Altmış Küsür

Altmış küsür insana rastlıyorsun ne garip; kimisi aşk boş iş diyor, kimisi ben gibi aşkı referans alıyor, aha kimisi de yaşamı bel altından ibaret, türlü fesatlık içinde sapık fikriyatlara girişirken bizi eleştirmeye yelteniyor, gerekçesi ise "Sen yalnızsın ben değilim." Ulan ben bu heriflere yıllardır anlatamadım be, yıllardır; bir türlü diyemedim "Ey gerizekalı, sen kendin bir faydasızsın, yanına da sen gibi boş muhabbetler yapacak, geçici, anlamsız, sevgisiz bir faydasız ararsın; ondan çok da piyasada, ben gibisi yok, olsa da sen taşıyamazsın!" Uzun ve güzel bir cümle oldu, keşke bunu o an kurabilseydim; bu durumun psikolojide de bir adı vardı ama neydi, kaba tabirle "geçmiş bir ana dair diyalog geliştirmek" diyelim biz buna.

Ben aslında bunu anlatmayacağım sizlere de, sonra dememiş olmayayım dedim. Hah altmış küsür insan demiştik en son...
Farklı telden çalıyor herkes, herkesin bakışı ayrı gayesi ayrı, biri hep hainliğine inanıyor karşı tarafın ve kendince sinsilikler geliştiriyor ayakta kalmak adına, diğerine bakıyorsun adam elli kere itilmiş lakin hala elini tutacak birini arıyor. Dünya işte, dedim ya altmış küsür insan, beraberinde bir o kadar hikaye, bir o kadar yara ve vesaire... Peki size bir soru; bu kadar farkın içinde nasıl mümkün ki iletişim, anlamak, anlaşılmak yahut herhangi anlamda sevip sevilmek? Aslında soruyu yanlış sordum kabul ediyorum, zira gayet basit ve normal bunları gerçekleştirmek, insanın doğasında var; sanırsam sorulması gereken, hatta sormakla vakit kaybetmeyip derhal çözülmesi gereken başka bir sorusu var insanlığın: biz bunu şu anda neden beceremiyoruz?!
Farklılıklarımız keskinleşti çünkü, ten rengidir cinsiyettir falan hep ikinci plana atıldı hatta; kafasından bir şey uydurdu insan, o salak ben zekiyim diye, o anlamıyor ben anlıyorum diye, belki de en kötüsü ben yaşadım o yaşamadı diye diye. Çakallık peşinde insanlar arttı, çünkü diğerleri, yani bencil olmayanlar, yani nispeten ahlak ve dünya daha bir umurunda olanlar üstünlük çabasına girmektense üzüldüler, çünkü yalnızdılar.

Örneğin şiirler, şairler... Duygunun, hissetmenin, anlaşmanın, belki de bir şeyleri paylaşmanın anlamsız görüldüğü bu kara dönemde, aksi şekilde görenlerin de etkilenip bunların varlığına dair umutsuzlaşması dahilinde kendini birer hiçliğe bıraktı; bunlarla yaşayan insanlar ne oldu dersen, hiç. Başka insanlarız biz, ayrı insanlarız, altmış küsüre dahil olmayanlarız, olmak istemeyenleriz, hatta o kadar az bir kitleyiz ki şu anda birinci çoğul kişi anlatımını kullanışımdan dahi tereddüt etmekteyim. Biz ne anlarız onların kirli dünyalarından, işimiz gücümüz saçma salak sevgi falan işleri, ne önemi var cinsellik varken şiirin di'mi, duygu da neymiş yahu bırak, kullan at işte insanları; sadakat mi? sadakat ne be oğlum, adeta kendini tasmalamak, hem kimseyi sevme çünkü onlar seni sevmeyecek zaten, sen onlara az değer veriyorsan onlar sana daha azını veriyor zaten hiç kafanı yorma...
Böyle mi yani gerçekten? hanginiz inandı az evvel okuduğum bu masala, tek bir cümlesine dahi katılan varsa sanırım gerçek masalların aksine uyumasının değil, uyanmasının vaktidir şimdi. Bazı kendini bilmezler, bazı benciller, bazı kolaya kaçanlar... Onlar bunları uydurdu çekti gitti, sıkı sıkıya inandı; adeta putperestler gibi kendi gerçeklerini uydurup bağlandılar, bu da yetmezmiş gibi bağlanmayanları dışladılar. Biz belki dünyada sadece altmış küsür kişi, biz bu dışlanmayı marifetten saydık ama bazılarımız onların bu aptal masalına inandı çaresizlikten ve masumiyetten, bazılarımızsa bile isteye onların tarafını aldı, zaten hiç bizden olmamıştılar...

Ucuz insanlar.
Altmış küsür de olsak, daha az da olsak daima kafa tutacağız size; çünkü hala bu dünyada sevgi gibi, güven gibi şeyler var, siz varsanız biz varız, siz şerefsizseniz vesaireyseniz biz tam tersiyiz. Belki de buna en basit örnek ben; birilerinin beni gerçekten masumiyetle seveceğine inancım, yalnızca bütün sevişlerimin noktası virgülüne masumiyet kokmasındandır. Güzel insanların olduğu yerlere gitmek amacı elbette ki hepimizin kalbinden de derinde, bu ilçeden gitmek mesela, bu ortamları terk etmek, öylelerinin giremeyeceği, hatta girmeyi asla istemeyeceği kadar iyi yerlerde, onların istese de olamayacağı kadar güzel insanlarla bir arada olmak. Bunu yapmanın tek yolu birleşmek tabii ama bunun için de tebligat yayınlayamayız nihayetinde "Tüm düzgün insanların dikkatine!" dercesine. Yine de yakındır bu düzenin bozulması ve egoistlik gibi olmasın fakat sanırım bunu yapan da bizzat ben olacağım, sevinçle bildiriyorum. Altmış küsür kişi olacağız bir gün, belki de daha fazla; bu defa biz imrenileceğiz, kirli işlerle kazananların devri kapandığında, pişmanlıksız gülümseyeceğiz. Ha böyle olmayabilir de tabi, yalnız da ölebilirim, kimse bu yazıya hak da vermeyebilir; açıkçası rahatım ve umurumda değil, çünkü yanıbaşımda yaşanan türlü adaletsizlikten, ahlaksızlıktan ve dahasından failleri olmasa bile ben utandım, fakat kendim utanılacak pek de bir şeye bulaşmadım, ne mutlu! Başkaları adına utanabilmek de güzel, yüreğinin sağlamlığı hafif acıyla da olsa belli oluyor insana; lakin belki de en ama en güzeli, onların söz ettiği gibi kaybeden bile olacak olsam, bunun aslında kaybetmek olmayacak olması.

Altmış küsür olmasak da,
İki küsür insan dahi deviririz dünyayı,
Aman aman...


0 Yorum:

Yorum Gönder