni yerin dibine bastırır... Eskiden derlerdi ki ölürken insanın gözünün önünden film şeridi gibi geçiyormuş hayat, işte o zaman anlarsın ki meğer burada kastedilen ölüm kendi ölümün olmayabilirmiş; yaşadığınız iyi kötü her şey, her görüntü, hatta bazen screenshot tarzı mesajlaşma görüntüleri dahi aklında dünyanın o bizim farketmediğimiz dönüş hızından daha hızlı dönerken aklında olan soru, bu zamana kadar sorduklarının en büyüğüdür, daha büyük olduğunu sandığın soruları da silip süpürür: O yok mu şimdi? Bu sorunun en elem tarafı da şudur, o varım demedikçe ondan başkası tek kelime edemez, yok bile diyemez, denir mi; o da yokum diyemez, yoktur da ondan; sense beklersin, yokum diyebilmesi için beklersin, hala ama hala bir umut beslersin, ölmedim ama artık sende yokum demesini dahi umarsın çünkü artık bu cümle seni kanatamayacak kadar basitleşir, feda olunursun, o zaten sana bu geceyi yaşatarak feda etmiştir seni ama sen bir daha olursun. Eee ne derler bilirsin: Sağlık olsun. Yine de düşünmekten utanırsın akla gelen ve yazık ki gerçek olması muhtemel bir ton ihtimalden, iğrenirsin çünkü  tüm bunlarla boğuşurken, boğuşmasan dahi akar zaman bilinmezine; gece rüzgarı suratına adi bir fahişenin nefesi gibi hain hain vurarken aklına gelebilen tek şey, sabah kalktığında -şayet kalkmak diye bir ihtimalin varsa- haberlerden ve gazetelerden gözünü ayırmamaktır: Nefes almakla kusmak arası bir git gel yaşamak... Cehennem bazen dünyadadır ve cehennem... O bizi nasıl acıtacağını çok iyi bilir; benim bir filmde duyduğum seninse şimdi burada okuduğun bu cümle, aklına tam da ummadığın gibi,  herkesin hala hayatta olduğu bir sabah için yattığın uykuda, sokaktan geçen arabanın çıkardığı basit fren sesine kan ter içinde ve kalbin patlarcasına uyandığın o anda gelir... Aynı anda, bakmaya utanıp kenara fırlattığın ve bir boka yaramadığını düşündüğün o aptal telefonuna bir mesaj gelir, ondan... Kalırsın, tıpkı paragtaflara ayrılmamış bu koca bölüm gibi dümdüz, hantal ve ifadesiz. Sevinemezsin bile, benim gibiysen kızman da pek tabii imkansızdır, bütün tehlike geçmiştir bilirsin ama artık rahatlaman imkansızdır, ertesi gün bile üstüne sinik durur o korku, etkisini yitirmeksizin. Sonraki gün mü? Henüz yaşamadım, umarım yaşayabilirim.

Şimdi sakın kimse bana intihardan söz etmesin, o kadar çok insan görüyorum ki bunu düşünen; oysa bir ok bildiğiniz yok kalanlar adına, ne rahatlayacaksınız ölünce ne bir şey, bilmiyorsunuz, benim saniye saniye yaşadığım bu bıçaklanmayı yaşayacak kadar şanssız olmadığınız için yaşamak bu kadar kötü geliyor, asıl olan terkediş biçimindeki bir ölümün ardından, arda kalan yaşayan olmak. Allah'a bin defa şükürler olsun ki bu gecem kötü bitmedi benim ama benden şanssız aileler, arkadaşlar biliyorum ve sırf bu yüzden, dün geceyi yaşarcasına acı çekerek bile olsa bunları yazdım, yazdım ve biliyorum ki içindekinin zerresini dahi anlatamadım.

Bunları okuyarak hissedemeyecek  beni anlamayacaksınız ama yalvarırım kulağınıza küpe olsun çocuklar. Benim de aklımdan geçmedi değil gençken ama ben istiyorum ki vazgeçmek için benim yaşadığımı yaşamanıza gerek kalmasın. Yalvarırım arkadaşlar, en samimi yazım budur inanın, sizi üzenler için sevenleri atacağınız ateşin gücünü biraz olsun hissedin; üzgünüm ama çoğunuz benim yaşadığımı bile kaldıramazsınız  bir de geri dönüşü olmayanların kat  kat fazla ateşi var; onu hissedin, çünkü eğer gerçekten yanar  yakarsanız değil bu abi, kimse sizi kurtaramaz.

Belki bana uyuyacağım dedi ama... Şimdi beni anlıyor musunuz? Muhtemelen artık yok, içimde umut olsa dahi saat öğlen bir buçuk ve o YOK! Acımı asla anlamayacaksınız ama olsun, yazmasam ölürdüm ve tek tesellim başka hayatların yitmesine engel olma ihtimalim bu yazı.


0 Yorum:

Yorum Gönder