Kedili Yazı

Yine hayli ihmal ettim biliyorum sana yazmayı sevgilim, en azından başkasına da yazmış değilim uzun zamandır; ben de bunun hakkında konuşacaktım aslında seninle...
Nasıl desem bilmiyorum, galiba kaybettim... Hani arkadaşımın doğum günü için bir planım vardı anlatmışımdır belki -hatta bundan tam olarak bir hafta sonra o gün- birinden bir yavru kedi bulup, onu güç bela kucağıma alıp arkadaşım -daha doğrusu eski can dostum- için bir video çekecektim; planım ilk defa tıkır tıkır işlerse de şayet, belki onun için bu korkumun üstüne gittiğimi düşünürdü, hem biliyorum kedileri de çok seviyordu, belki beni de severdi, yeniden yani... Ama biraz daha düşündüm işte sonra, cümlenin bağlaçla başlayamayacağını umursamayacak denli şiddetli düşündüm ve idrak ettim:


Ben o kediyi bulabilsem de bulamasam da ne olabilirdi ki artık sevgilim, kaybettim işte, açık net kaybettim; demek ki varmış çalışsan da başaramayacağın şeyler, demek ki kişisel gelişim kitaplarının ağzına tükürebilirmiş hayat. Kabullendim her şeyi ben güzelim, n'apalım, hem onlar mutluysa gerisi boş zaten, varsın ben yine senin duru fikriyatınla hayat bulurum yalnız. Artık asla bir şey ifade edemeyeceğimin farkındayım pek çok kişi için, unutulmaya yüz tuttuğumun farkındayım, unutulmak bu dünyadaki tartışmasız en dumur şeylerden biri inan bana ama kabullendim işte, sonuna gelmişim çoktan, öyle bir gelmişim ki... Ne en ufak umut kırıntısı senden başka, ne bir şey; susuyorum bu ara, açmıyormuş muhabbetim öyle diyorlar, desinler tabi, gazoz açacağı değilim ben. Varsın açmasın be güzelim, başka bir yola girdim ben artık; susuyorum, konuşmuyorum pek kimseyle, dışarı çıkmıyorum pek ama bol bol kitap okuyorum... Evet bebeğim kitap, bayağı kitap okuyorum. Ben de çok şaşırdım ama bir gün elime telefonu aldığımda fark ettim ki gelmesini umduğum bildirimler artık asla gelmeyecek, ne mesaj ne bir şey... Hepten canım sıkıldı, aldım elime bir kitap, o günden beri dünya ahiret okuyorum işte. Demek öyleymiş bak, senelerce insanların kitap oku demesini bırak, kitabı sevmen bile yetmiyormuş; gerçek bir okuyucu olmak için, kitapla kurtulmak gerekiyormuş... İçki de içerdim sigara da, eminim ki zamlara rağmen daha ucuzlar kitaplardan; yine de bunu yapamam sen de biliyorsun, her zaman kendime yakışanı yapmaktan aşağı kalamadım, kaldığım vakit ne olduğunu da biliyoruz işte...
Böyle geçiyor yani günlerim, ders çalışıyorum, kitap okuyorum, biraz ağırlık çalışıyorum, hastane falan... Bir de tüm bunların arasında hala seni umuyorum.

Kaybetmek işte böyle bir şey, insana mecburi bir çeki düzen kazandırıyor. Sen sen ol, var olmasan dahi girme bu yollara, bak ben dilsizden hallice bir şeyim, sana yemin ederim günümü maksimum 3 kelimelik cümleler ile geçirebilirim, yeni bir ben mi oluyorum, yok mu oluyorum, ne bok oluyorum belli değil, kaldı ki tüm bunların arasında elimden tutmaktan korkar mısın diye de düşünüyorum çünkü sebebi ortada...
Bak pes etmek o kadar da zor değilmiş, hele ki kendini bir pislik gibi görebildiğin müddet, geri kalanın keyfi yerinde olduğu müddet hiç mi hiç zor değilmiş... Lafı eveleyip geveliyorum zira olsan edeceğim bu cümle için bir de sen kızacaksın bal gibi biliyorum: Belki de senin için bile sadece bir kir olacağım, gelmesen mi? Sakın bunu klasik kız tavrıyla "Demek benden bu kadar kolay vazgeçebiliyorsun!" diye düşünme, seni değil umudumu feda ediyorum, bilhassa kendimi... Çünkü hayat benim seni sevdiğim gibi ilerlemiyormuş baksana güzelim, gerekenden fazlasını dahi yapsan olmayabiliyormuş, hak etsen de olmayabiliyormuş... Vazgeçtim işte sen hariç.
Hiç şeyi düşündüğün oluyor mu? Sosyal medyada bilmem nerede, asla dönüp bakmaz insan engelledikleri listesine, bunu bir de engellenene sor tabi. Unutur gider engelleyen, aforoz olursun, canın gibi devdiğin dostun, sevgilin, ailenden biri ya da her ne ise işte o senin gözünün yaşına bakmaz ve hiçsindir. Hiç olmak bu kadar kolay, adam öldürmek bu kadar kolay geliyor bazılarına; güya herkese kötü geliyor bir cinayet işleme fikri ama çoğu da kıyısında yüzüyor, cinayet işlemeseler de ruhsal felce maruz bırakıp dönüp arkalarını gidiyorlar...

Gidenlere zaten alışamadım da, arkasını dönen, daha doğrusu arkasına bakmadan gidenler hep içimi titretti, ya bir gün ikimiz bir şekilde karşılaşıp sen benden ne hikmetse etkilenirsen ve sırt sırta verip sıfırdan yüksek herhangi rakımdaki herhangi bir yerden aşağı bakarsak ve ben yalnız sırtımda seni hissedip en ufak göremezken sen havaya ya da yere karışırsan ve ben sırtımdaki o ter tabakasını uzun zaman sen diye taşıyıp asla arkama dönüp bakamazsam ama içten içe de bilirsem? Sence bunun adı delirmek mi olur?
N'apayım bir tanem, kızma bana; o kadar çok gittiler, bıraktılar bilmem ne ki, on değil otuz altı değil... Bu benimki paranoya değil, kimsenin yatıştırmaya cesaret etmeyişinden bir lağım kapağı formunu almış ürkeklik sadece. Okşasan da korkarım biliyor musun, saçma geliyor tabi sana, bu kadarı da fazla biliyorum. Şu anda olmayanlar, bu zamana kadar bana en çok kendilerini yanımda hissettiren kişiler de ondan, gerçi sen yokken bile aynı etkiyi verebiliyorsun ki bunu anlamlandıramadım hala ama olsun.

Bu yazının biteceği yok be kuzum, tıpkı benim derdim gibi, şöyle esas iki kelam edip bırakamayacağım ve dönüp dolaşıp aynı yere kapaklanacağım şimdi bitirmezsem. İzin ver bu yazının adı Kedili Yazı olsun...
Olmadı işte, Alptuğ Dağ açık net kaybetti, açık net kabul ediyor, açık net direnmiyor, bitti, yolun sonuna geldi; artık ne olur bilinmez ve muhtemelen onu da ilgilendirmeyecektir, tek sorusuysa tüm bu yenik adamı gerçekten sevebilecek misindir, bilmez... İnşallah sen de değilsindir onca duanın olmayacaklarından, bu güne dek daim inat ettikçe daim boşa düştüm ve şimdi beni suçlasalar bile vazgeçtim diye: 

Artık eski dostum için bir şey ifade etmeyeceğimi tam olarak biliyorum. Kaybettim. Pes!


0 Yorum:

Yorum Gönder