İçimden Geçenler


Sadece şunu biliyorum, bir şey denmesi gerektiği için denmez böyle günlerde: Bu yazıda bir nutuk yok, başkalarının gözünden veya sanki yaşamış gibi felaket estetize etmek yok, şöyle acı çekiyoruz böyle üzgünüz gibi bir malumun gereksiz bir ilanı da yok. Ben varım bu yazıda, benim açımdan her ne ise nasılsa o var; sadece dertleşiyorum sizinle, içimi bir şekilde boşaltmam gerek ve en iyi yapabildiğim şey yazmak, başka çarem yok; hem belki bu büyük yarayı aynı şekilde, aynı açıdan paylaşıyoruzdur da yalnız olmadığımızı öğreniriz.

Ben deprem nedir bilmem, yaşamadım, büyük çoğunluğumuz öyle neyse ki; sadece okuduğum bölüm gereği filmlerden falan biliyorum o kırılan yollar vs. oluşan manzarayı, tıpkı çoğumuzun gerçek hayatta hırsız görmeyip hırsızların maske taktığını bilmesi gibi sanal bir bilmek bu, bilgi bile denemez yani. Bunu şu yüzden anlatıyorum: Depremin yaşandığı gün televizyonu açtığımda, çok iyi yapılmış görsel efektler görüyor gibi hissettim gerçek olduğunu bilmeme rağmen, belki de bu beynimin şu "ikincil travma" denen şeye karşı bir savunma mekanizmasıdır, ki öyle bir şey olduğunu da yeni öğrendim açıkçası...
Babam iki günde dönebildi, fırsatçı insanların ambulansların arkasına yapışmasına ve emniyet şeritlerini kapatmasına binaen; bu da bir şey mi yağmalar, çocuk kaçırmaları, yardımların içinde uyuşturucu taşımalar, dalga geçmeler duyduk... Ne kadarı doğrudur yanlıştır bilemem ama keşke bu durumlar bari filmlerden ibaret kalsaydı, bizi zor güne sokanlara zaten sinirleniriz de zor günümüzde bizden zannettiklerimizin böyle davranabilmesi şaka gibi, film gibi; çünkü en hüzünlü film bile gerçekleri seyrediyor olma bilincine yetişemiyor.

Bir şeyi sadece seyretmek çok acı verici esasen, bilen bilir benim fiziksel durumumu, o yüzden, herkes mesela etrafımda yok oraya koli taşıdı yok şunda görev aldı şuraya gitti falan filan ama ben bunları yapmaya kalksam anca ayak bağı olurum ve ilk kez kendimle barışık olduğum bu yönüm bana dokundu hayatımda. Oysa mesela ben çocukları çok severim, hiçbir şey yapamasam da bütün gün o kurtarılmış çocuklar ile oyunlar oynamak, onlara şeker çikolata vermek, onlarla resim çizmek falan isterdim aşırı şekilde lakin yapabilsem bile yapamam, onca sapık varken, organ mafyası varken haklı olarak kim kime güvenecek şu devirde ki bana güvensinler, pedagojik formasyonum falan da yok tabii, dayanamazdım ilk dakikadan en iyi ihtimalle gözlerim sulanırdı, bu da tabii iyice berbat ederdi her şeyi...

Ne işe yararsın sen Alptuğ dedim, fiziksel olarak bir geçerliliğin yok kendi hayatını sürdürmek dışında, faydan yok; okuduğun bölüm desen sanat-sepet, tamam uzun vadede faydası var, psikoloji pedagoji, sosyoloji falan diye düşününce ama enkaz altında birini, yaralı birini, yakınını kaybetmiş birini hangi filmle, videoyla, yazıyla, ıvır zıvırla iyi edebilirsin ki? Üstelik hep nefret ettim bir dramın ardından siyah beyaz, duygusal müziklerle bezeli yapılan bir sürü çok afedersiniz duygusal porno niteliği taşıyan şeylerden.
Deprem önlemi gibi kalıyor sanat da bu durumda, yani önceden, çok önceden atılmış bir temeli ve sürekliliği olmalı ki topluma bilinçlilik vs. bakımından bir faydası olacaksa olsun ama iş işten geçtikten sonra adeta bir hiç.

Bu yazıyı yazarken bile o kadar korkuyorum ki ben, başkalarının ne dediğinin bir önemi benim için hala yok ama yanlış tanınmaktan korkuyorum, okuyucu edinmek için, zart için zurt için laf kalabalığı yaptığımın düşünülmesinden korkuyorum; kötü niyetli insanlar kötü şeyler söylesin o sorun değil de, iyi niyetli birine o sözlerin mantıklı gelmesinden korkuyorum... Vallahi billahi ben bu yazıyı okunsun diye bile yazmıyorum, senelerdir burada yazdığım her yazı gibi bu da bir sifon benim için, boşaltmam lazım içimi ve böyle becerebiliyorum, bunu yaparken de sadece kendime kalmasın istiyorum, hepsi bu.

Hani hayatın da sürmesi gerek falan ya, nasıl sürecekse; toplumumuzun kökenlerinde mahallede cenaze olunca kimse duymayacak olsa dahi müzik dinlenmez, tv açılmaz, gülünmez... Bu öyle ayıp falan diye de değil, ayıp oluşundan öte içten gelmediği için, ben de böyle olduğundan günde bir öğün yemek yiyorum mesela, sürekli film izliyorum ama izlemek dediysem dümdüz ekrana bakmaktan farksız, izliyorum çünkü daha fazla haberlere bakamıyorum çoğumuz gibi; hal böyle olunca boşluğa düşüyor insan, o klasik "ölümlü dünya" bakışına teslim oluyor: Hadi bugün mezun oldum, iyi bir iş buldum, ee? sonra? Anlamsızlaştı bütün bunlar bende -ve sanırım epeyimizde- fakat biliyorum ki anlamlı gelmese bile bu süreçleri yönetmek zorundayım ileriki yaşamım için, peki nasıl?

Mezun olmam gerek bu sene, öyle ya da böyle bir mezuniyet filmi çekmem gerek; e ben şimdi kime gidip nasıl diyeyim "Benim bir film çekmem gerek yaza kadar, oynar mısın?" diye. Benim açımdan bakınca bu bir ihtiyaç evet, ben keyfimden istemiyorum bunu evet, bana kalsa şu an böyle bir işe asla kalkışmam zaten isteğim bile kalmadı ama mecburum evet; nitekim bir başkasına, acı çeken bir başkasına üstelik, nasıl öğretebilirim benim açımdan bakmayı, neye karşılık? Bu mümkün değil, olmasın da zaten aslında, empati beklemek ironik bir bencillik gibi bu tür durumlarda.

Üniversiteler de uzaktan oldu malum, ülkenin büyük kısmı depremden her anlamda, tamamı ise psikolojik olarak etkilenmişken böyle bir darbeyle adeta tamamı her anlamda etkilenmiş olacak hem uzun hem kısa vadede; toplasan iki sene okula gidebilmişiz, mezun olunca kim bizi neye göre işe alacak, yalan dolan o uzaktan eğitim dalgası. Şimdi bana diyeceksiniz ki "Alptuğ derdin bu mu gerçekten?" Keşke bunları düşünmek zorunda kalmasam ama hayat devam ediyor ya işte -ki buna "ne yazık ki" mi demek doğru şu durumda- bu bambaşka ve önemini yitirmiş meseleler düşünmemekle bitmeyecek, günü gelince boğaza çökecek geçim derdi olarak.

Kendini düşünmek zorunda da olmak ne acı ulan, keşke sürdürmek zorunda olduğumuz bireyliğimizi rafa kaldırıp tıpkı bir kurum gibi sadece toplum olabilsek, Alptuğ'luğa ara verip Türkiye olabilsem sadece. İşte depremin etkilemediği illerdeki, depremin etkilediği insanların tek cümlelik, sonuçsuz isyanı.

Ben böyle hissediyorum özetle arkadaşlar, birbirimizle konuşmak iyi kötü her durumda önemlidir, eğer sohbet etmek isterseniz bu veya herhangi bir konuda yaşama dair, ben buradayım; insan ancak konuştukça rahatlıyor, geçiyor demiyorum ama rahatlıyor, gibi, biraz, hepimiz birbirimizle bolca konuşalım sarılalım n'olur. Bakın dün bir kargo mektubuna rastladım deprem bölgesinde düşmüş, biri sevgilisinden özür dilemiş, şimdi hangisi nerede kim bilir.

Neyse çok uzattım, yani demem o ki hepinizi çok seviyorum halkım, asla affetmeyeceğim bi'6-7 kişiyi hariç tutarak da olsa, keşke hepinize sarılabilsem canım ülkem, biliyorum hep bir ağızdan yalnız hissediyoruz, değiliz ama bilin. İyi ki varsın Türkiye.

0 Yorum:

Yorum Gönder