Her şeyim var da ben yokum sanki; etrafımda dostlar, yemek desen yemek, para desen para, ne dersen... Ama yine de gözüm uzakta bir adada sanki, Kardak kayalıkları gibi fiziki olarak anlamsız bir ada. Sanki ışığım o adaya bakarak sönüyor... Ben bir şeylerim fazla olsun istemedim ki hiç, kendim daha fazlası olmak istedim, bunu ne derece anlayabiliyorsunuz? Hani on kişi el üstünde tutsa seni, on birinci de sevse ama gözünün içine bakmasa... Sanıldığı kadar ucuz, küçük bir fark mı bu; veya bu farkın peşine düşmek doyumsuzluk mu, bu farkın iç acıtması hastalık mı?
Üzüntü hep küçük sebeplerden büyür, asla kocaman olarak gelip konmaz esasen, tabiatı bu değildir. Üzülmenin en fenası alışmakla kaimdir aslında, bakınız ölüm mesela; alışmak hep küçük adımlarla olur, yavaş olur, en önemlisi kalıcıdır. Bazı acılar bu yüzden dinmeyecek gibi gelir işte, kendisi değilse bile kökü kalıcıdır da ondan.
Zaten hep olmayan batmaz mı daha çok, bütün varların arasına sıkışan bir yok veyahut öyle hissetmek; birilerinin nazarında var olduğunu hissetmek ama eskisi kadar olmaması... Belki de bazı şeyleri illa iliklerine kadar hissetmeye gerek duymak, kim kimi nasıl suçlar bununla?
"Sadece daha çok hissetmek istemiştim."
Herkes kırıklara bakar kimse çatlakları önemsemez, halbuki bütün olmak da acıdır bazen; zira o artık aynı olmadığına takılır, senin umurunda olan yalnızca bütünlüğüyken. Aileleri yıkan da budur, her gün aynı sofraya oturmak umursanacak şey değildir, sofrada geçen muhabbet dindiğinde masa da çatlamış demektir. En önemlisi: Bugünün çatlağı yarının olduğu kadar dünün de kırığıdır, insanlar görmez.
İnsanlar neyi görür ki bunu görsünler; kim birini az sevdiğini kasıtlı değilse kendi başına fark edebilir ki? Oysa sevilmek öyle değildir, milim milim çakı gibi girer içine sevgisizlik, girdiği yetmez, döner, dikiş tutmaz.
Çoğu dost bir gerçeği anlamaz, her ağacı en sağlam kendi reçinesi tutar; başka dostların açtığı yarayı daha çok severek yamamaya çalışırlar ama olmaz, sonra da eksik görürler kendilerini, belki yeterince sevilmediklerini bile düşünüp, belki pes edip giderler... Nereden bilecekler, o gözlerimdeki yalnız ada benim, sönmeksizin tütecek nazarımda dost hasretim.
Şimdi anladınız mı, neden ve nasıl yanı başımda bile uzaktan baktığımı size?
Başka bir gerçeğim olabilir miydi sorusu balık gibi çırpınıyor beynimde. Sen olsan farklı olurdu belki, bu kadar inanmıyor olmazdım dostluğumu istediğini söyleyenlere, kadınlara yahut. Hiç tekmelenmemiș, hiç üşümemiș, hiç yalnız kalmamış birinin budalaca yaşam sevgisi dolu olurdum; saçlarım dökülmezdi belki, kendime ihtiyar demezdim, kapkara bir odada tüm günleri öldürmezdim. Sen olsan müesseseden der geçerdim kimi dev acıları, hiç bakmazdım arkama, eski olmazdım.
Çabuk sinirlenmezdim,
Anınca gözlerim kararanları
Bir ihtimal affederdim.
Daha güvende hissederdim, arabayı babası sürdüğü için gözü kapalı gitmekte beis görmeyen ufak çocuklar gibi; güçlü de hissederdim muhakkak, tek olmak nedir bilmezdim ve batmazdı bu yüzden karşının herkes dolu olduğu. Hiç iç çekmezdim sen olsan, yüzüm düşmezdi, milleti etrafımdan kovalayıp dökülmezdim kıyıda köşede, öyle anlık ve donuk, sahteliği dünden bariz bir gülüş, neşeyle dolanmazdım artık. Özgül ağırlığım olduğunu sen
Renkli biri olurdum sen olsaydın, en az sevdiğim kıyafetler kadar renkli olurdum, inadı temkini kırar topluma karışırdım belki, arkadaş edinirdim, kendime batmayan bir varlığım olurdu kim bilir...
Eğlenmeyi öğrenirdim senden, bir grubun falan parçası olmaya alışırdım, eşlik etme yetisi kazanırdım mutlu şarkılara, dans etmeyi ve en önemlisi nefes almayı öğrenirdim, yeniden...
Üşengeçliğimi yarı yolda bırakırdım belki, bunca yıldır yalnız başına yapmaya anlam veremediğimden hayatımda hiç yapmadığım şeyleri ilk defa yapmaya başlardım...
Klozete atılan japon balığı ölülerini daha iyi anlıyorum şimdi. Aslında bakarsanız her şeyi hep anladım, hatta bir yerden sonra o kadar anladım ki kendimden bile saklayamadım. Bazı değerli vazoların tuzla buz olma vakti bugün, kendime bazı gerçekleri birer bıçak gibi vura kıra, gerekirse döve söve itiraf etmeliyim. Ayağa kalkmak için düştüğümü kabul etmeye mecburum zira.
Var olmaya çalışıyorum dişimle tırnağımla
Gören olur da bakan varsa ne âlâ.
En yakınlarım dediğim insanların yakını olmadığımı
Yazılarımın da șiirlerimin de kaile alıp okumadığını
Aslında başarılı falan olmadığımı, insanların başarı nitelendirdiği özelliklerime yalnızlıktan bir şeylere derinlemesine yönelip durmam sayesinde sahip olduğumu
Aslında yapayalnız olduğumu, bir elin parmağını geçecek kadar insanım olmadığını
Pek kimsenin çok da umrunda olmadığımı, işleri düştüğü için geldiklerini
Sesimin kötü olduğunu, șiir okumalarını sadece zihnimdeki şeylerden kaçmak için yaptığımı
Çoğu insanın ruhi yahut fiziki benimleliğinin insani vicdanlarını rahatlatacak düzeyden öteye gitmediğini...
Bu liste bitmez, bitiresim de yok esasen. Tek sormak istediğim şu: Sizler ve diğer tüm insanlar, hepiniz kafanızda iyi kötü şöyle böyle türlü türlü şekillerde kodladınız beni muhakkak, bu sorumsa kötü kodlayanlara: Neden diye sordunuz mu hiç? Bu çocuğun şu huyu kötü, messla bu çocuk çok arabesk dinliyor, bu çocuk çok yabani ama neden? Sormadınız. Benim nedenlerim sizi hiç ilgilendirmedi, kimseninkiler ilgilendirmedi aslında; kuruydu çünkü tuzunuz, bir an bile yalnız kalmadınız siz, yalnızlığın ne olduğu hakkında okuduğunuz boktan kitaplar ve dinlediğiniz saçma şarkılarda geçen aforizmalar dışında zerre fikriniz dahi olmadı hiç. Siz hiç öteki olmadınız, farklı değerleri olup kendi de farklı ilan edilen... Ulan siz size kötülük yapılmadıkça gerisine bakıyorsunuz, iyilik de yapılmamış olmaması yaralamıyor sizi.
Neymiş, ben fazla hassasmıșım, çoğunluk olduğunuz için kendinizi standart bellemenizin kurbanı olamam artık. Ben fazla hassas değilim ama hepiniz ucubesiniz özür dilerim. Sizin o asla sormadığınız neden sorusu var ya... Ulan benim "neden" ormanlarım var be, her gün birkaç hektarı dallarında cesetlerle birlikte yanıp yanıp gidiyor var mı haberiniz?
Neden diyorum neden, ben diyorum ağzımda kuş tutuyorum, ben o kadar çok şey yapıyorum ki, o kadar çok şey deniyorum ki... İnsanlardan uzaklaşıyorum olmuyor, yaklaşıyorum olmuyor, hareketli cıvıl cıvıl oluyorum olmuyor, ölüm gibi soğuk duruyorum yine olmuyor; ilgiye de boğsam yerin dibine de soksam hiçbir şey yapmayıp öylece de dursam... Neden abi? Beni neden yalnız bıraktınız?
Kabul kötüydüm, düşkündüm kabul; deneyebilirdiniz ama, elinizi taşın altına koyabilirdiniz. Ben mi inar ettim? Ben mi attım kendimi çöpe? Pimi ben mi çektim? Tüm günü hayata dair bir bakış açısı olduğuyla övünmekle geçip ancak kolay yolu seçen insanlık... Seni nasıl affedeyim? Yanlışım yoktu ama olsa bile kızıp kapıyı kapatmadan on saniye gözlerime bakacak yüreğiniz olsa, başımın öne eğik olduğunu görürdünüz.
İçimde sönen ihtimaller var, boynumu kesen emniyet kemeri gibi bir şey belki de yalnız olmak; alamadığım bir risk gibi beklemek, gariptir ki zaman hala geçmekteyken. Yaşlı kabul et beni, huysuz, bitkin, bilhassa yaralı. Elleme ama gitme anlıyor musun?
Öylece seyretmeyi teklif ediyorum sana sakince, en fazla elimi tutabilirsin başkası güç; koşma işte benim için, ben zaten koşamam bacaklar malum...
Öylece durmayı sev benimle, dahası değil; şiir okur şarkı söyleriz, sarılır uykuya dalarız ama hayır. Elini kalbime sokup onu temizleyemezsin orda dur. Dur ki bana değil, afedersin, çok çok afedersin sikik geçmişime değil bize kalalım.
Benim için fedakâr olunmaz, unutulmak tabiatım, sen de uy buna, yanıbaşımda bile olsa.
Böyle alıştım ben kızım, korkutur sıcağın beni, öyle ani büyük bir sevgi.
Ben seni beklemekten başka bir şey bilmedim, kızma ama bazen diyorum gelmesen mi?
Hayır başkalarının beni ötelediği uzakla yahut bana yaşatılan veya yaşatılmayan, gözümün yaşına bakılmamış şeylerle cezalandırmıyorum seni; aptalca da gelse, gerçek bir yakınlık korkutuyor işte beni... Çünkü yanmak nedir biliyorum... ama yakmaya alışamam.
Ben senin yaramı sarmak için kedi gibi öylece gözümün içine bakmandan, ben senin için aynısını yapmaktan asla tereddüt etmeyecek olsam da benimle efkarlanıp karanlığa dalmaya, solmaya hazır olmadan katiyen hoşnut değilim.
Ben istiyorum ki içimdeki bu kof ihtiyarı senleşerek söküp atayım, tut çek beni neşene silah zoruyla ama n'olursun... Yağmurlu bir günde ansızın benleşme...
Hiç en büyük ihtiyacına hazır hissetmediğin oldu mu? Şimdi tanış benimle, belki öp bile, zira anca hazırlanırım.