The Revolver Film Değerlendirmesi


Bu filme aslında ne idüğü belirsiz bir film demek mümkün ama asla kafa karıştırıcı denemez. Film kendini çekinmeden anlatıyor, mafya hesaplaşması, tefeciler ve her şeyin temelinde ise satranç. Karakterlerin kendi içlerinde bölünmüşlükleri hikayeye o kadar yansıyor ki hikayede bir bütünlük yok, olmasına da ihtiyaç duymuyorsunuz. Ana karakterimiz bay Green, daha filmin en başından ikilemlerde kalıyor; hapisten çıkmış ve kumarhanede bir şekilde bolca para kaldırmış bir adam, ne şanslı öyle değil mi? Hayır değil.
Film, izleyiciyi büyülemek gibi bir amacının olduğunu dahi sakınmadan ortaya koyuyor, bunu sahne geçişlerinde, hatta filmin direkt başında yapılan alıntılardan anlamak mümkün; bununla da sınırlı değil, örneğin müzikaltı sahnelerde kullanılan müziklerden biri Lacrimosa, hikayesi itibariyle filmle örtüşen bir beste, gerçi artık her filmde kullanılmaya başlandığından cılkı çıktı.
Öte yandan filmde kullanılan renk kompozisyonları ve çeşitli çekim kuralları (simetri, üç birlik...) dikkate değerdi, her ne kadar kırmızı ağırlıklı uzakdoğulu sahnelerinde dublaj yahut altyazı zahmetine katlanılmamışsa da az biraz ingilizceniz varsa filmin aforizma kustuğunu (olumlu anlamda) algılayabiliyorsunuz.

Esasen filmin ana karakteri bay Green olsa da, diğer karakterlere de iç devinim olarak o kadar çok pay düşüyor ki; benim önemli gördüğüm karakterler sanıldığı gibi Avi ve Zach değil, onlar sadece paravan görevi görüyor, hatta bana sorarsanız filmin kendi içindeki anlamı kendinde yansıtıp sonradan seyirciyi etkilemesi için bilinçli oluşturulmuş karakterler; şöyle ki başından beri bu adamlarda bir kıllık olduğunu seyirci seziyor ve onlara odaklanıyor, onlar her şeyi bilecek ve falan filan... Tüm bu gidişat sorunsuz ilerlerken perde arkasında asıl olay dönüyor: Bay Gold.
Bay gold kesinlikle bir metafor, zaten çok net olmasa bile, bunu anladıktan sonra gerçeğe dönüyor karakterimiz.


Aslında karakterlerin çok boyutluluğunu yalnızca üçüne indirgemek mümkün: Nişancı, Macha ve bay Green.
Nişancının yaşadığı şey kendi mükemmelliği ile arasındakinin yanında vicdanı ile de bir savaş, Macha desen tamamen kazanmak, saygınlık ve otorite üzerine yaşayan ve bunu açıkça belli edebilecek kadar zayıf, bir şeylerin arkasına saklanacak kadar da tipik bir karakter. Gel gelelim Bay Green'e; uğradığı bir ihanet var, bu ihanetin sonrasında işleri yoluna koyuyor ve hemen ardından onca bilgi ile hortumladığı paralar ondan alınacak... Bu hangimizin başına gelse sinir bozardı fakat burada agresif tutum sergilemeyi engelleyen, önlenemez ve pahabiçilmez bir unsur daha var: Yaşama güdüsü.
İlk olarak param mı hayatım mı diyerek bir seçim yaptı ve taviz verebildi, sonrasında sağlığının yerinde olduğunu öğrendi fakat yine de orada kaldı, yine de o adamlarla kaldı; kapalı alan korkusu olduğu halde onu belki de ömründe ilk defa asansöre bindirebilmiş bu adamlara bir minnet mi duydu dersiniz? Hayır, oyunun sonunu görmek istedi, tıpkı filmin izleyiciden istediği gibi; kumarda da bu böyledir, rakibin devam hırsını törpülemek üzerine kuruludur çoğu oyun, ki böylece her şeyini verdiğinden emin olana kadar durmak bilmesin. Neyse ki burada başka bir nokta var, çok can alıcı bir nokta; adamımız Green kalabildi çünkü rahatladığını gördü, bir şeyleri bırakabildiğinde, hırslarını bırakabildiğinde kafasının da aynı oranda boşaldığını gördü ve nihayetinde filmin seyirciyi vardırmak istediği noktaya, filmin ikinci ve gerçek yüzünden vardı.

Filmin büyük kısmını ego konusunun oluşturduğuna insanları ikna etmek için uzun uğraşlar verildiğini başından sonuna görmekteyiz, oysa filmin asıl anahtarı aranılan şeyin asla bakılmayacak bir yerde olması; bir şeyi aramaya başladığımızdan itibaren aklımızdadır ve onu düşünmekten onun aklımızda olduğunu hiç düşünemeyiz; peki ya aklımızda olan, o şeyin varlığından daha fazlasıysa? İşte bu filmi klasik bir mafya filminden yahut psikolojik içerikli filmden ayıran bu; herhangi bir seyirci en başından o iki mechul adamın Avi ve Zach olduğunu bilir zaten fakat yine de öğrenmek ister; filmde de bahsedildiği üzere kafasındaki sesi kendisi sanar: "İzle ve öğren." Seyirciyi tam bu anda olgunluk doruğuna ulaştırıyor işte Revolver, açık açık ilerleyip yine de seyirciye bildiği şeyi izlettirebilip, zamanından ve biraz da düşüncelerinden onu feragat ettirip gerçek doyuma eriştirdiğinde. O yüzden kanımca bu filmi kendi başına bir canlı olarak değerlendirmek daha isabetli.
Belki de Guy Ritchie'nin amansız bir fantezisidir bu, zira biraz da sinir bozucu; öylesine sinir bozucu ki insan başından beri "BEN DİDAKTİĞİM!" diye bağıran bu filme sinirleri bozulacakken kendine dönüp bu sinir bozukluğunun kendini büyük görmesi, bir diğer deyişle egosundan kaynaklı olduğunu düşünüp duraksıyor. Şimdi neden canlı dediğimi anladınız mı? Tıpkı filmde vurgu yapıldığı gibi "basit" ve canlı.

0 Yorum:

Yorum Gönder