Kızılca kıyamet mi beklersin gölgemde mahsun, bense hiç bu kadar indirgediğimi hatırlamıyorum hayattan beklentilerimi. İstediği bir şey alınmadığı için küsen ve artık o şeye nefret besleyen çocuklar ne kadar da tanıdık şimdi, onlardan büyük farkım ise benimkinin ihtiyaç olması, korkarım hayati.
Kronik hüznüm çırpınmamı engelliyor, bu kadar yorulmuş olduğumu ben bile bilmiyordum iyi mi? Buraya kadarmış, neyse ki biliriz bize kızanlar direnemediğimize değil bulunduğumuz duruma kızıyor esasen. Her şeyi denedik, toparlayacak gibi olduk beceremedik işte. Adalardaki yere yığılan faytonların bırakmıșlığı var üstümde en çok da gelecek zamanları. Öyle ki duvara assan yakamdan ve on yıl orda tutsan tek karşılığım minnet olur, sırtımı dayayabilecek bir şey bulduğum için...
Oturmak istiyorum yalnızca, zihnen oturmak ve kalkmamak, daha ziyade bunun için bir sebebi bile olmamak. Simüle ettiğim mutluluklar dahi bol geldi söyle bakınca her daim kaybolmaya müsait hatta dünden razı.
Bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi, sekiz, dokuz...
Bitti. Etobur kaderimin beni bu kadar lezzetli bulduğunu bilsen daha farklı olurdu belki, bir ölünün öksürük krizi geçirmesi kadar.
Bu defa darağacımın gölgesinden yazıyorum sana sevgilim,
Henüz tanışmadığım ve muhtemelen de tanışmayacağım.
"Sana anlatamıyorum; bütün bu köşeler, bu karanlık, bu ıslak, bu gürültü." Dinmiyor da sana anlatamamanın acizliği, varlığına dair tek bir kanıtım olmaksızın yazdığım bu satırlar dahi soğutmuyor artık hücrelerimi. Senin suçun yok oysa, benim beceremeyen, seni beklerken hayatını gitgide kaybeden. Üzgünüm, kırgınım, sebep çok, her zaman öyleydi, sen de biliyorsun bunu...
Asıl mesele sen değilsin bebeğim, sadece ben öyle bir noktadayım ki... Şu dünyadaki herhangi bir insan istediği kadar çaba sarf etsin, hatta hepsi birden; ne en ufak anlayabilirler beni, ne faydaları olur. Beyza'ya falan da anlatmaya çalışıyorum, beni kırmamak için tamam falan diyor ama idrak edemiyor... Sen bile gelsen fayda edemezsin bana ne yazık ki farkındayım, zira şarkıda dediği gibi: "Öyle bir yerdeyim ki..."
Boşa harcamayın ne gücünüzü, ne umudunuzu, ne de sevginizi. Çok uzun süredir yalnızca bataklığım ben, dahası değil, olmayacağım da; öyle deli dolu durduğuma ne bakıyorsun sen, olduğu yerde durunca iki ayağı aynı anda ağrıyan birinin acıyı yarılamak maksadıyla koşmasından farksız benim bu göstermelik olduğunu seve seve kabul ettiğim mutluluk.
Bir mahallenin temiz olması gibi gerekli çünkü mutlu görünmek, mutlu olmanın zerre önemi yok, etrafının enerjisini, sevincini, mutluluğunu emmemek için susmak bir borç.
Okey yalnız değilim kabul, toplumun içinde hayli de belirgin bir yerim var üstelik; ama bu yonca tarlasının içinde tek beş yapraklı yonca benim anlıyor musun, o beşinci yaprak benim canımı nasıl yakıyor biliyor musun? Bilemezsin, bilme, git mutlu ol. Beşinci yaprak derken neyi kastettiğimin bile önemi yok, ne koysan sırıtmaz emin ol. Şu gün seni tanıma ihtimali, seninle mutlu olmaktan çok seni de perişan edeceğimi anımsatıyor bana.
İyisi mi gelme aşkım,
Gelme yanacaksın
Gelme ölümün hüznümden olacak
Gelme n'olur, hiç bilmediğin gibi solup gideceksin
Yalvarırım gelme, başkalarının bende açtığı boşlukları doldurayım derken sen biteceksin
Ölümü gör gelme, bir ben kaybedecekken zahiyatımızı arttırmaktan başka işe yaramayacaksın.
Eğer gelirsen bana yetemediğini düşüneceksin sevginin ilk başta,
Gelirsen hayatının hatası olacağım sonra ama acıdığın yahut gururundan bırakamayacaksın belki de,
Geldiğinde benimle hatta korkarım benden hızlı tükeneceksin ve ben bunu seyredemem
Sen buna fazlasıyla razı hatta bundan hoşnut dahi olsan, hayatında bir yara izi gibi kalmak ihtimali her gece titretiyor beni. Buraların tek delisi ben olmalıyım sen değil, kendini ateşe atmak da neymiş benim gibi birini severek. Neyim mi varmış benim? Kötü değilim ama kötü durumdayım, yetmez mi? Korkarım yetecek, fazla bile gelecek. Gün olacak taşıyamayacaksın muhtemelen beni, sevginden ağır basacak benim mutsuzluğumun ilk günlerde seve seve evlat edindiğin tohumları, zamanla batacaklar, korkarım bana olanlardan daha derine.
Biliyor musun bugün doktora gittim, yok yok önemli bir şey değil endişe etme, kafa derime yaklaşık elli iğne sapladı sadece. Acımadı be, korkma, hatta kadın da nasıl acımadığına şaşırdı.
Diyemedim tabii ben kadına:
Ölmüş kız kardeşimin yerine koyduğum insanlar beni satmış, senin iğnen mi acıtacak?
Sevdiğim kadınlar beni kandırmış, senin iğnen mi acıtacak?
Bacağımda bilmem kaç santimlik bir metal, senin iğnen mi acıtacak?
Onca yılı bir başıma geçirmişim, bugün destekçimmiş gibi duran kimse dönüp bakmamış senin iğnen mi acıtacak?
İnsanların bana dair tek hevesi hayatlarında asla beceremeyeceklerini kendilerinin de bal gibi bildiği şeyleri bana yaptırmakmış, senin iğnen mi acıtacak?
Var olmayan bir kadını bekliyor ve onunla olacak kızımız için yaşıyorum, senin iğnen mi acıtacak?
Gelme diyorum ama sana, benim için, kendin için, hatta kızımız için. N'olur gelme, burası çıkmaz sokak. Bırak içimdeki bu ateş daha fazla insanı yakmadan, ağır ağır, kendi kendine sönsün; inan bana, ben külken de ben olacağım.
Zamanımı boğuyor gece
Bir mil gibi kıskacından
Titreterek akıp giden o
Son dünden de önce ve
Saklamadan ölümünde
Ezgisine sardığı iklimin
Folloș ihtimal ve yazık ki
En aşağı dededen kalma
Tıraş bıçağı denli kör ve
Manasızlığını sakınmaksızın
Asla da tam etmeyeceğinin
Bilincinde lakin asil umutların
Neresine dönse yüzüm
Kayboluyor döngüsü bütün
One Man Show'ların.
En son birine güvendiğimde
En son biriyle en ufak yakın
Ve gariptir iç içe hissettiğimde
Korkarım dündü ve bilirsin
Dünler dahi uzak ölümden
Bir iş yükü olarak iletişim
Bir külfet makamında tanışma
Bir eziyet suretinde dost olma
Bir yok oluş biçiminde aşk
Kazıklı Voyvoda'dan kalma
Sübliminal bir ilmihal gibi
Kanın doğası ve nefret ki sevgi
En esaslı külleriyle arınıp
İnancına karışır legal yoldan
Her şeyi başlatıp bitiren kan
İçreyken vücuduna nasıl
Gerekli ihtimamı duyabilirsin
Yaşam ve insanlara
Belki de çöldeki kurdun
Kafa karışıklığından ibaret
Beyhude ve pejmüde
En çok da asılsız bir çaba
Bir grubun, topluluğun
İdeolojinin hatta aşkın
Parçası olduğuna kendini
İnandırmak uğruna kılıktan
Kılığa girdiğinde ortada
Samimi bir şey kaldıysa
Şanslısın ölmek için
Güzel bir gün
Yeterince.
Yalnızlığı mutat edinmiş kalabalıkların en birbirleriyleyken bile imtina ile sakladıkları o pürüzsüz hüznün avcısıdır bu defa belki zaman. Kıblesi unutulmak olmuş zihinlerin dalga dalga boğuştuğu geçmişten güçlüdür umarım geleceğin sahi ve dev avuntusu. Üstüne yağmur gibi yağan fakat mermi misali de sert kötü ihtimallere karşılık sağlam bir umut bekliyor doğrusu insan şemsiye niyetine, nereye girerse girsin açılması tehlike teşkil etmeyecek cinsten.
Bakarsın güzellik denen olgu yalnızca anıların ve sanatın arasında mekik dokumaktansa nihayet inisiyatif alıp senin benim șimdimizde vücut bulur en cesur haliyle.
Meşru ve daha önemlisi kalıcısına hasretiz biz iyinin, elbet hatırlanır yoksa bir çocuğun gülüşünde, bir çocuğu hüzünlü kılan yegane şeyse bil ki gülüşü biter bitmez anılașmasıdır. En kötüsü de nedir biliyor musun? Birileri pişkin pişkin tarihin tekerrürden ibaretliğini savunurken senin aklına belki ilk ve son defa birlikte mutlu olduğun insanlar gelir.
Bal gibi bilir herkes tekrarının olmayacağını, "Bunu sık sık yapalım." denen hiçbir şey yapılmaz, "Arayı açmayalım." denir ama hep açılır, "Bize de bekleriz." denir ama kimse gelmez
Bunu mutat edinecek gücüm yok benim işte, sonsuzu bu dünyada aramak küstah ve aptalca dahi olsa.
Ölmeden önce bir not: Mutluluktan ağlanmaz, mutluluğun doruk anında bile aklın merkezinde bekleyen biticiliğidir ağlanan, hep.
Çok da zor olmadı,
Sağlıklı kalbe masajdan farksızdı
Başıboş ve asla illümine olmayan
Nitekim oldum olası dürüst
Bir eylemdi tıpkı mevsimler gibi
Titremedi ellerim bir daha hiç
Özletmedi avluları o serinlkk
Yapmamak imkansızdı zati
Soğuk hava kokusu gibi
Mağrur ve bilindik
Bir o kadar da hür
Dikenli benziyle gövdesini
Çarmıh gibi kışkırtarak
Avcunda sevgiler söndüren
Bilahare uyku getiren
O en alçak bizin
Kararıșına şahit olmadan
Ömür diyebilmek yaşanana
Biz denen şey aslında dardı
Dapdardı ki yalnızca küçük
Ve de en önemlisi affı kesin denli
Kötülük bile denemeyecek halimizin
Maslahatçasına muhafazasından harici
Üstlenmesi hayli zordu.
Biz bize yeterdiysek bile
Biz kendine yetmezdi
Öldürdüm çünkü
Ontolojik çilemizi mitozla bölüyor
Lakin rahatlatmanın aksine
Yayıyordu sakallı bir vebacasına topluma. Nerede bir biz kök salsa, Başkaları denen bir şey de peydah oluyordu,
Belki de sırf başka olmamak adına biryerlerde
Biz'ler kimselere karışırken sessiz
Süreci olabildiğince hızlandıran
Cellat fakat kendini nüfus artışını
Ve dolayısıyla kaosu önlediği gibi gerekçelerle
Kaliteli bir hizmetkar adlandıran
Sen, ben gibi bireyler hüküm sürüyordu.
Sarsarak öldürdüm, susatmıștı.
Bireyleri öldürmem için bizin
Boğazından içeri kuru bir mermi gibi
Fakat gün doğumu kadar ağır ve de mutlak
Girip metodolojisini bizzat kendim,
Fark edenler için ürpertisi asla eksilmeyen
Bir çift kara gözümle gişe filmi kadar umarsız
Seyretmem ve susmam gerektiğini bilerek.
Ötekinin olmaması için bizin kıyameti gerekti
O ıslak ve utangaç kimi duygulardan
Ziyadesiyle arınıp vaftiz yahut zemzem
Suyuyla arsızlığını dindirerek.
Herkesleșmeksizin ama herkesin de bir
Bütün olamayacağını yadsımaksızın
Şebekeden damlayan kanla iş birliği yapıp
Uzatmadan bitkisel hayat ve felsefi konjonktüre
Boğmadan, bilhassa inanın ki öperek.
Çok sessiz öldürdüm.
Sen gitti, biz de gidiyor şimdi,
O diye biri yok, onlar diye biri hiç yok sayemde
Hepimiz'i kurtarmak zorundaydım
En çok da ben için.
Senden bir ben çıkmasına elverișliyse de iklim
Önümüz kış, bize daha ölüm var.
Burnunun içinden gelen bir koku gibi inkara imkan bırakmayan hali kanıma dokunuyor hayatın, dehlizlerinde biriktiğimin küflü külfeti diye sövesim geliyor sonra. Yok lan hayata değil, inanması güç de olsa hayatı seviyorum; kişilerle bir bağışıklık sorunu yaşıyorum, hepsi bu.
İnsansız bir hayatın tıpkı dumansız hava sahası gibi kaderimi bir nebze olsun steril tutacağına itimadım tam da olsa, bilincim kırmızıda dilenen çingenenin cama vurușundaki giderek artan ısrar misali set çekiyor önüme... Ekinoks bir nevi, tamiri adına irili ufaklı ve de en önemlisi kaçınılmaz yıpranmanın; ölüm kaçınılmazlığı değil ama bu, daha ziyade nefesini tutmayı gereksiz kılan oksijen ihtiyacı gibi. İçten içe hissediyorum sanki, hayatımın en olağan ilerleyișince dahi kimi önemlerim birer naașmıș ve dibi bataklık olan kirli mi kirli bir göl suyuna olabilecek en sessiz ve ağır şekilde batıyor. Umarım bu kadar ürkütücü lanse edilmesi gereken bir şey değildir bu değişim dedikleri ki, ben de hayata haksızlık etmiş olurum bu defa, "neredeyse" ödeșiriz bu sayede.
Bir şeyi çok komik bulan insanın, gülmeyi o şeyin aksi yöne dönerek sürdürmesi ironikliğinin aslında nasıl da evrensel olduğuna takıldı ister istemez aklım. Yoksa bu mutluluk dediğimiz şeyin sözgelimi görünümü dahi çıplak gözle seyredilen tutulma gibi kalıcı izler mi bırakıyor içimizde, bakamadığımız her şeyin -özellikle güzel bulduklarımızın- ortasında bir yangın mı durur dersiniz yalnız bedenimizin hissettiği ve bu bakımdan somutun dik alası olması icap ederken garip bir biçimde soyut olan bir şekilde, bizimle içre olmaya dünden razı da olsa bizim onu kaldıracak denli güçlü olmadığımızı adımızcasına kabullendiğimiz?
Bizzat cüziyetleri mi acaba tatlı ve güzel kılan her iyi anıyı, ekonomi dersinde canım hocam Özcan Yağcı'dan öğrendiğim "Azalan Marjinal Fayda Yasası" da bunu doğrular nitelikte üstelik. Dünyaya bakıyorsun çevre temizliği, hayvan türleri, temiz hava ve en çok da masumiyet azalıyor, yazık ki bir daha da artmayacak... Ben de azalıyorum aslında bakarsanız, bırak o eski azameti, şu boktan blogdan gayrı nem kaldı; ha bak yanlış anlaşılmasın, şikayetim giderek solmak değil, diğer her şeyin aksine ben azaldıkça - birilerinin hayatından çıktıkça mesela- değerimin artmaması.
Bunun yeri burası değil belki ama anlatmam lazım: Geçenlerde düşündüm ölsem cenazeme kim gelir diye, akrabalar harici kimse gelmezdi tabii. Ama aslında gelmeyeceklerinden değil, o kadar da olmadım henüz; bilmeyeceklerinden gelmeyecekler, ben söyleyemedikten sonra öldüğümü nereden bilsinler? (işte trajikomik budur) En samimi dostlarım dahi -şayet geçersem şu ya da bu şekilde akıllarından- kuru ve muhtemelen hele ölüm söz konusu olduğunda hayli kısa sayılabilecek bir merakla sınırlı kalacaklar en fazla, hatta eminim bazıları bununla yetinmeksizin ölmem ihtimalini aklına dahi getirmeyecek ve uzun zamandır onlarla iletişim kurmadığım için kendi kendilerine alınıp küsecek, hatta ve hatta beni bir yerlerden engelleyecekler bile eminim. Cidden bana bir şey olsa kim nereden bilecek? Böylesine cüzi ve silik bir hayat yaşamak böyle düşününce acıtsa da bir yandan tıpkı bir Bülent Ortaçgil yahut Vedat Sakman şarkısı gibi duru ve dingin.
İki önceki paragrafla çatışması muhtemel biçimde kabullendim bile esasen cüziyetimin verdiği konforun yanında ölümcül de olduğunu, ısınmaktan yanmaya geçmeden ne kadar zamanım olduğunu bilmiyorum lakin çabucak şöyle ya da böyle insanlılașmam gerektiği hissi hakim içimde, geç olmadan.
Eğitiyorum kendimi aslında, çok daha hoşgörülüyüm ve olamadığım yerlerde de suskunluğumu koruyorum en azından artık, hatta anlaşamayacağım en aşikar olan insana dahi bir adım atıyorum artık, sırf atmış olmak için bile olsa.
Ben elimden geleni yaptım diyorum, ben denedim, ben iyi bir adam oldum; zira böyle olunca tersi şekilde davranmak gerekse bile vicdanınız rahat olduğundan, öfke kusmak iki kat daha randımanlı oluyor doğrusu.
Emine Bulut'a ve kızına, gaspçıların öldürdüğü delikanlıya, Diyarbakır'da evlatlarını örgütten kurtarmaya çırpınan ailelere, Kaz dağları ve diğer talan edilen her türlü güzelliğe, naașı bir araba bagajında taşınmaya mecbur bırakılmış Eymen'e, geçtiğimiz senelerde ölüsü karaya vuran mülteci çocuğa, homofobik suçlara, Gezi'de ölen insanlara, kaçırılıp cesedi oraya buraya bırakılan çocuklara, Çorlu'daki tren faciasında ölen insanlara, Özgecan Aslan'a, Șule Çet'e, zehirlenen sokak hayvanlarına, canı çıkana kadar hunharca kullanılan atlara, sabahın dokuzunda alkollü ticari araç sürücüsünün kırmızıda büyük bir hızla geçerek çarptığı görme engelli kızcağıza, çeşitli kurumlarda istismara uğrayan çocuklara, atanamayanlara, depremzedelere, sigortasız ișçilere, 15 Temmuz șehitlerine, öksüz ve yetimlere, bir kış günü oğlunun naașını çuvalla taşımak zorunda bırakılan adama, Ah Bir Ataș Ver türküsünün hikayesine, zorla dilendirilen insanlara, Soma'da ve diğer maden ocaklarında ölen madencilere, Münevver Karabulut'a, Sinan Çetin'in oğlunun çarptığı polis memuruna, hayat kadınlarına, borç parayla aldığı benzinle intihar eden işsize, tüm hastalara... Çok üzülüyorum, hepsine ve artık anarken başkaları adına utanıp űzüldüğüm için yazamadığımd aha fazlasına birden ve hiçbirini ayırt etmeden, bazı itlerin aksine bazı acıları birbirine karşı tutup yalnızca birine olmaksızın, çok ama çok üzülüyorum.
Kendi içimde de çok üzülüyorum bir şeylere, canımı uğrunda şüphesiz verebileceğim onca dostumun zerre umrunda olmamıșlığıma, bazen hastalığıma, bazen ölmüş kardeşlerime, sevdiğim kadınlardan bile hep bıçak kesikleri yediğime, ekmek bölüștüğüm insanın beni yok saymasına ama en çok da hiç suçum olmamasına. Kimsenin benim de haklı olabileceğim gibi sıradan bir ihtimali düşünmeye cesaret edemeyișine, onlardan başka bir şey düşünmediğim insanlar için hiçbir şey yapmadığımın rahatlıkla düșünülebilmișliğine... Nadir de olsa, bu günleri gördüğüme.
Yanisi mevzu üzülmek olsun, biter mi?
Mevzu üzülmek olsun, biz ne güne duruyoruz.
Mutlu ol pozitif ol falan diyorsunuz.
Her gün hepsini birden düşünüp üzülüyorum, görmüyorsunuz.
Esasında bu yazıyı da kendini bilmezin biri ben göstermediğimden beni duyarsız, duygusuz, vatansever olmayan ve sadece bireysel konuları umursayan biri gibi yaftalarsa benzeri saçma ama çağımızda yazık ki mantıklı da olabilecek çekinceler üzerine yazıyorum...
Kör olmuş, üzülüyorum demeden bilmiyorsunuz
Nelere üzülüyorum daha da, bilmeyi hak ediyor musunuz? Buna bile pirim dersiniz şimdi, Allah belanızı versin.