Değişmek

Değişmek her zaman, hatta çoğu zaman olumlu bir şey değildir, içten içten, tatlı tatlı kaşınan bir yaradır; her ihanette, haksızlıkta ve vesairede yoklar bir defa. Zararı yok gibi gelir; ezilen adam sadece biraz bağırmaya başlayacaktır, şiddete uğrayan kadın sadece biraz tekme savurmayı öğrenecektir, susturulan çocuk ise biraz sert konuşacaktır... Çok masumdur değişim, nitekim öyle ilerlemez. Tadına vardığınız vakit -tıpkı bir vampirin kan kokusu alması gibi- geri dönüşü yoktur, kendini koruma yahut biraz mutlu olma amacıyla içinizde filizlenmiş o masum değişim parçacığının verdiği suni tat o mutluluk yoksunu kafanıza çok güzel gelir; ilk defa demir bilye olmak, karşı konulamaz, bastırılamaz, inkar edilemez ve dahası olmak... "İşte bu!" dersin, artık kendinden taviz vermez ve tahammül etmezsin, örneğin "düne kadar" yakın arkadaşın olan biri bugün sana gelip "Seninle muhabbet açacağımı mı sandın?!" dediğinde ilk defa tekrar tekrar özür dilemek yerine "Hayır, konuşma kardeşim olabilir." diyerek önüne dönüp kulaklığını takabilir ve en güzel yanı da, herhangi bir hüzün duymazsın...
Değişimin daha büyüğünü çağırırız böylece, bir lanet gibi, katiyen istemeden ama farkında dahi olmadan; gittikçe müsaitleşiriz kararmaya, öfkeye ve öfkeyi kullanmaya, hırçınlaşmaya, duygusuz ve durgunlaşmaya... Değişimin dozunu abartmaya başlarız, öyle ki gittikçe gocunmaz oluruz değişim fikrinden ve tam burada aldanırız; artık güçlüyüzdür güya, öylesine bir güçtür ki bu, bakarsın bize bizi biz yapan değerlerimizi bir çırpıda söküp attırır, yazık ki o eşsiz sevgimiz en başta gelir.

Herkes gibi olmaya hoş gelmişizdir artık, nefret ettiklerimizden, ayıpladıklarımızdan, iğrendiklerimizden, bize zarar verenlerden olmuşuzdur, fark etmeyiz; üstelik tüm bunlar biraz rahatlamak adına olmuştur ne yazık ki, sırf yeni bir yara daha almamak adına, yarayla alay eder konuma geliriz, kaldı ki yine mutlu değilizdir. Değilizdir çünkü biz bilek bükecek konuma gelmiş olsak da artık, bileğini büktüklerimizin sağlam kalan bilekleriyle yapacakları ilk iş, yine bizi altetmeye çalışmak olacaktır biliriz, onlar akıllanmadığı gibi biz de onlara vermemiz gereken öfkeden hak sahibi olmayanlara da dağıtmaya başlayabiliriz, eski dev güçsüzlüğümüz yüzünden gücümüzü kontrol etmeyi zaman içinde öğreneceğizdir ve bunun için suçlanmamayı, sadece biraz anlayışı bekleriz etraftan, oysa onu dahi çok görürler. Neyse.

İstemiyordur fakat istemeden lakin çılgınca yapar bazı yanlışlar, tıpkı Yeraltı filmindeki Muharrem misali, izleyenler çok iyi anlayacaktır beni... Bu insanlar çılgınca öfkeye batar gittikçe, kabalaşır, anlayış ve anlaşma damarları, tahammülleri kopar, kimse onlara sevgi duvarı örmemiştir de ondan; kısacası oldukça ileri giderler ve kimse onları tanıyamaz, taa ki değiştiklerini söyleyip durmaktansa, kendilerini savunmaya çalıştığını idrak edenler hariç.

Bunun bir ilacı vardır tabii lakin bu defa bizde değildir, kendi başımıza dönemeyeceğimiz, esasında, en temelinde masumların en masumu fakat yazık ki hatalarla bezenmiş, iyi amacın kötü davranışa döndüğü, nitekim herkesin yaşadığı fakat çok azının bize anlayış gösterip destek olabileceği tipik bir çaresizlik olmuşuzdur ve bunu anlar anlamaz kendimiz dahil her şeyin eskisini ararız...
Biz hala çok iyiyizdir aslında; sadece yıllarca, çok uzun zaman boyunca insanlara karşı en iyisine kadar bütün muameleleri -hatta asla hak etmediklerinde ittifak kurduğumuz denli- göstersek bile en ufak yaranamamışızdır ve devamlı bir işbirliği şeklinde kelimenin en kibar haliyle "hor görülmek" canımıza tak ettiği için bir şeyler yapmak istemişizdir; sanıldığının aksine içimizde ne kin vardır ne bir şey, sadece bu aptal düzeni bozmak istemişizdir o kadar.
TEK İHTİYACIMIZ İSE yalnızca ve yalnızca o bahsettiğim "çok azının" bir şekilde karşımıza çıkıp bizim sebeplerimizi, doğrularımızı, istemeden yaptıklarımızı ve bir türlü anlatamadıklarımızı bilmesi; içimizdeki -önceden dışımızda da hülüm süren- o masum, dünyalar iyisi, neredeyse hiçbir zaman insan yerine konmamış yahut sevgi görmemiş o asıl bize, nihayet, sahi bir değer vermesi, zira BİZ BUNA AÇIZ!

Biz bu hallere düşesiye, kendimizden her türlü ödünü esirgemeksizin veresiye, öz saygı-sevgimizi yitiresiye değin, her şey için bu kadar geç olmadan gelmeyi başaramaz mı birileri, hala o nihai yoldan dönecek pek çok sapağımız varken? Zati yazık ki insan kendine değer verilmemiş olduğunu onca zaman sonra verilecek ufacık, hakiklaten minnacık bir değeri "garipseyerek" anlar ve sorgulamaya başlar, geçmişini de etrafını da, lakin cevap ne gelir ne de gelecektir. Her şeyin yalan ve göstermelik oluğunun idrak ve kırgınlığına eşzamanlı olarak varınca, bir tutam sevgi, merhamet, anlayış o kadar ilaç gibi gelir ki insana, asla bırakmayacağı elli kere aşikardır artık. Zaten bu duruma düşen bir insan gördüğünüzde yahut bu durumda olduğunuzu kendinize itiraf edebildiğinizde göreceğiniz ilk belirti şudur: Ufacık bir şeyin bir günü mükemmel edebilmesi ve yine ufacık bir şeyin günü altüst edebilmesi; çünkü katılaştık sanarız -zira öyle sanar ve bizi de buna ikna eder "yabancı"larımız- fakat aksine hassaslaşmışızdır, tıpkı bir hamile gibi, mutluluk doğuracak bir hamilenin sancılarıdır belki de tüm bu yaşananlar.

Gelelim değişimin kötülüğünden arda kalanlara, bu bir iki dünya iyisi insanın az yahut çok miktardaki sevgileri adeta bir panzehir gibi kuşatır kalbi ve bedeni, en nihayetinde bu enkaz insanın mottosunu da onlar şu şekilde değiştirir: Sevgi kere sevgi.
Bu insan artık herhangi birini kötü gördüğünde yanına gitmeden, gözyaşlarını silmeden, sarılmadan, sevgi göstermeden; yapamaz, edemez, beceremez... Yaşayamaz.

0 Yorum:

Yorum Gönder