Kafe

Arkasını dönüp yürümeye başladı, kol saatine baktığı falan yoktu ama iki kırk altıyı gösterdiğini bilmemesi gerekmezdi diye düşündü. General Tevfik Sağlam caddesinden aşağı hızlı adımlarla vurdururken paltosunun uçuşması ona ilk defa kendini Superman gibi hissettirmişti, sanki herkes hayatında birkaç defa kendini Superman hissediyormuş gibi düşünüp yüzü asık devam etti, caminin önünden inerken arkasındaki kadının telefon konuşması kulağını tırmalıyoru. Kadın durmadan "Güzel bir şeyler yapalım istiyorum, erken kalksın biraz..." diyordu, belli ki birinin doğumgünü falandı diye düşündü bizimki; kadın sürdürdü, "Annesinin yokluğunu hissetmesin diye şey yaptım ama yine de siz bilirsiniz." İçi titredi bizimkinin, buraları biliyordu ve dönüp kadına yardım etmeyi tüm kalbiyle isterken bunu yapamıyordu çünkü insanları dinlemek hoş bir şey değildi. "Hayat benim önüme hep böyle engeller koyuyor."diye düşündü, gözünden yaş mı aktı yoksa suratına aptal bir güvercin mi işedi kendi de anlamamıştı... Kadın telefonun ucundaki eşi olduğu tahmin edilecek kişiye hamam ve havuz fiyalarını söyleyip, ikide bir "Siz nasıl isterseniz o olsun ben uyarım." gibi şeyler söyleyip ardından, saklayamadığı bir kalp kırıklığı içinde "Özel bir gün olsun istemiştim sadece." gibi cümleler kurmayı sürdürüyordu... Bizimki bunun bir an gerçek olmadığını, Alptuğ Dağ diye birinin alışveriş merkezinin servisinde arka koltuğunda oturan kadının konuşmaları olduğunu düşündü ve güldü, Alptuğ Dağ diye adam mı olurdu.

Göbekten yavrukurt sokağa döndü, iki kafe vardı, nargile kokuları, şıklık yarışları, lüks arabalar, aslında bir yandan da sadece bu lüksün içinde kaybolmak için orada bulunuyomuş gibi duran ve bunun sahteliğini de bal gibi bilip, içten içe nedensiz bir acı çekerek devamlı kendine Çayyolu'nu öven ve orada bir yaşam hayali kuran onlarca Etlik insanı... Hepsi kendini bir topluluğa ait hissetmeye şartlanmış, yalnız olmadığını düşünüp bundan mutluluk duymak amaçlı "sosyalleşen" her yaştan insan.

Kafelerden birine oturdu, adeti değildi ama bir an yaptı, düşünmeden ve aniden yapılan zararsız hamlelerin hayatına katabileceği rengi düşünüp bir daha güldü, insanlarsa her zamanki gibi onun kendi kendine gülüşünden bir pay çıkarır gibi ona bakıyorlardı, her an bir yerden "Bana mı gülüyorsun bilader?!" türünden bir arıza çıkabilecekmiş gibi; bu ihtimali o da düşündü, böyle bir şey olsa nasıl izah ederim kendimi diye de düşündü ve bir daha güldü; aslında bu bir yandan koruyordu da onu, insanlar neye güldüğünü bilmedikleri bu adamdan -belki de en çok kendileri sefil hayatta gülecek bir nokta sahiplenemediği için bu denli- ürküyordu. Yine yalnızdı yani ve etraftan devinim fışkırıyordu, yan masada birbirine gülen kızlara baktı, bir an için göbeğiyle birlikte güzel kızların dünyasına adım atabilmesini garsonu çağırarak kutladı, aralarında daima naylondan, kalın bir duvarın bulunacağını göz ardı ederek...

Dalmıştı, yavşak garson tepesine dikilmişti, yavşak diyordu çünkü o tip bir mekanda her daim olabileceği üzere kadınlara ekstradan yalakalık yapıyor ve boş kalmaya gördüğünde onları süzüyordu, "Valelerinin de garsonlarının da ***" diye mırıldandı ve samimiyetsiz bir şekilde "Efendim!" diyen garsona inleyerek "Balet!" diye bağırdı, "Baletler çok yalnız." Gerilmişti, saçları iki yandan örgülü sarışın kadını tercih ederdi spariş vermek için, bunun alakası olduğu tek tutku kadının yatalak annesine ve iki kardeşine bakıyormuş gibi bir havası olmasıydı, yoksa bile bizimki öyle görmek istemişti. Yavşağı işkillendirmemek adına çay söyledi, çay yetmezdi tabii, yavşak hala orada dikiliyordu; şık bir mekandı burası canım, o kadar şık ve o kadar nezih bir cehennemdi ki. (!) Yavşak, kapitalizmin ona öğrettiği güya "hayat dersi"nin buyurduğunu yaptı ve alttan alta ima etti dilenir gibi: "Yanına bir şey istemediğinize emin misiniz?"
Baktı ki bu cevval (!) delikanlının tatmin olmaya ihtiyacı vardı, o halde ona istediğini versindi: "Bir dost alayım!" dedi, çocuksa kendini oraya gelen gösteriş budalası kro müşterilerden biri gibi onu ezikleyen bir tavırla "Kaşarlı var, karışık var..." saymaya başladı. Bizimki işleri kızıştırmaya niyetliydi, başını kaldırdı, garsona yaklaştı, eğilmesini işaret edip muzipçe gülümsedi: "TOST DEMEDİM GERİZEKALI!" Yavşak afallamış ve sinirlenmişti ama ensesi kalın patronunun kapıdaki gölgesi ying-yang gibi dengeliyordu puştluğunu. Bizimki sakin bir tonda, garsona bakmayıp dışarıyı seyrederek sürdürdü...

"Dost, dost bak çok önemli bir şeydir, benim dostum yok, ben dostum olmadığı için sizin bu aptal mekanınıza geldim; ne yaptığımı düşünmeden, sadece insanlarla bir mekanda bulunmak adına, karşı kaldırımdan geçecek komşumuzun beni görüp sosyalleştiğime ve normal biri olduğuma kanaat getirip bunu anneme yetiştirmesi ve onunsa biraz olsun rahatlaması umuduyla... Dostsuz çay eksik kalsın, belki eksikliklerinizi tamamlarsınız; oradan bakınca en eksik benim, haksız sayılmazsın, buradaki en yalnız benim... (Fısıltıyla) Yoksa yalnız olduğunu belli etmekten çekinmeyen mi demeliyim?" Masadan kalkıp avucunun içiyle masaya bir 10 kuruş bıraktı ve gülümsedi garsona, çıkarken ise tek düşündüğü şey o sarışının burayı, daha doğrusu buranın o sarışını hak etmediğiydi, ha bir de mekanın kenarda, en arkadaki, garsonların bile görmediği masasına oturmuş Alper Canıgüz okuyan kızı.
Toplum bizi kendine muhtaç bırakıp kendinden soyutlayarak neyin cezasını veriyor diye düşünürken o mekandan çoktan çıkmıştı, Etlik sınav lisesinin önünden geçip karşıdaki yokuştan sağa döndü ve diğer yokuşu tırmandı, biraz tırmandıktan sonra durup GATA'nın duvarına yaslandı ve "Alptuğ Dağ diye biri olsaydı..." dedi, o da buraya oturur muydu bir pazar günü, yokuştan geçen bir amca ona "Yorgun musun evlat?" der miydi yoksa kimse yine takmaz mıydı derken uyuyakaldı... Rüyasında toplandıklarını hayal ediyordu kendi gibi birileriyle, örneğin o Canıgüz okuyan kızla, bir yandan da biliyordu ki öyle bir kız hiç olmamıştı, bunun rüya olduğunu da biliyordu ve dedi ki "Peki öyle olsun."


0 Yorum:

Yorum Gönder