Gecenin en karanlık ve en soğuk anının güneş doğmadan hemen öncesi olduğu bilgisinin ne ise yarayacağını her daim düşündüm çocuklar. Amnezilere bel bağlayarak kendini ayakta tutmaya çabalayan vücudumun içinde boşluktan olsa gerek yankılanan yegane soruysa daha kötü olup olmayacağıydı elbette, benim için zaten hep daha kötüsü vardır oğlum ben değilim burda ne özne ne kasıt ne haklı ne hak; diyeceğim o ki ezcümle, binip gitsem sessiz gemiye, daha kötü olur mu cidden neticesi şimdiden... Yılmaz Odabaşı'nın o meşhur ama buraya yazmayacağım - zira defalarca yazdığım- sözünden daha fazla tek bir şey gelmiyor aklıma, kelimeleri ustura halinde yazıyorum derman değil elzem diye meramıma. Kanımın herhangi bir durum sonrası vücudumdan tıpkı Nazi kamplarından kaçan masumlar gibi hiddetli fışkırmalarını anarak rahatlıyorum sadece biraz, günlerin geçmesininse yukarıda bahsettiğimin ve sessiz gemiyi limanıma yakın etmesi dışında bir esprisi yok. Ve belki bu yazı da tek parça bir kaya gibuy, mideye oturan ağırlık gibi, kısa bir hayat mesali tam şu anda...
Ben de biliyordum çocuklar, böyle olacağını daha ilk andan biliyordum, güzel şeyleri mahvetmek üzerine bir bedduayım sanki. Bunca sene neden kimse karantinaya almadı ki beni? Ama ben dedim be oğlum, bırakın beni dedim bu güzel günler bitmeden, görüyorum yine her şey elime yüzüme bulaşacak dedim... Gittiler işte şimdi, biri gitti daha doğrusu ama açıkça en önemlisi. Eski günlerden güllerim kaldı bana yine, ***BURADA BAZI DOST İSİMLERİ YAZIYORDU AMA BOŞVERİN GİTSİN*** Ama insan onların bana "dostum" deme hatalarının dışında yalnızca iki şey düşünüyor, ilki eğer onlar da her gün yanıbaşımda olabilse onlar da canları bu yanarak gider miydi, onların inkar ettiği üzere aramızı iyi tutan şey mesafe mi? İkinci merakım da şu haliyle: Benim katlim nasıl vacip olmaz?
Bir şarkı şöyledir ya hani: "Ben gamlı hazan sense bahar, dinle de vazgeç." O hesap işte, biten her baharda bilin ki en çok benim payım var.
Çarmıha gerilmesi gereken isa değil bendim geri zekalılar! Bendim korku, bendim azap, bendim pişmanlık; ne diye kıyamadınız bana, ne demeye sakındınız sanki. Acıdıklarınız dahi büsbütün benim suçum belki ne biliyorsunuz? Yıkımım lan ben, itin tekiyim; ne demeye kaçacağım yoksa insanlardan,sanki zorlasalar gerçekten benden kötü olabilirlermiş gibi... Efendim? Ben kötü değil miyim, nerden çıktı lan bu? Ha anladıım... Öyle bir şey kalmadı be oğlum, neymiş efendim kötü niyetin yoksa kötü olmuyormuşsun falan filan. Birincisi, hayat dediğin şey sonuçtan önce sebebe bakmak için fazla kısa, ikincidiyse karşındaki seni kötü niyetli gördüğü vakit ne olursan ol, ne önemi var ki? Mevlana beni görse "Ne olursan ol bi'defol git!" der miydi sizce?
Ölümü beklerken başıma bu kadar şey gelmesini hazmedemiyorum, bir şeylerin kırılmaya başladığı ilk andan çıkmayacaktım aslında insan içine,yapabildiğim en büyük hata bu kalmayacak böyle giderse de. Hani söz vermiştim, kimse olmayacaktı ve kimsenin de canı yanmayacaktı; tamam, onlar vicdanılı er insan gibi doğru olanı yaptılar ama ben onlara uymayıp engellemeliydim, benimle yola çıkmanın böyle olabileceğini tahmin etmekten kaçınmaktı tek hataları, insanoğlunun kötü ihtimalleri aklından kovma çabasının bir cezası gibi hissediyorum kendimi, tek kelimeyle israf. Allah'ım işine karışmak gibi anlama ama bugünlerde alırsan beni yanıma, fena olmaz sanırım artık ha?
Dedim dedim öldürmediniz, bak ne oldu şimdi? "İnsanları eskisi kadar sevmemek. İnsanları ve eşyayı. Galiba ölmek de bu." demiş Cemil Meriç ve ben... Ben ıslak bir köpek kadar üzgün olsam da, ölüme yakın insanların içini alan huzurla doluyum; göğe yükselsem iyiydi, henüz yeryüzü beni kusmadan yani... Kendimi sevmiyorum, kendime düşmanım, ki bunu sorgulayacak dahi kimse yok, galiba ölmek de benim.
Acaba geçmişim geleceğimden çok uzak mıdır? Umarım. Keşke şimdimden de uzak olsaydı...
Ah ne zor oldu bu durum, kalan en eski en büyük arkadaşlarımdan biriyle birebir aynı acıyı ve aynı özlemi çektiğimizi öğrenmek tesadüfen.
Ne güzeldi o günlerimiz, aramızda kilometreler ve ardımızda kötü anılar, insanlar yokken; şimdilerde yıkıma sebebiyet veren bu arsız öfkemiz henüz bizim dahi değilken... Kafada canlanan iyi şeyler bile kötü şeyleri hatırlatmak için canlanıyor şimdiyse. Biz kendimizi kurtaramayız böyle, birbirimizin elinden de tutamayız -birbirimizi anlamak ve hissetmek dışında- yeterince. İkimizin de etrafında onlarca yeni ve melek gibi insan var olmasına ama dokunamaz ne yazık ki gram yardımları; bir bize geçer dilimiz bizim, aynı geceler aynı dertleri bölünüp uykusuz kaldığımızdan ötürü, bu gece olduğu gibi... Yenilere yeni dertler paylaşacak olsak da biliriz, herkes bilir, eski kanımızın kokusu daima daha ağır kalacak, altında ezilip acı içinde ölene dek biz... Kaçtığım şeyler özlediklerimi de yok ettiğinden kendim gibi, sığınamıyorum bile insanlara; kimin ne düşündüğünü hala takmasam da unuttum işte toplum içi ağlamaları, beceremiyorum, içimi açıp sarılamıyorum canım soğuk köpekler misali istese de ve bu kimsenin suçu değil. Ancak o günlerden kalan dostlarla kurulabilen ve yine o günlere has bir bağ rahatlatırmış meğer beni, bu gece olduğu gibi, hani reklamda "Anlatmaya gerek yok, görüyorsunuz!" diyordu ya öyle işte; beni görmüş geçirmiş ve birbirimize alışmak için sancılı süreçlerden geçmemize gerek olmayan birileri.
Değişmedim ben, aynı hisler, aynı tepkiler ve belki ekstradan ancak tüm şartları bilindiği takdirde anlaşılabilir bir öfke ve katıksız hüzün. Bir tanıdıkla her şey çok başka, bir tanıdığı görmek öldürebildiği gibi güç de verebilir benim gibilere ama... Sonunda oldukları yerde, eskisinden daha da sahipsiz, yabancı ve uzak hissederler istemeden, bu kadar ait olunmayabilir bir hayata işte, bu kadar anca... Aynı toprağın çamuruyduk yıllanmış dostlarımla, farklı çiçeklerin altına gömdüler bizi; böyle de güzel oldu bakma, çiçekler için yaşıyoruz artık ama... Ama ne yaparsan yap çiçek çamurdan anlayamaz ki, delice istese bile onun suçu olmayan bir kaderlik bu, yoksa insan razı gelir mi dostuyla dostu arasında fark bırakmaya? İnsanı bilmem, ben gelemezdim, biraz daha az kırılgan ve güçsüz olmak yahut en azından bunları reddedip inat göstermek gibi hünerlerim olabilseydi şayet. "Gel dönelim Sena!" demek isterdim: "11. Sınıfa o güzel günlere dönüp bir sene sonra bize hayatı ölüm kılacak kişilerin, onlar daha davranmadan hesaplarını bozup mutlu kalalım." Diyemezdim ama işte, tek tesellim ise acıtma bakımından kusursuz o kıymetli çilelerimiz olmasaydı belki bu gün daha mutlu olacaktık, kesinlikle bu günün sorunları da olmayacaktı ama bugünün dostları da olmayacaktı... Dostlar için her şeye değer, hep de değdi, keşke onlarla da eski dostlar gibi bütünleşmenin yıllanmaktan öte bir yolu olsaydı, yaşlanmaya hacet kalmasaydı.
Hadi durmaktan iyi bir şey söyleyin bana? Söyleyemezsiniz. Bir durmak var, zamandan, mekandan, kişi ve kurmlardan tümüyle bağımsız, sadece olmak kadar bir durmak. Öyle bir durmak ki akıp giden hayatın içerisinde her şey bulanırken bir yerlerde göze batıcı belirginlikle kendi kendine... Aidiyeti boşver, çabaları boşver, insanları ve hayalleri boşver, olup biteni boşver, dur işte! Zira durup bakmalar uzadıkça silikleşiyor bakan hayattan, adeta tanrısal bakış açısıyla yeniden yazılıyor dünya, üçüncü şahıslıktan hiçinci şahıslığa geçmenin ne göründüğü kadar zor ne de kötü olduğu fikrine adapte olmanın verdiği rahatlıkla doluyor beden... İzliyorum ben de sadece, varlığım ve benliğimi havaya karıştırmadan duruyorum öylece; dışarısı kalabalık ve hep öyleydi, artık bu kalabalığın herhangi bir zerresine herhangi bir sıfatla aidiyet fikri en az sevmek kadar ürkütüyor beni...
İnsandan çok bir töz gibiyim anlıyor musun okuyucu? Neliğimi ve kimliğimi devreden çıkarınca geriye kalan bana aşık oldum belki de emin değilim. Hayattaki en sevdiğim cisimlere benziyorum git gide, kameralara: Ben varım ama beni ben yapan şeyin (görüntülerim) özelliği benden bağımsız olmasa bile muhakkak bensiz olması... Anlamıyorsun ve anlamayacaksın da, kasma; anlayın diye yazmayı bıraktım artık, anlıyor musun dememse yalnızca aramızda bir yakınlık kurma hevesimden, affet.
Bunu burada itiraf ettim zira hevesim kaçtı okuyucu, farkına vardım ki uzak olmanın objektiflik arttırıcı ve büyük resim gösterici niteliğiymiş benim yarama tümden der... derman değilse de şey gibi, hani çocuğun canı yine acır ama oyuncak verirsin en azından bi'dalar falan anlatabiliyor muyum? Öyle bir şey.
Aslında siz insanlar devasa bir yanılgının içinde yüzüyorsunuz, anladım ki anlanmak bizatihi en son ihtiyaç. Ben size anlatırım, sabaha kadar anlatırım, fotoğrafla anlatırım videoyla anlatırım onunla bununla anlatırım ama yaparım... Yapmasına yaparım da... Ne katacak ki beni anlamanız bana, benim sizi anlamam size ne katacak veya? Beni anlarken bile yalnız ve yalnız kendinizi kötü etkileyeceksiniz ki bu da bana sadece berbat hissettirecek yalan mı?
Anlamayı bile yanlış anlamışsınız siz insanlar, sizin kafanızda anlamak ile bütünleştirdiğiniz o anlama, anlamak değil pekişmek derdim ben oysa. Biriyle pekişmek ise en yalın ifadeyle yalnızca o kişiylelikle baki olan masumluk hissidir.
Ben masum bir insanım bunu biliyorum, ki bunu da iyi bir şey olarak demiyorum zaten hemen linç geçmeyin. Ben masumum ama masumluğumu kesinlikle hissedemiyorum çok uzun zamandır, belki de hissediyorumdur ama bizatihi hissedişim dokunuyordur bana bilemiyorum. Davula benzer bir halim şeklen zati var ama belki manen de davulumdur, uzaktan güzelimdir zira uzaklık dediğimiz şey aslolan anlam kavramını perçinleyerek benim üstüme beni örtüyordur.
Uzun zamandır şunun da farkındayım üstelik, bu durmak türküsü öylesine içliymiş ki ben bunca yıldır biri bile olmaktan kaçmışım; bir şey Alptuğ, birinin bir şeysi Alptuğ ya da bir şeyci Alptuğ falan aklınıza her ne geliyorsa işte...
Duruyorum şimdi çokça uzaktan Zamandan ve mekandan ve olumdan Bekâ, bekâret ve buhran kelimelerinin b'leri ile Ama en çok da "Ben bir bok bilmiyorum!" tümcesinin b'leriyle Duruyorum, "nasıl?"dan öte "neden?" ile...
Yazının önceki bölümünde "siz insanlar" dediğimi iplememiş olabilirsiniz ama bu boşuna değildi; kendimi sizden biri gibi görmüyorum ki bunu da ne sizi ne kendimi daha aşağıda ya da yukarıda görerek yapıyorum, yalnızca bir değiliz aşikar, hepsi bu.
Durmak ki acıyı azaltır, buysa sizin bilseniz de kabul etmediğiniz yegâne gerçeklerdendir, duruyorum ve durdukça tehditliğimin azaldığını hissediyorum herkes ve her şey adına, bu sebepten de öylesine huzurluyum ki kalp atışlarım durmanın kıyısında ığıl ığıl süzülüyor bazen. Bazen uyur gibi oluyorum, bu sıkıldığımda -ki genelde sıkıcıdır nefes almam bile- ve bir yere gidişimde oluyor çoğu zaman, gitmek bu yüzden bu kadar anlamlıdır bakarsın... Adım atıyorum ama o kadar bulunduğum yerden uzağım ki, o kadar takip etmiyorum ki o an ne yaşadığımı, bedenimden çok uzak bir yerlerde ölüyorum sanki ama en iyi anlamıyla... Biri dürtüyor kendime geliyorum, "duruyordun" diyor, "durdurma" diyorum çünkü başım dönüyör...
Bir durmak türküsü ki tütüyor, Dumanı dünyamdakileri azat ediyor; Asla unutturmuyor, durduğum, uzak durduğum yer kadar güzeli olmadığını Kitapları merkezime aldım eskisi gibi Onlar ben olana kadar duruyor, ben ölene kadar duruyorum Güzel duruyor, uslu duruyor, kendiliğimden kurtarıyorum
Bugün yine ben anlatacağım ama artık sen de yorum yapacaksın tamam mı okuyucu? Hatta üzgünüm ama artık sana zorla empati yaptıracağım, zira temiz deliriyorum boş duvarlarca ki bu iyiye alamet değil, en azından başkaları için.
En nefret ettiğin insanı getir gözünün önünde hayatta, aynı ortamda yer almaya dahi katlanamadığın ve adını dahi duyunca küplere bindiğin, ilk gördüğün andan beri içine doğmuşcasına tiksindiğin ve nitekim sana da etrafına karşı da bu hislerini haklı çıkaracak davranışlarda bulunan ve açık net senle her nedense derdi olan kişiliksiz birini... Şimdi de açık ara en değer verdiğin insanlardan birinin onu sevdiğini düşün. "Ne var bunda?" dediğini duyar gibiyim ama sorun bu değil ki bekle bi'lafımı bitireyim...
Sen bu değer verdiğin insan için o kişiye hiç dokunmuyorsun, hatta tek kelime bile etmiyorsun ve şuan burada söylemeyeceğim birtakım durumları sineye çekiyorsun... Durmasına duruyorsun eyvallah ama geçmişte olanlardan sonra kendine verdiğin bütün sözleri de bir bir çiğnemiş oluyorsun dostun için dahi olsa... Güya had bildirecektin herkese, artık yoktu sessiz kalmak, eğilmek... Sen o karanlık günlerden, senin mutsuzluğuna sevinenlerin bir bir burnundan getirerek çıkmış ve nihayet kendin olmuştun ama şimdi duruyorsun. Binbir zorlukla kazandığın namın ve şerefin mi yoksa dostunun -sahte olacağına inandığın-mutluluğu mu? Mutlu olsa yanmazsın da dostunu da üzmüş bu it, sense dostun yüzünden ona had bildirmeyi bırak küfür dahi edemiyorsun. SEN NE YAPARDIN OKUYUCU SÖYLE ARTIK! DOSTLUĞUNU MU KENDİNLİĞİ Mİ FEDA EDERDİN? Üstelik ikisini de kanla, göz yaşıyla kazandın, kimse bilmese bile.
Kendinle hatta geçmişinle dostunun arasında ancak sen kalırdın zaten, aferin sana.
Sen bunca sene taviz verdiğin için kaybettin her şeyini, şimdiyse dostunu kaybedeceksin vermezsen; gerçi işin en kötü yanı şu ki sen taviz verirken dahi çoktan çatırdamaya başladı aranız ve ikiniz de aslında farkındasınız, belki dostu bırakmak zor ama bir kavgayla noktalanmasındansa her şey daha kötüye gitmeden noktalamak daha mı doğru? Şüphesiz en çekilmez olansa, aslında aranızda kötü bir şey olmadan bu dostluğun bitmek zorunda olması, sence zorunda mı?.. Farkındayım tam hayatında ilk defa gerçekten düzene girdi her şey ve bunu hak ettin gerçekten, bu yüzden de kaybetmek istemiyorsun asla doğal olarak ama...
Yine dostun için dodtundan mı gideceksin, yine mi gerçekten? Peki hazır mısın?
O seni sen onu asla istemeksizin kırmanızdan ve bu yüzden de birer kere daha kırılmaktansa... Kendini yine feda edip o yalnız sen'e mi dönsen ha? Belki de başına gelen en güzel şey dostun dahi olsa, başta o olmak üzere kimsenin girmemesi gerekiyordu hayatına ki güçlü kalasın, sen kendi kendineyken mutlu ve düşünmek zorunda oldukların yokken güzeldin be çocuk, sevmek ve sevilmekten hep uzak olsan da... Biliyorum, o his zaten hiç dinmedi, en büyük kalabalıklarda bile hep bir fanus içinde ve yabancı hissetmekten kendini alamadın ve alamayacaksın hatta belki... Belki de o kadar yeni ki kötü geliyor sana sevilmek bile, peki kötü bile olsa alıştığın o yalnızlık senin bir parçan mı dersin?
Eğer yarın, o öbür yarım dediğin dostla bitirirsen bir şeyleri... En azından onun için yapmış olacaksın, ne yaparsan yap üzme kendini, elbet üzeceksin, canın hiç istemiyor bunu ama işte ... Canım kendim, kendime iyi bak...
Dip not: Az evvel dostun mesaj attı, senin de bunun üstüne "Bırakamam!" dediğini duyar gibiyim ama ya başka çaren yoksa? Arada bırakmaktansa çekilmek bize yakışandır oğlum üzülme, kendine kıymayı öğren artık biraz. Canın acıyor, acıyacak, hep acırdı zaten hatırlasana.
Onun için kardeşim... Onun ve kendin için buysa doğrusu? Dost kalsan bile hadi bugüne kadar birbirinizi incitmeden bir şekilde sürdürdünüz ama böyle devam eder mi sanıyorsun? Onunla her tartıştığında içine bir şey batıyor yalan mı? Bir mezara iki kişi sığar üçüncü atıldır oğul; nefret ettiğin ama sevdiği adamı çıkarmasını dileyemezsin dostundan, bu bencilliği yapacak olursan kendinden şüphe eder ve tanıyamazsın bir daha, git o yüzden, pişman olacaksan bile git... Git ki kafana sıkacağın aşamaya gelme. Hem o kız bu arada kalmayı hak etmiyor sen de böyle düşünüyorsun, madem öyle hayatında bir kez olsun kolaylaştır bir şeyleri işte.
Sen arkadaşlarını hep çok sevdin,
Herkes başka bilecek bile olsa, korkma.
Alptuğ Dağ olmak buydu işte, yine tattın.
Feda olurken güzelsin çocuk, yakışanı yaptın.
Nasılsın canım kızım? Ha ben mi? Ben her baban işte n'olsun kuzum. Yok yok iyiyim be, halaların iyi bakıyor bana merak etme. Yalnız ben seni çok özledim yahu, hani hatırlıyor musun bir gün bir rüya görmüştüm de yazmıştım, seni kucağıma alıp kalp atışlarını hissediyordum... Sanırım beni bundan ötesi adam etmez be güzel kızım, nitekim hem 19 çok ufak bir yaş sana erişmek için, hem de annenden iyice umudu kestim... Beni en iyi sen anlarsın babacığım biliyorum.
Baban daraldı sadece anlıyor musun, yok yere de olsa daraldı; hani o babanın çok canını yakanlar vardı hatırlıyor musun kuzum, işte onları anımsamaya başladım tekrardan, bir iki eski mahluka denk geldim bu günlerde, ben onları gördüm ama onlar beni görmedi; yok yok bu kötü bir durum değil aslında iyi bir durum meleğim... Bilmiyorum be, geçmişteki insanların "zararsız özelliklerini" dahi olsa yenilerde görmek böyle yapıyordur belki de beni.
Yani nasıl bir şey biliyor musun, hem yeniden birileriyle bir olmak istiyor hem de kendimi onlara açmaya asla cesaret edemiyorum; bazen yeni birileriyle tanışmak istiyorum ancak kendime dair hiçbir şeyden söz etmeksizin falan, nitekim sonra da yeterince bütünleşemediğimizi görüp anlamsız hissediyorum. Beni anlıyorsun değil mi? Beni anladığına sonsuz derecede inana inana bile bu soruyu tekrar edişim her şeyi ortaya koyuyor aslında, bir organa ihtiyaç duyup bulunca da reddeden küstah bir beden gibiyim sanki ama elimde değil bebeğim.
Belki de sen olsaydın, annen olsaydı daha kolay olurdu bilmiyorum; ama şunu öğrendim ki bir şeyden yeterince kopmak için diğeriyle yeterince bütün olabilmek şart tatlım, bense sizden başka kime kendimi bir daha teslim edebilirim, böyle bir gücüm olur mu inan emin değilim. Şimdi yanımda olanlarla eskiden yanımda olanlar -yahut öyle sandıklarım- çarpışsa bile... Kaybetmek dahil hiçbir sonuç çıkmaz biliyor musun, işte beni üzen de bu.
Sadece senin bir parça umudundur sebep bir şeylere, beklemeye falan; ama o kadar sadece sen ki ve üzgünüm ama sen o kadar sadece hayalsin ki... Doğrusunu bilmen gerekirse -ki gerekmez- sanki sen de uzaklaşıyorsun bana ihtimal olarak... Kızma bana olur mu? Realizmim tuttu şu sıra, realiteyle alıp veremediğim bir gün olmasa şaşardım zati. Bu baban da ümit tekkesi değil ki biliyorsun, dünyayı bu baban mı kurtaracak, baban biraz da kendine, sana dönse ne olur sanki ha her şeyden... Boş, ne gelir elden. Şimdilik hoşçakal, arayı açmayacağım diyorum ama biliyorum açacağım, saçlarından öperim güzel kızım.
Sabit bir noktaya bakarak, düşesi geliyor insanın. Hani filmlerde adamın biri vurulur da böyle ağır ağır, ığıl ığıl bırakır ya kendini yere, onun gibi işte. Düşerken neyi düşünür acaba insan, hayır hayır hayatın bir film şeridi gibi geçmesini falan kastetmiyorum; bu bana film şeridinin yanışını anımsatıyor daha ziyade. Düşesim var ama bu defa tutulasım yok lakin işe bak, onca düşerken köpekler kadar tekken şimdi tutmak için hazır bekleyen bir ordu var. Ben simdi bunu nasıl anlatayım ha siz söyleyin.
Alıp ömrü dere tepe, en ırak nere ise oraya, varasım var bir başıma. Kimsenin bir mesuliyeti yok haşa, yalnızca yalnız olmak bu benimkisi, belki de birlikte kavramını kaldıramamaktır onca sene sonra. Gömdüğüm şeyler su yüzüne çıkıyor öyle ya da böyle, stresi altındayım onların ve başka şeylerin, anlatırdım ama hem üstadın dediği gibi "Geri dönmek dediğin unutulan bir ağrıyı hatırlatmak gibidir." hem de kimseye güvenemem bunu bizatihi sen biliyorsun en ala ey okuyucu. Üstelik de anlatamadığım onca şeyin ve başka bilindik şeylerin bu insanı mağrur kılıcı baskısını bir kılıç misali etrafıma yansıtmaya başladığımı hissediyorum ki bu da nice korku pompalıyor gözden kalbe. Simge de yanılıyor mesela, aslında kendimi soyutlamaya çalıştığım falan yok, bilakis hep istediğim bunun aksiydi ama... Ben bu kadar kimseye güvenmemezken ve diken üstündeyken geçmişten ötürü, aslında her şeye kimsenin görmediği ölçüde negatif yaklaşıyor iken... Kabul etmeye başlıyorum belki kim bilir, belki birkaç kişilik bana fazla, belki dostluk, belki ben bile fazla bana. Kimse anlamaz da sen anlarsın okuyucu, burada ve gözlerinin önünde doğup öldüm ben zira... Bari sen beni sev ve bu benden gitmek pahasına bile olsa beni anlayışla karşıla, çünkü galiba beni sevmenin on koşulu bensiz olmak sabit bir noktada, nedenini bilmesem de.