Köprücük kemiği diye bir gerçek var yahu, bence bir kadının en zarif, en naif, en utangaç, en gerçek ve en de ölümcül yanı işte bu ve ister inanın ister inkar edin lakin ben ömrümün belli başlı bir müddetini buna konsantre geçirmeyi dilerdim. Zaten bir gözler bir de köprücük kemiği içi güzel kadının benliğini dışa vurmaya elverişli şeyler, köprücük kemiği be abi, konum itibariyle aldığı bütün nefeslere, yutkunamadığı tüm heveslere yakın olan en sert tabakası kadının, bazılarının kalbi gibi... Köprücük kemiği benim için hakikaten ayrı nedense, dönüp baktığın zaman kalbe doğru içe göçük biraz, hele ki zayıf kadınlarda; sanki "Ulan işte gel burası boş!" der gibi ama bana güvenmeyin yine de siz, çünkü çoğu zaman ya dolu ya da ölü olur kalp ki söz konusu bir kadınsa... Sanırım yetişkin bir insanın en yumuşak yeri köprücük kemiği civarı, kalbe yönelen o alan; hiç birinin köprücük kemiğine dokundunuz mu? ben de öyle, zaten olmaz ki, herkesin köprücük kemiği kendine hastır, biri sizi göğsüne yaslamadığı takdirde. Üstelik tam da bu yüzden herhangi bir hareketin üzerinde gelir sarılmak, başını göğsüne yaslamak ve vesaire, köprücük kemiğinin ilahiyatıyla alakadar bu mevzu. Köprücük kemiğinden öpmek var bi'de ama bu biraz daha omuza ilişkin tabi; ayrıca kusuruma bakmayın ne olur, üzerimden kibar anatomiler geçmiş gibi bugün, belki asla inanmayacak olduğum evrim dahi geçmiş olabilir şahsen... Yine de aklınızda bulunsun, bir gün bir kadın gelir de köprücük kemiğinin hürriyetini sizin elinize bırakmaya karar verirse onu bırakmayın derim; gözler çoğu zaman güzel ve daha da fazla zaman aldatıcı olabilir, ancak köprücük kemiği de yine bir o kadar güzelken aldatıcı değildir, köprücük kemiğinden etkilendiğiniz bir kadının sizi yanıltma ihtimali fazla değildir, kaldı ki çok masum da bir nokta olmasına karşın kadınlar da yalnızca tek bir kişiyle paylaşır köprücük kemiğinin hafifliğini ve onun vücudunu koruyuşunu temsil eden sertliğini; bir anlamda "Kendimi sana emanet ediyorum, beni manen de fikren de sar sarmala, en içten ve en yumuşak yanım sanayken en sert yanım da ikimiz için" demek olabilir, bunu nereden mi biliyorum? çoğu kadın belirsiz suskunluklar sergilemek varken böylesine uzun bir cümleyle vakit kaybetmektense köprücük kemiğine dokunmayı tercih edecektir, bu sadece bir his... Köprücük kemiği bir çocuğun hatta bebeğin bütün hayatıdır, korumacı, masum, sade, tutarlı, tatlı ve huzur verici. Bu bağlamda insanoğlunun böylesine kendini bilmez, bir başkasını sevmez olduğu saçma sapan bir çağda idealleri toplumdan biraz farklı düşmüş bir lise öğrencisinin bir kemiğe dair yazdığı iki paragraflık yazı birilerinin içinde hoşluk uyandırabiliyorsa; kelimelerin ardına sığınan biraz sevmek, şiir ve benzeri şeylere düşkün bizlerin çıkış noktası da ancak birbirimizi köprücük kemiklerimizin mahsunluğunda tanıyıp yine tam orada kaybolmak olabilir ancak, n'olur olsun...
Bazen sen birilerinin yerine hangi dağı devireyim diye düşünürsün, onlar da aksine bağışlamak için bir adım bekler karşısındakini; bu aşkın bir etkisi mi, yoksa ilahi bir güç mü onlardaki bilmem ama, köpek gibi saygı duyduğum kesin evet. Dilerim hiç mi hiç kaybolmasın, lakin çok da hüzün verici; sanki sen görüyorsun da af yanı olmadığını konunun, o görmeyecek her defasında, acı sonsuza değin sürecek gibi. Şom bir ağız biçimi olarak her dediğinde haklı çıkmak, lakin bunu demesem eksilirdim sanırım kendi kendime. İnsanlar nasıl bu kadar iyisiniz ve başınıza neden bu kadar kötülük geliyor, benim neden sizi düşündüğümüyse ne ben ne de siz sorgulayamayız ne kadar da istesek. Sizin kadar belki sizden daha fazla düşünceliyim ben siz hususunda çoğu zaman lakin yine siz kadar da merhametli değilim ben yine siz konusunda ve bilmekteyim ki her ikisinin de kötü yanları mevcut... Ah insanlar, hani şu gerçekten iyi olanlar, iyiliği tam manasıyla olsun olmasın hak edenler; elimde olsa hepinizi bulsam, önce mutsuzlardan başlasam, elimden geldiğince mutlu etmeye, ardından mutsuzluk sebeplerini ortadan kaldırmaya ve tekrarlanmaması için bu gibi bir sebebin onları mutsuzluğa sürükleyebilmesine psikolojik olarak engel olsam. Geceyi öldürsem, kötüleri öldürsem, onlara zarar versem ve sizi tüm bunların dışında tutabilsem. Her birinizin gözyaşını silebilsem, her birinizi dinlemek, sarılmak, sırtını sıvazlamak, ufacık da olsa gülümsemek için fırsatım olsa, yalnız bırakmasam hiç birinizi, elimden geldiğince kusursuz hissettirebilsem, her şey yolunda kafasına büründürebilsem sizleri. En başta kadın ve çocukları, terkedilmişleri, sevilmemişleri, anlanmamışları, anlamazdan gelinmişleri, yalnızlık gibi şeylere mahkum edilmişleri, karşılık bulmamışları, hiç sırrını paylaşamamışları, yüzü gülmemiş, saygı görmemişleri falan herkesi toplayabilsem, hepiniz için en iyisi elimden gelse ve bunu yapsam. Yapsam ve sıra bir gün de bana gelse, gelmezse de razıyım... Hepinize bir faydam dokunsa. Size olan sevgim ve merhametim gibi kötü şeylerin sorumlularına karşı da fiziki, maddi ve hukuki sınırsız gücüm olsa keşke ama yok, hepsinin korkularının üzerine gitsem, hepsine sizlerin durumuna düştüklerini hissettirsem her an fakat düşürmesem, sizinle empati kurabilmeleri için zalim bir köprü olsam, yaksam-yıksam illallah dedirtsem her şeyi yapabilsem ve hıncımı, mümkünse de sizlerin ahını alıp işin büyük kısmını elbet Allah'a bıraksam, sizlerse içi rahatlasa ancak benim onca vahşiye, sinsiye, pisliğe ve tasvire dilimin el vermediği kötüye karşı onların dilinden vermiş olduğum cevapları asla bilmeseniz. Korkarsınız o zaman benden biliyorum, ne büyük ahmaklık ki benim salabildiğim tek korku da budur, iyi insanlara, kafamdaki iyilikten türeyen sinirliliğimle birleşerek saldığım aslında masum olan o korku; işte aynısını olması gerekenlere yaşatabilseydim dünyanın en azından bu kadar böyle bir yer olmayacağını size garanti edebilirdim, uzun zamandır Allah'tan tek olmasa da büyük temennilerimden biri de bu... Ah insanlar isteyen inansın istemeyen inkar etsin, bu metnin tamamını yazmayı gerektirecek ve öngörecek yaşanmışlıklara harcadığım ve harcayacağım sevgi ve şefkati biraz dışarı gösterebilseydim, kimin iyi kimin kötü olduğunu bilmeyişimin sonucu olarak gardımı alırcasına öne sürmeseydim bu temkin, endişe ve hüzün dolu öfkeli yüzümü, kim bilir belki de sizler için dilediğim şeylere ben sahiptim, en başta da yalnız olmamak belki pek çok anlamda. Yine de pişman mıyım değilim, nedeniniyse ne bilirim ne düşünürüm... Ah iyi insanlar haklarınızı helal edin tek tek benim için, ben dediklerimin ne kadar çoğunu yapabilirsem o kadar iyi, n'olur beni bilgilendirin işinize yaradığımda, ben öyle akıllı kompleksli aptal bencillerden değilim ki başkalarını düşünmek benim önceliğim olmasın; hem ben zaten benim işte, biliyoruz, biliyorsunuz, bildiğiniz kadar artık. Kaldı ki o kadar da tuhaf olmamalı birileri için kendinden daha fazla endişelenmek, çünkü kendin kendinesindir fakat çoğu zaman bir başkası için elin kolun bağlıdır, zaten öyle olmasa bu size olmasını istediğimi yazdıklarımdan fazlasını memnuniyetle gerçekleştirmiştim. Tam olarak bu eli kolu bağlı olmak işte, benimle zerre ilgisi bile olmasa durumun, bu bana çok müşkül geliyor; dünyadaysa benim gibi hisseden çok az olsun birilerinin varlığına inancım tam, yazmaya biraz da bu teşvik ediyor, bulun beni dostlar, haksız mıyım söyleyin...
Geçen gün okulda üzerime konan o küçük kırmızı sevimli canlı. Ya aslında tam olarak o konmadı, ben biraz onu elime almış olabilirim; uzunca elimin üzerinde dolandı, parmaklarımın ucundan avuç içlerime ve oradan kollarıma yöneldi. Düştü sandım bir ara, ama düşmemiş biliyor musunuz omzuma konmuş, aklı yerinde olmayan hatrı sayılır bir insan edasıyla gezdirdim onu; ne zaman ki istedim tekrar avcumun içine alayım omzumdan, daha da bir benimle olsun tekrardan. Düştü... Avucuma alacakken inat etti biraz ve belki de benim beceriksizliğimden yere düştü. Uçmayı bilen böcekler düşmez bilirim, ama o düşmüştü, yeniden onu edinmek istediğimde hareket etmiyordu, döşemenin üstünde aptalca kalmıştı... Ey sayın uğurböcekçiğim, neden öyle olduk ki biz? seni çok sevmem sıktı da sen Allah'ın sana bahşettiği üstün yetenekleri bırakıp hayatına son vermeye mi kanaat getirdin nedir. Kadınlar gibi yani sen de, uğur da getirmedin zaten, yalnızca bu gece tam bu saatte benim böyle düşünüp hüzünlenmem için tasarlı bir şekilde gözüme iliştin tam o gün, tüm bunların olacağından haberdardın belki, niye yaptın? O ara hayatıma giren en basit ama aynı zamanda da en güzel şey olma ünvanını kazanmıştın üstelik, hafiften zor günlerdi ve sen yaklaşık beş belki on dakika yüzümü gülümsetmiştin. Sevilmek niye koyuyor size, ağzınıza tükürenlerden mi hoşlanıyorsunuz; o gün seni ezsem daha mı mutlu olurdun yani ve daha da önemlisi böyle yaparak neden bana kadın ile böcek karşılaştırmasına benzer bir yazı yazdırıp zaten beni hiç sevmemiş kadın neslini yekten bana düşman kıldırıyorsun. Tüm bunları nasıl hesapladın uğurböceği anlamıyorum, beyninin bir milimetreküp ettiğine dahi şüphe edeceğim bir canlısın, lakin işe bak... Öyle olsun uğurböceği sevmeyiz n'apalım, sizi de, kadınları da, papatyaları da, çikolatayı da, şiiri de, atları da... Sevmeyiz dedim ama artistlik olsun diye, sen de biliyorsun işte seveceğim, benim gibilerinin laneti de bu oluyor işte; bir sevmek, bir de sevilene dair bir mevzudan türeyen öfke. Hadi herkesi bir kenara koy da harbiden sana n'aptım uğurböceği? Gerçi bunun biraz güzel de bir açıklaması olabileceği kanaatindeyim, belki de sen uçup durduğun bu boktan Ankara havasında (boktan olan Ankara değil havası) karşılaştığın her insanda kin, merhametsizlik, sevgisizlik gördün ve benim sevgimi bulunca yaşamını onunla, asil bir şekilde sonlandırma kararı mı aldın? Eğer öyleyse çok teşekkür ederim... Senin düşünme yeteneğin olmadığını biliyorum tamam, ne kendimi ne de bu yazıyı okuyanları kandırmanın alemi yok, umurunda bile değilim ve bir halttan dahi haberin yok bunun da bilincindeyim. Benim kendi düşüncelerim fazla geliyor zannedersem bana, ona, sana, şuna, buna dağıtıyorum işte... Uğur böceği seni özlemeyeceğim belki, ama arada sırada aklıma geleceğinden emin olsabilirsin, hatta hakaret olarak algılanmasın fakat bazı insanlardan çok daha aklımda kalacağın kesin. Uçsaydın keşke, keşke uçsaydın ve ruh eşimin de böyle ellerine konup benden ona birtakım hisler götürebilseydin minikliğini tasvir edemeyeceğim ayaklarının altında. Ondan bana gelmiş olma ihtimalini de düşündüm korkma, her şeyi düşündüm ben uğur böceği, biraz da gerçek olsa çok iyi, sen bana uğurlu gelsen, gerçek olsa ve o da gelse, sen gittin ama o kalsa işte...
Yaşamanın şimdi geldi kafası, manasına vardım yanisi bana olup bitmekte olan hatta bununla da kalmayanın. Bundan iki önceki iki yazımda sizlere de bahşetmeye cüret ettiğim öfke yahut sinirin sebebine eriştim yani, en azından öyle sanıyorum... Hayatımda çok iyi insanlar var, bunlar çok çok iyiler, her daim konuşmaktan mutluluk duyduğum, asla tek bir kötü anımızın bulunmadığı, tek ve basit bir şeyle beni dünyanın en mutlu insanı kılabilen insanlar var... Hayatımda böyleleri varken diğerleri niye var, ota boka gerilenler bilmem neler, halden anlamayan etmeyenler, aslında yanında hiç olamayanlar. İyi anlamda hiç mi hiç hak etmediklerin, küfür gibi hayatının ortasında dikilenler; ya da abartmış olmaya karşılık şöyle de diyebiliriz, "kötümsüler"... Belki de diğerleri bana yeter diye düşündüm, onlarla ve yalnızca onlarla kurduğum güzel, dertsiz tasasız şirin evrenim; o güzelleştikçe diğer taraf, yani varlığı baskın gelen tam bir fazlalık halini aldı. Bunda şeyin payı büyüktür belki, şu aradığım kadının, varlığından kimi zaman emin kimi zamansa tereddütte olduğum ve bu tereddüdün istisnalı dahi olsa bayağı bayağı acıttığı. Yani o da öyle iyi öyle güzel ki, bu kadar boktan bir ortamda onunla karşılaşma ihtimalim düşüyormuş gibi geliyor doğalımsı olarak. Kötü demiyorum bakın, kötü insanlar değil bahsettiklerim, yani tam anlamıyla değil; acımasızlar belki, anlamayı bilmiyorlar, belki anlaşılmaya değeceğini düşünebileceğiniz bir yanları yok hepsi bu; bana zararları dokunsun dokunmasın, bu gemi asla batmaz zaten ama yine de gözüme gözüme giren bahsettiğim şu durum, bir vakit sonra beklemenin de vermiş olduğu kurulukla gözlerim kanıyor. Gözlerimden kastım görmek olarak herhangi bir şeyle mukayese edilebilecek duygular değil, ben bu sertliği algıladım ve ne yok olmasına ne de koşulsuz hükmüne imkan tanıdım zira o da bir araç, tepene çıkanları tependen atıyor; alışık olmadığın için biraz kötü biraz suçlu hissediyorsun baştan ama, meğer hiç sorun yokmuş. Ruhumun kendini biraz daha özgür biraz daha canlı hissettiği bu vakitte dışa sunduğum algılar da benle alakalı olan olmayan bir şeylerin bedeli olsun, benden değil Allah'tandır belki. Zaten bahsettiğim bu kendi diyarına ırak oluş, müstahakiyeti doğmuş hallerimin sorumlusu değilmiş, gözümü açıp biraz dışarıya bakmam yetti bile... Olmaması gerekene olmadığı müddetçe anormal olmayan bu durumu idrakım, olmaması gerekene olmasını imkansıza yaklaştırdı ve artık daha rahatım. Şimdi sadece başka bahsettiğim o güzel insanları, daha çok da bunları nasıl başardıklarını ve en çok da sorunun cidden benle ilgili olup olmadığını sorguluyorum, mantık düzleminde hiç de öyle gelmiyor zira. İnsanların, hatta o insanların bayıla bayıla gittiği yeni çıkmış bir filmin fragmanını inceledim, ben gibi sürekli uzun ve teferruatlı cümleler kuran ve tekrar ben gibi, nispeten biraz fazlaca beklenti, inkar ve sorumluluk sahibi başroller var benle farklı durumlarda olmayan. Kurgu bir işe gelince "Ay şahane, ne kadar iyi adam, tam bir aşk adamı!" falan fistan, bu gerçek halini aldığındaysa yüzüne bakmayın ve kendinizi hisli tanımlayın, o da iyiymiş... Ey insan bilmezsin, burada yazanı okumaya yetecek ne cüretin ne de aklın baki zaten, varsın böyle devam et ama bil ki umur katsayımı o kadar da bağlamazsın. Bir gün iyi tanımladığım, mutluluk duyduğum, olmak istediğim, derdimin hakikaten de eksik olduğu insanlarla iç içe bulunana değin diş sıkmaya devam, fazla metanetim yoksa dahi bunu yapabilecek güçteyim... Ah ben, yine ki kendi iyi niyetimden kabahati kendimde arama çabalarım (ki görmezler bunu, hatta aksi olduğunda iddiacıdırlar), fakat bu sefer öyle değilmiş, her sefer olduğu gibi. Ne derler bilirsiniz, "Dik dur eğilme bu millet seninle!". Şaka bir yana çoğunluğun karşıda birikmesi (karşı olduklarını asla beyan etmeseler dahi) doğru yolda olduğumuzu kanıksamıyor, orada olduğumun en büyük kanıtıysa zerre yalansız tüm bu yazılar... Ne zaman çoğunluğun orada olduğu fikrine kapılsam aklımda şu; gerçek olanlar da tam burada, dostlar, sevenler, okuyanlar, hepsi tam kalbimin ortasında ve beni anlamakta, diğerlerinden de fazla var olmakta. Yalnız mıyım? Ruh eşim hariç hayır.☺
Ben öyle kaldıramıyorum artık bir şeyleri, naz, atar, yalandan küsmeler ve kızmalar, trip denilen şu şey. Çok mu yaşlandı ruhum, kamaradan gözleeimi kısarak baktığım cam havanın soğuğu ve üzerine vurmuş dalgaların verdiği bulanıklıkla bana tıpkı bu hayat gibi karşılıklar sunuyor. Çekmek yahut sabır belli başlı şeyleri, değil bir, hiçbir müddet... Bu kötü mü iyi mi bilmem, zannımca kötü lakin garip bir şekilde buna değin bir rahatsızlık duymuyorum; en ufak bir şeyde çekilin gidin bazı insanlar, ve de gelmeyin mümkünse, imkansız olmadığına eminim. Bazılarına karşı da kapanmak bilmeyen bir çiçeğim her koşul ve kusurda dahi; bu seçimi, bir anlamda ayrımı yapan ben değilim, o insanlar ve benim aramızdaki tam olarak her şey, onların kendileri. Benim bir an bile tartışmadığım insanlar mevcut, bana zor adam muamelesi yapmayın diye söyledim bunu da, zira nefret ederim... Her şey birer saçmalık halini alıyor zihnimde, insan davranışları ve altında yatabilecek olduğuna ihtimal verdiğim tüm sebeplerini bir bir mukayese ettiğimde çoğu kişinin kötü bir profili çiziliyor ve bu normal de zaten, ancak tuhaf olanı, bazılarında buna rastlayamıyorum; onlar da ya yakın dostum oluyor, ya da aşık olduğum (bilginize; tarih 8 Kasım 2016 ve kimseye aşık değilim) Bazen bu bahsettiğim profil yani diğer Ahmet, öteki Mehmet falan, hep gözüme batıyor, sanki herkeste hele ki bende yokmuş gibi, bu kesinlikle aptal bir his evet, ama oluyor işte. Yetmiyor hoşgörüsüz ve kanımca da kaba saba biri olmayı bana bahşediyor yazık ki... Ya da bilmiyorum çok mu dikenliyim, muhtemelen öyle, muhtemelen yanlışa yer vermiyorum yaklaşımda ve göz ardı etmiyorum, belki de gözüme bir perde çekildi ve herkesi olduğundan biraz kötü biraz kirli görüyorum, gördüklerimden çıkarımla muamelelerim temelli kömür oluyor ateşe; lakin ateş ilk defa beni yakmıyor belki de, buraya yazmak dışında umurunda dahi olmuyor inanır mısınız... Tahammülsüzlüğüm ve arada anormal derecede yükselen hayatımdan insanları def etme isteğim beni yıkım makinesinden ibaret gösteriyor biliyorum, ama bu bir dürtü ve şuan bunu yazanın olmasa bile bir benin içinden büyük bir hazla geliyor. Sanırım bu da tıpkı ergenlik gibi bir dönem, benlik bir sorun yok ama umarım birini yanlış anlamadan sonuçlanır.