Nafile

*Aşağıdaki şarkı eşliğinde okumanızı istirham ederim.

Didem Madak'ın dediği gibi ben de "Tehlikeli sayılmam artık. Kalbimi kalın bir kitabın arasında kuruttum."
Aklıma eskilerden bir şey çalındı, hangi sınıftayken gördüğümü, hangi hocanın girdiğini bilmediğim bir matematik dersinde aklımdan geçen o düşünceyi anımsadım: Örten fonksiyon denince aklımda beliren tek şey şefkat oluyordu, sevinmek demeyeyim de, içim sanki dışarıdan gelip uzun zaman sonra kalorifere dokunmuş gibi bir şey oluyordu; aslında belki bu fikri geçmişte aklımdan geçirmemiştim ama bu gün sanki önceden yaşamış gibi hatırlıyordum: Jamais vu.
Öyleyse bile ne önemi vardı ki, öyle hissediyordum işte, matematik bana bunu kattıktan sonra gerisini reddetsem de etmesem de ne değişirdi ve ben böyle bir adam oldum, belki bu katkıyı bir başkası görebilseydi daha mı farklı olurdu diye düşünerek bir arkadaşıma mesaj attım bu gün, sanırım öncekilerden daha uzakta ama daha gerçek bir arkadaşıma.

"Bana güzel bir şeylerden bahseder misin?" dedim, "Güzelliğini unutmuş olabileceğimi düşündüğün şeylerden.", bir sanat filminin kırılma noktası tabir edilebilecek bir sahnesini yaşar gibi ama herkesin aksini düşüneceği bir biçimde, öyle düşünmeksizin.
Cevap veremedi, ya da vermedi, beklemiyordum da aslında; işte o an, yani tam da bu "aslında" kelimesini yazarken kendimden utandım, insanların verdiği boş umutlar, boşverler, lazım da olsa onca telkin ve teskinden sıkılmış olsam gerek ki onları kederimin cevap veremeyeceği bir noktaya ulaştırmaktan ve bu noktanın varlığını hissetmekten nefret ile bir haz alıyordum sanki de ondan. "Hiç bir şey değişmeyecek." gibi ya da daha kısası ve iç çekilebiliri olan "Nafile" gibi sözcükler yapmak istediğim şey için oluşturulmuş ve yüzeyde kalan şeylerdi... Belki benimkiler yüzeyde kalmıyordu ama daha fenaydı sanki, açık net insanların içini karartıyordum, buysa yalnızca direnmemeleri içindi... Hayatım buydu işte, ben kabullenmiştim bir kere; bu insanlarınsa beni umutlandırmak adına mıdır nedir bilinmez çırpınışları, hatta kendi inanışları, hele bazılarındaki o büyük samimiyet... Çok duygulandırıyordu işte beni, kendimi tutmak şey geliyordu...

Farkında değil miyim sanıyorsunuz duygulandığımda kızar hale geldiğimin, elbet farkındayım; sakız çiğnenmesine ya da şapırdatarak, katırdatarak yenen bir şeye kızdığım kadar değil tabii. Duvara vurasım geliyor o zaman ya o insanların kafasını ya kendiminkini, bir yerleri yıkasım geliyor, kendimi kesesim geliyor, tutuyorum...
Ya kızacağım ya ağlayacağım, belki gülsem de bazen, o bazen dahil kalan her an da bu gülüşün geçeceğine dair kafamdaki bir iddia ile yarışıyor olacağım, yine fark etmeyeceksiniz, tutacağım; sonra haklı çıktığımda, çok basit bir şeyi kaybetmiş gibi güleceğim ve tahmin edebileceğiniz gibi, tutamayacağım.
Bugün alışveriş merkezinin servisine bindiğimde mesela, etrafımdaki onca insanın devinimlerine bakıp, aklımda bunları birer roman gibi süzüp güldüm, gülüşüm aslında gülmemeydi zaten, ben daha gülmeden gülmemin sonrasının ortamı bende hazır dururdu, belki bütün yazarlarda hazır duran bazı satırlar gibi. Şeye güldüm, insanların kendilerine güldüğümü sanıp bana kızabileceklerine ya da  kendilerinden utanacak olmalarına, daha çok da aslında yalnızca bir şeylerin olup bitişine güldüğüme, bunu onlara asla izah edemeyeceğime, bunun fevkalade bir durum komedisi olabileceğine ve hayatım boyunca çıkamayacağım bu çaresizliğe.

Arkadaşlık diye bir şey benim için hiç olmadı, en azından insanların arkadaştan kastettiği o şey diyeyim; arada bir konuştuğun o kişi, o kişiye ben arkadaş demez tanıdık derim, arkadaşım yoktur benim, insanların arkadaş diye kastettiği şey yeterince değil hep ortadır ve ben buna haliyle alışamamışımdır, olsa olsa dostum vardır; dostum vardır gamı benimdir, dostum vardır efkardan kaçmaz, dibine düşmek için elimi tutar, dostum vardır yeri gelir tak diye keser, yeri gelir bana uyar sızlaya sızlaya inler ama ordadır... Dostum vardır, olsa olsa -olmazsa?- olsun, var mıdır, yoktur, yokmuş. Nafile dost, ben bunu anlatmışım anlatmamışım, bugünü, dünü ya da takvim yaprağından -şayet kaldıysa öyle takvim) düşecek herhangi yapraktaki tarihten iki gün altı ay sonrasını yaşamadan şimdiye devam etmiş olsam dahi nafile.

Sen bunu okuduğun vakit, her kimsen beni hissedip sevemeyeceksen, nafile işte.
Her şeyin yıkılmamışslığında bir derin nefes alıp, son nefesler halinde verebilmek bile bir lütuf geliyor anlar mısın?

0 Yorum:

Yorum Gönder