KAN ve GÜL

İskender Doğan'ın aslında tek bir sözü beni ziyadesiyle ilgilendiren: Peki öyle olsun.














İnsanlardan elini eteğini çekmek başlığı altında konuşmak gerekirse şayet, herkes kendi yolunu çizerken ben kendi yolumu "yazmaya" teşebbüs ettiğim için böyle belki de bilmiyorum, bilmiyorum anlatabiliyor muyum... Ziyanı yok, onlar bensiz pek ala, peki öyle olsun; her nasılsa kitaplarım var, onlar bana kapanmıyor, aslında onlar çoğu insanın fark etmediği ve sahip de olmadığı bir biçimde yanlış anlaşılma korkusunu en derinden yaşıyor... Kan ve Gül'ün de öyle tempolu bir şarkı olduğuna bakmayın, esasen dokunup gidiyor, dokunduğu yerde bir yara hep kalıyor. Hayatımın geri kalan kısmı da bu "Peki öyle olsun." kısmınca şekilleniyor, gidenler, götürenler, suçlayanlar, bir yalana inananlar; kısacası her halükarda Alptuğ'u günah ve yarım bırakmaya içten içe en baştan niyetli, uzak yakın onlarcası...














Dedim ya elimi eteğimi çektim, sokulasım yok kimseye, hele ki diyalog dediğin öyle böyle bir şekilde tetikte geçecekse; aldırmıyor değilim, aksine belki de her zamankinden daha şiddetli alınıyorum ama alınmak ya da alınmamak, işte bütün mesele bu değil. Mesele olan bunun bir şeyi değiştirmemesi, mesele olan çekip gidenin her defasında mutlu olması, gidemeyenin de aslında gözdeki bir çapak kadar aciz değişme çabası. Misal ben, çok kitap okuyunca yalnızlık hissini silecek miyim? Aptallık; çok kitap okuyunca bana yapılanların o ütüye elini değen çocuk acısı dinecek mi? Bırak Allah aşkına; çok kitap okuyunca, şu anda umrunda dahi olmadığım mutlu kötülerden, ya da kötü olmaksızın, masum olduğunu bildiğim ve de en çok bu bilginin beni kırdığı şekilde bana kötülük edenlerden daha iyi duruma gelip onları utandıracak mıyım? YALAN.


Çünkü, Kan ve Gül'ün duygusal mirası bende kalacak, asla onlara, belki asla kimselere geçemeyecek; zira Canıgüz'ün aynı adlı romanını okuyan hiç kimsenin sinirini benim kadar bozmayacak, sonunda nihayetinde çoktan boşanmış dahi olsalar yirmi yıl öncesinde aldatıldığını öğrenen adamın kahırlı da olsa boşverebilmesi... Yorgunum işte, kan da, gül de, gün de, kara gece de, susuz ölüm de şu kadarcık; çünkü belki o geceler yalnız bana gece, belki benim gün dediklerim kiminin gecesi dahi etmez ve onlar, biliyorum asla dönüp buraya bakmayanlar...
Hani diyorum es kaza, bir anlık dalgınlıkla falan buraya baksalar görürler mi kanın gün olmaktan bu kadar uzakken güle rengini veren olabileceği ihtimalini; zaten o yağmur sonrasının altı boş kaldırımları olmasa uyanmayacaktık en az aynı boşluktakı güzel onca ihtimalden, yazık ki uyanışımız o kaldırımın altından üzerimize sıçrayan çamur kadar yumuşak olmayacakmış, olmadı...















İnzivaya çekilsem ne, çekilmesem ne? Sanki insanların gözünde bir şey değişecek? Bir yandan da insanlar umurumda değil ama aslında en çok umurumda ve umurumdaki en çok onlar, gözleri için aynı şeyi söyleyemem fakat. Herkes dönüp baksa da, kimse başını çevirmeye tenezzül etmese de burada olmak... Kar kaldı işte yanlarına, kar kaldı, Alptuğ diye bir şey kalmadı, bir boyama kitabı kadar bile, her sayfası tamamen siyah bir boyama kitabı; boya boyayabilirsen küçük kız, olmadı sen de yak gitsin, alışığım zaten, ısınırsın...
Ben seni üzerim erkeklerinden bir farkım: Ben seni üzdüm, bundan 13 yıl sonra belki, belki biraz daha, herkesi üzdüm çok yakında. Kendi sarmayacağım bir adamın sarılması gerektiğine dair düşüncemi ve birinin er geç onu saracağına dair ümidimi onunla paylaşmazdım ben olsam ama peki öyle olsun...

Seni sevmiştim dünya,
Aslında herkesi sevmiştim;
Birinin ölmesini bir anlığına da olsa en içten dilediğim dün anladım,
Bana güzellikleri layık görmediniz, peki öyle olsun.

İşte size hayatımın tek betimlik tarifi: Ölü sineğin yapışmış leşini bembeyaz tülden kazımaya çalışmak, ben tülmüşüm burda, peki öyle olsun... Alptuğ kötü, Alptuğ siyah, Alptuğ kan, Alptuğ sakın gülme...


0 Yorum:

Yorum Gönder