Konuşmak ya da...

ÖNCELİKLE KENDİMİN PEŞİNDEN GİTMEMİ SAĞLAYAN İNSANLARA, BAŞTA BEYZA OLMAK ÜZERE TEŞEKKÜR ETMEK İSTERİM.

Bir insan neden konuşur? Basit cevapları var bu sorunun: Anlaşmak, anlaşılmak, ihtiyaçlarını dile getirip gidermek yahut mecburiyet. "Bir insan neden konuşmaz"ın da cevapları tam burada yatıyor aslında; anlaşamayacağını bilen insan ne diye konuşsun, karşısındakiler onunla anlaşsa dahi karşısındakilerle anlaşmak ihtimalinden, karşısındaki gibi biriyle ortak bir payda ihtimalinden midesi bulanacak insan neden konuşsun? Anlaşılmayacağından adı gibi emin olan ve hiç de şaşırtılmamış biri neden konuşsun? İnsanın ona söylenmeyen ve hayatını kolaylaştıracak birkaç insiyatifi vardır aslında kalan ikisine dair, bugün sizlere ondan bahsedeceğim: ihtiyaç dile getirmek adına konuşmak iki kişinin işidir esasen, bebekler ve üşengeçler, şayet ortada gerçekten dile getirilmesi gereken bir ihtiyaç varsa da, çok çok zor şartlar haricinde illa ki istenmeyen kişiden başkası ile konuşarak giderilebilir. Mecburiyet konusunda ise bizi feci yanıltmışlar, aynı ortamda bulunuyorsun diye, senin üst mevkiinde diye, hatta bir çıkar ilişkisi içindesin diye bile kimseye bir şey demek zorunda değilsin, selam vermek bile buna dahil; onlar sana selam veriyorsa ayıp olabilir belki yaptığın, ha ama vermiyorlarsa bunun bir dayatma olduğunu anlamanın ve yoluma bakmanın zamanıdır.

Çok değerli birinin bir tavsiyesiyle bazı radikal kararlar edindim, en büyüğü de bu konuşmak meselesi, keskin bir çizgi çekip çizginin bir milimetre ötesindeki herkes ile her şey ile bütün bağlarını kesmeye göğüs gerdiğinde rahatlıyorsun. Eskiden savaşmak taraftarıydım, hak edene hakkını vermek için son raddeyi geçmek; şöyle bakınca bile hayvan gibi havalı görünüyor fakat aslında göründüğü kadar idealist bir fikir değil. Şöyle ki sizi kullanan, ezen ya da bilmem ne eden bir kitle olduğunu varsayın, siz bu kitlenin artık çiğneyemeyeceği demir bir leblebiye dönüşüp boğazlarına da otursanız dahi uslanmayacaklar ve kazandığınızın tadına varamayacaksınız, çünkü siz bir olacak kadar özel iken, onlar bir çakal sürüsü olacaklar, hem de her anlamda.

Kendimden bu kadar emin konuşuyorum ama zannedilmesin ki bir şeye hıncım var yahut bir ego geliştirdim kendime; aslına bakarsanız düne kadar yalnızca kendine bakan Alptuğ artık etrafına bakmaya başladı, bu tabii batabilir kimselere başlarda ama alışırlar zamanla. Alptuğ'un pek çok arkadaşı vardı ki seneler içerisinde aralarında en ufacık, minicik, polen kadar dahi bir tatsızlık olmamış, e Alptuğ onlara iyi de diğerlerine mi kötü? Hayır bebeğim hayır, Alptuğ kendi olması fırsatı verilen yerlerden çok uzakta ve ilk defa fırsat istemeksizin bunu kendi kendine denediği ve "başardığı için" kötü, uyumsuz, asosyal veyahut türevleri adlediliyor, binaenaleyh artık eski Alptuğ yok, yenisi de bu durumu o kadar iplemiyor.

İnsan bazen rahatlama ihtiyacı hissediyor, önce susuyor, bu bazılarına etki bile etmiyor, ardından fark ediyor ki tahriklere gelmediği vakit karşısındakiler kuduruyor ve hamle sayısı artıyor; bu noktada şartları biraz esnetmekte fayda var, onlara benzemiş, onlar olmuş gibi ama sadece "gibi". Mesela okul yönetimine telefon teslim etmemek gibi (hiç kullanmayacak olsan da) ardından da bilerek yakalanmak. İnsan farklı bir şeyin tadına varıyor, kendi adımını atmanın; ister otoriteye isterse başka bir şeye karşı olsun, kendi tercihini bütün eksi ve artıları ile belirleyip gerçekleştirmenin. Mesele iyilik ya da kötülük değil burada, gemileri mi yoksa denizi mi yakmayı göze almış olmak, belki de garip bir şekilde tek tabanca olmanın "dayanılmaz hafifliğini" ilk defa tecrübe etmek. İnsanın kendisinden korkmaması lazım, biraz olsun aklı başındaysa, zaten istemeden karanlık olmaz, ancak beyaz bir çukur olmaktansa evladır "şimdilik" gri bir tepecik olmak.
Bir şeylere zıt düşmek o kadar da kötü değildir, en çok da çoğunluğa; cevap basittir, öyle değilizdir, olamayız da, nitekim gün gelip o kalabalık bizi içine aldığında içinden kaçmak isteyeceğimizi adımız gibi biliriz ama ne hikmetse bile bile bir kalabalık olma türküsü tutturur dururz.

Belli başlılar dışında kimsenin bize ihtiyacı olmadığını, bundan ötürü de onlara alenen yol vermemizin kabalık sayılmayacağını dün öğrendim mesela, birebir anlatıyorum olayı:
Bir arkadaşıma attığım sevgi içerikli mesajı diğeri görmüş, "Ona bile atıyorsun da bana atmıyorsum" diye bana tavır almıştı, lakin bunu söyleyen kişiyle bahsettiği kişiyi karşılaştırdığımda söyleyen kişi için çok da bi'önem arz etmediğimi, yalnızca bu gibi durumlarda akla geldiğimi görünce "Evet" dedim, "Evet onunla daha yakınız." Nitekim doğruyu söyledim ve bir arkadaşlık bitti, şayet buna arkadaşlık denirse, zira o kişiye bir şeyler anlatacak olduğum ve beni terslediği yirmiden fazla an hala aklımda durur ne hikmetse.☺Şimdi mutlu muyum? Hem de çok, bu kadar olacağını tahmin bile etmezdim, adeta batarken küçülmeye gitmiş şirketler gibi rahatladım ve pek yakında yükselişe geçeceğim. Böyle basit bir şeyden bitecektiyse, bitmemişliği kabahatmiş, zaten derin bir şey bile değilmiş, yine benim taşıdığım bir ilişki daha işte, artık kimseyi omuzlayamazdım, Allah rahmet eylesin...
BURASI ÖNEMLİ: Eğer ki eski ben burada olsaydı ve o kişinin peşinden koşup, "Yaa sen de değerlisiin." vs. bir laf etseydi, çok geçmeden de o kişi yine her aklına estiğinde, başkasına kızdığında vs. hıncını bundan çıkartıp bir süre sonra da hiçbir şey olmamışçasına devam edebilseydi Alptuğ Alptuğ değil oyuncak olurdu, işte artık oyuncak olmamak için yaşıyoruz, hepsi bu. Bu düzen görünümlü katli bozmam birilerini rahatsız etti muhakkak, etsin de, sonuna kadar oh olsun, ben böyle iyiyim, artık biliyorum ki iyi benim, çünkü hakkı olmayana asla fenalık etmedim, olana da etmemiştim ama artık vakit çatacak.

Susmak burada devreye giriyor işte, sustuğumuz andan itibaren daha da artış gösterecek olan bütün o tahriklere dahi duyarsızlaşabildiğimiz vakit, kendimizi basitle sınadığımız vakit, yanisi sadece müzikçalar, kitaplar ve kendimiz olduğumuzda bir eksik hissetmediğimizde çok güçlüyüz. Güç belki de erketeye yatmaktır ha, kaybettiğini kabul edermişçesine, diğerlerinin tepene binmesi ihtimalini artıran bir sessizliktir, en nihayetinde sükut bulup içerisinden bir koza gibi çıkacağımız. Tek bir sorun ihtimali mevcut, gün gelip ipler elimize geçtiğinde kontrolü kaybetmemek; öyle ki iplerden eser olmasa dahi insan kurunun yanında yaşı da cayır cayır yakacak bir hale bürünebiliyor, neyse ki söz verdik, savaş yok. Akılda canlandırması bile eşsizdir böyle şeyleri, belki on belki bin insanı bir odaya doldurup, her birine "Şöyle şöyle diyorsun ama sen de şusun!" gibisinden nutuk çekmek gibi, oysa önemli olan, çizgini bozmuş gözüksen de kendin kalmaktır, bir bakıma yaptığımız da bu, dişlerimizin var olduğunu bilmeliler ve bunun için biraz esnek davranabiliriz, örneğin susarak.


0 Yorum:

Yorum Gönder