Susmadan önce bir düşünseydin ha dostum; sağlığını kaybetmene göz yuma yuma sussaydım mı gerçek dotsun olurdum, yoksa sırf sağlığın için sırrını tutmadığım için mi gerçek dostunum? Sence dostun değil miyim? Misal sen benim yerimde olsan, hatta zamanında bana dedikleri gibi "Ben intihar ediyorum" desem sana, sırrımı korumak pahasına susar mıydın, eğer sussaydın acaba gerçek dostum olur muydun? Bir düşün ha kardeşim, bir düşün. Bence kendini suçlardın...
Diyeceksin ki ne alaka, ben sigaraya başladım ama o kız intihar ediyordu; ben de sana diyorum ki can dostum, o bunu bir anda yapmak istedi, sense uzun ve sancılı bir süreç olarak yapıyorsun, aynı şey... Ki sen canım kardeşim, daha değerlisin, bilmiyorsun.
İnşallah bir gün anlarsın, bunu dostun olmadığım için değil, aksine gerçek bir dostun olabilmek için, sana yakışabilmek için yaptığımı; affetmezsin biliyorum ama sağlığın dostluğumuzdan kat kat önemli canım arkadaşım. Kızgınsın biliyorum, senin yerinde olsam ben de kızardım lakin dönüp şöyle dikkatlice bir bak kardeşim, hakikaten bu kadar kızılacak ne işlemişim. Sen beni anlamasan da, yalnız senin içindi kardeşim; ne bir fitnem ne bir çıkarım vardı inan, senden öte gayem ne olsundu benim dostum, gittin, olsun, canın sağolsun canım kardeşim.
Nasıl dört yanım hatalarla bezeli benim, üstelik bile isteye; bile isteye ama hata olsun diye değil, sevgiden, çok fazla sevgiden, içim bazı şeylere el vermediğinden. Kendim için bir şey yapmış olsam derdim ki "Bir bok yedin, çek şimdi eşoğlueşek!" Ha şimdi de çekiyorum çekmesine ama böyle daha bir azap; hatanın birinin ucunda can dostum, diğerinin ucunda sevdiğim kadın. Hadi ikinci hata salt hata olsun, ben sevdiğimi söylemekle haddimi aşmış ağzımın payını da almış olayım kabul, amenna, bünye yabancı değil zaten. Oysa ilk hata öyle değil işte, öyle ki bu hatayı yapmasaydım bile içim katmer katmer huzursuz olacaktı, belki dostum benimle olacaktı ama içten içe kendine zarar veriyor olacaktı, bense buna seyirci olacaktım dostluğumuzun bozulmaması adına, sonra belki ilerleyecekti, derken kamu spotu gibi bir hal alıp her şey için çok geç olacaktı...
Çok anaç bir adamım ben ya, burçtan mıdır nedendir bilmem ama harbi öyleyim; yahu bir insanın sigara içtiğini duyunca ciğeri sigara dolar mı insanın, doluyormuş işte. Her şey için çok geç olmasındansa dostluğumuzu kaybetmek daha az kötü gibi geldi, neticede dostun sağlığı dostluktan daha önemliydi, daha az önemli olduğunu söyleyebilen insan nasıl kendine dost diyebilirdi zaten değil mi? Öyle olmasına öyle ama yine yanıyor canım... Yaptığım hata mı, evet hata, sebebim ne, çok çok sevgi; neyim şimdi ben peki, dostunu dostluğundan çok düşünebilecek kadar gerçek bir dost mu, ne olursa olsun, dostunun sağlığı pahasına dostluğunu satmaması gerektiğini bilmeyen bir cahil mi? Yargılayın hadi beni, alın size en alasından, en meşrusundan bir izin; zira karşı taraf o kadar suskun ki kendi kendime çıkardığım en ufak bir sesin dahi yankısı tokat olup çarpıyor yüzüme.
Lazım mıydı bu kadarı bilmem ki, bağırsaydı çağırsaydı, sövseydi dövseydi ama yine gelseydi be; başkası olsa gebersin gitsin derim ama benim şu hayatta bir ailem bir dostlarım var, hata da yapsam onlar için, işe de yarasam onlar adına, birinin tırnağı kırılsa benim canıma dokunuyor işte. Kaç tane dostum var ki zaten, onlar olmasa ne yaparım, bir halt edemem ki; bugün iyilik adına yaptığım hatalar yarın yerini zalimliklere bırakır onlar olmazsa, kim beni sakin tutar, yahut kim bana hayatta hala güzel bir şeylerin olabildiğini gösterebilir ki? Varsın şimdi dört bir yan muhakemeye tutuşsun, yok haklıymışım da yok haksızmışım, kaç yazar... Bitti işte, galiba, baya yeniden bitti, yine elimde tutamadım dostluğu, ister en yüce duygu ve amaçlar, ister ise her ne yüzünden olursa olsun bu böyle, beceremedim. Bu kadar fazla sevmeseyim, bu kadar fazla üzerlerine titremeseydim diyorum, o zaman da ben ben olmazdım, hatta kimse olmazdım; diyeceksiniz ki herkesin kendi hayatı, ne karışıyorsun; kaldı ki bunu söylerseniz haklı da olacaksınız, ben de haklıydım uzun zaman önce, güzel bir his biliyorum lakin sizlerin bilmediği bir şey var, başkalarını bu kadar içinde yaşayan biri için kendi hayatı olmaması bir şey değiştirmiyor. Sankın ha sanılmasın ki ben insanları hep kontrolümde tutmak istedim, sanılmasın ki hep benim dediğim doğru diğerleri yapayanlıştı; hayır abi hiçbiri değil, ben sadece önem verdiğim o birkaç tane insanla bağlantı kurmadığım zamanlar, onların iyi ve güvende olduklarından emin olup rahatça yaşayabilmek istedim...
Benim bir kere minnet borcum var minnet, beraber geçirdiğimiz kötü günlerimi unutsam bile yanımda olduklarını asla unutmadım, bu yüzden ben hiç onları üzmek ister miyim; şimdi de istemedim, sadece iyilik istedim, iyilik adına hatalar yaptım, yapmasam ağlardım ve yapınca da farklı olmadı ama yaptım işte; kendi kederimi bile terk ettim, beni bilen bilir, yine bir takım mevzular için dağıtırdım, eser geçerdim, kül bırakmazdım ama baktım ki arkamda benim için üzülen dostlarım var, bunu onlara yapamazdım; aynı şekilde, dost olmak pahasına göz yumsaydım, ileride onlar, şimdidense kendim yüzüme tükürürdüm.
Öncelikle babamın mesai arkadaşı Derya abiye Allah'tan rahmet dileyerek başlamak istiyorum sözlerime. Ölüm varken, yakınken, bu pala bıyıklı, güleç, iri cüsseli adamı bile çekip alabilmişken... Söylemek lazım ey dostlar; birini mi seviyorsunuz, söyleyin; içinizde kalan bir şey mi var, söyleyin, yapın; kırdıklarınız mı var, koşun... Az evvel en kadim dostlarıma iyi ki varsın mesajı attım, normalde de ara ara atardım ama içime oturdu işte; vaktim varken, hala şükürler olsun nefes alabiliyorken ve bu yazıyı kaleme alabiliyorken mesela... Susmak aptallık olurdu. Sizi kıranlar mı? Bu duyguyu benim gibi yaşadınız mı, ne yaşadınız bilmiyorum; halbuki bir bildiğim var, bildiğim o ki ölüm bu kadar aleni oldukça umrunda olmuyor insanın. En çok içimi yakanlar, en çok sırtımdan bıçaklayanlar, en fecii düşmanlarım, bu zamana kadar yaşadığım bütüün kötülükler, ihanetler, falanlar, filanlar... Umurumda değil biliyor musunuz, hiç acıtmıyorlar; hatta dostlar, asla dost olunmayacak denli kötü düşmanlarımı dahi sevmeye yakınım galiba, ha onlar ittir köpektir, yüz yüze gelsek yine olağan şerefsizliklerini yaparlar ama... Ama görmedikleri ölüm var, ben ölümü görüyorum, bir insan kaybının ne olduğunu derinden hissediyorum, herkesi affedesim geliyor işte, herkesi, onları bile, yine olsa yine... Ölüyoruz ulan, çok mu, bütün ihanetleri, bütün şerefsizlikleri, ayıpları toplasak ne eder ki, hiçbiri can acıtamıyor o vakit, hepsi girecek toprağa ama sevgi öyle değil; düşününce acımaz oluyor insanın canı işte, acır ve anlar oluyor kendi ise... Herkesi seviyorum, hepinizi seviyorum, fırsatım var ve söylüyorum evet her birinizi seviyorum, bunu da tahmin edemeyeceğiniz kadar yürekten söylüyorum; tamam bu dünya kötüdür, leştir bilmem nedir ama sevmek varken gerisi niye? Ne kaybederiz abi, nefes alabiliyoruz, buradayız işte, yaşıyoruz; ne kaybederiz Allah aşkına, bir insana ona değer verdiğimizi söyleyince ne kaybederiz, ne demeye utanırız sanki, ne diye yapmayıp pişman olmayı bekleriz. Kalmayacak içimizde hiçbir şey, kalmasın, öfke de kalmasın; canı cehenneme intikamın, kinin, öfkenin; ölüyoruz işte, gidin insanlara bağırın onları sevdiğinizi, ailenize, dostlarınıza, okuldaki kantinciye, falana filana, yoldan geçen çocuğa... Başka türlüsü güç, başka türlü yaşamak mıdır bu yaşamak, bizim midir bu hayat, neden eminsek bu kadar. Sevdiklerinizin gözlerine bakın, henüz bunu okuyabildiğinize göre vaktiniz var; hadi bırakın ölmek ihtimalini, ses telleriniz zarar görmediği için bile sevdiğinizi söylemelisiniz, dudağınız kıpırdayabildiği için bile gülümsemelisiniz, çünkü bu dünyada başkaları için yapılmayan neredeyse her şey gün gelir batar adama, illa bir gün dokunur, bir gün boş bir odada o kafa ansızın patlar. Sözün özü; yaşıyorsak değsin, güzel bilinelim.
İşte o an anlarsın, işlerin kavgaya doğru gittiğini anlarsın, sözler sertleşir çünkü; biraz sütten ağzı yanmış veyahut zeki isen algılarsın zaten, sendeki de karşındaki de öfkenin sözleridir, sizin değil. İnsanın sinirli iken gerçekleri söylediğini uyduran it oğlu it kim ise halt etmiş, onun yüzünden insanlar ne parçalanmış. Kırılma noktası budur işte, ufacık bir kıvılcımın yangına dönüşeceğini anladığın an; belki herkes yaşar bu anı ama aslolan yangına müsade edip etmeyeceğidir kişinin, diğer bir deyişle, üste çıkmaya çalışmaktansa dur deyip dememesidir.
Bugün bu anlardan birindeydim, bir dönem kaybettiğim can dostumla yeniden yok olmanın kıyısına gelmiştik; duralım dedim ya, ne yapıyoruz, yine aynı şeyler olsun istemeyiz ikimiz de, bu lafları biz söylemiyoruz, sadece ikimiz de biraz kırıldık ve içimizdeki o kötü şey her ne ise artık, bizi birbirimize yine kırdırmaya niyetli. Hayır ama! Biz duralım, düşünelim bir, soluklanalım; vardığımız konu o kadar saçma ki, o kadar dallandırdık budaklandırdık ki, az daha birbirimizin bizi ne denli sevdiğini unutacaktık. İnsan unutamamaktan yakınıp dursa da unutmaktan başka pek de bir şey yapmayan bir varlıktır, unutmaya meyilli içlerimize pay verip de yeniden ayrı iki hayata dönüşmek geri zekalılığı yakışır mıydı bize... Tek bir an işte ya, o an bundan aylar önce aynı kişi ile yaşananlar aklıma gelip durmasam, iç sesimin onun hakkındaki uydurmalarına kulak versem, onu da sakin olmaya teşvik etmeyip bitirici devam etsem, biz denen şeyin bitişi yaklaşık sekiz kontörlük mesaja tekabül ederdi. Düşünsenize, bilmem kaç senelik bir dostluk, hem de kül olup küllerinden yeniden doğmuş bir dostluk sekiz kontörlük mesaja yeniden alaşağı olacaktı... Kırmanın kırılmanın kolay olmadığı an mı var şu fani dünyada; ben bile, bütün bunları bile bile, buralara yaza yaza yine bu tarz bir an olsa bu sükunetimi koruyabilir miydim emin değilim.
Ben çok kişiyi kırdım arkadaşlar, ha çok kişi de beni kırdı, Allah var bir kısmı arkasına baktı, çoğu da bakmadı, canları sağolsun; oysa ben hep baktım arkama, hiç suçlu olmadığımda bile baktım. İnsan bazen böyle oluyormuş işte, insan canını yakanı özleyebiliyor muymuş? Evet. Bu sözlerim başkaları için, bambaşkaları için, geçmiş olduğu için acı çektiğim ama aynı zamanda da "geçmiş olsun" denilecek durumlara düştüğümden geçtiğine sevinmem gerekenler için; bu cümlenin b*k gibi bozuk oluşu için mesela, anlatmak istediğimi anlatamayıp içimde bununla kudurduğum için, kırılma noktasına geldiğimde dönmenin yolunu daha iyi biliyorum.
Bugün güzel bir gündü, hayır hayır bugün kesinlikle çok güzel bir gündü. Pinhani diyor ya: "Çok kısa bir zamanda, belki birazcık da zorla, bence gayet iyi de anlaştık.", o hesap işte. Şimdi siz tabii bu dediklerimden hiçbir şey anlamıyorsunuzdur, olsun; çünkü Teoman da "Sevgi anlaşmak değildir, nedensiz sevilir." der. Çok mu alıntı yaptım? Durun, biraz kendi sevgimi katayım...
Bir kez yolda karşılaşalım
Onunla da avunacağım.
Adımı sesince duymaktan vazgeçtim,
Sesini duysam, susacağım...
Turgut Uyar
Son bir alıntı yapacağım. Hani bir şarkıda "...Bir an için ömür bile verilir." diyor ya, o cinsten bir an yaşadım bugün; an da denemez gerçi, oldukça uzun fakat asla doyulamayacak denli kısa. Yan etkisi olmayan bir kanser ilacı olsa sanırım adı onunla konuşmak olurdu, kiminle mi? Sanırım yeni arkadaşımla. Mesela bu arkadaşımla el tokuşmak şey gibidir, bir gül yaprağından, alttaki durumaya yüz tutmuş bir ota su damlaması gibi; ya da ne bileyim, onunla konuşmak belki yarayı kaşımak biraz, kanasa da yüz bin kere değer. Neden mi kanamak?
Bazı durumlar vardır tamam mı, kötü değildir, hatta iyidir, lakin daha iyiden dönülmüştür; kişi bilir mutlu olması gerektiğini falan, olur da zaten, yine de illa ki içinde öyle garip, toz gibi bir şey kalır, gitmez. Hem mükemmel hem berbat hissedilir mi, hissediliyor; örneğin doğru kişiye aşık olduğunu anladığın anın, onun sana aşık olmadığını anladığınla aynı olması gibi, onun senden hoşlanmayışını ifade edişini diğer insanların tavırlarıyla karşılaştırdığında buram buram kokan, aslında uzun zamandır da hasret kaldığın o samimiyet gibi. Tüylerin diken diken olur misal, en başından onda gördüğün o ışığı ilk ve son defa gerçek görüşün budur çünkü. Çok mu üşüdün yoksa gözlerin mi kamaştı? Hırkanı al istersen.
Şey gibidir bu, susuzluktan ölüyorsun, kana kana su içiyorsun, efsane mutlusun; fakat suyun tadı da berbat ve sen tadı ne kadar önemsemesen bile bu değişmiyor. Neyse, galiba günlük saçmalık kotamı aştım, pardon.
Samimi olmanın en güzel keramet olduğunu hangi şairin müjdelediğini anımsayamasam da şimdi, Cemal Süreya "8.10 Vapuru" adlı şiirinde, benim şuan anlatmaktan kaçındığım sesi çok güzel tarif ediyor, onun sesini; kaçınıyorum çünkü garip bir kıskanmak bu, bunu bari siz bilmeyin.
Özet olarak: Tatlı bir sızı, çünkü olurduk demeden edemiyor insan; olurduk abi diyorsun, kendini biliyorsun ve ondan da eminsin, ona dair düşüncelerin sadece kafanda uydurduğun toz pembe yalanlar değilmiş ve bunu bilmek seni sevindiriyor. Diyorsun ki olsaydık geçinemediğimiz için asla ayrılmazdık, belki asla kavga etmezdik; sende yok, onda yok, kötü bir zerre yok; olabilir miydi diyorsun böyle mükemmel, sonra da olurdu diyorsun: "Zaten illa romanlara özgü olacak diye bir kaide yok." diyorsun ve bu aşk; eğer bu değilse bile "En azından hayatında bir şey olarak varım, sonradan olmayacaksam da var olmuş olacağım." diyerek geri kalan hayatını devam ettiriyorsan -başka çaren olup olmadığını sorun etmeksizin- bu kesin aşktır.
Bu günü yaşadığım için teşekkür ederim, başta ona, sonra Emir, hepsinden de fazla Allah'a. Biliyorum, pratikte aslında üzerinde bu denli yazılacak şeyler olmadı -kaldı ki tatlı bir utangaçlıkla buraya yazmaktan kaçındığım birkaç paragraf daha var- ve insanlar bunu abartı kabul edecek, alıştım ben zaten. Kim diyordu ya, "Benim onda gördüğümü sen görecek olsan sen aşık olurdun." tarzı bir cümle vardı, aynı o durum işte. Yine de biri o an orada bütün içimi ve bütün olup biteni hissedebilsin isterdim, çünkü eminim tekrarını isterdi; peki olur muydu derseniz tekrarı, bu neşeye maruz kalır mıyım tekrar, yeterince kalırsam ben de neşeli biri olur muyum falan, zaman gösterir.
Gönlüm, Dublörün Dilemması kitabındaki Hayati Tehlike'nin, onu sevmeyen Şebnem Şibumi'ye uyguladığı kart tekniğini uygulamak istiyordu ama umut stokta yok. Taktiği bir yazıda yazmıştım ama yine yazayım:
Kartlara harf harf "Şebnem Şibumi Hayati Tehlikeyi Seviyor" yazan Hayati, kartları Şebnem'e verdi ve dedi ki: "Beni sevmeye yaklaştığını her hissettiğinde bu kartlardan birini bana geri ver." Nihayetinde Hayati kartları geri toplayabildi ve dünya halkı buna meşk dedi. Bunu yapsam olur muydu, böyle şeyler sadece romanlarda mı olurdu bilemem ama çok isterdim; zaten ben bu hayatın yarısını da altını çizerek öğrendim.