04 Temmuz 2025

İlişki Kurmanın Paradoksu


Kendini bir ürün olarak görmeyen kimse, karşısındakine bir şey vaat etmek zorunda değildir. Oysa toplumumuzda her türlü ilişkiden beklenti, adeta "amiral battı" oynamaktan farksız hale geldi: Sipariş verircesine özellikler sıralamalar, gizem arayışları, "Ben zor biriyim" iddiaları, taktikler, kaçma-kovalamacalar ve yeni yeni ortaya çıkan içi boş kavramlar...

Bu durum, sanki yalnızca bize özgüymüş gibi görünüyor. Örneğin, yabancı biriyle flört ederken "Şunu derken aslında bunu mu kastetti?" türünden bir gerilim yaşanmıyor. İlişki, bir tarafın elde etmeye çalıştığı, diğerinin ise arzulanan olduğu bir dinamikle ilerlemiyor. Aksine, çoğunlukla etken-edilgenlikten uzak, açık, net, gerilimsiz ve vakit geçirmenin ötesinde, gerçekten tanımaya odaklı bir ortaklık kuruluyor. En önemlisi, eğer karşınıza aşırı tuhaf biri çıkmadıysa, iletişimde öncelik sizinle olan bağın kalitesine veriliyor. Sosyoekonomik farklara takılmıyor, sizi kategorize etmeye çalışılmıyor ya da "Şöyle erkekler şöyledir," "Böyle kadınlar böyledir" gibi beylik, tepeden bakan ve herkesin diline pelesenk olmuş "toksik" varsayımlarla hareket edilmiyor. İnsanlar karşısındakine vakit ayırıp, aradığı şeyler içinde ne kadar ve ne biçimde var diye bakmak ve bir ilişki ve bağ kurmanın belki en tatlı aşaması sayılan keşfi doyasıya yaşamaktansa; aklındaki şeyi temel alıp, karşısına çıkanları da tıpkı bir dating app umarsızlığıyla sağa sola atıp duruyor, kitabı kapağına göre dahi yargılamamak sanki bu biraz.

Bu bağlamda, toplumumuzun iletişim ve ilişki kurma konularında kültürel olarak ciddi bir yozlaşma yaşadığını ve bunu bir tür egoizme dönüştürerek bastırdığını üzülerek gözlemliyorum. "Hayat kısa ve kimse sizden önemli değil" gibi, geniş kitlelerde karşılık bulacağı kesin olan söz öbekleri, tam da bu yüzden sosyal medyada her iki gönderiden birinde karşımıza çıkıyor. Egoizm adeta tavan yapmış durumda; iki kişi tartışırken, birinin durup sakinleşmeye çalışması ya da orta yolu bulmak için çaba göstermesi artık güç, çünkü bu bir zayıflık olarak görülüyor. Elbette hiçbirimiz, birilerinin bizi olmadığımız bir şeye dönüştürmesini hoş karşılayamayız. Ama iki sivri köşeli cismin birbirine çarpa çarpa geçirdiği bir ömür gerçekten daha mı anlamlı? Yoksa bu, uzun vadede bir tür yalnızlaştırma politikası mı?

Erdemin tanımı değişti, ne acı. Artık erdem, gitmek ya da bir şeyi bırakabilmek oldu. Bu sonuncunun motivasyonunu anlıyorum; çoğu zaman haklı bir tarafı fazlasıyla var. Ancak sorun, belki de geçmişte yaşanan bir şeyin tekrarlanmaması için bir güvence olarak, gelecekteki her ihtimale peşinen bir sigorta poliçesi gibi bu tavrı uygulamakta yatıyor. Bunca zaman yanlışlara bağlandığımız için, bağlanmayı kötü görmeye başladık. "En bağımsız olan kazanıyor" gibi söylemler bu devirde revaçta.

Oysa insanın, aslen yuva diyebileceği birilerine ihtiyaç duyduğunu kim inkâr edebilir? Keşke biri bunu inkâr edebilseydi; belki en çok da ben edebilseydim. Bilmiyorum, sahiden o kadar ütopik mi: Tamamen kendi olan birini, yine tamamen kendi olan birinin sırf bu yüzden sevmesi ve birbirleriyle mutlu, uyumlu olmaları? Konu mutluluğa gelmişken, "Ben seninle mutsuzluğa da varım." lafı ne zaman yalnızca arabesk bir replikten ibaret oldu anlamıyorum; tabii burada o yahut bu biçimde "karşıdaki kişiden doğan" bir mutsuzluğun kastedilmediği de açık, nitekim sanki bunda bir kuşku yokmuş gibi en ufak bir tökezlemede tereddütlü, ayakların eşikte beklediği, hep daha iyi ihtimalin uzakta görüldüğü ilişkiler normalleştiriliyor içten içe. Tamam bitirmek, anlaşılmadığın yerde durmamak gibi bir bakımdan fevkalade saygın bir hamle ama böyle diye diye her şeyi, bütün incelikleri, örneğin oturup kendi hatalarımızı düşünmeyi falan en önemlisi, kestirip atar olmadık mı?

Güçlü insan olmamızın yolu niçin duyguları rafa kaldırmaktan geçsin, bize bunu kim öğretti? Neden küçük ciddiye alan, gamsız ise göklerde; kimin bu illüzyon, benim değil bilin isterim. "Prenses erkek" diye aşağılanan insanlara karşın, vasıfsız, amaçsız ve içi boş birliktelikler, tıngırdayan yaşamlar...

Zıt kutuplardan bir yol çıkmaz aslında; bir yerde kaçınılmaz olarak dominant olanın, olmayanla kurduğu bir bağa döner. Peki, kendiyle birebir aynı biriyle olmak, toplumun "tu kaka" dediği kadar kötü mü? Aynı şekilde, referans vasıtasıyla kurulan herhangi bir ilişkinin -görücü usulü de buna dahil- kötü olduğu ne kadar gerçek? Dürüst olayım: Bugüne dek tanıştığım herhangi bir insandan bir fayda gördüğümü söyleyemem, ne yazık ki. Ama güvendiğim insanların ortak çevresinden gelen kişiler hep bana iyi geldi. Sana ne iyi geliyor peki, okuyucu? Sana kim iyi geliyor? Onu bulmak için ne yaptın? Yoksa benim gibi durup anlaşılmayı mı bekliyorsun? Ses ver lütfen, fazla yalnızım.

0 Yorum:

Yorum Gönder

Alptuğ'un Mekanı