Hani'li Yazı

Engizisyon mahkemelerinin duvarındaki adalet yazısına gülen yedi göbek protestanın Mardin'de waffle dükkanı açıp adını da "Helal Waffle" koyması gibi hayatım... Ama yok yok bu örnek yetmedi biraz daha artıralım gelin.

Hani dindar bir astronotsundur ve uzayın ortasında çişin gelmiştir; üzerindeki kostüm buna göre yapılmıştır ama sen yine de üstünü kirletmemek için pantolonunu indirirsin ya.
Öylesine senkron mahfiyetlerce tüketildiği kırk iki deniz mili öteden dahi göze çarpan bir hayatın içinde aşka karışmak da bundan farksız belki, burnundan kan damlayan bir zerdüştün aynı kanla ateşi söndürmesi olarak da anlatabiliriz bunu. Zaman neyin yahut kimin maskesini kendine demirbaş ediniyor hiçbir fikrim yok esasen, buna karşılık ona bırakabilecek fazla bir payım olduğunu düşünmeksizin davrandığım her müddette ise kurbanlık koyunlaşıyorum.

Hani açık kalp ameliyatında bir cerrahsındır, ameliyat sırasında asistanın seni anlamadığı için maskeni çıkarmış ona bir şey anlatırken önündeki hastanın kalbine hapşuruverirsin ya.
Tam da bu türden bir uyumsuzluk benimkisi olağanca relationship'lere değin, makul olması gereken her şeyin bahtımda sakallaştığını içimdeki gırç sesinden anlıyorum ama emin de değilim, bir ihtimal hayatımın kapısı gıcırdıyordur, yağlamak gerekiyordur, dayanmıyordur bu kadar giden gelene, cereyan bile yapıyordur.
Kapalıçarşının adıyla müsemma sonsuza dek kapandığını farzetsek, o biçim kapanmasıdır bir devrin benimkisi de işte; benim bütün karayellerim kalbimden ufkuma, kısaldıkça kısalan uf...
Anlıyorsunuz değil mi beni? Yani anladığınızı varsaymanın verdiği rahatlıkla bunun bir varsayım olduğunun bilincinde olmanın yarattığı tedirginliğin füzyon mutfağı tadındaki tatlı-sert muğlaklığından söz ediyorum, peki ya beni anlayıp anlamamanızın -yazık ki- bir şey değiştirmemesine ne demeli? İş demekse çok şey denir, yapmaksa çok şey yapılır ama elde var sıfır, değil mi? Bir mi?

Hani sen otuzlu yaşlardayken alzheimer hastası annen, babana benzettiği yirmi iki yaşındaki biriyle gizlice nikah kıymıştır ve seni onun elini öpmeye zorlar ya.
Buna benzer türlü çarpık ve kompleks pek çok açı çelişiyor düşünmek manasına olup biteni ama biri dahi eksik olsa kan sızdıracak baraj gölü yüreğim, hidroelektriğim desen elem kere elem, güne gözler açışım bir ümit bir buçuk hicran üstü kalasıca. Kaç kere hesabını geçtiğim ayna misali aynısı olan günler birbirinin ve her birinin içinde geçmişe doğru daha saf ve masumlaştığından acı bir hal alan kendine mahsus ve sanki öyle de kalması tembihlenmişçesine yalnız bırakılan ben, bırakılmasa bile artık içi rahat etmeyecek kadar derisine hatta iliğine işlenmişçesine dev bir çaresizlikle... Burada duruyor işte, tam ortasında, yıkık dökük eski bir hikayenin kimsenin ne bilip ne dert ettiği kıymetten olma kolpalıklarında yalan gülüşlerle, doğru kırgınlıklar ağlatır zira sizi, bu sondur bu son ihtimal ölmek mi dersin yoksa matematik mi ey hayat?

Hani doğal afete uğrayan bölgelere doğru havalanmış, içinde giyecekler bulunan bir kargo uçağı çıplaklar kampının üzerine düşer ya.
Ne yazdım bilmiyorum, canım kalbim... Bugüne kadar hiçbir kötü niyetim olmadığını bilmenin rahatlığıyla; kimseye kötü gözle bakmadım, taş çatlasın evladı ölen insanların o taze acıyla yaktığı intikam yüklü ağıtlar kadar düşmandım belki herhangi kimseye, dahası hiç olmadı... Aksine hayatımdaki herkese her şeyimi verdim, bir can kaldı, bana kadar dahi değil... Beni eller aldı, bu kim peki?

0 Yorum:

Yorum Gönder